Pazartesi, Mayıs 6, 2024
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 4

Nükleer Santral İstemiyoruz.

BASINA VE KAMUOYUNA!

Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde meydana gelen deprem sonrası Fukuşima Daichi Nükleer Santrali tsunami dalgaları altında kalarak ekosistemimize büyük bir felaket yaşatmış ve bugün bu felaketin daha dehşetli bir aşamasına gelinmiştir. UAEK ve Japon Hükümeti resmi verilere göre 1.38 milyon metreküp birikmiş ve radyoaktif izotoplarla kirlenmiş soğutma suyunu sözüm ona filtre ederek Pasifik Okyanusuna deşarjına karar vermişlerdir.

Biz biliyoruz ki; bahsettikleri filtrasyon sisteminin tutamadığı, hidrojenin radyoaktif izotoplarından olan Trityum ve Döteryumun katıldığı radyoaktif özellik kazanan su molekülleri deniz suyuna geçecek ve canlılar tarafından metabolizmalarına alınarak kalıcı hasarlar bırakacaktır. Yarı ömrü 24 yıl olan hidrojen izotoplarının bileşeni olduğu su molekülleri buharlaşarak atmosfere çıkacak Dünya’nın hemen her yerinde yağış olarak yeryüzüne inecektir. Liyakatleri son derece tartışmalı yetkililer, deşarjın 20 Yıl devam edeceğini söylemektedir. Yapılan dağılım modellemelerine göre bu kirliliğin önce Kuzey Amerika’nın batı kıyılarını sonra Atlas ve Hint okyanusunu kirleteceği ön görülmüştür.  Üç okyanusta oluşacak kirlilik kuşkusuz Akdeniz’e de taşınacaktır.  

UYARIYORUZ!!

Biz insanların da içinde yaşadığımız ve onlarsız da yaşayamayacağımız milyonlarca canlı türünün tek evi olan Dünya’mızı iğrenç kar hırslarınız uğruna yok etmenize izin vermeyeceğiz.

Nükleer Güç Santrallerinin (NGS) büyük riskler barındırdığının, kaza sonrası büyük felaketlerle karşı karşıya kaldığımızın örneklerini hep birlikte yaşadık. Bu da yetmezmiş gibi devletler aralarındaki çıkar çatışmaları sonucu birbirlerini NGS’lerini vurmakla tehdit etmekten geri durmuyorlar. Bu durum ortaya çıkarıyor ki; NGS’ler kurulu oldukları yerler için kitle imha silahı olarak görülüyor.

Üstüne IPCC’in (Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli) Mısır Şarm-el Şeyh’deki toplantısında NGS’lerin sırf karbondioksit emisyonu olmadığı için yeşil enerji sınıfına alındığını utanç ve dehşet içinde izledik.

Biz Nükleer karşıtları biliyoruz ki; Nükleer programlar başlı başına devlet politikası değil, devlet destekli kapitalist politikalardır. Bir avuç sermayedarın kar hırsı uğruna Dünyamızı yok etmesine müsaade etmeyeceğiz.

Mersin’de inşaatı devam eden Akkuyu NGS’nin Fukuşima ile benzer kaderi paylaşma olasılığı azımsanamaz. İnşaatta yapılan hatalar, mekanik aksamda var olan hatalar bizlerin malumudur. Kaidelerine uygun yapmış olsa dahi deniz suyunun sürekli ısınması bir süre sonra soğutma suyu ihtiyacını karşılayamayacak bir noktaya gelecektir.

En son 13 Eylül tarihinde Yeşilovacık açıklarında 11 km derinliğinde, Akkuyu’ya 15 km mesafede 2.6 büyüklüğünde bir deprem olması endişelerimizi daha da arttırmıştır. Çok yakın zamanda Kıbrıs’ın kuzeybatı kıyılarında ve Mersin kıyılarında birçok deprem meydana gelmiştir. 16 Mart 2023’de Narlıkuyu’ya 20 km mesafede 4,5 büyüklüğünde, 11 Ocak 2022’de Kıbrıs’ın kuzeybatı kıyısında Misis – Dipkarpas – Girne – Antalya Körfezinden geçen Helenik Fayı üzerinde Akkuyu’ya 160 km mesafede 6,2 şiddetinde deprem yaşanmıştır. O bölgede yakın bir fay hattı olmadığını iddia eden yetkililer, bu konularda hiçbir açıklama yapmamışlardır. Bölge şiddetli depremlerden ve tsunamiden ari bir bölge değildir. Kıbrıs dalma batma kuşağı, Antakya Ölüdeniz, Misis fay hatlarında oluşan şiddetli depremlerin Anamur Mersin arasındaki sahillerde tsunamiye yol açtığı arkeolojik ve tarihsel kayıtlarda saptanmıştır. 14 Eylül günü ise Akkuyu NGS inşaatında çalışan işçiler yedikleri yemekten zehirlenmiş, yıllardır dikkat çektiğimiz iş cinayetlerine bir yenisinin eklenmesi kıl payı ile atlatılmıştır. Maliyetleri düşürme, karları arttırma hırsından kaynaklanan, 1500 işçinin zehirlendiği bu olay da göstermektedir ki, Nükleer Lobi diye adlandırdığımız sermaye çevreleri ne insan ne de canlı hayatına zerrece saygı duymamaktadır.

Yaşadıklarımızdan yola çıkarak benzer bir felaketin Fukuşima’da olduğu gibi, Akkuyu’da da olması ihtimali ütopik değildir.  

Akkuyu’nun bir Çernobil, bir Fukuşima olmaması için,

Akkuyu Nükleer Santral inşaatı derhal durdurmalıdır. Sinop, İğneada projeleri iptal edilmelidir.  

Dünya’nın hiçbir yerinde, ne çalışan, ne inşa halinde, ne de proje olarak hiçbir nükleer santral istemiyoruz.                                                             

MERSİN NÜKLEER KARŞITI PLATFORM

17. Karaburun Bilim Kongresi’nin tarihi ve programı belli oldu

0

17. Karaburun Bilim Kongresi, 7-10 Eylül 2023 tarihleri arasında düzenlenecek. Kongrenin programı ise açıklandı.

İzmir’in Karaburun ilçesi bilim kongresine hazırlanıyor. 17. Karaburun Bilim Kongresi’nin tarihleri ise 7-10 Eylül 2023 olarak açıklandı. Kapitalizm ve yıkımın konuşulacağı kongrenin programı da belli oldu.

detail-photo-fancybox-0
detail-photo-fancybox-1
detail-photo-fancybox-2
detail-photo-fancybox-3
detail-photo-fancybox-4
detail-photo-fancybox-5
detail-photo-fancybox-6

PLASTİK/ YÜZYILLAR SONRASINA BIRAKACAĞIMIZ LANETLİ MİRAS

Son zamanlarda deniz ve okyanuslarda birikerek görünürlüğü daha da artan, hayatın hemen her alanında kullanılan plastikler, üretenlerin ve bu ürünleri tüketenlerin ekosisteme verdiği zararların yeterince sorgulanmaması yüzünden çözülmesi çok zor bir sorun haline gelmiştir.

