Çarşamba, Temmuz 9, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 17

COP15’te 11284 hayvan türü için soykırım

BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı (COP15) Kanada’nın Montreal kentinde gerçekleşti

Zirvede yapılan anlaşmada, 2030 yılına kadar küresel ısınma da 1,5 derece hedefi baz alınarak, kara ve denizlerin yüzde 30’u korunacak ve yine aynı tarihe kadar her yıl 30 milyar dolar finansman sağlanması üzerine anlaşıldığı duyuruldu. Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ni (CDB) onaylamayan ABD ve Vatikan hariç yaklaşık 200 ülke, Dünya’nın ekosistemlerinin yok edilmesini durdurmak için on yılda bir yapılan antlaşmayı imzalanırken, bazı Afrika ülkelerinin itirazları yok sayıldı. Diğer yandan karar en az 11 bin 284 hayvan türünün gözardı edilerek adeta soykırım kararı alındı.

COP 15’te darbe

Demokratik Kongo Cumhuriyeti, zirveye başkanlık yapan Çin’in sunduğu nihai antlaşmayı mevcut biyoçeşitlilik fonu (GEF) dışında yeni bir fon yaratılmadığı için bloke etti. Çin, Brezilya, Endonezya, Hindistan ve Meksika gibi GEF’ien büyük para alıcıları ve bazı Afrika devletleri nihai anlaşmanın bir parçası olarak daha fazla koruma bütçesi istedi. Ancak itirazlara rağmen Çin’in Çevre Bakanı ve COP15’te başkan olan Huang Runqiu, anlaşmanın kabul edildiğine işaret ederek genel kurul tarafından alkışlandı. Kamerun, Uganda ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden müzakereciler, anlaşmanın imzalanmış olmasına isyan etti. Demokratik Kongo Cumhuriyeti anlaşmaya resmen itirazı görünmez kılınırken, Kamerun’un müzakereci üyesi bu durumu sahtekarlık olarak niteledi. Uganda ise bunun COP15’e karşı bir darbe olduğunu söyledi.

Yoksul ülkeler gözardı edildi

Alınan kararlar içinde, gelecek 10 senenin biyoçeşitlilik anlaşmasında yerli halklardan 18 kez bahsediliyor. Çeşitli bilimsel araştırmalar, yerli halkların insan nüfusunun yüzde 5’ini oluşturmasına karşılık Dünya’nın biyoçeşitliliğin yüzde 80’ini korumak zorunda olduğu ise zirvede gözardı edildi. Afrika ülkerinin itirazları da bu noktada ortaya çıkmakta. Dünyada yaşayan yüzde 80 biyoçeşitliliğe sahip ülkelerin alınan ‘fon’ kararında verilmesi öngörülen desteğin azlığı ve kararların yine zengin ülkeleri besleyen niteliği yoksul Afrika ülkerinin yaptığı itirazın temel noktası.

COP15 Biyoçeşitlilik Zirvesi ve soykırım

Dünyada biyoçeşitliliğin hızla yok olmasının temel nedeni kapitalizmin aşırı üretim ve tüketim dayatmaları olurken, bu dayatmalara bağlı olarak gelişen kuraklık, çölleşme, su kaynaklarının azalması sonucu biyoçeşitlilik büyük bir kayba uğramış durumda. Bu yok oluşlar her geçen yıl biyoçeşitlilik zirvesi iklim zirvelerinde olduğunu gibi sermaye çıkarlarını gözeten bir yol izlendiği görülüyor. 7 Aralık’ta başlayıp 19 Aralık’ta sona eren Biyoçeşitlilik Zirvesi’nden önce 650 bilim insanı ısı ve elektrik üretmek için orman biyoenerjisini kullanmasının acilen bırakılması gerektiği vurgulanırken, diğer yandan kapitalizmin bekası için maden ve karbon yakıtları nedeniyle büyük bir yok oluşa sürüklenen biyoçeşitliliğe yönelik soykırım görmezden gelinmeye devam edildi.

11284 tür hayvana soykırım

FAO verilerine göre dünya üzerindeki biyoçeşitliliğin yaklaşık yüzde 75’i yok edildi. Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) raporunda, 784 türün dünya üzerinden tamamen yok olduğu açıklandı. 16.119 hayvan türünün ise soyu tükenmek üzere. COP15 zirvesinde biyoçeşitliliğin yüzde 30’unun korunması için atılan imzalarla, biyoçeşitliliğin bir parçası olan sadece hayvan türlerinin 4835’i için koruma kararı alındığı 11284 tür içinse soykırım kararı verildiği ortaya çıkıyor.

‘Yerli soykırımı=Ekosid’

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, COP15 zirvesi öncesi Montreal’daki bir törende yaptığı konuşmada insanlığın “tuvalet gibi kullandığı doğaya karşı kitlesel imha silahına” dönüştüğü tepkisinde bulundu. Montreal’daki törende Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun konuşması ise yerli halkın temsilcilerinin yaptığı eylem nedeniyle kesintiye uğratılmıştı. Yerli eylemciler, “Yerli soykırımı=Ekosid” yazılı pankart açtı. Bu eylem, salondakilerin bir kısmının alkışları ile destek görürken bu itiraz toplantılarda  ele alınmadı.

EKOLOJİ SERVİSİ

Ekolojik yıkıma karşı direniş 2023’te de sürecek

Melike Aydın

Savaşın ve talanın gölgesinde geçen bir yılı geride bırakırken, insan eliyle doğaya verilen zarara karşı hem Kurdistan hem de diğer kentler için ortak mücadele eden yaşam savunucuları, direnişin 2023’te de devam edeceğini vurguluyor. 

Dünyada olduğu gibi Kurdistan ve Türkiye’de bu yılda devam eden sorunlardan biri de ekolojik yıkım oldu. Gıda ve su krizinin alarm vermesine ve canlı yaşamının neredeyse yok olmasına neden olan etkenlerin başında olan savaş koşullarında geçen 2022 yılı boyunca yaşam savunucuları direnişlerini, bulundukları her yerde sürdürdü. 

