Perşembe, Temmuz 10, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 18

İngiltere’de 30 yıllık aradan sonra yeni kömür madeni projesi onaylandı

İngiltere’de bölgeler arası eşitsizliği gidermekle görevlendirilen Bakan Michael Gove, uzmanların ve milletvekillerinin iklim krizine ilişkin endişelerine karşın 30 yıllık aradan sonra ülkenin ilk kömür madeni projesini onayladı.

Ülkenin kuzeyindeki Cumbria bölgesinde yapılması planlanan madende hem İngiltere’de hem de dünyanın birçok diğer bölgesinde çelik üretimi için kullanılacak kömürün çıkarılması planlanıyor.

Projeyi eleştirenler, İngiltere’nin iklim hedefleriyle tutarlı olmadığını söylüyor.

Taraftarı olanlar ise projenin yoksullukla mücadele eden Cumbria’da istihdam sağlayacağını ve ithal kömür ihtiyacını azaltacağını öne sürüyor.

İlk 2020 yılında yerel yönetim tarafından onaylanan proje aslında iki yıldır askıda duruyor.

2021 yılında İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılan COP26 İklim Zirvesi öncesinde hükümetin iklim değişikliği danışmanı, karbon emisyonlarını artıracağı gerekçesiyle kömür madeni planlarını durdurmuştu.

Hükümete danışmanlık veren İklim Değişikliği Komitesi (UKCCC), ayrıca madende üretilen kömürün yüzde 85’inin ihraç edileceğine dikkat çekmişti.

“Avrupa’da talep var”

UKCCC Başkanı Lord Deben, teklif edilen projenin “kesinlikle savunulamayacağını”, onaylanması durumunda İngiltere’nin iklim değişikliği konusundaki lider statüsünün zarar göreceğini söylüyor.

Kentsel planlama alanında çalışan hükümet yetkilileri, 2020 yılında onaylanan kararı yeniden gözden geçirdikten sonra nihai kararı vermek üzere Gove’a güncellenmiş bir rapor gönderdi.

Yetkililerin kararı doğrultusunda projeyi onaylama kararı alan Gove, “Şu anda İngiltere ve Avrupa’da kömür talebi olduğunu” söyledi.

Gove aynı zamanda yeni projenin ülkenin karbon salımları üzerindeki etkisinin “oldukça az ve önemsiz” olacağını belirtti.

Ancak muhalefet partileri ve çevre örgütleri verilen karara karşı çıkıyor ve İngiltere’nin iklim ve yeşil enerji dönüşümü hedefleri ile uyuşmadığını ifade ediyor.

İklim ve çevre farkındalığı için kampanyalar yürüten Friends of the Earth (Dünyanın Arkadaşları) organizasyonundan Tony Bosworth, “Madene gerek yok, küresel iklim emisyonlarını artıracak ve Rus kömürünün yerini dolduramayacak” diyor.

Düşük karbonlu çelik yapımına geçiş

Kömür, tüm fosil yakıtlar arasındaki en kirli yakıt opsiyonu ve doğal gazın neredeyse iki katı emisyon üretiyor.

Projeyi üstlenmesi planlanan Batı Cumbria Madencilik adlı şirket, elde edilen kömürün İngiltere ve Avrupa’da çelik yapımı için kullanılacağını söylüyor.

Cumbria Belediyesi şirkete 2049 yılına kadar Whitehaven bölgesinde madencilik yapma izni verdi.

Madenin bölgede yaklaşık 500 yeni iş imkanı sağlaması öngörülüyor.

Ancak İngiltere’de çelik üretimini üstlenen iki büyük şirket, British Steel ve Tata, artık düşük karbonlu çelik yapımı alternatiflerine geçiş yapacaklarını belirtiyor.

Çelik endüstrisi uzmanı Chris McDonald, bu şirketlerin 2030 yılına kadar yeni madenden çıkarılacak kömürün yüzde 10’undan azını kullanacağını düşünüyor.

McDonald 2030 ortasından itibaren bu kömürün hiç kullanılmayacağını söylüyor.

Yani yeni madenden elde edilen kömürün neredeyse tamamının ihraç edilmesi öngörülüyor.

Maden için teklif edilen Cumbria'daki Whitehaven bölgesi
Fotoğraf altı yazısı,Maden için teklif edilen Cumbria’daki Whitehaven bölgesi

Tepkiler ne?

İşçi Partisi’nde iklim değişikliği temsilcisi Ed Miliband, madenin “enerji krizine çözüm olmayacağını” ve “güvenli, uzun vadeli iş imkanları sunmayacağını” söylüyor.

Yeşil Parti üyeleri ise onay kararının İngiltere’nin COP İklim Zirvesi başkanlığı sona erene kadar ertelendiğini öne sürüyor.

Muhafazakar parti üyeleri arasında da bir bölünme yaşanıyor.

Eski Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng ve eski COP Başkanı Alok Sharma dahil çeşitli bakanlar Gove’un kararına karşı çıkıyor.

Cumbria’da da kimileri bölgeye yatırım yapılıyor olmasına ve istihdam imkanına seviniyorken kimisi madenin iklim krizi üzerindeki etkilerinden korkuyor.

Cumbria Belediyesi’nde Muhafazakar Parti Temsilcisi Chris Whiteside, yeni madenin “ABD veya Rusya’dan kömür ithal etmekten daha az zararlı” olacağını öne sürüyor.

Bölgede çevre kampanyaları yürüten bir grup, projenin İngiltere’nin “iklim ve ekolojik kriz konusunda anlamlı ve etkili davranışlarda bulunmadığının” göstergesi olduğunu söylüyor.

Seçime doğru: Ekoloji hareketi ehvenişer bile olmayana muhtaç mı?

0

Melis Tantan

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Seçim sathında, ekolojik tahribatların temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırılarla birlikte hız kesmeden devam ettiği zamanlardayız.

Ekoloji hareketi hemen hemen her ilde kimi davalarla, eylem ve etkinliklerle, kimi ÇED süreçlerinin takibiyle, kamuoyu bilgilendirme çalışmalarıyla, ortak açıklama ve dayanışma eylemleriyle, politik sözlerle tüm baskılara rağmen ekolojik yıkımlara karşı mücadele etmeye çalışıyor.

Tam da bu dönemde hem iktidarın hem de muhalefetin gündemine iklim krizi, Paris Anlaşması ve COP zirvesi üzerinden giren “doğa meselesi”, daha doğrusu “çevre hassasiyeti modası” bolca hamaset üretiyor.

Ekolojik hareketin birikiminden ve genel taleplerinden uzak, iklim krizinin ciddiyetini önemsemeyen paradigmaların ve sistem içi çözüm önerileri geliştirme çabasının iktidar kadar muhalefette de olduğunu görüyoruz. Bu yazıda, muhalefetin ekoloji alanındaki perspektifini inceleyecek ve bu çözümsüzlük ortamı gibi gözüken bu durumda ekoloji hareketinin çözümü nerede oluşturabileceğini tartışmaya çalışacağım.

Anayasa taslağında da ekoloji yok

6’lı masanın 28 Kasım’da açıkladığı anayasa teklifinde ekoloji hareketinin dayanak noktasını oluşturan 56. Maddeye getirdiği değişiklik önermesi, yine insan merkezli, doğayı insanın ve toplumun bir çevresi olarak niteleyen, doğanın kendinde haklarını görmeyen bir perspektifte kaldı.

Yani aslında 6’lı masa, ekoloji hareketinin ekolojiyi temel alan ‘ekolojik anayasa’ talebine kulağını tamamen kapatmış, anayasal düzlemde ekolojiyi bir gündem olarak almadı.

Peki, ekoloji alanında verdiğimiz mücadelelerde az sayıdaki yerelde mücadeleye destek veren ve 6’lı masanın ana belirleyenlerinden olan ana muhalefet partisi CHP’nin ekoloji konusundaki perspektifi nedir? Son açıklanan programlar doğrultusunda bunların da AKP’nin politikalarının neredeyse bir benzeri olduğunu söyleyebiliriz. Buradan hareketle 6’lı masanın ekoloji alanına önermesinin olmaması daha da anlaşılır oluyor. Nasıl mı, şöyle birkaç başlıkta bir göz atalım.

CHP’li yerel yönetimlerin kimi yerlerde ekolojik tahribatların izin verenleri, devam ettirenleri ve hatta savunanları olduğunu şu örneklerle görüyoruz:

  • Birincisi; Ankara. Melih Gökçek zamanından kalan ODTÜ ormanının içinden geçen yol projesini devam ettiren Mansur Yavaş, ne yol üzerindeki rantı, ne ODTÜ ormanın bölünmesini, ne de kentin bir ana ulaşım planının olmamasını bir sorun olarak görüyor. Üstelik yereldeki CHP’lilerden de destek alarak ormanı bölen rant projesini ‘ekolojik köprü’ yapıyoruz diyerek masumlaştırmaya çalışıyor.
  • İkincisi; Kadıköy‘de TCDD eliyle yapılmak istenen 108 dükkanlı AVM projesi için Söğütlüçeşme’de 450 ağacın kesilmesine ve AVM projesine göz yuman yine CHP’li Kadıköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri.
  • Diğer iki örnek de Muğla’dan. Marmaris’te Sinpaş‘ın hukuksuz inşaatını engellemeyen, Menteşe ve Yatağan’da ise çimento fabrikasına ruhsat veren yine CHP’li belediyeler.1 Arhavi’de MNG’nin HES projesine onay veren de yine CHP’li Arhavi Belediyesiydi.

“Sözde” ekolojik vizyon

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem “girişimci devlet modeliyle” yeşil enerjiye geçişi özel sektörü de bolca destekleyerek yapacağını anlatıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Bu nedenle ekolojik tahribatlara kimi yerlerde çözüm üreteceğini söylese de belge, bir bütün olarak fecaat. İçinde neler mi var? Buyrun, inceleyelim.

Özel yatırımların fonlanması

Belgede “yerli bir enerji verimliliği sektörü” yaratılması, buna yönelik makinelerin ve ekipmanların Türkiye’de üretilmesi ve yeşil finansman olanakları sağlanacağı bir ilke olarak yer alıyor. Bu olanakların başında bir fon sağlanması geliyor, belgede bu enerji finansmanı için iklim bankası oluşturulacağı söyleniyor. Kulağa ilk anda “hoş” gelen bu öneride detaya indikçe görülüyor ki; bu banka ile devletin özel yatırımları “iklim” başlığı altında fonlanacak.

Cebimizden yeşil sermaye yatırımlarını fonlayabilmemiz için bir hizmet adeta. Bunu yeşil tahviller, yeşil enerji dönüşümü finansman arz yapısı, yeni iş modelleri, kamu borçlanması, yatırım destek ofisi izliyor.

“Bunlar ekolojik”

Belgede aynı AKP’nin yaptığını gibi “iklim dostu” olarak gösterilen elektrikli araçların üretimine de yer veriliyor. Bu araçların üretimi için gereken metallerin madenciliğe bağımlı olması aslında bu sektörün hiç de ekolojik olmadığının bir göstergesi, otomotiv sektörünün devlerinin elektrikli araba üretmeleri burada çoktan oluşmuş olan ve büyüme potansiyeli de hızla artan bu devasa pazarı bize gösteriyor. Şirketler krizden fırsatı üretmiş durumdalar bile. Özetle “bunlar ekolojik” yalanı iyi satıyor.

Enerji belgesinde vaat edilen bir diğer konu da elektrik üretiminin “benzeri görülmemiş bir şekilde hızlanması”. Peki öyleyse birkaç soru soralım: Elektrik üretimini arttırmak ekolojik bir perspektife uyar mı? Bu elektrik kimin için, ne için? Bu kadar görülmemiş düzeyde hızlanacak elektrik üretimi ülkenin her yerini santral sahasına çevirmeden nasıl mümkün olacak?

Kalkınma politikalarında ısrar

Tariflenen yine devasa bir kalkınma modeli, devasalıklar doğanın devasa tahribatına neden olacak, adı da yeşil olacak. Kalkınma politikalarında ısrar, ister sürdürülebilir densin ister sürdürülemez olarak nitelensin zaten sisteme içkin bir sürdürülemezliği beraberinde getiriyor. Bu yalanın arkasındaki gerçeği hep hatırlamakta fayda var; sermaye birikimine dayalı kalkınma modellerinde sürdürülebilir kılınması hedeflenen kapitalist sistemin kendisidir. Bu birikim modeli ne ekonomik ne ekolojik hiçbir krize çözüm olamaz, olamayacaktır.

