Ekoloji Politik Amed Çalıştayı 19-20 Ekim 2024
“Marksizm ve Ekolojik Yıkım”
Uzun bir hazırlık süreciyle her hafta toplantılar alarak olgunlaştırılan EkolojiPolitik’in Marksizm ve Ekolojik Yıkım Çalıştayı 19-20 Ekim 2024 tarihlerinde Amed’te gerçekleştirildi. Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin ev sahipliği ve değerli katkıları ile ufuk açıcı olduğu kadar teorik yaklaşımlar ile pratikte yaşanan gerçekliklerin kesişimsel bir buluşması oldu. Çalıştay 3 oturum ve forum şeklinde yapıldı.
Çalıştayın 1. oturumunda iki aşamalı sunum vardı. I. sunumda Marksizmin Ekoloji ile Sınanması başlığıyla marksizmin ekolojiyi nasıl ele aldığı, Marksizm’in ortaya çıktığı tarihsel koşulların kendi öncelikli çelişkilerinden hareket ettiğine ve o dönemin nesnel koşullarında toplumsal çelişkilere çözüm önerileri olarak ortaya çıktığına vurgu yapıldı. Karl Marks’ın ister 1844 El Yazmaları’nda ister devamında Das Kapital’de olsun insanın doğayla ilişkisi ve insanın doğanın ayrılmaz bir parçası olduğuna ve giderek bu birlikteliğin diyalektik işleyişine değinildi.
Sermayenin sürekli büyümesinin doğal döngüye nasıl bir saldırıya dönüştüğü ve eninde sonunda sermayenin kendi iç çelişkileriyle bu döngünün bütünselliğini nasıl bozduğu dile getirildi.
1.oturumun II.sunumu “Kürdistan’da Sömürgeciliğe Kronolojik Bir Bakış” başlığıyla gerçekleşti. Kürdistan’ın tarih boyunca farklı toplumsal yapılar ve ulus devletler tarafından nasıl sömürgeleştirildiği tarihsel eşikler üzerinden somut verilerle işlendi. Milattan sonra 639 yılında İslamiyet’in de etkisiyle bütün Orta Doğu’da, Anadolu’da ve Kürdistan topraklarında Arapların güçlenmesi ve mutlak bir hakimiyet kurmasıyla, Kürdistan’da günümüz anlamında ilk sömürgeciliğin ortaya çıktığı vurgulandı.
1071’de başlayan ve Orta Asya’dan göçlerin belirleyici olduğu ikinci Sömürgecilik aşamasının Osmanlı İmparatorluğu’nun yükseliş dönemi boyunca devam ettiği dile getirildi. 1639’daki Kasr-i Şirin ve 1923’teki Lozan antlaşmaları ile devamında Şark Islahat Raporu, Takrir-i Sükun yasası, 1950’deki köy-ilçe adlarının değiştirilmesi yasalarının ve 1980’lerden beri günümüze kadar süregelen Kürdistan’a özel kararnameler ve politikalarla sömürge sürecinin en yoğun haliyle devam ettiğine değinildi.
II. oturum “Kapitalist Devlet ve Yerel Yönetimler” başlığıyla gerçekleşti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile 1924’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’nin Türkiye’de sermaye sınıfını geliştirdiği, Sanayi ve üretim güçlerini ortaya çıkarttığı, yapılanma süreci boyunca bütün yönetimlerin Ulus-devlet, tekçi devlet yönünde şekillendiğine dikkat çekildi. Kapitalist devlet inşası sürerken o dönemde Ticaret ve tarım yönünden Amed’in çok gelişmiş ve merkezi güç konumunun zamanla bilinçli politikalarla zayıflamaya başladığı dile getirildi. Türkiye’nin gelişim süreci boyunca merkezi idarenin mutlak belirleyici güç ve odak olduğu algısının işlendiği yerellerin ise özgür, özerk, özgün koşullarda kendini var etmesinin sürekli önüne geçildiği vurgulandı.
Toplumsal, ekonomik, tarihsel basıncın arttığı dönemlerde kapitalist devletin yerellerin insiyatif almasını engelleyen yeni yasalar veya kararnamelerle yetkilerini kısıtladığını ve giderek işlevsizleştirmek suretiyle değersizleştirdiğine dikkat çekildi. Bununla beraber Sürekli yeni yasalar ve kararnameler çıkartmak suretiyle yereli değersizleştiren Merkezi iradeyi güçlendiren hukuksal düzenlemeler yapıldığı dile getirildi.