Ege, Akdeniz ve diğer bölgelerde zeytinlikler, tarım ve ormanlık alanlarda meydana gelen yangınlar, maden ocakları ve inşaata açılmasına karşı mücadele sürerken, Kurdistan’da ise özel savaş stratejilerinin bir parçası olarak korucu ve askerler eşliğinde ağaç kıyımı neredeyse bütün yıl devam etti. Şirnex ve Colemêrg’de tonlarca meşe ağacı kesilerek tırlarla satılırken, “güvenlik önlemleri” gerekçe olarak öne sürüldü. Çıkarılan kararname ile zeytinlik alanlar ve ormanlar talana açılırken, direnişin rengi yine kadın oldu. 

Yaşam alanlarının savunuculuğunda öncü olan kadınlar önümüzdeki süreçte de “yaşam” mücadelesinin öncüsü olacağının ipuçlarını veriyor. 

Ekoloji Birliği Kadın Meclisi Sözcüsü Füsun Kayra, 2022’de doğa kıyımı ve buna karşı kadınlar öncülüğünde verilen direnişi değerlendirdi. 

‘Görmezden gelen iktidarları tanımamak lazım’

AKP iktidarının yabancı ülkeler ve şirketlerle halka ve doğaya karşı işbirliği içinde olduklarını söyleyen Füsun, ülkenin her yerinde doğaya karşı bir savaşın verildiğini söyledi. Savaşın hem siyasi ve hem de alenen yürütüldüğünü kaydeden Füsun, “Gece yarısı çıkarılan kararnamelerle her şeyi istedikleri gibi yürütüyorlar. Doğa hakkı mücadelesi veriyoruz. Ama ne kadar geçerli oluyor bu? Mücadele alanı darlaşıyor. Ülkenin genelinde kendi halkına karşı savaşı var. Yandaş şirketlerle uluslararası şirketlerle işbirliği yapıyorlar, çünkü onların ortakları. Devletin kurumları da rant alıyor. Siyasi perspektif gereği bunu yapıyorlar. Bu iktidar gider başka iktidar gelirse bu talan devam eder mi diye kaygılarımız da var. Belki hukuk daha işler hale gelir, kazanımlarımız olur mu diye umudumuz var. Dünya yok oluşa giderken, bunu görmezden gelen hiçbir iktidarı tanımamak gerekir” dedi. 

‘Kadın doğayı korumak istiyor’

Neolitik çağın öncesinde toplayıcı, toprakla ilişkili kültürünün süregeldiğini kaydeden Füsun, eril aklın ise yaşamı doğayla birlikte tanımlayan kadının aksine doğayı bir madde olarak gördüğüne işaret etti. Kadının bu empati kurma haline, doğa bilgisine en eski zamanlardan beri sahip olduğunu söyleyen Füsun, “Kadın doğadan alıyor ve doğayı korumak istiyor. Kendi kendine idame edeceği şeyi şehirde bulamayacak. Aslında erkeklerin de gidecek bir yerleri yok. Ama erkekler bir şekilde bu bağı kuramadıkları, bu empatiyi geliştiremedikleri için başka bir yerde bağı kurabileceklerini düşünüyorlar. Kadınlar buradan çıktıklarında var olamayacaklarını biliyor” ifadelerini kullandı. 

‘Direnen kadın imgeleri büyütülmeli’

Ekoloji mücadelesini yereldeki kadınlardan öğrenmek gerektiğini vurgulayan Füsun, bu mücadelede farklı yaklaşımlar olsa da kendilerinin katkı sunan olarak var olduklarını sözlerine ekledi. Mezeköyde direnen Azime ninenin jandarmaya karşı duruşunu örnek veren Füsun, “Bu kadının siyasi alt yapısı yok ama bildiği bir şey var, o da toprağı her ne olursa olsun savunmak, bunu kimseye öğretemeyiz. Öğretilerek yapılacak bir şey değil. Olsaydı erkeklere de öğretilirdi. Bunun yaşamsal ağın parçası olmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu, imgeleri görünmez kılıyorlar, oysa bunları büyütmemiz, görünür kılmamız gerekiyor. Hem yerelde eril mekanizma var, hem de iktidarda aynı eril akıl baskılıyor. Belki bu desteği biz vermeliyiz” diye belirtti. 

‘Selamlamak yetmiyor, direnişi büyütmeliyiz’

Doğası için direnenlerin birbirinden haberdar olması gerektiği üzerinde duran Füsun, hangi kadının hangi mücadele içinde olduğunu bilerek birlikte mücadele edilmesinin önemini vurguladı. Füsun, İran’da Jina EmînÎ’nin katledilmesiyle başlayan eylemlerde kadınların canları pahasına mücadele ettiğini söyledi. Füsun, “Keşke daha çok dayanışma gösterebilsek. O kadınlar için de sokaklarda olacağız. ‘Kadını ve doğayı katleden aynı’ sloganıyla sokaklarda olmaya devam edeceğiz. İran’daki kadınları selamlamak yetmiyor, o her şeyi göze alan kadınlar gibi sokaklara çıkmalıyız ve direnişi büyütmeliyiz” diye konuştu. 

Yıl içinde ekolojik yıkım ve buna karşı direnişte öne çıkanlar ise şöyle;

Ocak

*Aydın’ın Germencik ilçesinde bulunan Dağyeni köyünde yapılan maden sondaj çalışmalarını köylüler protesto etti. 

*Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı 10 köyü kapsayan alanda açılmak istenen mermer madenine karşı halk tepki gösterdi, Nikfer Mahallesi’nde yapılmak istenen bilgilendirme toplantısını yaptırmadı. 

*Muğla’da Valiliğin web sitesinden Akyaka’ya “bir çevre yolu projesi düşünüldüğü” haberini öğrenen halk basın açıklaması gerçekleştirdi. 

*İstanbul da ise 1999 yılından bu yana ‘1’inci Derece Sit Alanı” olarak koruma altında tutulan Validebağ Korusu’nun imara ve yapılaşmaya açılma çabasına karşı direniş devam etti.

Şubat

*Manisa’da Salihli Çevre Derneği’nin Meta Nikel Madencilik Şirketine Gördes Nikel-Kobalt Madeninin cevher zenginleştirme tesisi projesine karşı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan Çevre ve Etki Değerlendirme (ÇED) olumlu karar verilmesinin ardından açtığı davada tesisin işletme ruhsatının dahi bulunmadığı ortaya çıktı. 

*Uşak’ın Karacahisar köyünde yapılması planlanan Nikel Maden Ocağı ve Eleme Tesisi projesi için Ayrancı köyünde yapılması planlanan ÇED toplantısına halk engel oldu. 