Belgede “çalışması durumunda ekosisteme zarar veren, yerel tarımı engelleyen” HES’lerin GES’e dönüştürülmesi bir proje olarak sunuluyor. Akarsuların, derelerin üzerlerine inşaa edilen HES’ler iyi ve kötü olarak ayrılıyor CHP’ye göre.

Bugüne kadar derelerin kardeşliği, santrale ve barajlarla mahvedilen nehirlerin yaşaması adına mücadele eden ekolojistlerin tüm argümanlarına ters bu bakışa soralım; ekosisteme zarar vermeyen bir HES mi var? “Bir taşla iki kuş” başlığını taşıyan HES’lerde sudan ve güneşten elektrik üretme önerisi ise bir başka skandal. Taşlarla kuşları öldürmek gibi bir etkiyle doğanın tahribatına devam niteliğinde, başlığın kendisi bile gerçekten acıklı.

“Yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir”

Buna ek olarak belgede; 2030 yılına enerjide büyük atılımlarla girileceği söyleniyor ve bu başlık altında 56 bin MW’lık yeni enerji kapasitesi için rüzgar, güneş, biyokütle santrallerinin açılacağı söyleniyor. Yeraltı sularını ve havayı mahveden JES ve biyokütle santralleri de yenilenebilir enerji olarak tanımlanıyor.

Jeotermal sahaların genişletileceği söyleniyor (ama genişletirken doğa hassasiyetinde bulunarak diyorlar ki “kümülatif etkilerini dikkate alacağız”. Bir de AKP’nin tarım OSB’leri için bir dahiyane proje olarak sunduğu ve uygulamaya başladığı JES enerjili OSB’lerden esinlenen CHP, seracılıkta JES’leri kullanacağını söylüyor). Bu proje olsa olsa yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir projesi olabilir.

Sürdürülebilir madencilik

Belgede madenciliğe bakış da aynı şekilde, “Çevreye ne kadar etki ediyor bakacağız, ona göre projelendireceğiz” deniliyor açıkça, zaten başlığı da sürdürülebilir madencilik. Sürdürmeye çalışınca her şey yoluna girecekmiş gibi… Çevrenin olumsuz etkilemesine izin vermeyeceğiz’ler, insan haklarını, kültürel mirası’ı koruyacağız’lar, emekçi haklarına saygı’lar vb. laflar havalarda uçuşuyor.

Madenciliğin yarattığı tahribatlar, küçük ölçeklerdeki madenlerle, iyi tekniklerle ve insan merkezli yönetişimlerle çözülebilecekmiş gibi sektörü üzmemek ve kalkınma hayalinden vazgeçmemek için bu belgede CHP bizi kötü bir hayalin peşinde sürüklemeye çalışıyor.

Ekolojik dönüşüm maskesiyle yerli-milli atılımlar

Bu belgede nasıl bir CHP var, diğer başlıklarla devam edelim. Nükleer santralleri bir mühendislik formülasyonuna indirgeyerek bilgi, donanım ve tecrübeyle yönetilebileceğini sanan, aynı İyi Parti gibi “yerli-milli” santral savunusu yapan bunun için yerli teknolojileri geliştireceğini söyleyen, karbon salınımı yapmadığı için nükleeri “iklim dostu” olarak niteleme gafına düşen ve küçük nükleer santralleri savunan, nükleeri alternatif bir enerji kaynağı olarak gören bir “İYİ Nükleerci” bir CHP var.

Net sıfır hedefini 2050’ye koyarak bunun için sürdürülebilir kalkınma yaratacağını söyleyen süslü sözlerle aslında yeni hiçbir şey söylememiş olan bir CHP var. Ama bakın, burada, iklim krizini sadece termik santral salınımlarıyla yaratıldığını, aslında fosil yakıtların bitmeyeceğini hatta daha da artacağını, böylelikle de karbon sıfır hedefinin bir yalan olduğunu belgenin kendisi söylüyor. Petrol ve doğalgaz aramalarına “ulusal kaynakların değerlendirilmesi” adına hız verileceği, Tarsus ve Çankırı’da yeni depolama alanları vaat ediliyor.

“AKP zaten bunu yapıyor”

Şöyle söyleyelim: Bu yeşil dönüşüm ve sözde iklim krizine karşı mücadele, sürdürülebilir kalkınma zırvaları için CHP’ye gerek yok, çünkü AKP zaten bunu yapıyor, daha yeni bir iklim yasası taslağı hazırladı, “yenilenebilir enerji” teşvikleri, yatırımları hız kazandı (bunu sadece yandaş şirketlere de yapmıyor, Koç, Eczacıbaşı vb. “yandaş olmayan” şirketler de dahil tüm sektörlerden holdingler, enerji ve maden şirketleri yani tüm yerli-milli şirketler de bu kervanda), her yerde iklimdi, çevreydi, yatırımdı, kalkınmaydı anlatıp anlatıp duruyorlar.

Rifkin: Yeşil Kemal Derviş

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “çevre” konularında danışmanlığını yapacağı ilan edilen Jeremy Rifkin, 3 Aralık’ta CHP’nin vizyon belgesini açıkladığı “ikinci yüzyıla çağrı” etkinliğine bağlanarak bir konuşma yaptı. Sosyal medyada Rifkin için “Sürekli yanılmasına rağmen 30 yıldır aynı şeyleri söylüyor,” diyen Arif Koşar’a katılmamak mümkün değil.

İklim krizine sanayi dönüşümüyle karşı koyabileceğimizi ve Türkiye’nin de bölgede bunun öncüsü olabileceğine yönelik “umutlandırıcı” sözler eden Rifkin’in aslında söylediği yeni bir şey yok. 2000’li yıllardan bugüne Avrupa’da ve Asya’da devlet yöneticilerine danışmanlık yapan Rifkin, radikal dönüşümleri sağlayan, gerçek birer çözüm olan bir politika üretmedi.

Bunu bu ülkelerin özellikle COP zirvelerindeki konumlarından net olarak görebiliyoruz; geçtiğimiz günlerde 27.’si gerçekleşen bu zirvelerde devletlerin ne fosil yakıtlardan vazgeçiş, ne toplumsal değişimlere öncü oluş ne de uluslararası sermayenin iklim krizine katkılarını durduruş gibi bir yönünün olmadığı çok net. Aynı şekilde şirketlerle de bu yönde çalışmalar yapan Rifkin, tam olarak bir illüzyon olan “yeşil aklamanın” mimarlarından biri.

Sermayenin yeşil dönüşüm stratejileri

Fosil yakıt şirketlerinin sosyal sorumluluk projeleri, kirletici şirketlerin yeşil enerji yatırımlarına yönelmesi, küresel kuzeyin ‘tazminat’ ödeyerek vicdanını rahatlatması, devletlerin (Türkiye’nin de pek tabii) yeşil enerjiye teşvikler, destekler önermesi, ‘sözde’ ekolojik olduğu söylenen tahribatları arttıran devasa tarım alanları üzerine kurulan güneş santralleri, denizlerin üzerlerine ya da ormanlara ve kuş göç yollarına kurulan rüzgar santralleri, dere, nehir yataklarını ve suyu yok eden hidroelektrik santraller ve barajlar, yeraltı sularını kullanarak iklim krizi çağında kuraklığa hız veren jeotermal santraller, yeşil enerjilerin teknik ekipmanları için karbon yutak alanlarını yok eden madencilik projeleri ve dahası….

Yeşil yatırımların, enerji ve maden üretiminden vazgeçmeyişin, artı değer üretimi üzerine kurulu olan sistemin, devletlerin demokrasi, insan hakları ihlalleri ile birleşen devasa bir döngüsü mevcut.

“Yeşillenerek büyümek”

Bu döngüyü ne Rifkin’in büyüme ve esenlik getireceğini iddia ettiği üçüncü sanayi devrimi kırabilecek ne de devletlerin ve şirketlerin “iyi niyetleri”. Yani sermayenin “yeşillenerek büyümesi” ve buna sanayi devrimi denmesi ne gezegeni ne de bizleri kurtaracak. Sürdürülebilir piyasacı ekonomiler yaratma çabası artık geçmiş yüzyılın bir çözümü olarak öne sürülen ve mahkûm edilmesi gereken devasa bir yalan! Kapitalizm, rengi ne olursa olsun krizlerden beslenerek büyüyen bir sistemdir ve bugün de ekonomik ve ekolojik krizin ortaklığı sistemin felaketten fırsatlar yaratacağı şekilde sonuçlanacaktır.

Çözüm: Sistemden radikal bir kopuş

Çözüm, küresel düzeyde vahşileşmiş endüstriyel üretimden vazgeçmek, metropollerin yüklerini azaltmak, teknolojiyi ve bilimi sermayenin kullanımından çıkarmak, ekolojik ve toplumsal temelde politikaları hızlıca hayata geçirmeye çalışmakla mümkün. Bunu sistemle göbek bağı olan, sistemi yıkmayı değil iyileştirmeyi savunan hiçbir politik tez gerçekleştiremeyecek.

Bu toplumsal tarihin ortaya koyduğu açık bir gerçeklik. Buna göre ne CHP’nin yeni yeşil sanayiyi büyütme ve “iklim kriziyle mücadele” planı, ne 6’lı masanın yerli ve milli yatırımlar savunusu, çevre hareketlerini kimi lokal düzeylerde destekleseler de bir çözüm olamaz. Peki elimizde ne kalıyor?

Emek ve Özgürlük İttifakı

Çözüm, radikal bir değişim ve kopuş senaryosunu hayata geçirmektir. Türkiye’de seçim öncesinde, doğanın, çevrenin ve kültürel mirasın korunmasını sermaye karşıtı perspektifle ele alan Emek ve Özgürlük İttifakı, bugün ekoloji hareketinin eylem ve sözlerinin karşılığını bulabileceği tek ittifak.

Kamuyu girişimci olarak tanımlamayan, doğayı bir kaynak olarak nesneleştirmeyen, özel sektörün geliştirilmesi yerine halkın kolektif üretim süreçlerine değer veren, kâr mekanizmasından ve sermaye arzından uzaklaşan bir alternatif ekonomi perspektifi sunan ittifakın, enerji alanında da doğanın hakları alanında da gerçek bir alternatifi yaratabilmesi mümkün.

Bize düşen…

Ancak şimdi ittifak bileşenlerine ve ekoloji hareketine daha büyük bir sorumluluk düşüyor, iklim krizine karşı mücadeleyi iklim adaleti perspektifinde ele almak, başta kadın özgürlük mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal hareketlerle ve sınıf hareketiyle ekoloji mücadelesini birleştirmek, tüm toplumsal kesimler ve doğa için hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek, sermayeden bağımsız halkların kendilerince ve doğaya içkin bir yaşamı kurmak üzere örgütleyebileceğimiz bir geleceği bugünden yaratmak için kolları sıvamaya başlamalıyız.

Yarın geç olmadan, muhalefetin muhalefet etmediği, gelecek vizyonunun var olanın çözümü olamayacağını göstermenin yolu, kendi alternatifimizi yaratmaktan geçiyor.


[1ODTÜ Rant Yolu Projesi için: Rant Yoluna Hayır’ın, Marmaris’te Sinpaş’a karşı verilen mücadele için; Marmaris Kent Konseyi’nin, Söğütlüçeşme’de ağaç kesimi ve AVM projesine karşı mücadele için Kadıköy Kent İnisiyatifi’nin Menteşe ve Yatağan’daki çimento fabrikasına karşı verilen mücadele içinse Deştin Çevre Platformu’nun sosyal medya hesaplarından detaylı bilgi alabilirsiniz.

[2Emek ve Özgürlük İttifakı deklarasyonundan:

Doğanın, Çevrenin ve Kültürel Varlıkların Korunması

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Neoliberal politikaların ülkede derinleşmesini sağlayan iktidar, bütün doğal varlıkları sermayeye peşkeş çekiyor. İklim krizine karşı acil durum ilanı, kâr ve rant uğruna çılgınca doğa ve çevre tahribatına yol açan, ormanları, tarım alanlarını, akarsuları tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan, doğaya karşı işlenen suçların odağı olan tüm projeler durdurulmalıdır. Enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım başta olmak üzere tüm politikalarda doğanın korunması odaklı yaklaşım hem acil hem de zorunludur. Her canlının sağlıklı bir ekosistem içinde yaşam hakkı etkin yasalarla koruma altına alınmalıdır.

