Perşembe, Nisan 25, 2024
Google search engine
Ana Sayfa Blog

İzmir Bergama Entegre Katı Atık Yönetim Tesisi ölüm mü saçıyor?

22 Nisan 2024 Pazartesi günü tesis yakınındaki merada otlayan Armağanlar Mahallesi’nden bir keçi sürüsü zehirlendi. Sürüyü otlatan çoban, keçilerinin tesisten boruyla meraya salınan sudan içtikten 10 dakika sonra ölmeye başladığını söyledi. 10 keçisi olay yerinde öldü. İlçedeki bir veterinerden zehirlenmeye karşı enjeksiyonluk çözelti isteyip hasta olan keçilerine uygulayarak ölümleri durdurdu. İlçe tarım müdürlüğü görevlileri ve jandarma olay yerine gelerek incelemeler yaptı. İlçe tarım, yetkisi olmadığı gerekçesiyle sudan numune almadı, jandarma olay yeri sudan numune aldı. Ölü keçilerden biri inceleme için alıkonuldu. Henüz inceleme sonucuna ve su analizine dair bir sonuç alınamadı.

Aynı tesiste ocak ayında atık su artıma tesisi kurulduğu duyuruldu ve atık su arıtma tesisinin açılışını İzmir eski belediye başkanı Tunç Soyer yaptı.

Aynı tesiste 2023 yılı Şubat ayında ÇED süreci başlatılan “Atıktan Türetilmiş Yakıt Hazırlama Tesisi” projesi ise bölge için ciddi tehdit riski taşımakta. Çöpten üretilen yakıtlar aracılığıyla enerji üretimi amaçlanmakta. Hali hazırdaki tesisin doğaya verdiği zarar ortadayken eklenti yakıt tesisiyle bu tahribatın katlanarak artma riski bölge halkını endişelendirmekte.

İzmir merkez ve ilçelerinin çöpünün büyük çoğunluğunun geldiği tesisin yapıldığı yer orman arazisi ve etrafı bölge köylüleri için hayvan otlatmak amacıyla yoğun bir şekilde kullanılmakta.

Tesisten dışarıya bırakılan veya sızan suların bölge su kaynakları için ciddi tehlikeler taşıdığı ve çöplerin rüzgarla etrafa dağıldığı, yine rüzgarla tesisten çıkan zararlı gazların ve kötü kokunun etrafa yayıldığı bölge sakinlerince dile getirilmektedir. Bu şekilde devam etmesi durumunda bölge köylerinden göçlerin hızlanacağı ve doğal yaşamın yok oluşuna sebep olacağı aşikardır.

Olay bazı basın organlarınca “Dağdan gelen sudan içen keçiler öldü.” şeklinde verilmektedir. Bu şekildeki haberler olayın sebebini ve sebep olunan yıkımı görmezden gelmektedir.

Olayın takipçisi olacağız ve analiz sonuçlarına ulaşmaya çalışacağız.

İLİÇ ÇÖPLER ALTIN MADENİ FACİASI AÇIKLAMASI: “OLASI ZARARLARIN ÖNLENMESİNİN MÜMKÜN OLDUĞU DURUMLARDA HUKUKEN KAZADAN SÖZ EDİLEMEZ”

13 Şubat 2024 tarihinde dokuz işçinin toprak altında kaldığı İliç Çöpler altın madeni sahasında meydana gelen maden faciasına yol açan anlayış ve uygulamalar, yaşam, sağlık ve sağlıklı bir çevrede yaşama haklarını açıkça ihlal etmiştir. Bu facia sonucunda dokuz işçi, toprak altında kalırken, siyanür içeren büyük bir toprak kitlesi de Fırat havzasına doğru kaymıştır.

Ders alınmayan önceki birçok facianın devamı niteliğindeki bu olayın vahametini bir kez daha vurgulamak, halen toprak altında bulunan dokuz canı ve birden çok temel insan hakkı ihlalini unutturmamak amaçlarıyla bu açıklamanın yapılması zorunluluğu duyulmuştur.