*Muğla’nın Milas ilçesi Tuzabat Mahallesi’nde özel bir şirket tarafından yapılması planlanan boksit madeni çıkarma ve kırma-eleme-yıkama tesisi kurma projesi için Muğla Valiliği tarafından verilen “ÇED gerekli değildir” kararına karşı açılan davayı halk kazandı.

Mart

*Muğla’nın Milas ilçesi İkizköy mevkiinde bulunan içinde zeytinlikleri de içeren 740 dönümlük Akbelen Ormanı’nda IC İÇTAŞ Enerji ve LİMAK Enerji ortaklığı ile kurulan Yeniköy- Kemerköy Termik santrallerine kömür çıkarılması için Tarım ve Orman Bakanlığı’nın olur kararına karşı açılan dava için keşif yapıldı. Yeni çıkarılan ve zeytinliklerin taşınmasını öngören maden yönetmeliğine dayanarak iş makineleri zeytinlik alana girdi, ancak Akbelen direnişçileri alandan işgalcilerin çıkarılmasını sağladı.

*Ordu Çevre Derneği (ORÇEV), Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin Altınordu ilçesinde Rıhtım ile Melet Irmağı arasındaki deniz dolgusu ve kıyı düzenleme projesinin yürütmesi durdurulmasına karşı çalışmaların devam etmesine yönelik ikinci kez suç duyurunda bulundu. 

*Türkiye’nin ilk iklim davası ise Manisa’nın Gölmarmara ilçesinde bulunan kurumakta olan Marmara Gölü için kamu idarelerinin sorumlu olduğunun tespiti için açıldı.

Nisan

*Dilok’un Îslahiye ilçesinde Amanos Dağları’nın eteklerinde bulunan Altın Üzüm Mahalle sakinleri CTC adlı firmaya ait İslahiye Boksit Ocağı ve Kırma Eleme Tesisi’nin doğaya verdiği zarara dikkat çekmek için yol kapatma eylemi yaptı, şirketin taleplerini karşılaması üzerine eylem sonlandırdı. 

*İstanbul’da ise Kadıköy Kent Dayanışması, Büyükşehir Belediyesi tarafından Kadıköy’de bulunan Kuşdili Çayırı’nda yapılmak istenen otopark projesine karşı protesto eylemi gerçekleştirdi.

*Amed’in Sûr ilçesine bağlı Dicle Nehri’nde bilinmeyen bir nedenden kaynaklı binlerce balık öldü.

*Tamamı 90’lı yıllarda devletin zorla göçertme politikası sonucunda boşaltılan Wan’ın Şax ilçesine bağlı Ferxinis (Övecek), Xumar (Dalbastı), Şamanis (Kıyıcak), Govhedlan köylerinde yüzlerce ağaç “güvenlik” ve “karakol” inşa etme iddiasıyla kesildi. Haftalar süren ağaç kıyımı köylülerin tüm itirazlarına rağmen devam etti.

Mayıs

*İzmir’in Karaburun ilçesinin Parlak Mahallesi’nde, Öres Elektrik Üretim AŞ. Tarafından Kentsel Sit Statüsüyle koruma altındaki Sazak Köyü’ne bitişik, aynı zamanda mera vasfındaki alana kurulması planlanan Güneş Enerji Santrali (GES) için Parlak Mahallesi Köy Kahvesi önünde yapılması planlanan ÇED toplantısı yurttaşlar tarafından yaptırılmadı.

*Şirnex’te Cudi Dağı eteklerinde bulunan kömür ocaklarının kirli suyu köylülerin itirazına rağmen doğal kaynak suyu olarak bilinen ve Dicle Nehri’ne akan Nerdüş Deresi’ni kirletmeye devam etti. 

*Askeri operasyon kapsamında Şirnex’in Besta, Gabar, Cudi ve Namaz Dağı bölgelerinde başlatılan ağaç kıyımı aralıksız devam etti. 

*Qileban’ın Sêgirkê ve Hîlal beldelerinden Besta’ya sürülen korucular, Tîkera bölgesinde asker gözetiminde ağaç kesimini sürdürdü. 

*Gabar Dağı’nın Basan ilçesi yamacına düşen bölgede yapılan ağaç kıyımının ise AKP’li Belediye Başkanı Bahattin Altuğ’un korucubaşı olan oğlu Mehmet Aktuğ ve MHP Güçlükonak İlçe yöneticisi Mehmet Emin İlhan’a ihale edildiği ortaya çıktı. 

*Cudi’de ise Benavya ve Nêvava, Besta’da ise Rîsor, Şerevan, Qûrteka Pêşya, Têkera ve Keniya Mîr bölgelerde ağaç kıyımı sürdürüldü. 

*Aynı şekilde Wan’da yüzlerce ağacın kesimine asker denetiminde devam edildi.

Haziran

*Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşın başlamasından bu yana Türkiye kıyılarına yüzden fazla yunus vurdu.

*Aydın’ın Efeler ve İncirliova ilçeleri Kızılcaköy, Dereağzı ve Gerenkova Mahalleleri mevkiinde Güriş Grubu bünyesinde yer alan Gürmat Elektrik Üretim A.Ş.  tarafından yapılması planlanan Sarı Zeybek JES projesi ile ilgili ÇED Raporu’nun yeterli olmadığı kanaatine varıldı.

*Muğla’nın Bodrum ve Fethiye ilçelerinde ormanlık arazide yangın çıktı, Marmaris ilçesinde Bördübet mevkiindeki ormanlık alanda 21 Haziran’da kundaklama sonucu çıkarıldığı iddia edilen yangın 4 gün sonra kontrol altına alındı.

*Erzîngan’ın Îlîç ilçesi Çöpler köyünde, Türkiye ve Kanada ortaklığı ile işletilen ve 2010 yılından beri faaliyette olan Anagold altın madeni işletmesinin yığın liç sahasına ait boru hatlarında yaşanan arıza sonrası 20 ton siyanür Fırat Nehri’ne döküldü.

*Şirnex’e bağlı Girê Sor, Xêrga Girê Gozgê, Tenûra , Girê Gêsin, Çalpîjîna, Baskê Qulinga, Mêrgumar, Kaniyamîr, Bîratetûm, Bîrapêşû, Cinîwer, Berûzer, Rîsor, Navîyan, Çiyayê Cudî, Benavya, Girê Sîvê, Pişta Reşa, Çemê Mezin ve Kurta Xanî bölgelerinde ve köylerinde askerlerin gözetiminde ağaç kıyımı devam etti. 