“Tarihi ve kültürel varlıkların yağmasına son verilmelidir.”

Dereköylüler’den çevre eylemi

Korkuteli’nin Dereköy Mahallesi’nde açılmak istenen kömür ocağına karşı Attalos heykeli önünde eylem yapıldı. Eyleme öncülük eden Antalya Beşkonaklılar Birlik ve Beraberlik Derneği Başkanı Hakan Halim Okudan, “Zengin su kaynaklarına sahip Dereköy’de kömür ocağı istemiyoruz.” dedi.

Bölgelerine yapılacak olan kömür ocağına karşı yeni bir eylem süreci başlatan Korkuteli Dereköy Mahallesi halkı, Attalos Heykeli önünde buluştu. Manavgat Beşkonak’ta taş ve mermer ocaklarına karşı yürüttüğü mücadeleyle tanınan Antalya Beşkonaklılar Birlik ve Beraberlik Derneği Başkanı Hakan Halim Okudan’ın öncülük ettiği eyleme, Dereköy sakinlerinin yanı sıra CHP İl Başkan Yardımcısı Murat Ali Özer, CHP Eski Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk, çevreci dernek temcileri ve aktivistler katıldı.  Burada bir basın açıklaması yapan Okudan, “Nasıl ki dün Beşkonak’ta açılması planlanan mermer ocaklarına ilişkin bölgemizin hem ekolojik hem ekonomik, hem toplumsal hem de hukuki gerekçelerimizi ortaya koyup mücadele verdiysek ise aynı mücadeleyi Korkuteli Dereköy’ümüz için de vereceğiz.” dedi.

CİDDİ ÜRETİM MERKEZİ

56 bin dönümlük ekilebilir arazisi bulunan Korkuteli’nin yüzde 75’inde sulu tarım yapıldığına dikkat çeken Okudan, “Korkuteli,  ihraç potansiyeli yüksek kayısı, şeftali elma gibi meyvecilikte yapılan ciddi bir tarımsal üretim merkezidir. Bilirsiniz ki tarımsal üretimin yapılabilmesi için en önemli unsur sulama suyudur. Dereköy Yaylası; Menevşelik, Varsak Yarıkpınar, Palazpınarı ve Yeleme olmak üzere 4 adet yeraltı içme suyu kaynağına ev sahipliği yapmaktadır. Bu kaynaklar Korkuteli ilçemize bağlı 17 köyümüzün içme ve sulama suyu ihtiyacını karşılamaktadır. Keza Korkuteli Barajı’mızın da en önemli ana kaynağını teşkil etmektedir Meyve üretimi yapılan bu köylerimizin hayat ana damarlarını bu kaynakların oluşturduğu çayımız ihtiva etmektedir. ” diye konuştu.

SU KAYNAKLARINA YAKIN

Geçen yıl ki UNESCO raporlarına bakıldığında 10 yıl içerisinde küresel ölçekte su kıtlığı yaşanılacağının öngörüldüğünü hatırlatan Okudan, “Biz Antalyalılar olarak yeraltı zenginliklerimizin çıkartılmasına karşı değiliz. Doğru lokasyondaki projelere destek dahi oluruz ancak su birkaç yıl içerisinde en önemli yeraltı zenginliğimiz olacak maden değeri taşıyacaktır. Su kaynaklarımızı kurutmaya ve kirletmeye hakkımız yoktur. Özellikle su kaynaklarının bulunduğu yakın lokasyonlara kömür ocağı, mermer ocağı, taş ocağı gibi hazırlanan projelere izin verilmesi yarın su kaynaklarının miktar ve kalite bakımından yetersiz kalmasına, erişilemez olmasına sebep olacak karar vericileri doğrudan etkileyecektir.” şeklinde konuştu.

PROJE İPTAL EDİLSİN

Halka rağmen atılan adımların ve yapılan projeler olumlu sonuçlanamayacağını belirten Okudan sözlerini şöyle sürdürdü: “Korkuteli ve Dereköy halkı, Dereköy’de izin verilen kömür ocağı santraline karşıdır. Gerekçelerimiz haklıdır ve başta valimiz olmak üzere milletvekillerinden bu projenin iptali yönünde gayret göstermelerini talep ediyoruz. Kömür ocağının açılması halinde doğacak sosyal ve idari krizin önüne geçmelerini istiyoruz. Doğal, tarihi ve kültürel mirasımızı korumak her ferdin görevidir. Dayanışma, birlik ve beraberliğimiz ile Beşkonak kazandı, inanıyoruz ki Dereköy de kazanacak. Dereköy sahipsiz değildir.”  Engin KORKMAZ

Molozkentte 20 milyonluk villa

0

On yıllarda doğal yaşam alanları en çok tahrip edilen kentlerin başında gelen Antalya’da özellikle kent merkezindeki hafriyat sorunu vatandaşları canından bezdirmiş durumda… Batı Çevreyolu’nun Çakırlar Yoluyla kesiştiği bölge ise  lüks villalarla dolmaya başladı. Villaların fiyatı ise 20 milyon liraya kadar uzanıyor.

HABER: YUSUF YAVUZ

Doğu-Batı yönünde uzanan kentin yayıldığı alanda Düden Çayı, Boğaçay gibi akarsuların yanında büyüklü küçüklü çok sayıda dere yatağı bulunuyor. Birçoğu artık kentleşme alanı içerisinde kaybolmuş ya da ‘ıslah’ edilerek betondan birer kanala dönüşmüş durumda.

Bu akarsulardan biri de Konyaaltı ilçesindeki Göksu Çayı. Kuzeyden gelip Boğaçayı’na karışan Karaman Çayı’nın bir kolu olan Göksu Çayı, Molla Yusuf Mahallesi’ndeki yaklaşık 1 kilometrelik doğal yatağında varlığını sürdürmeye çalışıyor. Geçmişte bu bölgede pamuk, narenciye ve daha güney kesimlerinde yasemin üretimi yapılan tarım arazileri bulunuyordu. Ancak son 20-30 yılda birer birer imara açılan tarım alanlarında bugün lüks konutlar ve siteler yer alıyor. Apartman aralarında kalan tek tük narenciye bahçeleri ve nitelikli tarım toprakları da betona kurban edilecekleri günü bekliyor…

VİLLALARLA DOLMAYA BAŞLADI

Göksu Çayı’nın batısı ile Batı Çevre Yolu arasındaki kalan bölge, Karamersin Mevkii olarak anılıyor. Çevre yolunun geçmesiyle birlikte bu verimli tarım arazileri ve narenciye bahçeleri de son 5-6 yılda villalarla dolmaya başladı. Öyle ki çevre yolunun kamulaştırma işlemleri sırasında bölgedeki tarım arazisi ve bahçe sahiplerine kamulaştırma bedeli ödenek yerine arazilerini imara açma teklifi yapıldığı gündeme gelmişti.

Batı Çevre Yolu’nun Çakırlar Yoluyla kesiştiği bölge son yıllarda lüks villalarla dolmaya başladı. Çevre düzenlemesi ve altyapısı bulunmayan bölgede sağlıklı henüz bir yaşam olmuşmuş değil ama bu bölgedeki inşaat atıklarının gelişi güzel ve denetimsizce dere yataklarına ya da artık gözden çıkarılmış olan narenciye bahçelerinin kıyılarına dökülmesi bölgede yaşayan vatandaşların tepkisini çekiyor.

ÇÖPLÜĞE DÖNEN BÖLGE

Göksu Çayı’nın kıyıları Boğaçayı’na ulaşıncaya kadar inşaat atıkları, hafriyat ve moloz yığınlarıyla dolu. Kazınmış asfalt parçaları, sökülmüş klozetler, eskimiş halı paçavraları ve akla gelen gelmeyen her türlü çöp!

BAŞKAN BÖCEK’İN MAHALLESİ

Bu bölge aynı zamanda Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği mahalle. Mahalle sakinleri halen Başkan Böcek’İn gençliğinde buradaki tarlalarda pamuk topladığını anlatır. Başkan Böcek’in ve babası Mustafa Böcek’in adını taşıyan Anadolu Lisesi de bu bölgede yer alıyor.

Mahalle sakinlerinin denetimsiz hafriyat dökülmesi konusunda zaman zaman yerel yönetimlere yaptıkları şikâyetler ve CİMER başvuruları sonuçsuz kalmış. Yıllardır bir türlü çözülemeyen moloz dökümü sorununun denetim altına alınmasını, sorumlulara yaptırımlar uygulanmasını isteyen vatandaşlar tepkili. 

İYİ PARTİ İL BAŞKANININ VİLLALARI

Göksu Çayının batısında yaklaşık üç yıldır inşaatı süren toplu villaların İYİ Parti Antalya İl Başkanı Mehmet Başaran’ın firmasına ait olduğu öne sürülüyor. Moloz ve inşaat atıklarının, denetimsiz hafriyatın en çok yığıldığı alanlardan biri de 20280/8 parselde yer alan bu villaların hemen önünde bulunuyor. Bu atıkların doğrudan bu inşaatlardan mı çıktığı, yoksa başka yerlerden mi getirilip döküldüğü konusunda bir bilgi yok. Çünkü denetim ve izleme yok. Gece-gündüz bu alanda moloz dağları oluşmaya devam ediyor.

GÖMEREK GÖRÜNMEZ KILIYOR

Daha önce bu alana geçiş sağlamak için inşa edilen köprünün iki ayağı da bu molozlarla doldurulmuştu. Yasal olarak mücavir alan içerisinde ortaya çıkan hafriyat, moloz ve inşaat atıklarını denetlemesi ve bertaraf etmesi gereken yerel yönetim, molozları köprü inşaatına gömerek “görünmez” hale getirme yolunu seçiyor.

MOLOZ KONTROLÜ YOK

İmar rantının öne çıktığı Antalya gibi kentlerde denetimsiz hafriyat dökülmesi önemli çevre sorunlarından biri. Belediyelerin meclis gündemlerinin çok büyük bir kısmı imar tadilatı ya da yeni imar alanları açılması gibi başlıklardan oluşuyor. Ancak bunca inşaat ve tadilatlardan, hafriyat çalışmalarından çıkan atıkların bertaraf edilmesi, düzenli depolama alanı oluşturulması ve en önemlisi de denetim-izleme yapılması konusunda gözle görülür bir çalışma yok. Belediyelerin görev ve sorumluluklarından biri olan hafriyat denetimi, ‘Hafriyat Toprağı, İnşaat Yıkıntı ve Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’ ile belirleniyor. Yönetmelik, mücavir alan içerisinde belediyelere görev ve sorumluluk yüklüyor. Yerel yöneticilerin ve idarecilerin her fırsatta “dünya kentiyiz” benzetmesi yaptığı Antalya gibi vitrin bir kentte halen hafriyat meselesinin çözülememiş olması en hafif tabirle yerel yönetimlerin ayıbı olarak kent yaşayanlarının yüreğini sızlatmayı sürdürüyor…

VİLLA FİYATLARI UÇUYOR

Konunun bir başka çarpıcı yanı da moloz yığınlarının kıyısında lüks ve doğayla iç içe yaşam vaadi sunan villaların milyonlarca liralık fiyatlardan satışa sunulması. Yabancılara vatandaşlık verilmesine de olanak sağlayacak şekilde satışa konulan bu bölgedeki villalar 13 ila 20 milyon TL arasında değişen fiyatlardan satılıyor.

YASA VE YÖNETMELİKLER NEDEN UYGULANMIYOR

Doğal yaşam alanları, su kaynakları, görkemli dağları ve verimli tarım topraklarıyla bir yeryüzü cenneti olan Antalya’nın çöplüğe dönüştürülmesinin önüne geçecek bir yerel yönetici aranıyor. Muhtaç olunan dayanaklar, ilgili yasa ve yönetmeliklerde mevcut. Tek yapılması gereken görev ve sorumlulukları yerine getirmek.

ODTÜ Rant Yolu Projesine Dair Kapsamlı Bilgilendirme

Rant Yoluna Hayır

Resmi adı ile “Bilkent-İncek Bulvarı ve Çevre Yolu Bağlantısı”, kamuoyunun kullandığı şekliyle “Rant Yolu” ABB’nin 15 Ekim 2021 tarihinde ihalesini sonuçlandırdığı 11 km’lik bir yol projesdir. Bu yol projesinde yolun 4.8 km’lik kısmı ODTÜ Ormanlarının içinden geçmektedir.