Bu facia, yaşam ve sağlık haklarının, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ihlal edildiği ilk olay değildir. Farklı türdeki madencilik faaliyetlerinin yürütülmesi sırasında birçok faciaya yol açılmıştır. Soma, Elbistan Çöllolar, Amasra gibi kömür madeni faciaları ile Murgul, Ayvalık, Toroslar, Şebinkarahisar, Gördes ve İliç’te yaşanan önceki ihmal ve felaketlerin ardından yine İliç’teki ihmaller neticesinde dokuz işçi, yaklaşık on milyon metreküplük siyanürlü liç (yığma toprak) yığını altında kalmıştır. Toprak altında kalan işçilerin canlı olarak kurtarılmaları arzu ve inancını korumakla birlikte bu olay, maalesef Elbistan Çöllolar kömür madeninde kayan toprak kitlesinin on canı yuttuğu faciayı hatırlatmaktadır.

On milyon metreküplük kısmı aynı zamanda Fırat havzasına kayan zehirli liç yığınının, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın onayları ile yaklaşık 250 metre yüksekliğe ulaştığı ve siyanürün yanı sıra ağır metalleri de içeren bu yığma toprak tepenin bir çevre felaketine yol açmakta olduğu görülmektedir.

Çöpler altın madeninin işletmeye açıldığı tarihten bu yana, birden çok kez kapasite artırımına gidildiği, Bakanlık tarafından onay verildiği, ÇED olumlu raporları alındığı anlaşılmaktadır. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, 2023 yılında, açık ocak genişleme projesinin uygulanması bakımından Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, ÇED raporunun gerekli olmadığı yönünde karar vermiştir.

TBB tarafından, Çöpler altın madeni siyanür borusunda meydana gelen patlamadan iki aydan fazla bir süre önce, 14 Nisan 2022 tarihinde ayrıntılı ve kapsamlı bir açıklama yapılarak bu madenin kapasite artışı ve flotasyon projesinin felaket riski taşıdığı vurgulanmış; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca deprem riski, su havzaları ve akarsuların korunması bakımından bilimsel gerçeklere aykırı biçimde ÇED olumlu kararı verildiği değerlendirmesi kamuoyuna duyurulmuş, ÇED olumlu kararına karşı idari yargıda açılan iptal davasına ilişkin bilgiler de kamuoyu ile paylaşılmıştır. Aynı açıklamada, atık depolama tesisinin çevresine, depolanan suyu daha çabuk buharlaştıran on vantilatör yerleştirilmesine onay verildiği, bunun, siyanür ve diğer zehirli maddelerin havaya karışmasına da yol açacağı uyarısı yapılmıştır. Tüm bu gelişmelerin Fırat havzasına ve Munzur ekosistemine vereceği zararlara dikkat çekilmiştir. TBB’nin 5 Aralık 2022 tarihli açıklamasında da TBB Çevre Komisyonu üyelerinin katıldıkları dava sürecine ilişkin bilgiler verilmiş ve Çöpler altın madenine ilişkin uyarılara ısrarla devam edilmiştir.

İliç Çöpler altın madeninde, 21 Haziran 2022 tarihinde meydana gelen siyanür borusundaki patlama nedeniyle büyük miktarda siyanürlü çözelti toprağa, suya, havaya karışmış, bu nedenle TBB tarafından Bakanlığa başvurulmuş ve ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.

2023 yılında, TBB Çevre Komisyonu tarafından “İliç Altın Madeni Raporu” hazırlanmış ve kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Siyanürün sadece toprak ve suya karışmadığı, havayı da kirlettiği, 2022 tarihindeki bu kazanın ardından Türk Toraks Derneği tarafından açıkça ortaya konulmuş, bu şekilde yürütülen altın madenciliği faaliyeti kaynaklı siyanür, sülfürik asit, cıva gibi zehirli kimyasal maddeler ve ağır metallerin insan sağlığına yönelik ciddi olumsuz etkileri bir kez daha vurgulanmıştır.