*Qileban’ın Sêgirkê belgesinde Hançer Timi’nin başında olduğu belirtilen Zübeyir Babat tarafından sürdürülen kıyım, doğa talanına döndü. Bölgede sadece bir günde kesilen ağaçlar, bin 500 tonu geçti. Kesilen ağaçlar, 50 TIR ile kent dışına gönderildi.

Temmuz

*Artvin’in Kemalpaşa ilçesinde heyelan meydana geldi. 

*Kaz Dağı’nda, Çanakkale’ye bağlı Çan ilçesi Halilağa köyü yakınlarında Cengiz Holding tarafından işletilmek istenen bakır-altın madenine verilen “ÇED olumlu” kararının yürütmesi durduruldu. 

*Muğla’nın Datça ilçesi Mesudiye Mahallesi’nin Kocadağ mevkiindeki ormanlık alanda 700 hektarlık alanda zarar meydana geldi. 

*Manisa ve Hatay’da orman yangınlarında yüzlerce hektar ormanlık alan yandı. 

*Konya’nın Kulu Gölü olarak bilinen Düden Gölü’nde 500 civarında ince gagalı ve karabaş martı hayatını kaybetti.

*Şirnex’in Cudi Dağı ve Besta bölgelerinde korucular tarafından asker gözetiminde “güvenlik” bahanesiyle yapılan ağaç katliamı Besta’nın Keniyamîr, Birateto, Birapeşo, Deyndarok, Cinîwer, Belûzer, Rîsor, Serêrû, Tîkera, Qûrteka Pêşya, Girêdeyincê, Şerevan, Xirtkbestê ve Navyan alanlarında devam etti.

Ağustos

*Şirnex’in Besta bölgesinde korucuların eliyle başlatılan ağaç kesimi devam etti, Ayrıca bölgede özel şirketlerin “maden arama” adı altında yaptıkları çalışmalar da devam etti. 

*Colemêrg il merkezine bağlı Marinus köyünde askeri operasyon sonucu 12 Ağustos’ta çıkan yangın 15 gün sonra kendiliğinden söndü. Yangını söndürmek için bölgeye giden köylüler ise “güvenlik” gerekçesi ile köylerine geri gönderildi. 

*Êlih’in Qûbîn ilçesine bağlı Kesiktaş köyü yakınlarında petrol atığından dolayı bataklığa dönen alanda bir sırtlan bulundu.

*İzmir’de Aliağa Emek ve Demokrasi Platformu, astbest yüklü savaş gemisi Nae Sao Paulo’nun Türkiye’ye getirilmek üzere yola çıkmasını protesto etti. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum Brezilya’dan yola çıkan ve Atlantik’te ilerleyen geminin şartlı notifikasyon onayının iptal edilmesine karar verildiğini duyurdu. O Gemi Gidecek Platformu ise bu bilgiyi yalanlandı. 

*Koruma Kurulu kararına rağmen AKP’li Üsküdar Belediyesi ekipleri polis ve zabıta eşliğinde Validebağ Korusu’na girdi.

*Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Mezeköy’de, jeotermal kaynak arama sondaj çalışmasına 22 Temmuz’da başlatılan ve 10 günü aşkın süren direnişe jandarma müdahale ederek iş makinelerinin geçişine izin verdi, çalışma başlatıldı.

*Rize’nin İkizdere ilçesinde Cengiz İnşaat tarafından yapımına devam edilen taş ocağına karşı yöre halkının açtığı yürütmeyi durdurma davası reddedildi. Rize İdare Mahkemesi’ndeki davada taş ocağının bölgeye zarar vermediği iddia edildi.

Eylül

*Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Tevgera Jinên Azad (TJA), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi öncülüğünde Şirnex’te bulunan Cudi Dağı’nda devam eden talan ve yıkıma karşı, “Savaş Yıkımına ve Doğa Talanına Karşı Yürüyoruz” şiarı ile binlerin katılımıyla 17 Eylül’de Cudî’ye yürüyüş gerçekleştirildi. Yürüyüşe Kürdistan’ın yanı sıra Türkiye’den de çok sayıda kişi katıldı. Ağaç kıyımı ise devam etti.

*Muğla’nın Marmaris ilçesi İçmeler Mahallesi’nde Kızılbük mevkiinde Sinpaş GYO A.Ş. tarafından yapılması planlanan devre mülk ve otel inşaatı, ‘ÇED raporu gerekli değildir’ kararının Muğla 3.İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen sürdü.

*Mersin’in Gülnar ilçesinde, Manisa’nın Soma ilçesinde yüzlerce arazide yangın çıktı.  

Ekim

*Şirnex’in Besta bölgesi ile Cudi ve Gabar dağlarında askerlerin gözetiminde korucular tarafından yapılan ağaç katliamı devam etti. 

*Dersim’in Pilemûriye ve Xozat ilçelerinde askerler eşliğinde ormanlarda ağaç kıyımı devam etti.

*Wan’ın Erdîş ilçesine bağlı Zilan bölgesinde bulunan İncesu köyü civarında Koç Köprü Barajı’nın dibinde yer alan Zilan Çayı’nda yavru balıkların ölümü meydana geldi.

Kasım

*İzmir’in Seferihisar ilçesine bağlı Orhanlı Köyü sakinleri, yaşam alanlarına yapılmak istenen JES projelerine karşı İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü ve kitle örgütleriyle birlikte açmış oldukları davaları kazandı.

*Yeniköy-Kemerköy Enerji Şirketinin kömür madeni için Muğla’nın Milas ilçesinde bulunan Akbelen Ormanlarını kesme talebine karşı açılan davada bilirkişi incelemesi raporu açıklandı. Raporda maden ocağının çevresel etkisinin ne olacağı belirtilmezken şirket yararına karar verildi.

Aralık

*Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi yayınlandı; zeytinlik alanların yok edilmesinin önü açıldı.

*İzmir’in Çeşme ilçesinde gerçekleştirilmek istenen Çeşme Yarımadası Projesi ile ilgili yürütmenin durdurulması kararı alındı. 

*Muğla’nın Milas ilçesinde bulunan Akbelen Ormanına Yeniköy Kemerköy Termik Santrali tarafından yapılmak istenen kömür ocağı için verilen yürütmeyi durdurma kararı şirket lehine çıkan 3’üncü bilirkişi raporunun hemen ardından kaldırıldı.