ODTÜ Rant Yolu için olayların başlangıcı 2017 yılına dayanıyor:

22 Ağustos 2017 tarihinde Yükseköğretim Kurulunda YÖK Başkanı Prof. Dr. Yekta Saraç’ın başkanlığında Ankara Valisi Ercan Topaca, ODTÜ Rektörü Mustafa Verşan Kök ve Melih Gökçek’in katılımları ile bir toplantı yapıldı ve anlaşmaya varıldı. Ardından protokol 8 Eylül 2017 tarihinde imzalandı.

9 Eylül 2017 akşamı Belediye; ODTÜ arazisine 100 iş makinesi, 400 kamyon ve yüzlerce polisle giriş yaptı. Melih Gökçek ise yıkımın ardından “ODTÜ Rektörlüğü ile yapılan protokol gereği açılacak 4,5 km’lik yolu bir gecede açarak Büyükşehir Belediyesi bir rekora daha imza attı.” şeklinde tweet attı.

Bu olayın ardından ODTÜ Kamuoyu ve meslek odaları alana intikal etmiş, tepki göstermiş ve dava açmıştır. Hem gösterilen hem de o dönem belediye başkanı Melih Gökçek’in istifa ettirilmesi sonucu Rant Yolu projesi uzun bir süre için durdurulmuştur.

Olayların tekrar başlangıcı ise Mansur Yavaş’ın Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin başına geçtiği döneme denk geliyor. Yeni göreve gelen belediye önce yol için yürütmenin durdurulma kararına itiraz ediyor, sonra belediye meclisinden proje askıya çıkıyor, sonra ihaleye çıkıyor ve en son haliyle de Ekim 2021 tarihinde ihale sonuçlanıyor:

Mansur Yavaş yönetimindeki CHP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi 2 Temmuz 2019 tarihinde yürütmeyi durdurma kararına itiraz etmişti. Bundan sonraki süreç ise şöyle gelişti. 1 Eylül 2020’de Mansur Yavaş, Saray’a Erdoğan ile görüşmeye gitti.5 Abdülkadir Selvi 3 Eylül 2020 tarihli yazısında Recep Tayyip Erdoğan’ın Şehir Hastanesi yolunun halledilmesi ricasını aktardı. 21 Eylül 2020’de Bilkent-İncek Yolu planı askıya çıktı. 25 Ağustos 2021’de ise Ankara Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanlığı bu proje için ihaleye çıktı. 20 Ekim 2021 tarihinde ise ihale açıklandı.

İhalenin açıklanmasından bu yana geçen aylar boyunca ODTÜ kamuoyu iş makinelerinin her an ormana girebileceği kaygısı ile tetikte beklediler. Geçen yıl sonbaharda olan bu olaylar sırasında gelişen kamuoyu tepkisi gereği iş makinelerinin girişi ABB tarafından uzun süre bekletildi. 26 Temmuz 2022 tarihinde ise uzun süredir beklenilen an geldi ve 2017’de olduğu gibi ABB’ye bağlı şirketlerin araçları Rant Yolu’nu tamamlamak üzere ODTÜ Ormanına girdiler. İlk günden beri gelişen kamuoyu ve öğrencilerin orada başlattıkları çadırlı nöbet gereği ABB’ye bağlı iş makineleri ODTÜ Ormanından çıktılar ve arazide çalışma yapmayı bıraktılar. 11 km’lik yol projesinin ODTÜ içinde kalan 4.8 km’lik kısmında çalışma yapılamıyor olsa da yolun aşağıda İncek bölgesinde kalan 6 km’lik kısmında ana şantiyesi bulunmakta ve onlarca iş makinesi ile çalışmalar devam etmektedir. Bu durum ise Melih Gökçek dönemi usüllerini hatırlatarak, İncek bölgesinden yolun tamamlanıp ODTÜ sınırına dayanılması ve bir “zorunluluk” kisvesi altında ODTÜ’ye yine bir gecede çıkartma yapılacağı şüphesini doğurmaktadır.

ODTÜ’lüler ve Ankaralılar 26 Temmuz 2022 gününden beri ODTÜ arazisine ABB’nin girme denemesi yapması üzerine mücadelelerini büyüttüler. Eskisine kıyasla doğrudan halkı bilgilendiren, Mansur Yavaş’ın siyasi anlamda bu sorunu görmezden gelememesini sağlayan çalışmalar yapmaya başladılar. Bu çalışmalardan bazıları: ODTÜ Mezuniyetinde konuya dair dev bir pankart asıldı, ABB önünde ODTÜ ve Ankara’dan çok insanın katıldığı ortak bir basın açıklaması yapıldı, Ankara’nın çeşitli mahallelerinde sticker, broşür ve yazılama çalışması yapıldı, ABB önünde halk bilgilendirme standı açıldı, yol projesine karşı 1730 imza toplandı, ABB meclis toplantısına girilmeye çalışıldı ve ses çıkarıldı. Daha sonra ise aradan geçen bir ay boyunca ABB nezdinde konuya dair bir gelişme olmaması üzerine dilekçelerin takibi için 7 Kasım günü de ABB meclis toplantısı izlenmek istendi ve öğrenciler, mezunlar ve Ankaralılar toplantıya yine alınmadılar. 8 Kasım günü ise ABB önünde büyük bir basın açıklaması organize edilerek artık en son noktada olduğumuz ve projenin acilen iptal edilmesi gerektiği belirtildi. Basın açıklamasının ardından ABB mevzuatına göre her vatandaşın hakkı olan şekilde belediye meclis toplantıları izlenmek istendi. Bunun üzerine yaşanan arbedede ABB güvenliği öğrencileri darp etti. Ardından yapılan müzakere sonucu 5 öğrenci temsilcisi ABB binasına girip belediye bürokratlarıyla görüşmeye başladı. Görüşme sırasında ABB aşağıda temsilcilerin dönmesini bekleyen kitlenin üstüne çevik kuvvet polisi çağırdı ve saldırı yaşandı. ABB binasında görüşmede olan öğrenciler dahil toplam 7 öğrenci gözaltına alındı. Olayın ardından meslek örgütleri saldırıyı kınayan açıklama yayınladı. ODTÜ’de saldırıyı kınayan basın açıklaması organize edildi. İlerleyen günlerde ise 140 kurum ortak imza vererek Rant Yolu projesinin acilen durdurulması gerektiğini belirtip yaşanan saldırıyı kınadı.

Şimdilik ortak forum ve toplantılar ile konuyla mücadelenin nasıl devam ettirileceği şekilleniyor ve yeni eylemlilik biçimleri konuşuluyor.

Olaya dair neredeyse bütün detayları öğrenebileceğiniz kaynaklar:

– Rant Yoluna Hayır Sosyal Medya Sayfası (2022 yılı Ağustos ayında o güne kadar devam eden bir yıllık mücadelenin derli toplu şekilde sunulması için açılmıştır)

https://www.instagram.com/rantyolunahayir

– Rant Yoluna Hayır Kitapçığı (2021 Ekim ayında ihale açıklanmadan hemen önce basılmıştı)

https://drive.google.com/file/d/1n-TMom1NH6Ici3Wr9oChq8HMS7G7C7R_/view

– Rant Yolu Sık Sorulan Sorular Broşürü (2022 Ağustost ayında güncel sorulara cevap vermek için basılmıştır)

https://drive.google.com/file/d/1lc-igBlS4-gEXJrhR5znrCU5Z_MRglVx/view

– Rant Yoluna Hayır Youtube Kanalı (olayın bilimsel yönlerini uzmanlar ele alıyor):
https://www.youtube.com/channel/UCmyq3bnLPibGy85PX9rYaFg

– Konuyu derinlemesine ele alan köşe yazıları:

https://bianet.org/bianet/kent/267187-odtu-rant-yolu-projesi-nin-ekolojik-etkileri

https://www.gazeteduvar.com.tr/acilar-anilar-ve-odtu-ormani-makale-1533873

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/09/18/odtu-yolunun-altinda-ne-var

https://www.evrensel.net/haber/446446/luks-konutlar-odtu-yolunu-bekliyor

https://www.evrensel.net/haber/466834/ulasim-uzmani-erhan-oncu-odtu-yolu-tartismalarini-degerlendirdi-odtu-arazisinde-nigde-yolu-kilifi

Süreç boyunca konuya dair güncel bilgileri bulabileceğiniz ODTÜ ve Ankara hesapları:

Rant Yolu konusuna dair olayı çeşitli yönlerden inceleyen video röportajlar:

https://www.youtube.com/watch?v=R-m2ZDuMpQo (MEZOPOTAMYA AJANSI)

https://www.youtube.com/watch?v=b7sdtOJ5_LU (YEŞİL GAZETE)

https://www.youtube.com/watch?v=ziPGbf0zxcI (UMUT-SEN TV)

https://www.youtube.com/watch?v=CGfTb_FzQu8 (SOLFASOL TV)

https://www.youtube.com/watch?v=WEjH08yHDKs (NOKTA TV)

https://www.youtube.com/watch?v=mhl_mlrhhOg (EVRENSEL)https://www.youtube.com/watch?v=Zlueq1p8_0A (RANT YOLUNA HAYIR)

Son Söz

Son Sözü Başa aldık. Önümüzdeki seçimin iki tarafı vardır. İktidarda olan Erdoğan ve Ergenekon ittifakı ile HDP ve Demokrasi güçleri. Kazanacak veya kaybedecek olan iki taraf bunlardır. Hangi taraf güçlerin dizilimini doğru yaparsa zafer onundur. Altılı masa dâhil muhalefet, HDP ve Demokrasi güçlerinin tarafında değil, devlet tarafındadır.  Altılı masa dâhil muhalefet partileri ya kazanılacak yada tarafsızlaştırılacak olanlardır. İktidarı ve muhalefeti karşı tarafta birleştirecek yanlış taktik ve tutumlar uzun süre kendimize gelemeyeceğimiz bir yenilgiye sebep olur. Bütün bu olumsuz şart ve ahval içinde dahi HDP ve diğer demokrasi güçleri karşı cepheyi parçalayıp bölerek, aralarındaki çelişkilerden faydalanarak, güçler dizilimini doğru yaparak başkanlık seçimini kazanacak taraf olabilir. Önümüzdeki seçimde demokrasi güçleri için yakalanacak ana halka Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi ve gitmesidir.

“DOST ACI SÖYLER”

 Sözlerimiz acıtabilir, ama iyi dostlar ne kadar moral bozucu olursa olsun doğruyu bulmak için gerçekleri söyleyenlerdir. Böyle bir girişten sonra izninizle dostça acı sözümüzü söyleyelim.

SEÇİMDE YAKALANACAK ANA HALKA NEDİR?