Plastisite terimi aslında bir malzeme türünü ya da onun bir fiziksel özelliğini tarif eder. Uygulanan kuvvet altında şekil değiştiren, bu kuvvet ortadan kalktığında bütünlüğü bozulmadan fakat eski haline dönemeyen malzemeleri ifade eder. Plastik malzemeler C, H,O,N,S ve Cl  içeriği olan organik kimya ürünleridir.

Endüstrinin gelişmesi, üretim maliyetinin düşük olması ve birçok alanda kullanılabilmesi açısından plastik kullanımını yaygınlaştırmıştır.

Günlük toplumsal hayatta en çok karşılaştığımız alan, ambalaj malzemesi olarak kullanıldığı alanlardır. Bir kısmı biyolojik yollarla sentezlenebilse de büyük çoğunluğu ham petrolün kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra elde edilmesine dayanır.  Monomer olarak adlandırılan  Etilen, Propilen, Stiren, Teraftalat, Amid, Vinil Klorür, Karbonat, Viniliden Klorür gibi kimyasal moleküllerin kimyasal tepkimeler sonunda birbirine bağlanarak moleküler zincir oluşturması ile Polimerleşmesi yöntemi ile elde edilirler.

En çok hayatımızı işgal eden gıda maddelerinin daha uzun süre saklanabilmesi, raf ve taşıma ömürlerinin uzatılması amacı ile üretilen plastikler genelde tek kullanımlıktır. Bu yapılarından dolayı kullanım süresi biten plastikler ekosisteme büyük bir kirlilik yükü oluşturmaktadır. Avrupa Birliği Ülkeleri Çevre müktesebatı gereği oluşan bu kirlilik için çare aramaya başlamış, en etkili çözümün atıkların kaynağında ayrıştırılması olduğunu düşünmüş, bu sorun için toplum hayatında ve endüstride kapsamlı politikalar geliştirmiştir. Buna rağmen üretilen/ geri dönüştürülen plastik malzeme miktarları arasında büyük farklar bulunmaktadır. Sonuçta Atlas Okyanusu üzerinde uzaydan görülebilecek büyüklükte plastik adaları oluşmuştur.

Plastik malzemeler üretim mantığı gereğince U.V. ışığı, pH dayanımı, Oksidasyona karşı dayanıklı olmaları için üretimleri sırasında ana molekülü korumak amaçlı olarak ek kimyasallar eklenir (B.P.A). Bu moleküllerin kullanılması plastik malzemelerin doğada kendiliğinden yok olma sürecini yüzlerce yıl ileriye atar. Kısaca yüzyıllar sonrasına çocuklarımıza Güzel mimari eserler yerine çöp dağları bırakmaktayız.

Plastik maddelerin bir de görünmeyen ama çok daha tehlikeli bir etkisi olduğu son zamanlarda yapılmış farklı çalışmalarla ortaya çıkmıştır. Mikroplastikler, doğada izlenmesi son derece zor ama çok daha tehlikeli bir sorun oluşturmaya başlamıştır. Tekstil ve gıda sektörlerinden kaynaklanan bu etki evlerde çamaşır yıkanması sonucundan ambalaj malzemelerinin üretimi, yeniden işlenmesi ya da toplanması sırasında özellikle atıksuların arıtılmadan ya da arıtıldıktan sonra deşarjı, düzenli/ vahşi katı atık depolama alanlarından çıkanlar başlıklar altında toplanabilmektedir. Küçük polimer zincirleri, mikrofiberlerin deniz ortamına ulaşmasının engellenmesi çok zordur. Bunun sonucu olarak bu kimyasallar gerek bitkisel, gerek hayvansal olmak üzere besin zincirine katılmakta daha da kötüsü insan solunum sisteminde de birikimi mümkün olmaktadır. Canlı yapısında bu molekülleri parçalayacak enzim sistemi gelişmediği için besin zincirinin yukarılarına gidildikçe kümülatif olarak artmaktadır. Özellikle sucul ortamda biriken plastik kirliliği, hem küresel hem de bölgesel ekosistemleri tehdit etmektedir. Antropojenik ya da doğal süreçlerle taşınan plastikler içinde bölgesel ekosistemlerin daha önce karşılaşmadığı bir çok yabancı canlı türü ekosistemi istila etmektedir. Bunun sonucu olarak hassas ekosistemler orta ve uzun vadede çökme riski ile karşı karşıya kalmaktadır.

Her ne kadar plastiklerin yeniden kullanımı amaçlansa da geri dönüşüm ekolojik bir duruş değil sadece ticari bir fırsatçılıktır. Üretilen plastiğin yeniden kullanılabilmesi için fiziksel olarak ( Isıl yöntemlerle) yeniden işlenmesi; tükettiği enerji, oluşturduğu zehirli gazlar, ürettiği atıksuların kirliliği açısından ve dahi yeniden işlenmesindeki kısıtlamalar bu maddeleri daha da tehlikeli bir hale getirmektedir. Yani kelimenin tam anlamıyla kaş yaparken göz çıkarmak demektir. Bir çok plastik türü bir ya da en fazla iki kere yeniden işlenebilmektedir. İşleme sırasında kullanılan ısıdan dolayı dioksin, furan gibi zehirli gazlar ya atmosfere verilmekte ya da malzemenin içinde hapsolarak canlı hayatını tehdit etmektedir. Ayrıca, geri dönüştürülmüş ürün içinde polimerin ısıl işleme maruz kalmasından dolayı hapsolmuş dioksin gibi kanserojenik maddelerin gıda ile yeniden teması sonucu bulaşma riski olduğunu söylemek çok iddialı olmayacaktır.

GERİ DÖNÜŞÜM YALANI:

Yayı biraz daha geriye çekince aslında plastiğin varlığından da tehlikeli bir durumu, aslında plastik malzemenin hayatımıza neden girdiği ile ilgili bir durumu kısaca vurgulamak, geri dönüşümün neye hizmet ettiğini gözler önüne serecektir.