3. oturumda da iki aşamalı sunumlar söz konusuydu I. aşamada “Savaşın Ekolojisi Tarihsel Perspektif ve Gelecek Senaryoları” üzerine yoğunlaşıldı. Kürdistan’da uygulanan özel Savaş politikalarının yarattığı tahribatlar ile dünyadaki benzer politikaların uygulandığı ülkelerdeki mücadeleler ile elde edilen kazanımlar arasında karşılaştırmalı örnekler üzerinde duruldu. Kapitalizmin son saldırı alanı olarak yoğunlaştığı ekolojik talan ve yağma politikalarının gezegen üzerindeki yıkımlarını ve bu yıkımın yakıcı etkilerini giderek toplumların ve uygarlıkların var olma yok olma kıskacına sürüklendiği dile getirildi. Uluslararası sermaye gruplarının kendi aralarındaki rekabette her türlü canlılığı ve ekosistemi yok etme pahasına konum aldıkları vurgulandı. Özellikle Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında süren ekolojik yıkımları yükselten sermaye ve devlet politikalarına verilecek en etkili mücadelenin barış talebinin bütün toplumların ortak talebine dönüştürülmesi olduğuna dikkat çekildi.
3.oturumun II.aşaması “Kapitalist Sistemin Ekoloji Üzerine Gücünün İnşası – Tahakküm – Sömürü – Hegemonya” başlığı ile gerçekleşti. Bu bağlamda Öncelikle neoliberal politikaların da sermayenin kendini var etmesini sağlamakta zayıf kaldığı, sermayenin tıkanıklığına cevap olmadığı ve sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen rant talebine cevap vermek üzere sınıfsal mücadelelerin alanının daraltıldığı, toplumdaki muhalif yapılar arasındaki etkileşimi kopartmak suretiyle tahakküm kurduğu ve giderek sömürü mekanizmasını topluma işselleştirdiği dile getirildi. Kapitalizmin anti demokratik politikalarının yanı sıra en ufak bir muhalefet yükselişinde nasıl da baskıcı faşist yönetimlere evrildiği ve toplum üzerinde yarattığı algı-korku ve zor dayatmalarıyla hegemonyasını yaydığına vurgu yapıldı.
Çalıştayın bitiminde ortak talep üzerine dışarıdan olan katılımların ikinci güne azalabileceğinden hareketle Forum düzenlendi. Kürdistan’ın farklı illerinden gelenlerin bireysel-yapısal katkıları ve değerlendirmeleri ile getirdikleri öneriler çalıştaya ayrıca bir zenginlik kattı…
EkolojiPolitik
Boyabat’ta maden ihaleleri
Basından öğrenildiği üzere, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından, Sinop İli Boyabat İlçesi sınırlarında bulunan MTA tarafından keşifli Bakır Madeni Ruhsat Sahası ile ilgili olarak ihale ilanı ve Şartnamesi 20.09.2024 tarihinde MAPEG resmi internet sitesinde yayınlanmış ve 15 Ekim 2024 tarihinde ihaleye çıkartılmıştır.
Söz konusu ihale için; 14.10. 2024 tarihinde Sinop Çevre Dostları Derneği tarafından ANKARA NÖBETÇİ İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA başvurularak: İhale Sahaları ile ilgili davalı idare kararının, şartnamenin ve ihale ilanının öncelikle yürütmesinin durdurulmasını; nihai olarak da ihalenin iptali talep edilmiştir.
Sinop, Boyabat ve çevresinde yaşayan Değerli Vatandaşlarımızın birçoğu bilmektedir ki 22 yıldır ülkemizi yöneten siyasi iktidar yöre halklarının görüşünü/görüşlerimizi almadan yaşam alanlarımızı talan etmiş, rant uğruna sermaye gruplarına peşkeş çekmiştir.