Seçim sathı mealine girdik. HDP dahil bütün demokrasi güçleri inisiyatif almaktan geri duruyor ve kendiliğindenliğe teslim olmuştur. Başkan adayı belirleme bağlamında inisiyatifsizlik açıkça ortaya çıkmıştır. Örneğin Muhalefetin göstereceği başkan adayını, HDP’nin ret etmeyeceği şekilde “Altılı Masanın” belirlemesini ve HDP’ye sunması beklentisi var. Hâlbuki Politik duruş ve özne olmak, tam tersi bir tutum almayı gerektirir. HDP ve Demokrasi güçleri inisiyatif almalı, muhalefetin başkan adayını, “Altılı Masanın” ret edemeyeceği şekilde HDP belirlemeli ve “Altılı Masaya” sunması gerekiyor.  Bu görev hala yerine getirilmeyi bekliyor. Sorun başkan adayının nasıl belirleneceğidir. HDP ve Demokrasi güçleri adayı belirlerken,  sağ ve sol en geniş yelpazeden oy alıp seçimi kazanacak ve altılı masanın da  en azından “Ehveni Şer” olarak kabul edebilecekleri, sindirebilecekleri uzlaşma adayı olmalıdır. Bu seçimler Kürt sorununu çözecek, Barışı sağlayacak, Demokrasiyi, İnsan haklarını ve eşitliği yerleştirecek, yoksulluğu yok edecek sihirli bir seçim değildir. Şu an böyle bir gerçeklik yoktur.  İlerleme, atılım ve devrim durumu yoktur.  2015 Haziranından itibaren sürekli gerileyen demokrasi cephesinin tutunabileceği bir mevzi olması için bu seçimin kazanılması önemlidir. Erdoğan- Ergenekon blokunu parçalayacak, taktik başarı sağlayacak, saldırıları göğüsleyebileceğimiz demokratik mevziler kazanmak için bu seçimleri kazanmak ve Erdoğan’ın kaybetmesi önemlidir. Önümüzdeki “Seçim cennetin kapısını açmayacak belki, ama cehennemin kapısını kapatmalıdır”. Seçimi kazanmanın vereceği moral Üstünlük, dinamizm, enerji, sinerji ve rahatlık ile kartların yeniden karılması, oyunu yeniden kurma, yeni bir program, yeni hedefler, yeni tetkikler vb yapma olanağımız olabilir. Ama şu an iktidarda olan Erdoğan-Ergenekon ittifakı seçimi kazanırsa bunların olma ihtimali sıfıra yakındır. Başkanlığı Erdoğan kazanırsa,  başta HDP’yi ve diğer demokrasi güçlerini dağıtmaya, bitirmeye çalışacak ve azda olsa var olan demokratik direniş merkezlerini ve Halk muhalefetini dağıtmaya ve bitirmeye çalışacaktır. HDP ve diğer demokrasi güçleri demoralize olacak ve uzun süren çöküntü yaşanacaktır. Demokrasi mücadelesi veren insanlar özeline çekilecek, umutsuzluk mücadele azmini kıracaktır. Erdoğan tekrar başkanlık seçimini kazanırsa Hümeynileşecek ve bütün diktatörler gibi ömür boyu iktidar olmak için yasal kılıflar uyduracaktır. Unutmayalım ki Hitlerde seçimle iktidar oldu ve Almanya’nın ve komşularının ve dünyanın başına felaketler getirdi. Başka bir bağlamda ise Türkiye’nin yeniden kuruluşunun kurucu lideri Erdoğan konumu hazırlanıyor. Şimdiden Erdoğan ile Atatürk benzeştirmeleri, “Hedef 1923 ten Hedef 2023’e”  şeklinde paralellikler kuruluyor ve Erdoğan’ı Atatürk konumuna, seviyesine getirme alt yapısı, iklimi oluşturulmuştur. Türkiye tipi başkanlık sisteminde bütün yetkiler Cumhurbaşkanında toplandığı için parlamento etkisiz kalıyor. Mevcut sistemde başkanlık sistemi ancak anayasayı değiştirerek değişebilir. Bu seçimde hiçbir tarafın anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğuna ulaşmayacağı açıktır. Bundan dolayı önümüzdeki seçim de yakalanacak ana halka Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi ve gitmesidir.

ALTILI MASA YENİLGİYE DOĞRU GİDİYOR

Seçimde Erdoğan’ın zafer kazanması, 6’lı masa için sıradan bir şeydir. 6’lı masa “bu seçimde kazanmadık ama seçimden sonraki pazarlıklarda kazanırız veya bir daha sonraki seçimde kazanırız” rahatlığındadır. Mevcut antidemokratik düzen altılı masanın yabancısı değildir, onlarında düzenidir. Seçimi kazanma mücadelesinin motoru altılı masa değil HDP ve demokrasi güçleridir. Erdoğan’ın zafer kazanması durumunda bile altılı masa “oyumuz arttı, oy oranımız arttı, milletvekili sayımız arttı vb” yenilgiden kendilerine başarı hikâyeleri çıkarmakta bir beis görmeyeceklerdir. “Altılı Masa” yenilgiye doğru giden yolun taşlarını döşüyor. Kılıçdaroğlu bir şekilde kendini aday yapmak uğraşı içindedir. Bundan dolayı en başta “onlar belediye başkanı kalsın” diyerek, seçimi kazanma ihtimali olan Ekrem İmamoğlu’nun ve Mansur Yavaş’ın adaylığının önünü kesti. Meral Akşener de Mansur Yavaşın adaylığını değil kendi adaylığının yolunu açmaya çalıştığı açıktır.  “Kılıçdaroğlu aday olursa destekleriz” açıklaması HDD’nin bir hatasıdır. HDP yöneticileri belki CHP’ye ve Altılı masaya iyi niyetlerini göstermek istemişlerdir, ama “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşları ile döşelidir”. Kılıçdaroğlu ’nun kariyerist küçük hesapları ile Erdoğan’ın seçim zaferi engellenemez ve Erdoğan+Ergenekon cephesinin iktidarı yıkılmaz.  Kılıçdaroğlu ’nun adaylığı sadece Kılıçdaroğlu ‘nun adaylığı ile kalmaz. Siyasette her hamlenin yaratacağı domino etki ile oluşacak siyasi reaksiyonlar zincirini önceden görebilmek ve uygun hamleleri yapmak hayati önemdedir. Şöyle ki, Kılıçdaroğlu ’nun aday olması ile İYİ Partililer, Kılıçdaroğlu’na oy vermeyecek ve nasılsa seçim ikinci tura kalacak hesabı ile Meral Akşener de aday olmaya hazırlanıyor. Meral Akşener’in aday olması durumunda HDP aday göstermek zorunda kalacağı da yüksek ihtimaldir. Çok adaylı bir seçimde ikinci tura Kılıçdaroğlu ’nun değil, Meral Akşener’in kalma ihtimali yüksektir. “Çiller-Ağar” ikilisinin yeni versiyonu olan “Erdoğan-Akşener” iktidarına giden yolun açılmış olma ihtimali yüksektir.

HDP SEYİRCİ Mİ?

İkinci turda Akşener ile Erdoğan arasında “İki ucu da yanlış olan değnekten” birini seçmek zorunda kalmamak için HDP ve Demokrasi güçleri seyirci konumundan çıkıp oyuna girmeleri için fazla zamanları kalmadı. “Altılı Masa’nın” demokrasi güçlerinin değil, devletin yanında olduğu gerçeğini her zaman göz önünde bulundurmak gerek. Seçimde karşı cepheyi, Demokrasi Güçlerine karşı birleştirecek adımlardan kaçınmak hayati önemdedir.  “Altılı Masayı” HDP’ye, demokrasi, direniş ve halk güçlerine en az zarar verecek konumda tutabilmek için politika üretmek önemlidir. “Altılı Masa” nasılsa bize muhtaçtır, şimdi biz koşullarımızı dayatalım” yaklaşımı sorunludur. “Altılı Masa’nın” Seçimi kazanma derdi olmayabilir ama HDP ve demokrasi güçleri bütün Türkiye toplumu için fedakarlık yaparak seçimi kazanması hayati önemdedir. HDP ve Demokrasi güçleri altılı masaya koşullar dayatmak değil, politika üretip yol haritası göstermelidir. Yapılan anketlere göre Erdoğan karşısında Mansur Yavaş’ın ve İmamoğlu’nun kazanması şansı yüksektir. Hatta Mansur Yavaş’ın kazanması daha garantili görünüyor. Mansur Yavaş ve İYİ Partiyi aynı kefeye koyarak karşı cepheyi güçlendirmiş olma ihtimali vardır. Mansur Yavaş’ın başkan adaylığı karşı cepheyi dağıtır ve seçim kazanmış taraf olarak moral üstünlük ile elimizi rahatlatacaktır. Mansur Yavaş’ın adaylığını altılı masaya ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’na önerilmesi ihtimali hesaba katılmalıdır.

 NASIL TÜRKİYELİLEŞİR HDP?

Seçimi kazandıktan sonra ne yapılacağı elbette önemli ama şu anda sanki  “Dereyi görmeden paçayı sıvama durumu var gibi”. Sanki seçimi kazanmışız gibi bir hava var ki çok yanıltıcıdır. HDP ve demokrasi güçleri, sadece kendi siyasi mahallelerine değil, altılı masaya ve bütün Türkiye toplumuna kurtuluşun yol haritasını çizme iddiasındadır veya öyle olmalıdır. HDP bu perspektif ile başkan adayı önererek, altılı masaya ve Tayyip Erdoğan’ı artık istemeyen büyük çoğunluğa ve tüm Türkiye’ye çıkış yolu çizmiş olur. HDP Türkiyeli olduğunu HDP ye en uzak olanların bile gözüne sokacak şekilde Türkiye politikası üretmiş olur. Türkiyelileşmek için etnik, inanç ve siyasi gruplarının listelere doldurulması ve temsiliyeti yeterli değildir. Türkiyelileşme için asıl belirleyici olan tüm Türkiye toplumunu görerek politika üretmektir.

ADAY NASIL BELİRLENECEK?

HDP’nin ve demokrasi güçleri için soru aday kim olacak? Sorusu değil, Aday nasıl belirlenecek sorusudur? Teknoloji artık toplumun eğilimini yüksek bir doğruluk oranı ile görünür kılabiliyor. Türkiye toplumunun eğilimini başkan adayı olarak HDP’nin önermesi HDP’nin bütün Türkiye için politika üreten Türkiyeli parti olduğunu en görmek istemeyenlerin gözüne batırır. HDP güvenilir, Sağa sola satılmayacak 2-3 anket şirketine anket yaptırabilir. Anketten toplumun tercihi hangi yönde ise bizim adayımız o olacaktır diye duyurulabilir.  Böylece altılı masanın küçük hesap kariyerist heveslerini yenmelerini sağlar. Bu yol haritası ile HDP ve Demokrasi Güçleri başta Türk halkı olmak üzere tüm Türkiye Halklarının güvenini kalıcı bir şekilde edinmiş olur. İç ve dış operasyonlarla hırçınlaşmamızı ve muhalefete de resti çekerek yalnızlaşmamızı ve Tayyip Erdoğan’ın zaferine giden yolu kendi elimizle açmamızı istiyorlar.  Tayyip Erdoğan ve Meral Akşener de “Şer”dir, aradığımız ehveni şer ve uzlaşma adayı Mansur Yavaş olabilir.  HDP’nin Mansur Yavaş’a ve İYİ Parti’nin İmamoğlu’na direnç koyması Çocuk hastalığıdır. Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in adaylığına zımmi olarak onay verilmiş ve seçimi kaybetme yolunu kendi ellerimizle döşemiş oluyoruz. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in, bütün Türkiye toplumu için, kariyerist küçük hesaplarını bu seçimde bir kenara bırakmalarını Tayyip Erdoğan’ı bu seçimde yenebilecek aday olan Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu’nun yolunu açmaları gerekiyor.

Mevlüd Oruç -Samandağ Hatay.  

“Kişisel Yazılar” başlığı altında yayınlanan yazılar EkolojiPolitik resmi görüşleri değildir. Kişiyi bağlar.

Cengiz İnşaat’ın patlattığı dinamit, toprak kaymasına neden oldu

Cengiz İnşaat’ın, yapımına devam ettiği lojistik liman inşaatına taş temin etmek amacıyla Rize’nin İkizdere ilçesindeki Eskincidere’de açtığı taş ocağında patlatılan dinamit, bölgede küçük çaplı bir heyelan oluşturdu. Heyelan, çevreciler tarafından görüntülendi.

https://geo.dailymotion.com/player/x7lpf.html?video=x8fzxqj&mute=true

Abone Ol

AKP iktidarıyla birlikte kamu ihalelerinin vazgeçilmezlerinden biri haline gelen Cengiz İnşaat, doğada yol açtığı belirtilen tahribatla gündem oldu.   

ANKA Haber Ajansı’ndan Gençağa Karafazlı‘nın haberine göre, firmanın yapımına devam ettiği lojistik liman inşaatına taş temin etmek amacıyla Rize’nin İkizdere ilçesindeki Eskincidere’de açtığı taş ocağında patlatılan dinamit, bölgede küçük çaplı bir heyelan oluşturdu. 

Ocak yakınındaki bir evin hemen üst tarafında gerçekleşen toprak kayması, Eskincedere Yaşam Savunucuları tarafından kamerayla kayda alındı.

Bölgede yaşayan yurttaşlar duruma tepki gösterdi. İkizdere Çevre Derneği yöneticileri de patlatılan dinamitlerin neden olduğu tehlikeye dikkat çekmek amacıyla sosyal medyada kampanya başlattı.

“İkizdereden defolun!” ve “İkizdere direniyor” etiketleriyle başlatılan kampanyada, Cengiz İnşaat’ın Eskincidere’de yürüttüğü taş ocağı çalışmalarının bir an önce sonlandırması talep edildi.