Kapitalist üretim modeli minimum maliyet, maksimum kar zihniyeti ile işlediğinden ötürü, arzı artırmak eğilimindedir. Daha çok üretmek için daha çok Pazar hacmini garanti altına almak ister. Bu da üretilen metanın kullanım süresinin daha düşük olması ile doğrudan ilişkilidir. İkamesi olan metal, ahşap ya da cama göre çok daha kısa ömürlü olması Plastik malzeme kullanımı ile daha çok ürün üretilmesi ya da üretilen ürünlerinin ömür belirleyici kısımlarında plastiğin kullanılması zorunluluğunu doğurmuştur. Kullanım ömrü biten malzeme, artık atık haline dönüşür. Bir süre sonra durum içinden çıkılmaz hale geldiği, çevresel yükünün tolere edilebilir değerlerden fazla olduğu noktada plastik malzemenin yeniden kullanımı, hem ana hammaddesi olan Petrolün kullanımını azaltmış hem de PLANLANMIŞ ESKİTME  ÜRETİM MODELİNİ yeniden besleyen bir sektör olarak gelişmiştir. Elbette buradaki amaç çevreyi korumak değil. Asıl amaç daha düşük maliyetle bir atığı başka bir ürüne dönüştürme. Her ne kadar ilk üretildiği halinden daha farklı/ dayanıksız olsa da plastikler geri dönüşüm uyulandığında yine plastik malzeme kullanılan başka sektörleri de besler ayrıca (örneğin tarımsal sulama, tarım ürünü paketleme vs) . Üstelik eğer ki plastik malzemelerin geri dönüşümden murat çevresel kaygılar olsa idi bu tür tesislerin işletim lisansları verilirken çok sıkı önlemler istenir, geri dönüşüm sırasında ortaya çıkan

  1. Ön depolama sırasında toprağa kaırşacak kirliliğin önlenmesi amacıyla sızdırmaz zemin üretilmesi,
  2. Temizleme işlemine girmeden önce ısı temas yüzeyini artırmak için malzemenin kırpılması aşamasında oluşan atıksuyun içinde karışacak olan kırpıntı/ mikrofiber lerin çok sıkı kontrol edilmesinin sağlanması, buna uygun atıksu arıtma sistemlerinin projelendirilmesi
  3. Isıl işlem uygulanarak malzemenin eritilmesi sırasında ortaya çıkacak olan zehirli emisyonlar için özel tedbirler alınmasının sağlanması

Gibi başlıklar için önemli kriterlerin mutlaka yerine getirilmesi istenirdi. Etraftaki sözde geri dönüşüm tesislerine bir ziyarette bulunursanız ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır.

Atıksuya, oradan kanalizasyon sistemine karışan kırpıntılar/ mikrofiberler şehir atıksu arıtma tesislerini işlemez hale getirmekte, arıtma tesisinden kaçan parçalar sahillere vurmakta, suda askıda kalan mikroplastikler/ mikrofiberler de deniz ortamındaki canlılar için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Isıl işlem sırasında oluşan zehirli/ toksik gazlar yerleşim birimleri ile iç içe olan bu tesislerin yakınında kalan insanlarda kanser ve astım gibi hastalıkları tetiklemektedir.

Farklı odaklardan gelen plastik malzeme, kullanıldığı alan içinde farklı kimyasallar ile kontamine olmakta hali ile sızdırmaz zeminlerde depolanmasından dolayı bu kimyasallar yağmur suyu aracılığı ile toprağa sonuçta yer altı sularına karışmakta ve yer altı sularını, toprağı zehirlemektedir.

Bütün bu önlemler alınsa bile tek başına büyük bir yalanı beslediği için geri dönüşüm kabul edilir bir şey değildir. Hatta plastiğin üretimi için kullanılan petrolün varlığı, plastik malzemenin kullanılması da kabul edilebilir değildir.

Geçtiğimiz Mart ayı içinde kaynağı İngiltere olan plastik atıkların izinin sürülmesi sonucu Adanada ortaya çıkması, Kapitalist arsızlık/ 3. Dünya ülkesi kapitalist fırsatçılığı ilişkisini görünür hale getirmiştir.

Ç. Ş.İ.D. Bakanlığının ortaya attığı 0 atık söyleminin de bu noktada ne kadar temelsiz olduğunu göstermiştir. İnsani ve endüstriyel faaliyet sonunda 0 atık oluşmasının pratikte bir karşılığı yoktur. Öte yandan atık ithalatı kapsamına polietilen kökenli atıkların da dahil edilmesi bu samimiyetsizliğin ayrı bir göstergesidir. Kendi ülkemizde oluşan atıklar sanki çok etkili bir şekilde bertaraf ediliyormuş gibi sözümona gelişmiş ülkelerin de atıklarını da kabul ediyoruz.

Bu ülkeler daha 2021 yılında Glasgow ‘da imza altına aldıkları iklim değişikliğine karşı mücadele kararlarında 0 Karbon taahhütü vermişlerdir. Plastik atıkları Avrupa topraklarından uzaklaştırmakta temelde 2 fayda sağlamaktadırlar.

  1. Oluşan devasa plastik atık kirliliğinin sorumluluğundan kurtulmak,
  2. Karbon salımı ve buna bağlı Karbon borsası ile ticarileştirdiği küresel iklim krizinin yükünü 3, Dünya ülkelerinin sırtına yığarak,bu sayede bu ülkelere kredi ve teknoloji sağlarken Karbon borsası aracılığı ile sömürmek. Evet Emperyalizm artık büyük büyük ordular ile değil, basılı kağıtlar üzerinden Dünyayı sömürmenin bir yolunu bulmuştur.

Kapitalist azgınlık tanımlamasının temelini bu argümanlar oluşturmaktadır.

Kendi içimize baktığımızda durum daha da vahim bir hal almaktadır. Zaten ülke içinde toplanması %2-3 olan plastik atıkların geri dönüşüm sisteminden geçmesi ve yeniden ürün halini alması sürecindeki verimliliği %40-60 mertebelerindedir. Kalan kısım ise ya yakılmakta ya da vahşi olarak depolanmaktadır. Bu depolar her türlü atmosferik etkiye de açıktır.

Üstüne ithal edilen plastik atıklar bu orandan bağımsız değildir. Bildiğiniz Avrupa çöpünü bize yığmakta, ne haliniz varsa görün demektedir.