Ülkemiz ’de tarla tarımı ve hayvancılık yapılan bütün alanlar; yaylalar ve ormanlar dikkate alınmadan madencilik faaliyetleri ile yok edilmektedir. Türkiye genelinde yapılan vahşi maden aramaları sonucunda neler yaşandığına bakalım: Daha birkaç ay öncesinde Erzincan / İliç/ Çöpler Madeninde yaşananları bir hatırlayalım. Pasa denilen siyanür ve sülfürik asit uygulanmış toprağın kayması sonucu onlarca insan hayatını kaybetmiştir. Fırat Nehrine ne kadar zehir aktığı ise bilinmemektedir O yöre yaşanmaz hale gelmiştir. Hemen sınırlarımızda bulunan Hanönü İlçesinde işletilen bakır madeninin kimyasal atıkları özellikle ağır metaller su kanalına karışarak suyu kirlettiği tarafsız laboratuvarlarda tespit edilmektedir. Dolayısı ile Hanönü içinden geçmekte olan GÖKIRMAK suyu maden atıklarıyla kirletilmektedir. Yine Karadeniz’de Fatsa’da siyanür kullanılarak çıkartılmaya çalışılan Altın madeni nedeniyle bölgenin geçim kaynağı olan fındık tarımı bitirilmiştir. Meyve ağaçları ve tarlalarda üretilen ürünler kirletilmiştir. Yine Karadeniz’in güzel beldesi Ordu/ Aybastı ve Korgan yaylalarında siyanürlü altın madeni için çalışmalar yürüten şirket yöre halkının ısrarlı karşı duruşları sayesinde şimdilik engellenmiştir. Şimdi sıra Boyabat yerelindeki madenlerin vahşice çıkarılmasına geldi. Bunun için 15. Ekim 2024 tarihinde bir ihale gerçekleştirildi.
Öncelikle Sinop ve Boyabat ta yaşayan Değerli Vatandaşlarımıza bu ihalenin iptal edilmemesi durumunda nelerle karşılaşacağımızı hatırlatmak isteriz. Boyabat’ın içinden geçen Gökırmak, Kızılırmak ile birleşerek Bafra’da Karadeniz’e ulaşmaktadır. Bu ırmaklar havza içindeki ovalarımızı sulamakta ve en önemli geçim kaynağımız olan Çeltik tarlalarını sulamaktadır. Ayrıca tarlalarımızda yetiştirdiğimiz diğer ürünlerinde verimli olmasını sağlamaktadır. Bu madenlerin açılmasına izin verdiğimizde bu madenlerin işlenmesinde kullanılan kimyasal maddeler tarlalarımızı ve sularımızı kirletecekler ve geçim kaynaklarımız ile yaşam alanlarımız yok olacaktır. Yine bu maden sahalarının açılması halinde Boyabat içme sularının kirlenmesine ve bu vesileyle sağlığımızı tehdit eder durumun yaratılmasına izin vermiş olacağız.
Maden şirketlerinin sözcülüğüne soyunan yetkililer “madenlerde işçi olarak şu kadar eleman iş sahibi olacak. Neden karşı çıkıyorsunuz. Karşı çıkmayın…” gibi sözlerle her madencilik faaliyetinde olduğu gibi bizleri yanıltmak istemektedirler.
Değerli vatandaşlarımızı yaşam alanlarına sahip çıkmaya ve mevcut tüm sivil toplum örgütlerini Sinop Çevre Dostları Derneği olarak açmış olduğumuz davaya müdahil olmaya veya ayrı olarak hatta vatandaşlarımızı bireysel olarak dava açmaya hem davalar açarak hem yasal zeminde birlikte mücadele ederek yaşam alanlarımızı ve geçim kaynaklarımızı korumaya çağırıyoruz
Hale OĞUZ ERDOĞAN
Yönetim Kurulu Başkanı
Marksizm ve Ekolojik Yıkım – Çalıştay Amed, 19-20 Ekim 2024
Bugün içerisinde bulunduğumuz sistemin yarattığı iklim krizi, gıda krizi, su krizi, ekonomik kriz ve toplumsal krizler ile yaşam her alanda kuşatma altına alınmıştır. Sistemin doğaya ve doğanın parçası olan toplumsallığa yönelik topyekûn yok etme hali git gide derinleştirmektedir. Kapitalizm yalnızca ekonomik bir sistem değil, aynı zamanda ideolojik ve siyasal bir iktidar olarak, bu krizler ve yıkım içinde varlığını sürdürerek, her alanda kendini tekrar tekrar inşa etmektedir.
Kapitalist modernitenin yükselttiği ulus-devlet, endüstriyalizm ve kapitalist üretim, doğa ve toplum arasında çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sınıf, sömürgecilik, cinsiyetçilik ve ekolojik yıkımlar hep birlikte çelişkileri daha da derinleştirmiştir. Toplumun özünü oluşturan değerlerin, birikimlerin ve emeğin çalınıp, toplumun kolektif yaşam bilinci yerine bireycilik körüklenerek yaşamlarımız kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Demokrasinin, devlete ve tek tip ulus bütünlüğüne saldırı olarak kabul edildiği egemenlerin anlayışında, homojen toplum yaratmak istenmesi, farklılıklarımızla var olmayı mümkün kılmamaktadır.