*Zilan’da yapılmak istenen HES’e ilişkin Van İdare Mahkemesi, çevreye olumsuz etkilerinin önlenmesi ya da zararın en aza indirilmesi için tedbirlerin alınmadığı sonucuna vararak, projeyi iptal etti. 

MUHALEFETİN DE ADAYINI “BELLİ” ETMEK!

Mevlüd Oruç -Samandağ

Klasik deyimle, “seçim sathı mailine girdik”. Rejim, seçimleri kazanmak için demokrasi dışı süreç planlaması beklenmedik bir sürpriz değil. Planın uygulamasında, rejimin görünür ve görünmez elleri faal olarak devrede. Seçim öncesi uygulamalardan biride, İBB Başkanı İmamoğlu’nun mahkûmiyet kararıdır. Dava konusu bile olmaması gereken sözlerden dolayı İBB Başkanı İmamoğlu’nun ceza alması ve siyasi yasak getirilmeye çalışılmasının, hukuki değil siyasi olduğu ve yargının bağımsız olmadığı açık. Rejimin sahipleri, İmamoğlu’nun aday olma olasılığını kapatarak, kendileri açısından siyasi mıntıka temizliği yapıyor. Amaç, muhalefeti de dizayn etmek, muhalefeti rejimin adayı Erdoğan’ın dişine göre, rahat yenebileceği aday seçeneklerine mahkûm bırakmak, muhalefetinde adayını “Belli etmek” belirlemektir. Amaç, rejimin adayı Erdoğan karşısında kazanma şansı yüksek olan iki kişiden biri olan İmamoğlu’nu seçim dışı bırakmaktır. Rejim, 2023 seçimlerinde kendi adayı olan Erdoğan’ın karşısında en zayıf adaylar olan Kılıçdaroğlu ve Akşener veya bir başka Ekmeleddin senaryosu icra ediliyor. Muhalefetin kendi içinde çekişmelerinden, kariyerizm heveslerinden yararlanarak muhalefetin başkan adayları seçeneklerini de iktidar kendine uygun şekilde tasarlıyor “Kararı Netleştiriyor”. Muhalefetin basiretsizliği, konsolide olamaması ve adayını belirleyememesinin yarattığı boşluktan iktidar rahatlıkla müdahil olup muhalefetin adayını da belirliyor, “Belli ediyor”.

SEÇİM SÜRECİ YSK TAKVİMİ DEĞİLDİR

Seçim süreci Yüksek Seçim Kurulunun resmi takvimine göre işlemiyor. Seçim süreci reel olarak aylar öncesinden başladı. İktidar, iktidar olmanın bütün olanaklarını sonuna kadar kullanarak seçim sürecine girmesi de bekleniyordu. Korkutma, sindirme, savaş, milliyetçilik ve dini duyguları ajite etme, ötekileştirme, yasaklama, provakatif söz ve pratikler vb demokrasi dışı uygulamalar iktidarların fıtratında vardır. İstanbul’un merkezinde, İstiklal caddesinde arka planı meçhul bırakılan patlama, Suriye ve Irak’a askeri operasyonlar, Yunanistan’la gerginliğin arttırılması vb olaylardan, rejimin adayı Erdoğan lehine seçime yönelik yararlanma, korku ve milliyetçi duyguları oy’a devşirme. Her türlü aracı mubah sayarak Kürt karşıtlığı, HDP karşıtlığı, Alevi karşıtlığı, Kadın karşıtlığı, LGBT+ karşıtlığını kanatarak oy devşirme, rejimin seçim sürecine içkindir. İnanç değil bir kültür olarak kabul ettikleri Alevi inancını, su ve elektrik parasına kültür bakanlığına bağlama, İnsanların kader planı olan cinsiyetini anayasa veya referandumla belirlemeye kalkan bilinç felci vb hamleler seçime ilişkin oy gruplarını Rejimin adayı Erdoğan’a angaje etme amaçlı olduğu açıktır.

KILIÇDAROĞLU VE AKŞENERE YOL AÇMA

Rejimin adayı Erdoğan ve takımı, rakip siyasi takımın forvetini spor ilkelerine aykırı şekilde oyun dışı bırakarak maç sonucunu maçtan önce garanti altına aldı. Rejimin planı işliyor, böylece Erdoğan’a bir dönem daha iktidar başkanlığı koltuğu, Akşener’e iktidarın yeni koltuk değnekliği koltuğu ve Kılıçdaroğlu’na da tekrar muhalefet başkanlığı tahsis edilen bir proje devrededir. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in bu projeyi engellemek için hiçbir şey yapmadıkları ve bu projeye razı oldukları anlaşılıyor. Sistem Siyasetinin eski aktörleri olan “Erdoğan- Kılıçdaroğlu-Akşener” siyasi hortlak üçgeni, İmamoğlu ve Yavaş şahsında sonlarını görüyorlar. Konvansiyonel siyasi aktörler, yeni aktörlerin etkili, yetkili ve belirleyici olmalarını engelleyerek siyasi ömürlerini uzatma derdine düşmüşler.

NE YAPMALI?

“Erdoğan karşısında hangi adayın kazanma şansı vardır?” sorusunda bütün ciddi anketler İmamoğlu ve Yavaş isimlerinde birleştiği görünmektedir. “Artık Yeter” diyerek iktidar değişikliği isteyen Sağ, Sol, İslami, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Hristiyan vb büyük çoğunluğunun adaylarının İmamoğlu veya Yavaş olduğu açıktır. Fakat muhalefet liderleri İmamoğlu’nun cezalandırılması karşısında timsah gözyaşları arasında kendilerine açılan adaylık ve yenilgi yollarında “birlikte yürüyor ve birlikte ıslanmaya” adaylar. 6’lı Masa ve ittifakları ile birlikte HDP ve bütün muhalefet odakları, gerçekten seçim kazanmak istiyorlarsa turnusol kâğıdı bellidir. Birleşik muhalefetin adayı İmamoğlu veya Yavaş aday olmalıdır. Türkiye siyasi tarihi, seçim kazanmak için rakiplerini mağdur eden iktidarların seçimi kaybettiklerini gösteren olgular ile doludur. % 90 oy alsalar dahi seçimi kazanma hedefi olmadığı anlaşılan muhalefet liderleriyle seçim kazanılamaz. 2023 seçimlerinde Erdoğan’ın muhtemel zaferi kendi başarısı değil, muhalefet liderlerinin kariyerizm hastalığına yakalanmış küçük hesaplarının ve basiretsizliklerinin ve baştan kaybetmişliği kabullenişlerinin sonucu olacaktır.