Önce de belirttiğim üzere kümülatif olarak artan bu sorun kısa vadede içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

Karşı karşıya kaldığımız bu felaket eğer önlem alınmazsa, üretimi tamamen dursa dahi yüzyıllar boyunca ekosistemimizi etkileyecek, canlı türlerini ve insan hayatını tehdit etmeye devam edecektir. Akdeniz ekosistemi daha şimdiden bundan nasibini almış görünmektedir. Kızıldenizden Akdenize açılan süveyş kanalından gerek insan faaliyetleri ile gerekse akıntıya kapılarak üzerinde deniz çayırları, Aslanbalığı larvaları taşıyan plastikler Doğu akdenizden başlayarak Akdeniz ekosistemini tehdit etmektedir. Zaten bitki va hayvan çeşitliliği açısından fakir bir deniz olan Akdenizde deniz çayırları istilacı türlere karşı savunma geliştirememkte ve yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Benzer durum Akdenizde avcısı olmayan zehirli bir balık türü olan Aslan balığı içinde geçerlidir. Deniz suyu sıcaklığının Küresel iklim değişikliği neden ile artış gösterdiği Akdeniz sedimentinde yerel türler büyük bir tehditle karşı karşıyadır.

Plastik sorununa yaklaşım, sonuç olarak içinden çıkılmaz bir hale dönüşmüştür.

Var olan sorunun çözümü için bakış açımızı biraz değiştirmek gerekli diye düşünüyorum.

Plastik malzemeler daha önce de saydığım gibi farklı molekül yapısındalar. Ve üretilen her polimer farklı bir endüstriyel dalda kullanılmıyor yani spesifik kullanım alanları yok. O zaman biz de yeni bir kategori oluşturmalıyız.

Plastik malzemenin insan hayatını işgal süresi ile ilgili bir kategoriden bahsediyorum. Aşağıdaki grafik bize plastiklerin hangi sektörlerde yaygın olarak kullanıldığını göstermektedir.

Üretilen 407 milyon ton plastik başına 321 milyon tonluk bir kısım insan hayatına hızlıca girmekte, kısa süre işgal ettikten sonra atık haline dönüşmektedir. Bu da oransal olarak yaklaşık %79 luk bir miktara denk gelmektedir.

Kalan kısımlar ise kullanım süreleri oldukça uzun olan bir fraksiyona karşılık geliyor.

Kaynak: Ourworld in data

Plastik malzeme kullanımı eğer karşı karşıya kaldığımız bir vakıa ise bertarafı için de atılması gereken adımlar İnsan hayatında ne kadar yer işgal ettiği ile paralel planlanması gereken bir olgudur.

Cihan ERSOY
ÇEVRE MÜHENDİSİ

Kronik bir Tahribat Hikayesi (Plastik Ambalaj Gerçeği)

Yusuf Üçay

Ambalaj herhangi bir fiziki metayı her türlü iç ve dış etkenden fiziki, kimyasal bozunumunu önlemek için izole etmeye yarayan malzemelere verdiğimiz genel addır. Topraktan yapılan küp, testi, dokumadan ürünler, cam, Kağıt, Plastik, ahşap, metal vb bir çok malzemeden oluşur.

Ambalajın tarihi sanıldığı kadar yeni değildir insanlık her çağda özellikle gıdanın güvenliği için bir çok teknik geliştirmiştir. 20000 yıl önceye kadar tarihlendirebildiğimiz topraktan yapılan malzemenin pişirilmesinden bu güne tarihlenebilir gerçekliğe sahip ambalajın günümüze kadar uzanan hikayesini kısaca göz atalım;

Topraktan üretilen koruyucular

Amerikalı arkeologlar, Çin’in güneyinde yaptıkları kazılar sırasında dünyanın en eski çömlek parçalarını buldu. Science dergisinde yayımlanan makalede, Ciangsi eyaletinin Şianrendong Mağarası’nda bulunan çömlek parçalarının yaklaşık 20 bin yıllık olduğu belirtiliyor. Anadoluda çömlekçiliğe ait bulgulara ise, günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce Kayseri dolaylarında Alişar’da Boğazköy’de ve Truva’da rastlanılmıştır. Çömlekçilik bir zanaat ürünüdür ilk ne zaman başladığı tespit edilememektedir.

Cam Ambalaj

Cam ambalaj ilk olarak M.Ö. 1500 yıllarda Mısır’da kap şeklinde karşımıza çıkan cama kireçtaşı, soda kum, silikat karıştırılıp eritilerek sıcak olarak şekil veriliyor ve cam ambalajlar elde edildiği tarihsel verilerle biliniyor.

Metal Ambalaj

Eski çağlardan altın ve gümüş gibi malzemelerden yapılan kutular olarak karşımıza çıkar, daha sonra daha güçlü alaşımlar, sıradan malzemeler  ve kaplamalarla hayat bulan metal ambalajlar günümüzde de pek çok ürünün korunmasında görev üstlenir. Teneke plakanın üretimi M.S. 1200 yılında Bohemya’da keşfedilmiştir. Daha sonra 14. yüzyılın başlarında Bavyera’da teneke kaplı konserve kutular kullanılmaya başlanmıştır.

Ahşap Ambalaj

2017 yılında Mısır’ın Dahshur bölgesindeki 3.800 yıllık piramidin içinde, Hatshepset adlı prensesin mumyasının olduğu bir mezar odası keşfedilmiştir. Mısırlı arkeologların 3.800 yıllık piramitte ulaştığı mezar odasında büyük hasar görmüş lahit kalıntısı ve  üç satır hiyeroglif yazılı bir ahşap kutu bulunmuş. Bu ahşap kutu arkeolojik olarak tarihlenebilir en eski veri olsa da ahşap kutuların 5000 yıllık bir tarihe sahip olduğu düşünülmektedir.

Kâğıt Ambalaj

İşlenmiş dut ağacı kabukları M.Ö. 1. ve 2. yüzyıllarda Çin’de yiyecekleri sarmakta kullanılmış sonraki bin 500 yıl boyunca kâğıt yapma teknikleri geliştirilmiş ve Ortadoğu’ya aktarılmıştır. Buradan Avrupa’ya, 1310’da İngiltere’ye gelen kâğıt yapma teknikleri Amerika’ya 1690’da ulaşmıştır. İlk ticari karton ve kutu, Çin’den 200 yıl sonra 1817’de İngiltere’de üretilirken oluklu kâğıt 1850’lerde ortaya çıkmıştır, ticarette el yapımı tahta kasaların yerini oluklu karton kutular almaya başlamış,  20’nci yüzyıl kâğıt ve karton açısından en parlak dönem olmuştur.