Şarm El-Şeyh’te Kestirme Yollar

COP27Kurak Sina Yarımadası’nın ucunda, dünyanın en işlek nakliye şeridinin hemen köşesinde, Mısır’ın tatil beldesi Şarm El-Şeyh’te yapıldı. Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği için anlaşmalar yapmak için erken geldi. Kazakistan’dan nadir mineraller satın almak için bir sözleşme imzaladı; Kongo, Guyana, Moğolistan, Uganda ve Zambiya ile ormanların ‘sürdürülebilir gelişimi ve yönetimi’ için bir plan olarak sunulan bir kereste anlaşması yaptı; Mısır’dan hidrojen, Namibya’dan lityum ve kobalt satın aldı. Mısır’ın petrol ve maden kaynakları bakanı Bechtel, Shell, General Electric ve diğerleri ile dekarbonizasyon teknolojilerinin geliştirilmesi ve amonyak üretimi için fizibilite çalışmaları gibi konuları kapsayan yedi mutabakat zaptı imzaladı. Mısır, Afrika’da bir karbon ticareti piyasası kuruyor. ve Singapur, Fas’tan karbon kredisi satın almak istiyordu (eğer büyük bir yayıcıysanız, kirliliğinizi dengelemek için nötr bir yayıcıdan karbon kredisi satın alabilirsiniz). Yan toplantılarda Karayipli mühendisler, Küresel İklim Fonu ve petrol şirketlerinden fon sağlamanın yolları ve karbon yakalama ve depolama birimlerinin nasıl inşa edileceği hakkında dersler verdiler.

Her şey Tonino Lamborghini kongre merkezinin geniş arazisinde gerçekleşti. Başkanlık kalıcı binaları işgal etti ve konferansın geri kalanının çoğu geçici yapılarda yapıldı. Adını gaz yakan bir spor arabadan alan bir mekanda bir iklim değişikliği konferansının düzenlenmesi eğlenceli, ancak konferans süresince burası Uluslararası Kongre Merkezi olarak yeniden adlandırıldı. Firavunların adını taşıyan birçok salonun yanı sıra, tek tek ülkeler, STK’lar ve ulusötesi kuruluşlar için köşkleri içeren üç büyük salon vardı. En kolay erişilebilir salon, ev sahibi ülkenin, AB’nin , ABD’nin , İngiltere’nin köşklerini içeriyordu., Almanya ve Hindistan. Aynı zamanda Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin geniş, zengin, yüksek teknolojili köşklerini de içeriyordu. BAE , COP28’e ev sahipliği yapacak gelecek yıl Mısır’a 1073 delege gönderdi ve bunların bir kısmı ileriye dönük planlama için işe alınan vatandaş olmayan kişilerdi. Suudi Arabistan, ’emisyon azaltma, ağaçlandırma ve kara ve deniz korumasına’ odaklanan Suudi Yeşil Girişimi’ni tanıtmak için kongre merkezinden çok uzak olmayan iki jeodezi kubbe inşa etti. Aynı zamanda, Tiran Boğazı ve Kızıldeniz’den kuş uçuşu 70 mil uzaktaki Neom’un ‘akıllı şehrini’ inşa ediyor ve köşkü, çölde ormanları tohumlayan robot teknolojileriyle dolu bir eko-gelecek vizyonu veriyordu. petrol sızıntıları ve kum fırtınaları ve alternatif yakıtlar konusunda uyarı mekanizmaları. Suudi Arabistan yeşil politikaları hakkında iki günlük bir forum düzenledi ancak 1,5°C iklim değişikliği taahhüdünü taahhüt etmeyi reddetti.

ABD konferansa sadece 136 delege gönderdi (toplam 35.000 delege vardı), ancak pavyonundaki tüm toplantılar tıklım tıklımdı . Delegelerinin çoğu üst düzey diplomatlar ve memurlardı ve havaalanından servis otobüslerinde kitleler ile karışmak zorunda kalmasınlar diye uçaktan indiklerinde büyükelçilik yetkilileri tarafından karşılandılar. Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkili, ABD ordusunun yerel ve denizaşırı afet yardımı rolü ve karbon ayak izini azaltma çabaları hakkında konuştu. ABD’nin biyoçeşitlilik ve su kaynakları özel temsilcisi, ABD başkanıyla görüştü Biden yönetimine özel sektörü yeşil oyuna davet ettiği için teşekkürlerini ileten Ticaret Odası. STK’ları ve işletmeleri temsil eden bir dizi delege, eski ABD hükümet yetkilileriydi. Çin’in 65 delegesi bayraklar, pandalar ve Xi Jinping’in kırmızı kitabıyla süslenmiş gizli bir köşeye sahipti. ABD köşkünün yanına yerleştirilen İsrail köşkü, tarım teknolojisi ve Filistin akiferlerinden yerleşim yerlerindeki havuzlara ve çiftliklere akıtılan suyun ‘her damlasını maksimize etmek’ üzerine etkinlikler düzenledi.

Bir sonraki salonda, bir avuç Avrupa ülkesinden ve birçok Afrika ülkesinden gelen delegelere ayrılmış daha küçük alanlar vardı. Üçüncü salon Brezilya, Avustralya ve Malezya köşklerine ve çok sayıda işletmenin stantlarına ev sahipliği yaptı. Yeşil başkent ve onun mavi denizci kız kardeşi çok revaçtaydı. Uluslararası Ticaret Odası, ‘İklim Eylemini Herkesin İşi Yap’ sloganını benimsedi. köşkünde rahat toplantı alanları vardı ve dünyanın dört bir yanından şirket yöneticileri için çevrimiçi ve yerinde etkinlikler düzenlendi. Katıldığım oturumların çoğuna ABD’li iş adamları hakimdi .

Ikea bir köşke sponsor oldu ve birçok stantta PwC, Deloitte ve EY isimleri yer aldı. Nijerya ortaklarının logolarını sergiledi: Agip, ExxonMobil, Shell Nijerya, Chevron, Total, Indorama petrokimya ve Pan Ocean nakliye şirketi. Citi, 3M ve SalesForce, ana standında Birleşmiş Milletler ile ortaklık kurdu. JPMorgan Chase ve Deutsche Bank, Atlantic Council (” ABD liderliğini harekete geçiren partizan olmayan bir kuruluş “) ile birlikte Resilience Hub’ın sigortasını üstlenmişti. ESG bölümlerinin (çevresel, sosyal ve hükümet) temsilcileri her yerdeydi ve karbon ticareti, sürdürülebilirlik kredileri ve topluluk katılımı hakkında konuşuyorlardı. ESG’nin çoğu temsilciler kadınlar, beyaz olmayan insanlar veya her ikisiydi. İş köşklerinin hepsinde günlük ağ etkinlikleri vardı ve her zaman insanlarla doluydu. Toplantılarında anlaşılmaz kısaltmaların kullanılmadığı yerlerde, yenilik, bozulma, dayanıklılık, enerji güvenliği, toplum katılımı ve ‘adil geçiş’ hakkında çok konuşuldu.

Uluslararası Deniz Ticaret Odası, Volkswagen’in bir yan kuruluşu olan dünyanın en büyük gemi ve tren dizel motor üreticilerinden birinin CEO’sunun yeni, daha çevre dostu yakıtların uygulanabilirliği konusundaki şüphelerini dile getirdiği, geniş katılımlı birkaç görüşmeye sponsor oldu. doğal gazla daha yavaş bir geçişi tercih etti. Yeşil finansman ve yeni moda (ve bazen kanıtlanmamış) teknolojiler, şirketler ve lobiciler tarafından bıktıracak kadar tanıtıldı. Karbon yakalama şu anda en çok tercih edilendir çünkü CO2’nin fiili üretiminde herhangi bir talepte bulunmaz. Yeni bir icadın fosil yakıtları tüketmeye devam etmemizi mümkün kılacağına dair teknosentrik fantezi, tüketen ülkelerin suçu için bir merhem ve dünyanın en büyük kirleticilerinin imzaladığı uluslararası anlaşmalar ne olursa olsun alaycı bir selam.

En fazla herhangi bir COP konferansında olmak üzere altı yüzden fazla fosil yakıt lobicisi delege olarak kaydedildi. BP’nin CEO’su Bernard Looney ve dört meslektaşı, Moritanya Petrol, Madenler ve Enerji Bakanlığı’nın delegeleri olarak katıldı. Uluslararası Bakır Derneği başkanı, elektrik üretmek için hala kömür yakan Kanadalı bir şirketin temsilcisi ve bir dizi enerji üreticisi yan etkinlikler düzenledi. Bir ‘zanaat madenciliği şirketi’, Ford Motors ve çeşitli danışmanlık firmalarının temsilcileri video bağlantısı aracılığıyla katıldı. Tarım ticareti için lobiciler de hazır bulundu. ABD ve BAE hükümetleri arasındaki bir ortak girişim olan İklim için Tarımsal İnovasyon Misyonu , BM tarafından listelenmiştir.”bilgi ortaklarından” biri, büyük bir hayvancılık endüstrisi lobi kuruluşu olan Kuzey Amerika Et Enstitüsü olmasına rağmen, bir “iklim şampiyonu” oldu.

Konferanstaki müzakerelerin en büyük çıkmazı ‘kayıp ve zarar’ konusuydu: aynı zamanda en büyük sera gazı üreticisi olan dünyanın sanayileşmiş uluslarını fosil yakıt kullanımının etkilerinden en çok zarar görenlere tazminat ödemeye nasıl zorlayacaklar?  Sanayileşmiş ülkeler herhangi bir sorumluluk kabul etmek istemiyorlar çünkü davalarla dolup taşmaktan veya daha da kötüsü büyümeyi, tüketimi ve karbon üretimini frenlemek için daha dramatik politikalar getirmelerinin istenmesinden korkuyorlar. İkinci haftanın Salı günü, G77 ülkeleri ve Çin, ayrıntıları COP28’de müzakere edilecek olan zararları ödemek için küresel bir fon kurmayı teklif ettiler. Lula’nın aynı gün -özel jetle- gelişi müzakereleri hareketlendirmişe benziyordu. Ertesi gün Brezilya köşkü, onu görmeye çalışan insanlarla doluydu.

Mısır’daki her şey COP27 logosunu taşıyor gibiydi, Egyptair’in uçaklarındaki kafalık koruyucuları bile – bu COP27’nin resmi havayolu şirketidir . Mısır televizyon kanalları COP27’ye ekranın köşesinde filigrana sahipti. Kahire Uluslararası Havalimanı’nda, iç hatlar terminalinin yepyeni bir bölümü, Şarm El-Şeyh’e giden uluslararası delegeleri hızlandırdı. Camdan tüm Mısırlıların diğer iç hatlara uçtuğunu görebiliyordunuz. Şarm El-Şeyh’te konaklama işletmeleri mutluydu. Biraz para kazanmaları gerekiyordu çünkü bu yaz Rus ve Ukraynalı turistler yetersizdi (gerçi konferans sırasında bile tamamen yok değildi). Ancak, muhtemelen güvenlik nedeniyle konferansın ilk haftasında tüplü dalış işletmeleri kapanmak zorunda kaldı ve delegeleri otelleri ile kongre merkezi arasında taşıyan çok sayıda elektrikli otobüs olduğundan yerel taksi şoförleri de pek mutlu değildi. Daha küçük minibüsler, işçileri kongre merkezinden ayırdıkları kafeteryaya taşıyordu. ve konutlarına. Yüzlerce Mısırlı, teknoloji asistanı ve rehber olarak görevlendirildi ve Ekim ayından bu yana Şarm El-Şeyh’te yaşıyor.

Nereye baksan Mukhabarat (gizli servis) şık siyah takım elbiseli adamlar pusuya yatmıştı, kasabanın dışındaki çölde bile. Renkli camları ve ‘Özel Güvenlik’ amblemleri olan devasa SUV’lara hizmet veren benzin istasyonları büyük bir ticaret yapıyor olmalı. Mukhabarat adamları da konferans merkezinde ve kasabada dolaşırken ya da otel lobilerinde ve restoranlarda oturup insan hakları aktivistlerine ters ters bakarak iyi işler yapıyorlardı. Wadi El-Natrun hapishanesinde tutulan ve iki yüz günden fazla bir süredir açlık grevinde olan ve yılın ilk haftasında su içmeyi bırakan İngiliz-Mısırlı aktivist Alaa Abd El-Fattah hakkında ne zaman kimse konuşmaya cesaret etse ortalıktaydılar. COP27. İngiliz yetkililer, tutuklanmasıyla ilgili kaygılı sesler çıkardılar, ancak Mısır hükümetinin onu serbest bırakması gerektiğini düşünmesine yetecek kadar değil. Eylemsizlikleri, Giulio Regeni’nin 2016’da Mısır güvenlik güçleri tarafından öldürülmesine İtalya’nın tepkisini anımsatıyor: uluslararası ticaret, vatandaşların yaşamlarından önce geliyor. COP27’deki tartışmasız yüreklendirici olay , sondan bir önceki günde düzenlenen ve dünyanın dört bir yanından sivil toplum aktivistlerinin ‘Alaa’ya özgürlük’ ve sloganı olan ‘Biz yenilmedik’ sloganları attığı Halkın Genel Kuruluydu. Abd El-Fattah’ın kaderini ve gezegenin geleceğini nihai olarak belirleyecek olan şey, sahil beldelerindeki resmi toplantılar değil, popüler siyaset olacaktır.