İliç Çöpler madeninde, 2022 yılında siyanür borusunun patladığı olaydan önce, 2021 yılında Şebinkarahisar’daki bir nikel madeni işletmesinin atık havuzunda meydana gelen patlama çevresel bir felakete yol açmıştır.

Tüm bu arka plana rağmen İliç Çöpler altın madeninde geçmiş facialar hiç olmamış, idari ve yargısal başvurular hiç yapılmamış, meslek örgütleri, dernekler, sendikalar uyarı görevlerini yerine getirmemişçesine faaliyete devam edilmiş; soruşturma evresine ilişkin olarak basına yansıyan haberlere göre, liç yığma tepesinin kaymasından üç gün önce yapılan, çatlaklara ilişkin teknik uyarılar da Şirket yönetimi tarafından dikkate alınmamıştır.

Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesi uyarınca herkes “yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Devlet, herkesin yaşam varlığını ve vücut bütünlüğünü korumakla yükümlüdür. Bunlar, devletin başlıca varoluş nedenleri ve asli görevlerindendir.

Anayasa’nın “Sağlık, çevre ve konut” başlığı altındaki 56. maddesinin ilk iki fıkrasında herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı garanti altına alındıktan sonra, çevrenin geliştirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevrenin kirlenmesinin önlenmesinin devletin ve vatandaşların görevi olduğu hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın aynı başlık altındaki 57. maddesinde ise, devletin, şehirlerin özellikleri ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alması bir görev olarak öngörülmüştür.

Çevrenin kirletilmesinin önlenmesi, sağlıklı bir çevrede konut hakkının kullanılabilmesi için gerekli tedbirlerin alınması da devletin güvencesi altındadır ve devletin asli görevleri arasındadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Yaşam Hakkı” kenar başlıklı 2. maddesinin ilk fıkrasında, herkesin yaşam hakkının korunacağı ilan edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir kısmı ülkemiz aleyhinde (örneğin Taşkın ve Diğerleri/Türkiye, Öçkan ve Diğerleri/Türkiye, Okyay ve Diğerleri/Türkiye) tesis edilmiş olan bir dizi içtihadı ile yorumlanıp somutlaşan bu madde ile sadece devletin yaşam hakkını ihlal etmemesi değil, ayrıca devletin, yaşam varlığına yönelik ihlal ya da tehlikelere karşı koruma görevi de güvence altına alınmış, başka bir anlatımla, devletin; bireyleri yaşam hakkına yönelik tehlikelerden korumak görevi olduğu kabul ve ilan edilmiştir. Devlete getirilen bu pozitif yükümlülük, özel kişiler ya da kamu kaynaklı tüm ihlal ve tehlike içeren faaliyetlerin önlenmesini de kapsar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Öneryıldız/Türkiye, M. Özel ve Diğerleri/Türkiye kararlarının da aralarında olduğu pek çok kararında devletin yaşam hakkına yönelik her türlü öngörülebilir riski önlemek biçimindeki pozitif yükümlülüğünü açıkça karara bağlamıştır. Öte yandan devletin bu kapsamdaki yükümlülüğü, temel hak ihlallerinin söz konusu olduğu durumlarda, etkili soruşturma ve kovuşturma yaparak bu ihlallerin cezasız kalmasını engelleme görevini de içermektedir.

Devlet, yaşamı korumak amacıyla hukuk sınırları içinde aktif olmalıdır.

Devlet, Anayasa ve uluslararası hukuk belgelerine göre, yaşam hakkını ihlal etmemek ve yaşam hakkına yönelik ihlal ve tehlikelere engel olmakla yükümlü bulunduğuna göre, ilgili kamu görevlilerinin bu olayda ve benzeri önceki olaylarda, görevlerini yerine getirip getirmedikleri araştırılmalıdır.