Ve Cinayetin Hikayesi

İlk yapay plastik 1838 yılında Alexander Parker tarafından hazırlanarak,1862 yılında Londra’daki Büyük Uluslarası Fuarda sergilenmiştir. Bu plastiğin, fildişi gibi doğal malzemelerin yerini alması planlanmış ve “parkesin” olarak isimlendirilmiştir.1840 yılında Charles Goodyear ve Thomas Hancock yapışkanlık özelliğini ortadan kaldıran ve doğal kauçuğa elastiklik özelliğini katan bir yöntem geliştirmiştir.1851 yılında sert kauçuk ya da bilinen adıyla “ebonit” ticari hale gelmiştir. 1870 yılında New Yorklu John Wesley Hyatt’a yüksek sıcaklıkta ve basınçla üretilen düşük nitrat içerikli “selüloit” için patent almıştır. Bu buluş, piyasaya sürülen ilk plastiktir ve1907 yılında Leo Hendrik Baekeland tarafından “Bakelite” üretilene kadar da tek plastik olarak kalmıştır.

Plastiklerin tam olarak ne oldukları 1920 yılında Hermann Staudinger’in bir fikir öne sürmesine kadar bilinmiyordu. Tüm plastikler, kauçuk ve selüloz gibi malzemelerin polimer veya makro molekül olduklarını öne sürmüştür. Bu varsayım başlangıçta birçok bilim adamı tarafından kolayca kabul edilmemekle beraber, Staudinger bu fikirle 1953 yılında Nobel ödülü de almıştır. Plastik ambalaj 1950’li yıllardan sonra yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1970’li yılların sonunda plastik ambalaj sektörü büyümeye başlamıştır.

Plastik Ambalajlar savaş artığıdır..

II. Dünya Savaşında polietilen çok miktarda üretilmiş ve savaş sonrası piyasada kolayca bulunabilen bir malzeme haline gelmiştir. Plastik ambalaj sektöründeki büyüme 1970’li yıllardan başlayarak günümüze değin hızlanmıştır.

Sayılarla Plastik Ambalaj Kirliliği

1950 – 2015 yılları arasında üretilen plastik atık miktarı 8 milyar 300 milyon tondur. Dünya üzerinde her yıl ortalama 380 milyon ton plastik atık üretilmektedir. Bu atıkların %1,5 ila %4,5 arasında ki bir kısmı denizlere karışmaktadır. Plastik doğada hızlı çözünüme sahil olmadığından yüzlerce yıl ufak aşınmalarla mikroplastik üretimini sağlamaktadır.

Kaynak: Our world in data

Yıllık plastik kullanımının büyük kısmını ambalaj sektörü kaplamaktadır. Yukarıda ki grafikte verildiği üzere bu miktar neredeyse yıllık kullanımın yarısından biraz azdır. Plastik ambalajlarda geridönüşüm oranı azdır ve her geçen yıl hızla artan kirliliğe neden olmaktadır

Plastiğin Vücuda Girişi

Plastikler vücdumuza nasıl girer? Bu sorunun cevabı yiyecek ve içecek temasından oluşan doğrudan alım ve plastik atıkların depolanmasından sonra dönüştürülemeyen kısımlarının doğada bozunarak gerek diğer canlıların bünyesine alınması gerekse hava su diğer gıda ürünleri ile dolaylı olarak mikroplastik diye tanımladığımız hali ile girer. Bazı araştırmalar sonucu açığa çıkan veriler aşağıdadır.

1 – Yapılan bir pilot çalışmada denekler 1 hafta süre içinde, plastik ambalajlı yiyecekler yedi ve pet şişelerdeki  içeceklerden içti. Araştırma kapsamında, deneklere dışkı tahlili yapıldı. 50-100 mcm çapında 9 farklı mikroplastik rastlandı.Mikroplastiklerin mikron çapında olduğu için lenf ve kan dolaşımına hatta karaciğere gittiğini Avrupa Gastroenteroloji Kongresinde bildirilmiştir.

2  – Altı kıtadan 16 farklı ülkede üretilen 39 farklı marka deniz, kaya ve göl tuzunu inceleyen araştırmacılar, bu markalardan 36’sında mikroplastik parçacıklarına rastladı.3 – Kanadalı McGill Üniversitesi araştırmacıları, çok sayıda farklı markanın plastik çay poşetlerini laboratuvar ortamında 95 santigrat derece suda teste tabi tutarak serbest kalan mikroplastik partiküllerin yoğunluğunu ölçtü. Yayınlanan raporda yalnızca bir bardakta 11,6 milyar mikroplastik parçacık ve 3,1 milyar nanoplastik parçacık suya sızdığı tespit edildi.

4 – Green Peace Akdeniz’in denizlerde mikroplastik kirliliği raporuna göre her iki balıktan birinde mikroplastik kirliliği söz konusu.

5 – Hollanda’nın Amsterdam Vrije Üniversitesi’ndeki (VUA) bilim insanlarının araştırmasında, test yapılan et ve süt ürünlerinin dörtte üçünde ve her kan örneğinde mikroplastik partikülleri bulundu.

6 – Ayrıyeten havada, su da, toprakta ve buzulllarda mikroplastik kirliliğine rastlanmıştır.

İnsanda Mikro Plastik..

Şuana kadar araştırmalar sonucu elde edilmiş olan veriler aşağıda yer almaktadır;

1 – Amsterdam Özgür Üniversitesi uzmanları tarafından yapılan testler sonucunda, çalışmaya katılan 22 kişiden 17’sinin kanında mikroplastik tespit edildi.

2-  İngiltere’deki Hull Üniversitesi ve Hull York Tıp Fakültesinden araştırmacılar, 13 hastanın 11’inin akciğer derinliklerinde, insan sağlığını tehdit eden 39 mikroplastik partiküle rastlandığını açıkladı.

3 – İtalya’nın başkenti Roma’daki San Giovanni Calibita Fatebenefratelli Hastanesi’nde Doğum Bilim ve Jinekoloji Direktörü olan Antonio Ragusa tarafından yönetilen çalışmada 6 plasentanın incelendiği ifade edilirken, mikroplastik parçacıkları, normal gebelik ve doğumları olan 4 sağlıklı kadından alınan plasentaların hem fetüs hem anne tarafında hem de fetüsün geliştiği zarın içinde tespit edildi.

4 – Bazı verilere göre mikroplastikler en çok karaciğer, dalak ve böbreklerde birikmektedir.