SEÇİM SÜRECİNDE BEKLENTİLER

Muhalefetin konsolide olamamasının nedeni, 6’lı masa değildir. 6’lı masadan birleşik muhalefete önderlik etmesini beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır. Altılı masanın, böyle bir misyonu, perspektifi yoktur. Ama başta HDP olmak üzere Emek İttifakından beklentilerimiz var. Emek blokundan ne bekliyoruz, misyonu nedir? Bütün olumsuz koşullar içinde dahi birleşik muhalefeti derleyip toparlama, konsolide etme, kapsayıcı aday belirleme ve seçim sürecini kazanmak için yönlendirme Emek İttifakı ile birlikte HDP’nin misyonudur. Bu misyonun gereğinin yerine geldiğini rahatlıkla söyleyemiyoruz maalesef. Türkiye toplumunun eğilimini başkan adayı olarak HDP’nin 6’lı masaya önermesini bekliyoruz. Böylece altılı masanın küçük hesap kariyerist heveslerini yenmelerini sağlamak Emek ittifakının üstüne düşen görevdir. 6’lı masanın muhalefet olmak için değil, iktidar olmak için seçim sürecine girmelerini sağlamak Emek İttifakının misyonuna içkindir. Böylece birleşik muhalefetin adaylarını da İktidarın dizayn etmesinin önü kesilir. Emek ittifakı, birleşik muhalefetin yapıcı ve belirleyici öznesi olması beklentisi içindeyiz. Başta HDP olmak üzere Emek İttifakının, seçimlere yönelik çizeceği toplumu kapsayıcı genişlikte bir yol haritası uygulayacağı beklentisi içindeyiz. Böylece HDP başta Türk halkı olmak üzere tüm Türkiye Halklarının güvenini kalıcı bir şekilde edinmiş olmasının beklentisi içindeyiz. Kılıçdaroğlu ve Akşener’in, bütün Türkiye toplumunun yararına, kariyerist küçük hesaplarını bu seçimde bir kenara bırakmalarını, rejimin adayı Tayyip Erdoğan’ı bu seçimde yenebilecek adaylar olan Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu’nun yolunu açmalarını bekliyoruz. Her “siyasi mahallenin” muhtarının Seçimlerde başkan adayı olma hakkı vardır. Ama “Siyasi mahallelerin” başkan adaylarının bu seçimde Rejimin adayı olan Erdoğan’ı yenmesi ihtimali çok zayıftır. Bundan dolayı kendi “siyasi mahallelerimizin” muhtarını değil, bütün “siyasi mahallelerden” oy alabilecek Türkiye’nin başkan adayını (Yavaş veya İmamoğlu) 6’lı masaya önermesini Emek İttifakından bekliyoruz.

ÇOĞULCU DEMOKRASİ MECLİSİ (ÇOĞULDEM)

Biyoçeşitlilik Konferansı: Doğayı korumak için ‘tarihi’ anlaşma

0
  • Helen Briggs
  • Unvan,BBC Çevre Muhabiri
  • Twitter,@hbriggs
  • Bildirdiği yerMontreal

Birleşmiş Milletler (BM) Biyoçeşitlilik Konferansı’na (COP 15) katılan ülkeler, 2030 yılına kadar gezegenin üçte birini koruma altına alma konusunda anlaştı. Bu anlaşma biyolojik çeşitliliği koruma hedefinde dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.

Yağmur ormanları ve sulak alanlar gibi hayati önem taşıyan ekosistemlerin ve yerli toplulukların haklarının korunması için de hedefler belirlenecek.

Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen COP15 BM Biyoçeşitlilik Zirvesi’nde varılan anlaşma Pazartesi sabahı açıklandı.

Çin’de yapılması planlanan zirve Covid nedeniyle ertelenmiş ve Kanada’ya taşınmıştı.

Toplantıdan sorumlu olan Çin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin son dakika itirazına rağmen anlaşmanın sağlandığını duyurdu.

BM Kalkınma Programı, “tarihi anlaşmanın” dünyanın dört bir yanındaki insanların biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak için gerçek bir ilerleme bekleyebileceği anlamına geldiğini söyledi.

Hangi konularda anlaşma sağlandı?

Anlaşma sağlanan ana konular şöyle:

  • Türlerin yok oluşunun durdurulması ve genetik çeşitliliğin sürdürülmesi de dahil olmak üzere ekosistemlerin korunması, iyileştirilmesi ve canlandırılması,
  • Biyoçeşitliliğin “sürdürülebilir kullanımı” – esasen türlerin ve habitatların gıda ve temiz su gibi insanlığa sundukları hizmetleri sağlayabilmelerinin sağlanması,
  • Doğadan elde edilen kaynakların – bitkisel ilaçlar gibi – faydalarının adil ve eşit bir şekilde paylaşılmasını ve yerli halkların haklarının korunmasını sağlamak,
  • Biyoçeşitlilik için ödeme yapmak ve kaynak ayırmak: Paranın ve koruma çabalarının ihtiyaç duyulan yere ulaşmasını sağlamak.
uğurböceği

Anlaşma süreci nasıl gelişti?

Kanada Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı Steven Guilbeault gazetecilere yaptığı açıklamada, “Paris’in iklim konusunda yaptığı gibi bu da tarihe geçecek bir an” dedi.

2015 Paris İklim Anlaşması, gezegendeki sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma konusunda ülkelerin mutabık kalmalarını sağlamıştı.

Montreal’deki zirve, doğayı iyileşme yoluna sokmak için “son şans” olarak görülüyordu.

Görüşmeler boyunca hedefler ve planların nasıl finanse edileceği konusunda fikir ayrılıkları yaşandı.

En büyük anlaşmazlık noktalarından biri, dünyanın en fazla biyolojik çeşitliliğine sahip bölgelerdeki koruma çabalarının nasıl finanse edileceğiyle ilgiliydi.

Biyoçeşitlilik, dünyadaki tüm canlıları ve bunların gezegeni ayakta tutan karmaşık yaşam ağı içinde birbirlerine bağlanma biçimlerini ifade ediyor.