Kapitalizmin varlığıyla süregelen ulus-devletlere dayalı dünya sistemi aynı zamanda rekabete dayalı aşırı büyümeye odaklı sömürgecilik ve bölüşüm savaşları ile dolu bir dünya tarihi yaratmıştır. Yanı başımızda devam eden savaş ve Kuzey Kürdistan’da çok yönlü savaş pratikleri ile yıkımın en yoğun süreçlerini yaşıyoruz.
Ekolojik kriz, savaş, militarizm, yerel yönetim, sömürge ve sömürü düzenini bütün boyutlarıyla ele almak amacıyla gerçekleştireceğimiz çalıştayımız, bizlere bir kez daha acil bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ve bir çöküşe sürüklendiğimizi hatırlatmayı ve harekete geçmek için bir yol haritası oluşturmayı hedeflemektedir. Yıkım dinamiklerinin nedenleri ve sonuçlarını beraber ele alarak, politik arka planını da gören yerden gerçekçi ve bütünlüklü bir araya gelişlerimizin bir örneği olarak yeni yaşama gidecek yolun adımlarından olacaktır.
Savaş politikaları, faşizm, yoksullaşma, betonlara gömülü yaşamlarımız, temel yaşam varlıklarımızın zehirlenmesi, antidemokratik uygulamalar ve hukuksuzluk ile hapsedilen yaşamımızı, yok sayılan değerlerimizi ve yaşamı özgürleştirmek zorunluluk olarak önümüzde duruyor. İktidar-tahakküm kıskacında öteki olan her şey için, yeni yaşam inşasına giden yolu nasıl öreceğiz? Üretimin, tüketimin, katılımcılığın ilkelerini ve kendi hayatlarımızı tayin etmenin esasları neler olacaktır? Tam da doğasına uygun şekliyle, çeşitliliği ile hep beraber tartışmak, cinsiyet eşitliliğini ve ekolojik dengeyi gözeterek tahakküm ilişkilerinden arındırılmış ortak bir yaşamın bütünlüğünü hedefleyen yol ve yöntem nasıl olacak? Nereden başlamalı ve nasıl başlamalıyız?
Bu soruları, içinden geçmekte olduğumuz dönemin politik güç dengeleri içinde, gerçek hareketin sorunlarına çözüm yolları, patikaları üretmek temelinde ele almak çalıştayımızın esas amacıdır. Bu temel ilke ve hedefler doğrultusunda bir araya gelerek, Türkiye ve Kürdistan’daki ekoloji hareketinin de halihazırdaki ideolojik, politik ve örgütsel sorunlarını aşmaya katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Ekolojik kriz derinleşir ve şiddetlenirken yeni bir ekolojik yaşam mücadelesi verenlerin de daha net ve daha güçlü fikirler, politikalar etrafında kenetlenmesi hayati bir durumdur. Bu bakımdan da çalıştayımız, Türkiye ve Kürdistan’daki ekoloji politik mücadelesinin önemli bir deneyimini kapsadığı muhakkaktır.
Ekoloji örgütleri: Hem kömüre hem işten çıkarmaya karşıyız
Türkiyeli 27 ekoloji örgütü, Muğla Yatağan Termik Santrali’ndeki işten çıkarmalara dair yazılı bir açıklama yayımladı.
Türkiyeli ekoloji örgütleri, Muğla Yatağan Termik Santrali’ndeki işten çıkarmalara tepki göstererek “Kömürlü termik santrallerin kapanışı, işçiler için bir son değil, yeni bir başlangıç olmalıdır!” başlıklı bir açıklama yayımladı.
27 ekoloji örgütünün imzasıyla yayımlanan açıklamada, kömürlü santrallerin kapanmasının işçileri işsiz ve çaresiz bırakmaması gerektiği vurgulandı.
Yatağan Termik Santrali yönetimi, kömür tedarikinde yaşanan sorunlar nedeniyle kapasite düşümüne gidileceği, santralin 3 ünitesinden 1’inin kapatılması yönünde karar alındığı ve bu nedenle 327 işçinin toplu olarak işten çıkarılacağını temmuz ayında işçilere bildirmişti. İşçiler, toplu olarak işten çıkarmaları kabul etmediklerini söylemelerine rağmen işveren 1 Ağustos itibarıyla 327 işçiyi işten çıkardı.