5- Avustuya Çevre Ajansı ve Viyana Tıp Üniversitesinden bilimciler, dışkı örneklerini aldıkları kişilerin son bir haftada hangi gıdaları tükettiğini kaydetti, çoğu katılımcı plastik şişelerden sıvı içmiş ve ayrıca deniz ürünleri  tüketmişlerdi. Testlerde dokuz farklı çeşit plastik tespit edildi. Plastik ürünlerde çoğunlukla kullanılan polipropilen ve polietilen tereftalat en yaygın olarak tespit edilen plastik çeşitleri oldu.

Mikroplastikler Hangi Hastalıklara sebep oluyor?

Mikroplastikler aniden bir hastalığa sebep olmamak ile birlikte sigara gibi uzun vadeli sonuçlar doğuracak bir yapıya sahip. Mikroplastiklerde bulunana bir çok etken maddenin etkiler açısından kanser, solunum yolları sorunu, gen bozulmaları ve bir çok hastalık riskini taşıdığı uzmanlarca söylenmektedir.

Plastik Ambalajlar ve Diğer Tek Kullanımlık Plastikler Derhal Yasaklanmalı

Bütün bu veriler ışığında ambalajın amacına dönecek olursak, ambalajlamanın amacı gıda güvenliğini korumaktan doğmuştur. Plastik ambalajlar açık şekilde misyonu olan gıda güvenliğini yerine getirmekten ziyade gıda güvenliğini tehdit eden bir unsurdur. Gıda güvenliğini riske atan ve bir çok alana olumsuz etkisi olan plastik ambalajlar ve tek kullanımlık diğer plastikler derhal yasaklanmalıdır.

Mevlüt Oruç’un Evvel Temmuz Yazısı…

0

Mevlüt Oruç 23. Evvel Temmuz Festivali ile ilgili kaleme aldığı yazısını gazetemiz aracılığı ile okurları ile paylaştı. Oruç yazısının içeriğinde Evvel Temmuz’un detaylarına, tarihine, geçmiş ve geleceğine dair aşağıdaki ifadelere yer verdi.

23. Evvel Temmuz Festivali: Depremin ilk gününden itibaren; “Ma Rıhna Nıhna Hon” (Biz gitmedik buradayız) diyerek, toplumsal yaşamı yeniden örmek için emek harcayanların organizasyonudur. Evvel Temmuz Festivali; 6000 yıldan beri kutlana gelen, doğanın yeniden diriliş bayramı olan Evvel Temmuz bayramının üzerine inşa edilmiştir. Bu yıl deprem bölgesinde organize edilen ve depremzedelere adanan festival; kentimizi yıkıntılarından yeniden diriltme ve toplumsal yeniden inşa sürecine mütevazı bir katkıdır. “Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği” ve “Samandağ Kalkındırma Derneği’nin” düzenlediği festival etkinlikleri Samandağ, Defne, Antakya, Arsuz ilçelerimizde, başta Adana ve Mersin ve bütün ülkemize yayılmaktadır. Etkinlikler; 526 yılında, Antakya’da yaşanan depremde, bütün ailesini kaybeden genç ST. Simeon ’un; toplumsal yaşamı yeniden inşa ettiği ve adını verdiği (Simeon dağı- Sem’an dağı) Samandağ ilçemizde başlatıldı.  Evvel Temmuz; “Evvelden” başlayan “Ahire” uzanan ve her yıl yeniden dirilen doğanın ezgisini, yaşamı ve yaşam alanımızı yıkıntılardan yeniden örmenin/ küllerinden yeniden doğmanın şarkısını; “Musikar Kaknüs” kuşundan dinlemektir. Can verene, bir olana, sonsuz büyük olana, yeniden dirilten, yeniden dirilen diyalektiğe adanan ve Hz. Hıdır makamının gölgesinde kutlaya geldiğimiz bayramdır. Depremde ölen canlara adadığımız Evvel Temmuz festivalinde; mücadelenin, zaferin, doğanın ölümsüzlüğünün, yaşamın sürekliliğinin simgesi “Dephne’ ye” ve “Antioch ad Orontem’e” adanan şiirler ve şarkıları müzik tanrısı Apollo’nun lirinden dinledik. Depremin vurduğu; İpek yolunun Anadolu’daki ilk durağına, tek tanrı inancının yeni coğrafyalara ilk açılım yaptığı yere, dünyanın ilk aydınlatılan caddesi Herod caddesine, Anadolu’nun ilk Camisi Habibi Naccer’a, İlk Mağara Kilisesine, İlk Hristiyan adının verildiği yere, ilklerin ve başlangıçların kenti Antakya’da; küllerinden yeniden doğan Simurg’un sesinden 4 dilde şarkılar dinlemektir. Sümerlerde Temmuz (Dumuzi), Suriye’de Adonis, Anadoluda Attis, mısırda Osiristir. Temmuz Bayramının eşdeğeri Anadoludaki Hıdırellez, Türk Altay mitolojisinde Tamız( Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs) Han olarak geçmiştir. Dumuzi Sümerlerde İnanna’nın eşiyken, Akadlar’da İştar’ın eşidir. İnanna Yunanlılarda Afrodit, Romalılarda Venüs’tür. Temmuz; antik Kenan inancındaki sürekli yenilenme tanrısı “Adonis’tir”. Daha sonraları Yunan panteonuna da girmiştir. Daha önce yeniden dirilen doğa, semavi inançlarda yeniden dirilen Hz. İsa’dır.  Evvel Temmuz Bayramının; Arap Alevileri inancındaki adı “İyd L Havariyin İsa’dır”. Yeniden diriliş inanışı ve anlatımı Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıkta değişik isimler ile kendine yer bulmuş ve Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Hz. İsa’nın havarilerinin Antakya’ya gelişi, Habibi Neccar ve Antakya ahalisi ile ilişkilere ilişkin “3iyd Havariyun İsa” anlatımı; Kur’an-ı Kerim Yasin Süresi 13-32 ayetlerinde dir. 

ÖRGÜTLÜ TOPLUM NEREDE?