Çin yeni anlaşma metnini Pazar günü yayımlandı.

Delegeler, saatler süren gecikmelerin ardından Pazartesi sabah erken saatlerde oturumu topladı ve metni kabul etti.

COP 15 Başkanı Huang Runqui, anlaşmayı destekleyemeyeceğini söyleyen Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin itirazlarına rağmen anlaşmanın onaylandığını ilan etti.

Anlaşma nasıl değerlendiriliyor?

Kraliyet Kuşları Koruma Derneği’nin kıdemli uluslararası politika danışmanı Georgina Chandler, Montreal’de varılan anlaşma sayesinde hem insanların hem de doğanın daha iyi durumda olacağını söyledi.

“Artık anlaşma tamamlandığına göre, hükümetlerin, şirketlerin ve toplumların bu taahhütlerin hayata geçirilmesine nasıl yardımcı olacaklarını belirlemeleri gerekiyor.”

Yaban Hayatı Koruma Derneği’nden Sue Lieberman anlaşmanın bir uzlaşma olduğunu ve birçok iyi unsur içermesine rağmen “doğayla olan ilişkimizi gerçekten dönüştürmek ve ekosistemler, habitatlar ve türler üzerindeki tahribatımızı durdurmak için” daha ileri gidilebileceğini söyledi.

‘Doğa bizim gemimiz, su üstünde kalmalı’

Anlaşma için günlerce süren yoğun müzakereler oldu. Bakanlar Cumartesi günü, 2030’a kadar doğayı iyileşme yoluna sokmak için net hedefler üzerinde anlaşmaya varılması gerektiği konusunda hararetli konuşmalar yaptı.

AB Komisyonu’nun Çevre, Okyanuslar ve Balıkçılıktan sorumlu Üyesi Virginijus Sinkevicius “Doğa bizim gemimiz. Onun su üstünde kalmasını sağlamalıyız” dedi.

Bilim insanları, ormanların ve otlakların daha önce görülmemiş oranlarda yok olması ve okyanusların kirlilikle yüz yüze olması nedeniyle insanların Dünya’yı güvenli sınırların ötesine ittiği konusunda uyarıda bulunuyor.

SARs CoV-2, Ebola ve HIV gibi hastalıkların vahşi hayvanlardan insan popülasyonlarına yayılma riskinin artması sorununa da dikkat çekiliyor.

Başlıca anlaşmazlık noktalarından biri finansmanla ilgili.

Mısır’da düzenlenen iklim zirvesi COP 27’de olduğu gibi, bazı ülkeler biyolojik çeşitliliğin korunmasına yardımcı olmak üzere yeni bir fon kurulması çağrısında bulundu, ancak bu talep diğerleri tarafından reddedildi.


Fukuşima halkı nükleer felaketten 11 yıl sonra seferberlik halinde

Fukuşima sakinleri nükleer felaketten 11 yıl sonra bölgelerini yeniden inşa etmek için seferberlik halinde. Yetkililer ise su sorunuyla karşı karşıya. Önümüzdeki sene arıtılmış suyun denize tasfiyesi planlanıyor.

Fukuşima sakinleri nükleer felaketten 11 yıl sonra bölgelerini yeniden inşa etmek için seferberlik halinde. Yetkililer ise su sorunuyla karşı karşıya. Önümüzdeki sene arıtılmış suyun denize tasfiyesi planlanıyor. 

Yakıta temas eden su, radyoaktif hale gelmişti. Santraldeki bir tesiste filtrelenen su, 2023’te maksimum kapasitesine ulaşacak tanklarda depolanıyor. Su, ayrıştırması mümkün olmayan trityum hariç tüm radyoaktif maddelerden arındırıldı.

Fukushima Daiichi D&D Eng, Co, TEPCO’nun D&D İletişim Merkezi Saha Müfettiş Yardımcısı Kimoto Takahiro,  “Arıtılan su deniz suyuyla karıştırılarak seyreltilecek. Seyreltilen su ise bir tünel aracılığıyla bir kilometre uzaklıktaki denize boşaltılacak.” açıklamasını yapıyor.

Radyolojik Koruma ve Nükleer Güvenlik Enstitüsü Müdür Yardımcısı Jean-Christophe Gariel’e göre, trityum tehlike derecesi düşük bir radyoaktif element: “Fukuşima’da salınacak trityumun özellikleri, dünya genelindeki nükleer santrallerden salınanlarla benzerlik gösteriyor.

Bu bilgiler, deniz suyunun kalitesinden endişe duyan Fukuşimalı balıkçıların dikkatinden kaçmadı.

Fukuşima İli Su Ürünleri Kooperatif Birlikleri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Nozaki Tetsu, “Sağlık üzerinde etki oluşturma ihtimali çok düşük ancak en büyük korku kötü bir reklam yapması. Hükümet on yılı aşkın süredir bize açıklamalar yapıyor ve bunlarda herhangi bir hata tespit etmedik. Dolayısıyla açıklamalarını takdir ediyoruz.” şeklinde konuşuyor. 

Fukuşima halkı bölgeleriyle gurur duyuyor

Fukuşima ürünlerinin itibarı, balıkçılar ve bölge sakinleri için bir endişe kaynağı. Japonya halkı burada, bu felaketten cesur bir şekilde kurtulmayı başardıkları için bölgeleriyle gurur duyuyor. Restoran sahibi Watanabe Tatsuya onlardan biri.

Watanabe, Fukuşima Nükleer Santrali’ne 60 kilometre uzaklıktaki Onahama kentinin limandaki balık pazarından her gün balık alıyor. Watanabe Tatsuya, Fukuşima ürünlerini endişe duymadan pişiriyor.

Limanın ardından restoranı için günlük malzemelerini aldığı bostancısı Şiraişi Nagatoşi’nin yanına gidiyor. Bu iki insan, çiftçiler için değerli olan dostlukları sayesinde bölgelerinin yeniden inşasında aktif olarak yer alıyor.

Şiraişi, “Felaketten hemen sonra güvenilir bir yerel şefle tanıştığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. O, diğer şef arkadaşları ve çiftçi ağımla ben, birlikte bir şeyler yaratmak için itici güç olduk. İnsanların burada iyi yemekler yedikleri için Fukuşima’ya yeniden gelmek istemesini sağlamak, bence yeniden inşa yolunda atılacak ilk adım.” şeklinde konuşuyor.