Açıklamada “Kömür sektörü emekçileri 40 yıl önce topraklarına el konularak santrallerde çalışmaya mecbur bırakıldı, şimdi de işsizliğe terk ediliyorlar” denilerek, adil bir geçiş süreciyle işçilerin yeni istihdam olanaklarına erişim sağlaması gerektiğine dikkat çekildi.
“Muğla’daki termik santraller yasal zorunluluklara uymuyor”
18 Temmuz 2023
“İklim krizi en çok emekçilerin sorunudur”
Ekoloji örgütlerinin açıklaması özetle şöyle:
“İklim krizi en çok emekçilerin sorunudur. Krizin çözümünde de tek gerçek güç, yine emekçilerdir. Tüm taraflar farkında olmalı ki, işçiler “kırk katır mı kırk satır mı” ikileminde değiller.
- İklim krizi, hükümetler ve sermayenin kol kola verip gezegene karşı açtığı savaşın bir sonucudur. Bundan da en çok işçi sınıfı etkileniyor. Geçim kaynaklarına, gıdaya, suya erişim, barınma, zorunlu göç, dayanılmaz çalışma koşulları iklim krizinin işçi sınıfı üzerinde bıraktığı yüktür.
- İklim krizinin yükü her zaman olduğu gibi yine emekçilerin sırtına bırakılmak isteniyor. Oysa kömürlü termik santrallerin kapanması, işçilerin işsiz, yoksul ve çaresiz kalması anlamına gelmemelidir. Kömürden çıkış süreci, işçilerin haklarını koruyarak ve onları geleceksiz bırakmadan adil bir şekilde planlanmalıdır.
- Kömüre karşıyız, tazminatlı / tazminatsız işten çıkarmaya da karşıyız.
- Sendikalar işçinin ve yerel halkın geleceğinden, sağlığından da sorumludur.
- İklim adaleti, emek adaletinden ayrı düşünülemez!
“Kömürün sonu, işçilerin sonu olmamalıdır. Birlikte mücadele ederek, hem iklim krizine karşı çözüm üretebilir, hem de geçişin adil olmasını, kömür santrallerinin kapatılmasının bedelini o santrallerde çalışan işçilerin tazminatları verilse bile işten çıkarılma ile ödememesini sağlayabiliriz.
“İklim krizinin etkilerini azaltmak ve gelecekteki nesillere üzerinde yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak istiyorsak, iklim krizine karşı en çok etkilenenler olarak hep birlikte mücadele etmek zorundayız.
Kırk katır mı kırk satır mı değil, eşit ve özgür bir dünya; hiçbir canlının sömürülmediği, hor görülmediği, gecelerinde aç yatmadığı bir dünya istiyoruz.” (TY)
İmzacılar
Akdeniz Yeşilleri Derneği
Bergama Çevre Platformu
Burhaniye Çevre Platfomu
Bursa Su Kolektifi
Çeşme Yarımada Çevre Derneği
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
Datça Demokrasi Platformu
Deştin Çevre Platformu
EGEÇEP Ege Çevre ve Kültür Platformu
Ekoloji Birliği
Elbistan Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu
Fosil Yakıt Karşıtı İnisiyatif
Gökova Ekolojik Yaşam Derneği
İkizköy Çevre Komitesi
İklim Adaleti Koolisyonu
Karadeniz Ereğli Çevre Platformu
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği
Marmaris Kent Politikaları Derneği
Muğla Çevre Platformu
Muğla Kadın Dayanışma ve Danısma Derneği
Muğla Su İnisiyatifi
Tarım Orkam-Sen İstanbul Şubesi
Türkiye Ormancılar Derneği Marmara Şubesi
Validebağ Direnişi
Van Çevre Tarihi Eserleri Koruma Ve Geliştirme Derneği (VAN ÇEVDER)
Yenifoça Forum
Yeşil Sol Parti İklim Krizi Çalışma Grubu
Kaynak: https://bianet.org/haber/ekoloji-orgutleri-hem-komure-hem-isten-cikarmaya-karsiyiz-300607
‘Nasıl olmayacaksa öyle olmayacak’
Cemalettin Küçük
Yerkürenin tahribatı aynı zamanda emeğin sömürüsüdür! Yerküreyi tahrip eden işletmeler kapatılmalıdır. Bunu ilk savunacak olan emeğin örgütleri sendikalar olmalıdır!
Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Madeninde yaşanan yıkım sonrası işçilerin durumu tartışma konusu. Maden şirketinin işçileri işten atmasına karşı çıkarken madenin kapatılmaması çizgisine düşmek tutarsızlıktır. Bütüne bakmamak, sorunun odağında bulunan işletmelerin durumunu gizleyebiliyor. Coğrafyadaki bütün organların yıkımına neden olan (Topoğrafyanın değişimine neden olan çukurlar, yeni yığın dağları, doldurulmuş vadiler, yok olmuş meralar, ovalar, ormanlar, tarımsal alanlar ile bir bütün olarak yıkıma maruz kalmış canlı yaşamı) sebepler hiçe sayılarak konuya tek noktadan bakılamaz. Bu yıkım alanlarında çalışmak zorunda bırakılmış işçilerin haklarını, yaşadıkları coğrafya ile birlikte savunmalıyız ki geleceği de koruyalım.
Çöpler-İliç-Erzincan Kompleks Maden İşletmesi tarafından yürütülen ve her aşamada uygulanan proseslerle coğrafyanın bütün organlarını yıkıma sürükleyen faaliyette geldiğimiz nokta; söz konusu alanda her türlü faaliyetin durdurulmasını gerektiriyor. Doğayı yok eden bu maden kapatılmalı. Dolayısıyla işçilerin burada çalışmaya devam etmesi mümkün olmamalı. O zaman işçiler açısından neler yapılması gerektiğine bakmalıyız.
- İşçilerin çalışmadan kaynaklı bütün sosyal hakları verilmelidir. Kıdem tazminatları, iş kendiliğinden bittiği için ihbar tazminatları, gerçek eş değeri üzerinden hesaplanarak verilmelidir.
- İş kolu ve çalışma koşulları nedeniyle işçilerin önemli sağlık sorunları yaşamaları söz konusudur. Yüksek sağlık riski içeren ve aynı zamanda stresli ortamda çalışmış olmanın yüklediği yıpranma payları konuyu bilen kişilerce belirlenerek ödenmelidir.
- Gelecekte çeşitli hastalıklarla karşılaşmaları olasılığına karşı işçilerin sağlık taramaları gereken aralıklarda yapılmalı. Bu konuda sağlık giderleri ve tedavileri sosyal güvence altına alınmalıdır.
- Yıpranma payları çalışma sürelerine eklenerek emeklilik sürelerine aktarılmalıdır.
- Detaylı çalışmalar sendikalarca yapılmalı sosyal güvenceleri geleceğe taşınacak şekilde işçiler için önlemler alınmalıdır. Bütün ortaya çıkan maliyetler kamusal alandan karşılanmalı, yıkıma sebep olan işletme ve kişilerden tahsil edilmelidir.
- Çöpler-İliç-Erzincan Kompleks Maden İşletmesi adı altında yıllarca yapılan işlemlerin yarattığı yıkım sadece maden sahası olarak belirlenen alanda ve çalışanlar üzerinde olmamıştır.
Bu nedenle
- Bölge halkı belirli sınırlar içerisinde sağlık taramasından geçirilmeli, hastalık tespit edilenler tedaviye alınmalıdır. Hastalık tespit edilmeyenler için sürekli aralıklarla sağlık taraması yapılmalıdır. Bu taramalar kamuca sosyal güvenceye alınmalı. Ortaya çıkan yük sorumlulara yüklenmelidir.
- Bölge halkının tarımsal alanda yaşadığı bitki ve hayvan kayıpları araştırılmalı, ortaya çıkan zararlar karşılanmalıdır. Bölgede sürekli saha taramaları yapılarak, tarımsal alanda yaşanacak riskler irdelenmelidir.
- Flora ve faunayı da içeren doğal yaşam alanları izlenmeli, ekolojik yıkım ve kırım nedenlerinin yenilerini yaratmaması için tedbirler alınmalıdır.
- Oluşan yıkımın büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda, Fırat Havzası boyunca uzun yılları kapsayacak çalışmalar yapılıp her türlü değişimden haberdar olunmalı, toplum bilgilendirilmelidir.
- Bütün bu işlemler açık demokratik özerk bilimsel çalışmalar ile halka açık ve kamuoyunu bilgilendirecek şekilde yapılmalıdır.