Kaynak.

Çeviri: Polen Çeviri Grubu

“Açıklanacak” denilen Kanser Raporu’nun akıbeti meçhul

CHP’li Dr. Yüceer “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” isimli kanser raporunun akıbetini Sağlık Bakanlığı’na sordu. Bakan Koca, Çevre Bakanlığı’nı işaret etti. Yüceer de bu kez Çevre Bakanlığı’na sordu: “Raporu açıklayacak mısınız?”

Türkiye’deki en kapsamlı kanser araştırması Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yapıldı. Araştırma sonucunda halk ve çevre sağlığı açısından çok önemli bulgular elde edildi.

Çalışma ile Ergene Havzası ve Kocaeli (Dilovası) bölgesindeki binlerce yerleşim bölgesinden alınan toprak, su, gıda ve hava, akarsu ve deniz suyu gibi örneklerin analizi sonucu ciddi bir kimyasal kirlenme olduğu tespit edildi. Ergene nehrini kirleten kimyasal maddelerin nehre hangi noktalarda karıştığı da belirlendi.

“Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” ana başlığını taşıyan araştırmayı, Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık, 2018 yılı Nisan ayında açıkladı diye yargılandı.

Şık, bu bulguları açıkladığında, bakanlık, “Raporun yazım aşamasında olduğunu” belirtti, önümüzdeki günlerde duyurulacağını açıkladı.

Ancak aradan geçen 4,5 yıla rağmen henüz rapor açıklanmadı. Üstelik, araştırmanın yapıldığı illerde normalde açıklanan kanser istatistikleri ve ölüm istatistikleri de artık açıklanmıyor.

Verilerin ve ilgili raporun açıklanmaması, insan sağlığına zarar veren maddelerin korkutucu boyutlarda olduğu yönündeki şüpheleri arttırıyor.

Yüceer: Derhal açıklayın

Cumhuriyet Halk Partisi (HDP) Tekirdağ doktor Candan Yüceer, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, sonuçları yıllardır açıklanmayan ‘Kanser Raporu’nu sordu.

Yüceer, “7 yıl geçmesine rağmen bu araştırmanın sonuçlarını neden halka açıklamıyorsunuz” dedi.

Bakan Koca, söz konusu raporu 2,5 yıl önce Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na ilettiklerini söyledi. Yüceer de konuyu bu kez Çevre Bakanlığı’nın gündemine taşıdı. 

Doktor Yüceer, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu’na şu soruları iletti: 

*Bakanlığınız söz konusu raporun sonuçlarını kamuoyuna açıklamayı planlıyor mu? Konuyla ilgili bir açıklama yapılması planlanıyor mu?

*Söz konusu raporun sonuçlarına ilişkin önlem alındı mı? Alındıysa bu önlemler nelerdir?

*Rapor, Bakanlığınıza hangi tarihte bildirildi?

*Raporun hazırlandığı tarihten itibaren çok uzun zaman geçti. Yeni bir rapor hazırlamayı düşünüyor musunuz?

Çevre Bakanlığı’nın kendisine bir bilgi verip vermediğini sorduğumuz Yüceer, bianet’e rapora ilişkin şu bilgileri paylaştı:

*Bu raporu ilk olarak bilim insanı Bülent Şık, gündeme getirdi. Hatta yargılandı ve Şık bunu açıkladıktan sonra, Sağlık Bakanlığı bu raporu açıklayacağını belirtti. Raporun aradan geçen bunca yıla rağmen açıklanmaması, zehir boyutunun çok yüksek olduğu yönündeki şüphelerimizi arttırıyor.

*Üstelik rapora dair, bir iyileştirme de yapılmadı. Ergene Havzası’ndaki kirlilik toprak, su, hava kirliliği olarak artarak devam ediyor.

*2011’de Ergene’nin temizlenmesi için bir eylem yapılanı yapıldı ancak eylem planı sözde kaldı, somut olarak bir temizleme işlemi yapılmadı.

*Bölgedeki zehirli atıklar direkt olarak Marmara’yı da etkiliyor.

*Bölge zehirlendikçe tüm coğrafya zehirleniyor.

*Kanser hastalığı oranı arttı, her evde bir hasta var ve bölgede tek bir onkoloji hastanesi yok.

*Biz bu raporun derhal açıklanmasını istiyoruz.

“Rapor, Bakanlığınıza hangi tarihte bildirildi?”

Yüceer’in Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun yanıtlaması talebiyle, ilettiği sorular şöyle:

*Bakanlığınız söz konusu raporun sonuçlarını kamuoyuna açıklamayı planlıyor mu? Konuyla ilgili bir açıklama yapılması planlanıyor mu?

*Söz konusu raporun sonuçlarına ilişkin önlem alındı mı? Alındıysa bu önlemler nelerdir?

*Rapor, Bakanlığınıza hangi tarihte bildirildi?

*Raporun hazırlandığı tarihten itibaren çok uzun zaman geçti. Yeni bir rapor hazırlamayı düşünüyor musunuz?

Şık: Önlem alınmaması kabul edilemez

Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık da konuya dair şu bilgileri verdi:

*Ben bu raporu açıklayınca “yasaklanan bilgileri ele geçirme, yasaklanan bilgileri açıklama ve göreve ilişkin bilgileri açıklama” suçlarından hakkımda dava açıldı. Yargılama süreci sonunda 15 ay hapis cezası aldım. Ancak bu karara itiraz ederek, davayı istinaf mahkemesine taşıdık ve istinaf mahkemesi geçen yıl beraat kararı verdi.

“Fakat Savcılık ve Sağlık Bakanlığı beraat kararına itiraz ettiler. Onların itirazı üzerine dava dosyası karar için Yargıtay’a gönderildi. Yargıtay’dan çıkacak kararı bekliyoruz. Beraat edeceğimi umuyorum ama Yargıtay’ın verilen ceza kararını onama ihtimali de var tabi. Dava sürecinin üzerinden 3 yıldan fazla zaman geçti.

“Bu süreçte Bakanlık herhangi bir açıklama yapmadı, oysa Cumhuriyet gazetesindeki yazı dizisi çıktığında Sağlık Bakanlığı gazeteye bir yazı göndermiş ve “açıklamaktan kaçındığımız herhangi bir rapor söz konusu değildir” beyanında bulunmuştu. Ama aradan geçen zaman bunu yalanlıyor.

“Üstelik araştırma raporunun 2,5 yıl önce Çevre Bakanlığına gönderildiğini de bizzat Sağlık Bakanı söyledi. Araştırma biteli 6 yıl, gazetede yazılar çıkalı 4,5 yıl oldu.

“Bu süreç boyunca Sağlık Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı kanserojen maddelerden kaynaklanan kirliliği kontrol altına almak ve araştırmanı yapıldığı Tekirdağ, Kırklareli, Edirne ve Kocaeli illerinde yaşayan insanların sağlığını korumak için ne yaptıklarını açıklamak zorunda?

“Bir önlem alınmaması kabul edilemez bir durumdur ve insanları bilerek tehlikeye atmak anlamına gelir.  Bu sorunların en fazla çocukları etkilediğini atlamamalıyız.

“Bebeklik ve çocukluk döneminde toksik kimyasal maddelere maruz kalmak ileride çeşitli hastalıklara” yakalanma riskini çok arttırıyor. Bu dört kentte yaklaşık dört milyon insan yaşıyor ve bu nüfusun bir milyonunu çocuklar oluşturuyor.  

TIKLAYIN – Ergene ve Dilovası’nda Yapılan Kanser Araştırması Sonuçları Neden Açıklanmıyor?

“Açıklanmıyor, çünkü ciddi bir kirlilik tespiti var”

Şık, rapora dair de şu noktalara değindi: 

“Araştırma çalışması çok kapsamlı olduğu için burada ayrıntılı bir bilgi vermem olanaksız. Sadece su ve gıda çalışmasının sonuçları bile 200 sayfaya yakın. Dolayısıyla özetleyerek, bazı önemli bilgilere yer vereceğim.

“Çalışmada Ergene Havzası, Kocaeli Dilovası, Antalya Kumluca ilçesinde yeraltı ve yerüstü suları, atık sular, toprak, hava gibi ortamlarda ve çeşitli gıda ürünlerinde bulunması muhtemel pestisit ağır metal, uçucu organik bileşikler ve aldehitler, poliaromatik hidrokarbon kalıntıları (PAH’s) gibi yüzlerce farklı toksik kimyasal maddenin kalıntı analizleri yapıldı.

“Ayrıca İzmit, Saroz ve Antalya körfezindeki balıklarda, kabuklularda, deniz suyunda toksik kimyasal kalıntıları da araştırıldı.

“Arpa, Bakla, Bezelye, Biber, Buğday, Çilek, Dereotu, Domates, Erik, Havuç, Hıyar, Isırganotu, Karalahana, Kabak, Kanola, Karpuz, Kayısı, Kiraz, Marul, Mısır, Muz, Nohut, Patates, Pirinç, Roka, Sarımsak, Semizotu,  Şeftali,  Şeker Pancarı, Yer Fıstığı, Yeşil Soğan, Yumurta başta olmak üzere çeşitli gıda ürünleri analiz edildi.

“Araştırmada 1440 su örneği ve 1380 gıda örneği çalışıldı. Her bir örnek belli bir yerleşim yerinden alındı. Bu örneklerde toplam olarak 15 bin civarında analiz yapıldı. Çalışma esnasında İngiltere’de düzenlenen “Uluslararası Yeterlilik Testlerine” girilerek yapılan analiz çalışmalarının doğruluk ve kesinliği garanti altına alındı.

“Bütün gıda ve su örneklerinde ağır metaller başta olmak üzere çeşitli kirleticiler, poliaromatik hidrokarbon bileşikleri ve 330 farklı pestisitin kalıntı analizi yapıldı.

“Hormonal sistem bozucu olarak nitelenen pestisitlerin tamamı analiz kapsamındaydı örneğin ve bu çok önemli çünkü hormonal sistem bozucu kimyasal maddeler en büyük zararı çocuklara veriyor. Araştırma sonuçları bölge sakinlerinin gıdalar ve sular vasıtasıyla çeşitli toksik maddelere maruz kaldığını gösteriyordu.

“Yerleşim yerine göre çeşitli farklılıklar olduğunu da belirtmeliyim. Ancak genel olarak hava, toprak, akarsu, atık sular vb gibi diğer ortamlarda yapılan çalışmalar da dâhil edilerek hazırlanan araştırma genel raporunda bölgede yaygın bir toksik kimyasal madde kirliliği tespit edildiği sonucuna varıldığını düşünüyorum.

“Rapor neden açıklanmıyor sorusuna verebildiğim yanıtlardan biri de bu. Açıklanmıyor, çünkü ciddi bir kirlilik tespiti var. Nerede, hangi kimyasal maddelerden kaynaklanan ve ne düzeyde bir kirlilik olduğunu gösteren bilgiler ise bizi faillere götürür, yani kim kirletiyor ve neden göz yumuluyor sorularına yanıt buluruz.

“Öncelikle aradan geçen bunca zaman içinde hangi koruyucu önlemlerin alındığı, halk sağlığını, çevre sağlığını korumak için hangi faaliyetlerin yapıldığı sorularının peşine düşmek gerekiyor. İnsanların ve elbette diğer canlı türlerinin sağlığını önemsiyorsak, ama özellikle de çocukların sağlığını önemsiyorsak bunu yapmak zorundayız.”