 Festival kapsamında yapılan paneller, forumlar, söyleşilerimizde; toplumsal yeniden inşa süreci üzerine fikir alışverişi yapıldı. Afetlerde “Devlet nerede?” Sorusunun yanlış soru olduğu ve yanlış soruya doğru cevaplar verilemeyeceği vurgulandı. Örgütlü toplum nerede? Sorusuna karşılık verebilecek süreci örmemiz gerekiyor. Pandemi ve deprem süreçleri; devletin sosyal güvenlik maskesini düşürmüştür. Devlet; kamusal mal ve hizmetlerden çekildi ve bu alanlar, neoliberal politikalar sonucu özel şirketlerin sermaye birikim sürecine sokuldu. Devletler ve Şirketler birbirinin araçları haline gelmiştir. Kamusal alanlara ilişkin devletlerden beklentileri sıfırlamak ve örgütlü toplumu örmek bir zorunluluktur. Tek adam rejimi, yandaş şirketlerin koordinasyon merkezi haline gelmiştir. Deprem öncesi depreme dirençli kentler oluşturulması ve deprem sonrası yapılması gereken hayati müdahalelere ilişkin, devletten beklenti içinde olmak, ancak örgütsüz toplumlara özgü beyhude beklentilerdir. Doğal ve toplumsal her ihtiyaç için örgütlenmek esastır. Örgütsüz toplum yok hükmündedir. Dünyanın bütün devletleri; halklar için değil, kendileri ve sermaye için vardır. Devletler vermek için değil, almak için varlar. Doğal bir olay olan deprem öldürmez. İnsan hayatının önemsiz, şirket karlarının ve rantın önemli olduğu sistem öldürür. Deprem sonrası yıkıntıların altında kalan canlar, depremden dolayı değil, kurtarılmadığı için ölmüştür. Devletler “Kevin Carter’ın” çektiği ölmek üzere olan çocuğun ölmesini bekleyen akbabalardır. Depremden sonra, hayati önemde olan ilk 3 gün arama kurtarma ekiplerinin gelmemesi; deprem sahasının genişliği vb basitlikle açıklanamaz. Arama kurtarma ekipleri yerine, inşaat şirketleri geldi, acil tıbbi müdahale yerine OHAL, polis ve jandarma geldi, gıda, su, çadır ve konteyner yerine acele kamulaştırma, rantsal dönüşüm, asbest üretim merkezleri geldi. Depremi rant ve servet aktarımı fırsatı olarak gören tekçi sermaye sistemi; İnsansızlaştırma, tapusuzlaştırma, Alevi’sizleştirme, Hıristyan’sızlaştırma, Ermeni’sizleştirme, Yahudi’sizleştirme vb uygulamaları ile geldi. TSE’nin tekçi makbul vatandaş standartlarına, uymayanlara ait arazilerin, parsellerin, yaşam alanlarının; konteyner, çadır kent yapımı, moloz döküm sahası, kalıcı konut, sanayi bölgesi vb için el konulması demografinin değişimine neden olabilecek kalıcı göçlere ve pogromlara yol açma riski yüksektir.

NE YAPMALI?

Afetlerde; arama kurtarma, barınma, toplanma, su, gıda, giyim, enkaz kaldırma v.b. bütün ihtiyaçlarını, toplum kendi kendine karşılayabilecek araçları örgütlemelidir. Bu bağlamda yerel halk inisiyatifleri yerel halk meclisleri kıymetlidir. Halkın katılımına kapalı mevcut yerel yönetim anlayışını ret eden bir yerden yerel seçimlere sıkı hazırlanmalıyız.  Demokratik Yerel yönetimler, toplumsal yeniden inşa için yerel yönetim seçimleri aracını doğru kullanmalıyız. 2019 yerel seçimlerinden edindiğimiz deneyimlerle; 2024 yerel seçimlerinde bütün belediyeleri kazanmak ve etkili olmak için, merkezi ve yerel en geniş ittifakları örmeye, şimdi hiç vakit kaybetmeden başlamalıyız. Rejim, girdiği her seçimi ölüm kalım meselesi olarak ele alıp programlarken, demokrasi güçleri, seçimi sadece seçim kampanyası ve seçim propaganda dönemine indirgeyemez.  

Yeniden İnşanın Ekoloji Politiği

0

Evvel Temmuz Kültür ve Sanat Festivali

EVVEL TEMMUZ DAYANIŞMADIR

0

Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali; 23 yıl öncebaşlandığından bugüne; organize edilen her yerde, halk ile dayanışma festivali olmuştur ve böyle devam edecektir. Depremin yıkım merkezi olan Hatay’da; bu yıl toplumun daha çok dayanışma etkinliklerine ihtiyacı vardır.

Evvel Temmuz; Türkiye toplumunun (Türk, Kürt, Arap, Ermeni vd.) çoğulcu kültürel yapısının bütün paydaşlarının, kültürel harmoninin bütün renklerinin birlik ve dayanışma festivalidir. Depremzedelerin “Sesimi Duyan var mı” imdat çığlığını, bütün dünyaya, hep birlikte daha gür haykırmak için, “23. Evvel Temmuz Kültür Sanat festivalinde” buluşuyoruz. Hatay’da; her yıl Temmuz ayında geleneksel olarak organize edilen; “Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivalini”, bu yıl depremzedelere adıyoruz. Yıkıntılarınaltında, kurtarılmadığı için kaybettiğimiz on binlerce canlarımıza adıyoruz. “Ma Rıhna Nıhna Hon” (Biz gitmedik buradayız) diyerek, yaşamı yeniden örmek için emek harcayanlara adıyoruz. Depremi fırsata çevirerek, halkın yaşam ve geçim alanlarını sermayeye peşkeş çekme amacında olan sermaye rejimine karşı birliktemücadelenin önemli bir parçasıdır Evvel Temmuz.

Çoğulcu kültürel yapının habitatlarının; deprem soslu uygulamalarla tahrip edilmesine karşı, çoğulcu kültürel direniş hattıdır Evvel Temmuz. Depremden ölmeyen ve hayata tutunmaya çalışanları; asbest ile zehirleyerek hastalıkla ölüme mahkûm eden, vahşi moloz taşıma, depolama ve ayrıştırma uygulamalarına, hep birlikte dur demek için Temmuz festivaline bekleriz. Samandağ deniz sahilinde, Milleha Kuş Cennetinin dibinde, insanların ve diğer bütün canlıların yaşam alanında, Tarım, hayvancılık ve arıcılık alanlarında; Asbest salım merkezleri üreten “Moloz Sistemine” karşı sesimize ses katmak için Evvel Temmuz Kültür festivalinedavetlisiniz.