- Bu işlemlerin maliyetleri kamudan karşılanmalı. Ancak oluşabilecek maliyetler şimdiden hesaplanmalı ve sorumlulardan tahsil edilmeli, bunun için gerekli teminatlar sağlanmalıdır.
Yapılacak iyileştirme çalışmaları için bölge insanı çalışmalara katılmalı ve ücretleri ödenmelidir. Bölge sosyolojik olarak yeniden değerlendirilmelidir. İnsanların yaşadığı travmalar konusunda destek sağlanmalıdır.
***
İşten atılan bir işçi şöyle diyor: “Meralarımızı aldınız burada maden işlettiniz. Şimdi kapanacak, biz işsiz kaldık. O zaman meralarımızı geri verin.”
Peki, meralar geri verilebilir mi? Yıkılan coğrafya yaşanabilir olur mu? Yok olan yer altı suları, su depoları yeniden toparlanır mı? Yayılan kimyasallar temizlenebilir mi? Sağlık yitimleri geri getirilebilir mi? Flora, fauna geri gelir mi?
Bu soruların yanıtı net ve kesindir: Hayır! Asla bir daha o zengin yaşam kurulamaz.
Bunun gibi yıkımların yaşandığı diğer yerlerin tamamında ne denildi?
“Burada madeni işleteceğiz, size iş vereceğiz. Sonra eski haline getireceğiz…”
Sonuç olarak yukarıda saydığımız maliyetler açısından da bakıldığında büyük bir ekonomik yıkımla da karşı karşıyayız.
Sunulan ÇED raporları gerçeklerden uzak; işin aslından söz etmeyip, başka her türlü vaat içeren birer yazılı uydurma. Kısaca “broşür teknolojisi” dediğimiz, gerçek dışı anlatımlar.
Kısaca ele alırsak bugün gelinen teknolojik koşullarda bir kayaçtan herhangi bir minerali elde etmek için teknik sorun yok denebilir. Ancak yarattığı yıkım hesapta olmayınca işler daha da kolay oluyor.
Onun için bir mineralin ya da elementin elde edilmesi için “Nerede ne miktarda olduğunun önemi yoktur. Tek mesele buna işletme için kim izin veriyor.” İşte bu nedenledir ki Türkiye coğrafyası siyasal iktidarların uyguladığı ekonomik politikalar gereği madencilik şirketlerine sunulmuştur. Her gün maden sahası ihalesi ve ruhsatlandırılması, izin işlemleri vs. yapılmaktadır.
Peki 2001’den bugüne kadar Türkiye’de çıkarıldığı beyan edilen ve yurt dışına taşınan 488 ton altının tamamı geri getirilse Çöpler-İliç-Erzincan yıkımının bir kısmını karşılar mı? Hayır!
Şimdi saydığımız sorunlara karşı toplumsal duyarlılık kendisini göstermiş ve her vadide bir direniş oluşmaya başlamıştır. Bunun için madencilerin yıkımına karşı söylem çok tartışılmadan şuna gelmiştir:
“Nasıl olmayacaksa öyle olmayacak!”
Kaynak: https://www.evrensel.net/yazi/95455/nasil-olmayacaksa-oyle-olmayacak
Bu Ateş Sizi de Yakacak!
Bu bezirgan saltanatı, bu yağma-talan, hırsızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, keyfi yönetim düzeni artık bütün ülkeyi yangın yerine çevirmiştir. Amed Çınar’da ve Mardin Mazıdağı’ndaki yangınlar bu gerçeğin suretidir.
21.YY’da doğanın kendisi ve insanlar böyle yangınlara kurban ediliyorsa bu kokuşmuş, çürümüş düzenin tükenmişliğinin resmidir.
Bu yangın ve ölümlerde payı olan; gerekçeyi rüzgara, elektrik tellerine, sıcaklara yükleyerek hedef çarpıtan, hizmet üretmeyen, tedbir almayan, gerekli kontrolleri yapmayan bütün yetkilileri kınıyoruz.
Amed ve Mardin’deki yangınlarda ölenlerin ateşi yüreklerimizi dağlamıştır. Bu doğa ve insan katliamında yakınlarını kaybedenlerin acısını paylaşıyor, yaralananlara acil şifalar diliyoruz.
Yaşanan felakette sorumlular ortaya çıkartılıp hesap soruluncaya kadar sürecin takipçisi olacağız.