En nihayetinde adli makamlarca, çevresel bir felakete yol açmış olan bu vahim olayın tüm aşamalarının, bu aşamalarda yetkili olan ve sorumluluğu bulunan kamu görevlileri ile şirket yetkililerinin eylem ve eylemsizliklerinin özel hukuk ve idare hukuku ile Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen vücut bütünlüğüne karşı suçlar ve çevrenin kirletilmesi suçları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Kamu görevlileri tarafından basın mensupları önünde dile getirilen çevrenin kirlenmediği yolundaki ifadeler, henüz teknik bilirkişi raporları hazırlanmadan yapılmış erken ve talihsiz beyanlardır. Bu tür beyanların, çok muhtemel bir kirliliğin bundan sonraki zararlı sonuçları bakımından da tedbirsizliğe zemin hazırlaması mümkündür. Kara, su ve havada kirlilik olmadığı yönündeki erken beyanlar, delillerin henüz toplanmakta olduğu soruşturma evresi açısından sakıncalı olduğu kadar genel sağlık bakımından da tehlike yaratmaya elverişlidir.

Siyanürlü liç ile yıkanmış olan toprak yığınlardaki zehirli kimyasal maddelerin yağmur suyu ile yer altı suyuna karışması sonrasında yıllar içerisinde gerçekleşebilecek olumsuz neticeleri bu aşamada öngörebilmek dahi pek mümkün değildir. Dahası yörenin topografyasını değiştirecek biçimde yüksek ve geniş bir liç yığınının sıvılaşmasını ve kayma tehlikesini umursamaksızın madencilik faaliyetine devam edilmesi, gerçekleşmesi muhtemel tüm zararlı sonuçların göze alınması anlamına gelmektedir. Başka bir anlatımla, uyarılara rağmen faaliyete devam eden sorumlular, zehirli ve devasa büyüklükteki bir yığma tepenin, insanlar üzerine kaymasını, çevre felaketine yol açmasını göze almışlardır ve bu sonuçlara rıza göstermiş oldukları kabul edilmelidir.

Bu nedenle, söz konusu fiillerin taksirli ceza sorumluluğu kapsamına peşinen sıkıştırılması hukuken mümkün görünmemektedir. Bu facianın meydana geleceğini gösteren uyarılar ve veriler karşısındaki kayıtsızlığın, en azından olası kasıt kurumu kapsamında değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Olası zararların önlenmesinin mümkün olduğu durumlarda, hukuken kazadan söz edilemez. Bu nedenle söz konusu facia, hukuken bir kaza ya da tesadüf olarak kabul edilemez.

Öte yandan, hukuka aykırı onay ve izinlere dayanılarak yürütülen faaliyetler dolayısıyla çevrenin kirletilmesi, fiilin suç vasfını ortadan kaldırmaz. Bu gibi durumlarda, kanunda öngörülmüş koşulların mevcut olması şartıyla ayrıca, söz konusu onay ya da izinleri veren kamu görevlilerinin, görev suçlarından ve/veya çevrenin kirletilmesi fiillerine iştirak dolayısıyla sorumlu tutulmaları hususu değerlendirilmelidir.

Yok edilen hayatları ve çevresel zararları rutin bir maliyet kalemi olarak gören bu zihniyet ve alışkanlığın karşısında durulması zorunludur.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi

Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Anagold Gözlem Raporu – Öncesi ve Sonrasıyla 13 Şubat

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan İliç ilçesinde bulunan Anagold madencilik şirketinde liç yığınının kaymasıyla birlikte bir göçük meydana gelmiş, 9 maden işçisi göçüğün altında kalmış ve maden işçilerine henüz ulaşılamamıştır. Sendikamıza facianın gerçekleştiği bilgisinin maden işçileri tarafından ulaştığı ilk andan itibaren sürecin takibinde olduk. Sendika yöneticilerimiz, uzman ve avukatlardan oluşan heyetimizin Erzincan İliç’e ulaştığı ilk andan itibaren bulunduğu süreç içerisinde yapılan görüşmeler, gözlemler ve bulgular ile hazırlamış olduğu raporu kamuoyunun bilgisine sunarız.

Raporu PDF formatında aşağıdaki linkten indirebilirsiniz.

http://www.ekolojipolitik.com/wp-content/uploads/2024/02/13SubatRaporu.pdf