5000 YILLIK KÜLTÜREL DAMAR

23 yıldan bu yana; “Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği” ve “Samandağ Kalkındırma Derneği’nin” ortaklaşa düzenlediği festival, Evvel Temmuz Bayramı günlerinde yapılmaktadır. Festival; tarihte yaşamış her uygarlıktan nasiplenip daha da zenginleşerek, 5-6 bin yıllık derinlikten süzülüp gelen, hazine niteliğinde kültürel damar olan “3id Evvel Temmüz” (Evvel Temmuz Bayramı) üzerine inşa edilmiştir. Evvel Temmuz; “Yaz günleri” de denilen “Hıdır günlerinde” kutlanan mevsimsel bayramlarımızdandır. Hıdırellez, Evvel Temmuz, Newroz vb; çok tanrılı inançlarda, mevsim döngüsü, doğanın ölümü ve yeniden diriliş ile ilgili bayramlardır. Ayasofya Camii/Müzesi/Kilisesi, St. Simeon Manastırı, Habibi Neccar Camii vb somut yapılar ve Hıdırellez, Evvel Temmuz, Newroz vb gibi somut olmayan kültürel miraslar; tek tanrılı dinler öncesi geçmişleri olmakla birlikte, tek tanrılı inanç ve uygarlıklar da yer edinmişlerdir. Sümerlerde Temmuz (Dumuzi), Suriye’de Adonis, Anadoluda Attis, mısırda Osiristir. Dumuzi Sümerlerde İnanna’nın eşiyken, Akadlar’da İnanna’nın dengi olan İştar’ın eşidir. İnanna’nın dengi Yunanlılarda Afrodit, Romalılarda Venüs’tür. Temmuz antik Kenan inancındaki Adonis de, ki daha sonraları Yunan panteonuna da girmiş, buradan kök almıştır. Ölen ve yeniden dirilen doğa; Hz. İsa ile de ilişkilendirilir. Örneğin, Evvel Temmuz Bayramının; Arap Alevilerin inancındaki adı “İyd L Havariyin İsa’dır”. Ölüm ve yeniden diriliş inanışı ve anlatımı Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıkta değişik isimler ile kendine yer bulmuş ve tek tanrılı inançların kutsal kitapları olan Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Hz. İsa’nın havarilerinin Antakya’ya gelişi, Habibi Neccar ve Antakya ahalisi ile ilişkilere ilişkin “3iyd Havariyun İsa” anlatımı; Kur’an-ı Kerim Yasin Süresi 13-32 ayetlerinde dir. Doğanın yeniden diriliş bayramı ve festivalinde; kentimizi yıkıntılarından yeniden diriltme, yeniden inşa, yaşamı yeniden örme mücadelesinde hepinizi yanımızda görmeye ihtiyacımız var.

EMPERYALİST HEGEMONYAYA KARŞI

Emperyalist batı merkezli, kültürel saldırılara ve hegemonyaya karşı; bir bütün olarak Türkiye halklarının (Türk, Kürt, Arap, Ermeni vd); birlikte ördükleri, kültürel savunma hatlarından biriside Evvel Temmuz Kültür Sanat festivalidir. Bütün Türkiye halklarının, renkliliğini, orijinalliklerini, dirençlerini yok ederek, Emperyalist Kültürel Hegemonyaya teslim olmaya payanda olan sisteme karşı direniştir. Ötekileştirici, ayrıştırıcı, bireyci, bencil, yoz ve AVM’leştirilen yaşama ve sistemine karşı, kültürel mücadele hattıdır Evvel Temmuz. Deprem bölgesinde, yaşamı yeniden birlikte örebilmek için; birlikte uyarmak ve uyanmaya, dayanışmaya ve paylaşmaya davet var. Depremi fırsat bilen yandaş rejimin ve aparatı olan 5-10 yandaş şirketlerine, servet aktarımı yoluyla yaşam alanlarımızı yağmalatmasına ve ülkemizin en önemli zenginliği olan kültürel çoğulculuğumuzun habitatlarını dağıtmasına karşı mücadele bağlamı olarak 23. Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivaline davetlisiniz.

BİLMİYORSAN BARİ SUS

“Biliyorsan konuş senden öğrenelim, bilmiyorsan barisus”. Ya da “bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp” vb şeklinde bir atasözlerimiz var. Her yıl olduğu gibi bu yılda festivali eleştirenler olacaktır ve normaldir. Eleştirilere her zaman açığız ve saygılıyız. Eleştiriler daha iyisini yapabilmek için her zaman ihtiyaçtır. Eleştiri ilerletir. Deprem bahane edilerek; festivalin yapılmasını engelleme uğraşı ve bu yönde çağrılar yapılması eleştiri sınırlarını aşmaktadır. Her yıl festivali engelleme uğraşları dahada inceltilerek karşımıza çıkmaktadır. Otoritenin organizasyonları karşısında her zaman hazırola geçen yarım porsiyon aydınların; sivil toplum kuruluşlarının organize ettiği festivale karşı patavatsız davranışlarını anlıyoruz.

Evvel Temmuz Festivaline yaklaşım; demokratlığın, insan hak ve özgürlüklerinin turnusol kağıdıdır. Her yıl Evvel Temmuz Festivali günlerinde bazı dost görünenlerin maskesinin düşmesi de bizi sevindiriyor. “Allah’ım; sen bizi dost görünenlerden koru, biz düşmanlarımızı biliyoruz” demiş atasözümüz. Her yıl resmi veya sivil daha çok kurum ve kuruluş; daha çok dayanışma festivali ve etkinlikleri organize etmelidir. Fakat özellikle bu yıl daha çok festival, etkinlik vb organizasyona ihtiyaç vardır. Esnafın, çitçinin ve bütün ekonominin durgunluğu aşması ve bir bütün olarak toplumu bağlayan, gerileten, bunaltan, sorunları içinden çıkılmaz kılan; mevcut, kasvetli matem ikliminin dağılması için, bu yıl Evvel Temmuz Kültür Sanat festivali daha çok ihtiyaçtır. Çocuk, genç, kadın, erkek bir bütün olarak toplumun normal yaşama dönüş yapabilmesi için; kıpırdanmaya, harekete geçmeye ihtiyaç var. Kadim tarihte, Temmuz Bayramı, “Bereket Tanrısına” adanan bir bayramdı. Hareketsizlik; toplumu çürütür, harekette bereket var. Evvel Temmuz festivali; yıkıntılardan yeniden diriliş, uyanış ve yaşamı yeniden örmek için bütün hareketin sadece küçük bir parçasıdır.

23. Evvel Temmuz Kültür Sanat Festivali 7-17 Temmuz tarihleri arasında, 14 km’lik, dünyanın en uzun kesintisiz kumsal olan Samandağ Akdeniz Sahilinde organize edilmektedir. Festival programımızı yazılı, sözlü, görsel vb bütün medya araçları ile ilan edeceğiz.

MEVLÜD ORUÇ
AKDENİZ KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