Evrim Kepenek

Milyarder Kibri

Gıda, Çiftçilik ve Afrika: Bill Gates’e Açık Mektup
17 Kasım 2022

Gıda egemenliği aktivistleri, zengin beyaz adamın hatalı varsayımlarına, kibrine ve cehaletine meydan okuyor.
Dünya çapında gıda egemenliği ve adaletine odaklanan 50 kuruluş olarak, Afrikalı çiftçilerin ve kuruluşların pratik çözümleri ve yenilikleri konusunda hiçbir eksiklik olmadığını bilmenizi istiyoruz. Sizi geri adım atmaya ve sahadakilerden bir şeyler öğrenmeye davet ediyoruz.

Afrika’da Gıda Egemenliği için İttifak

Sayın Bill Gates:

Kısa bir süre önce New York Times’ta David Wallace-Wells tarafından kaleme alınan bir köşe yazısında ve Associated Press’te yayınlanan bir makalede tarımın küresel durumu ve gıda güvensizliği hakkında yorumlarda bulundunuz.

Her iki makalede de doğru olmayan ve sorgulanması gereken bir dizi iddiada bulunuyorsunuz. Her iki yazıda da dünyanın şu anda tüm dünya sakinlerini doyurmaya yetecek kadar gıda ürettiğini kabul ediyorsunuz, ancak sorunu temelde düşük verimlilikle ilgili olarak yanlış teşhis etmeye devam ediyorsunuz; gıdaya daha adil erişim sağlamak için üretimi artırmamız gerekmiyor. Buna ek olarak, bu yazılarda ele alınması gereken dört spesifik çarpıtma var: 1) tarımsal verimliliği sağlamak için sözde “gübre için kredi, ucuz gübre” ihtiyacı, 2) 20. yüzyılın ortalarındaki Yeşil Devrim’in açlığı gidermek için şimdi tekrarlanması gerektiği fikri, 3) iklim değişikliği ile başa çıkmak için genellikle büyük şirketler tarafından üretilen “daha iyi” tohumların gerekli olduğu fikri ve 4) insanların “Kumbaya’yı söylemeyen” çözümleri varsa, arkalarına para koyacağınız öneriniz.

İlk olarak, sentetik gübreler toplam sera gazı emisyonlarının %2’sine katkıda bulunur ve azot oksit emisyonlarının birincil kaynağıdır. Azotlu gübre üretimi için dünyadaki fosil gazın %3-5’ine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca çiftçileri ve ithalatçı ülkeleri uluslararası piyasalardaki değişken fiyatlara bağımlı hale getirir ve küresel olarak artan gıda fiyatlarının başlıca nedenidir. Yine de tarımsal verimliliği arttırmak ve açlığı gidermek için daha fazla gübreye ihtiyaç olduğunu iddia ediyorsunuz. Toksik ve zarar verici sentetik gübreler ileriye dönük uygulanabilir bir yol değildir. Halihazırda Afrika’da ve başka yerlerde şirketler, kuruluşlar ve çiftçiler kompost, gübre ve külden yapılan biyo-gübreler ve neem ağacı yağı veya sarımsak gibi botanik bileşiklerden yapılan biyopestisitler geliştirmektedir. Bu ürünler yerel olarak üretilebilir (böylece bağımlılık ve fiyat dalgalanmalarından kaçınılabilir) ve giderek daha fazla ölçeklendirilebilir ve ticarileştirilebilir.

İkinci olarak, Yeşil Devrim büyük bir başarı elde etmekten uzaktı. Her ne kadar 1940’lardan 1960’lara kadar Meksika, Hindistan ve başka yerlerde tahıl ürünlerinin verimini artırmada bir rol oynamış olsa da, dünyadaki aç insan sayısını azaltmak ya da gıdaya adil ve yeterli erişimi sağlamak için çok az şey yaptı. Ayrıca, uzun vadeli toprak bozulması gibi ekolojik sorunlardan artan eşitsizlik ve borçluluk gibi sosyo-ekonomik sorunlara (Hindistan’daki çiftçi intiharları salgınına önemli bir katkıda bulunmuştur) kadar bir dizi başka sorunu da beraberinde getirmiştir. “Yeni” bir Yeşil Devrim’e verdiğiniz sorgusuz sualsiz destek, tarih ve açlığın temel nedenleri (ki bunlar büyük ölçüde siyasi ve ekonomik düzenlemelerle ve ekonomist Amartya Sen’in meşhur deyimiyle haklarla ilgilidir, küresel gıda eksikliğiyle değil) hakkında kasıtlı bir cehaletin göstergesidir.

Üçüncüsü, iklime dayanıklı tohumlar halihazırda mevcuttur ve çiftçiler tarafından geliştirilmekte ve gayri resmi tohum pazarları aracılığıyla ticareti yapılmaktadır. Röportajınızda “yetim mahsul” olarak tanıttığınız sorgum, halihazırda iklime adapte olmuş bu mahsuller arasında yer almaktadır. Yatırımların çoğunun sorgum gibi yerel olarak adapte edilmiş ve besleyici tahıllardan ziyade mısır ve pirince yapıldığını belirtiyorsunuz. Yine de vakfınızın (Bill ve Melinda Gates Vakfı) kurduğu ve finanse ettiği AGRA (Afrika’da Yeşil Devrim için İttifak), orantısız bir şekilde mısır ve pirince odaklanan kurumlar arasında yer aldı. Başka bir deyişle, tam da adını koyduğunuz sorunun yaratılmasının bir parçasısınız. Vakfınızın finanse etmeye devam ettiği AGRA girişimi de, mahsul inovasyonunu iyi kaynaklara sahip laboratuvarlar ve şirketlerle sınırlayan ve kısıtlayan kısıtlayıcı tohum mevzuatını zorladı. Bu girişimler yaygın inovasyonu arttırmaktan ziyade, tohum geliştirme ve tohum pazarları üzerindeki şirket tekellerinin özelleştirilmesine ve konsolidasyonuna katkıda bulunmaktadır.

Son olarak, yaklaşımınızı eleştirenlerin anlamlı (ve finanse edilebilir) çözümler geliştirmek yerine sadece “Kumbaya şarkısı” söylediklerini iddia etmeniz son derece saygısızca ve küçümseyici. Biyogübre ve biyopestisit üretim tesislerinden agroekolojik çiftçi eğitim programlarına, yeni su ve toprak yönetimi tekniklerinin denenmesine, düşük girdili tarım sistemlerine ve haşere önleyici bitkilere kadar verimliliği ve gıda güvenliğini artırmaya yönelik pek çok somut, devam eden teklif ve proje halihazırda mevcuttur. Burada yaptığınız şey, kendi tercih ettiğiniz yaklaşımları pragmatik olarak sunarken, pratik, devam eden, çiftçi liderliğindeki çözümleri bir şekilde hayali veya saçma olarak sunmaktır. Oysa genetik mühendisliği, yeni ıslah teknolojileri ve şimdi de dijital tarım dahil olmak üzere tercih ettiğiniz yüksek teknoloji çözümleri, aslında söz verildiği gibi açlığı azaltmada veya gıdaya erişimi artırmada sürekli olarak başarısız olmuştur. Ve bazı durumlarda, iklim değişikliğine çare olarak açıkladığınız “çözümler” aslında soruna yol açan biyofiziksel süreçlere katkıda bulunuyor (örneğin daha fazla fosil yakıt bazlı gübre ve bunları taşımak için daha fazla fosil yakıta bağımlı altyapı) veya gıdaya erişimde eşitsizliğe yol açan siyasi koşulları daha da kötüleştiriyor (örneğin çiftçilerden ziyade büyük şirketlere ve laboratuvarlara fayda sağlayan politikalar ve tohum ıslahı girişimleri).

Her iki makalede de karmaşık meseleleri kendi yaklaşımınızı ve müdahalelerinizi haklı çıkaracak şekilde radikal bir biçimde basitleştiriyorsunuz. New York Times’daki yazınızda, en düşük işgücü ve arazi maliyetlerine sahip olan Afrika’nın net tarım ürünleri ihracatçısı olması gerektiğini belirtiyorsunuz. Bunun nedenini ise “üretkenliklerinin zengin ülkelere kıyasla çok daha düşük olması ve altyapınızın olmaması” olarak açıklıyorsunuz. Ancak toprak ve işgücü maliyetlerinin yanı sıra altyapılar da sosyal ve siyasi olarak üretilir. Afrika aslında son derece üretken bir ülke; sadece kârlar başka yerlerde elde ediliyor. Sömürgeleştirme, neoliberalizm, borç tuzakları ve diğer yasallaştırılmış yağma biçimleri yoluyla Afrikalıların yaşamları, çevreleri ve bedenleri değersizleştirildi ve başkalarının yararı ve kârı için meta haline getirildi. Altyapılar bu metaları kıtanın dışına yönlendirmek üzere tasarlanmıştır. Afrika tahıl konusunda kendi kendine yeterli değil çünkü tarım, madencilik ve diğer kaynak yoğun sektörler Afrikalı halklardan ziyade sömürgeci ve daha sonra uluslararası pazarlara hizmet edecek şekilde yapılandırıldı. Tüm bunlardan kesinlikle siz sorumlu olmasanız da, siz ve vakfınız tarıma son derece özelleştirilmiş, kar temelli ve kurumsal bir yaklaşım getirerek bu sorunların bazılarını daha da kötüleştiriyorsunuz.

Afrikalı çiftçiler ve kuruluşlar tarafından geliştirilen pratik çözümler ve yenilikler konusunda hiçbir sıkıntı yok. Sizi geri adım atmaya ve sahadakilerden bir şeyler öğrenmeye davet ediyoruz. Aynı zamanda, yüksek profilli haber kuruluşlarını, biz konuşurken bu gerçekleri yaşayan ve bunlara uyum sağlayan insanlar ve topluluklar pahasına, zengin bir beyaz adamın hatalı varsayımlarına, kibrine ve cehaletine güvenilirlik kazandırma konusunda daha dikkatli olmaya davet ediyoruz.

İmza:

Küresel Adalet için Topluluk İttifakı/AGRA Watch
Afrika’da Gıda Egemenliği için İttifak (AFSA)
Güney Afrika İnanç Toplulukları Çevre Enstitüsü (SAFCEI)
TAHIL
Afrika Biyoçeşitlilik Merkezi
Kenya Gıda Hakları Birliği
Büyüme Ortakları
Grassroots Uluslararası
Agroekoloji Fonu
ABD Gıda Egemenliği İttifakı
Ulusal Aile Çiftliği Koalisyonu
Aile Çiftliği Savunucuları
Oakland Enstitüsü
Büyüyen Bir Kültür
ETC Grup
Mahallelerde Gıda Topluluk Koalisyonu
Detroit Siyah Topluluğu Gıda Güvenliği Ağı
Louisville’de Sürdürülebilir Tarım
Haki Nawiri Afrika
Gerçek Gıda Medyası
Agroekoloji Araştırma-Eylem Kolektifi
Environmental Rights Action/ Friends of the Earth Nigeria (ERA/FoEN)
Les Amis de la Terre Togo / Friends of the Earth Togo
Justiça Ambiental/ JA FoE Mozambik
Friends of the Earth Afrika
Toprak Ana’nın Sağlığı Vakfı (HOMEF)
Hayati Çevre Kaynakları Komitesi (COVER)
Genç Çevre Ağı (TYEN)
GDO’suz Nijerya
Toplumsal Kalkınma Savunuculuk Vakfı
Afrika Kırsal ve Çevresel Kalkınma Merkezi
Bağlantılı Savunuculuk
Politika Uyarısı
Sıfır Atık Elçileri
Nijerya Öğrenci Çevre Meclisi (SEAN)
Ev Sahibi Topluluk Ağı, Nijerya (HoCON)
Yeşil İttifak Nijerya (GAN)
Yarın için Umut Girişimi (HfTI)
Medya Farkındalığı ve Adalet Girişimi (MAJI)
Biz İnsanlar
Gökkuşağı İzleme ve Geliştirme Merkezi
BFA Gıda ve Sağlık Vakfı
Kurumsal Hesap Verebilirlik ve Kamu Katılımı Afrika (CAPPA)
Kadın ve Çocukların Yaşamını İlerletme Girişimi
Nijerya Tarımda Kadın Ağı (NWIN)
Toplumsal Cinsiyet ve Çevresel Risklerin Azaltılması Girişimi (GERI)
Toplumsal Cinsiyet ve Toplumun Güçlendirilmesi Girişimi
Eko Savunucular Ağı
Kentsel Kırsal Çevre Savunucuları (URED)
Barış Noktası Kalkınma Vakfı (PPDF)
Toplum Destek Merkezi, Nijerya