Watanabe’nın memleketi Iwaki’de sadık müşterilerinin teşvikiyle yeniden açtığı restoranı için “En başından itibaren çok sayıda asılsız dedikodu vardı. Kulaktan kulağa balıkların hasar gördüğü söylendi. Durumun böyle olmadığını onlara söylememe rağmen testler yaptırdım ve yavaş yavaş daha fazla yerel ürün sunmaya başladım. Nisan ayında arıtılmış su boşaltımı yapılırsa, Iwaki’den gelen balıkları kullanmaya devam edeceğim.” ifadelerini kullanıyor.

Restorandaki ürünler Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenenlerden daha sert standartlara göre, sıkı kontrollere tabi tutuluyor.

İLGILI HABERLER :

https://tr.euronews.com/2022/12/06/fu…

Yaşam Alanlarında İnsan ve
Hayvan Birlikteliği Çalıştayı” Sonuç Raporu

İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu ile Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi
Hayvan Hakları Grubu tarafından ortaklaşa hazırlanan “Yaşam Alanlarında İnsan ve
Hayvan Birlikteliği Çalıştayı” Sonuç Raporu

‘Yasa Meclis’ten geçerse zeytinlikleri yok etmek için bir gece bile yeter’

0

Söyleşi | Özlem Ergun

AKP’nin bu kez de torba yasayla Meclis’e getirdiği zeytinliklerin madene açılmasını içeren teklif, şirketler için karlı olanaklar sağlamaya hazırlanıyor. Yasa teklifinin, götürülecek hukuki sürecin sonunda Anayasa’ya aykırı olduğu için yürütmesinin durdurulacağı öngörülse de, aradaki zaman zeytinliklerin akıbetini belirleyecek: Soma Yırca’da yönetmelik yürütmesinin durdurulacağı günün gecesi, Kolin İnşaat 6 bin zeytin ağacını termik santral yapmak için bir gecede kesti. Jandarmanın da desteğiyle…

Zeytinliklerin maden sahası yapılmasının önünü açan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren yönetmeliğin Danıştay tarafından yürütmesinin durdurulmasının ardından aynı konu bu kez de AKP’nin hazırladığı ‘torba yasa’ olarak Meclis’te.

“Eğer zeytinlikte madenciliğe izin verilirse, zeytinlikler öncelikle aynı ilçe veya il sınırı olmak üzere başka yere taşınabilecek” denilen teklifte, Maden Kanunu’na geçici madde eklenmesi talep ediliyor.

Teklifin yasalaşması halinde madencilik şirketleri, zeytinliklerde maden faaliyeti yapabilecek.

Deniz Gümüşel: Bu kanun Meclis’ten geçmemeli 

Çevre Mühendisi ve yaşam savunucusu Deniz Gümüşel’le zeytinliklerin madene açılması girişiminin varacağı yeri konuştuk. “Bu kanun Meclis’ten geçmemeli” diyen Denizel, sebebini şöyle özetledi:

Yasa meclisten geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi’nden hızlıca karar çıkmaz ve yürütmeyi de durdurmazsa işte o aradaki süre boyunca şirketler -kanunen hükümsüz olsa da aslında yürürlükte olan yasaya dayanarak- zeytinliklere girip zeytinlikleri sökebilir, zeytinleri kesebilir yani fiili durum yaratabilirler. Bu da çok büyük kayıplara neden olur ki benzer süreçleri daha önce de yaşadık.

Bundan sonraki hukuki süreç nasıl işleyecek, zeytinlik kayıplarının ve açılacak madenlerin topluma maliyeti ne olacak? Gümüşel, Gazete Karınca’nın sorularını yanıtladı.

Danıştay 8. Dairesi, Nisan 2022’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan ve zeytinlik alanlarda madenciliğe izin veren yönetmeliğin yürütmesini durdurmuştu. Bu konu şimdi hangi aşamada?

Danıştay henüz nihai kararını vermedi ancak ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. Dolayısıyla Danıştay’dan bu yönetmeliği tamamen iptal etmesini bekliyoruz. Danıştay’daki yönetmelik değişikliğinin kabul edilmesi riski maalesef halen devam ediyor. Ancak Danıştay yürütmeyi durdurduğu için şirketler şu anda eyleme geçemiyorlar. O yönetmeliğe dayanarak zeytinlikleri yeni maden sahalarına açamıyorlar.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararının ardından zeytinlikleri madene açma girişimi bu kez de AKP’nin hazırladığı torba yasayla Meclis’te. AKP’nin zeytinlikleri maden sahası yapma ısrarını nasıl okumalıyız?

Burada temel amaç, zeytinlikleri ‘engel’ olarak gören sermaye için kolaylık sağlamak. Zeytinlikler daha önce de sanayi yatırımları için, imar uygulamaları için, jeotermal enerji gibi sözüm ona yenilebilir enerji kaynakları için kullanıma açılmak istendi. Bu kez de ‘enerji üretimi için madencilik’ denerek zeytinlikler maden sahası yapılmak isteniyor.

‘Enerji üretimi’ denince bunun başında kömür madenciliği geliyor. Zeytinlikleri en çok kömür madenciliği yapabilmek için istiyorlar. Aslında gayet planlı bir uygulamanın devamı. Bir 15 gün kadar önce Türkiye, iklim değişikliği alanında 2038’e kadar ne yapacağını açıkladı. Aslında Türkiye ‘karbon emisyonlarını arttırarak devam edeceğini’ söyledi.

Bu, elektrik için kömür yakmaya devam edeceğiz demek. İşte bunun önünü açabilmek için de zeytinliklerin tahsisi gerekiyor. Türkiye’de hemen bütün kıyı şeridinde -Marmara, Kuzey Ege, Güney Ege, Akdeniz, Güneydoğu ve hatta Doğu Karadeniz gibi geniş bir coğrafyada- zeytin üretimi hedef haline gelmiş bulunuyor. Burada yapılmak istenen, elektrik üretimi için kömür madenciliğinin teşvik edilmesi.

MADEN YÖNETMELİĞİNE İLİŞKİN RAPORDUR

Metin Irmak

11 Aralık 2022 tarih ve 32040 sayılı Resmi Gazetede Maden Yönetmeliği ilan edilmiştir. Yönetmeliğin birçok maddesi ülkemiz korunan alanları mevzuatına aykırı hükümlerle korunan alanları hedef alacak şekilde hazırlanmış ve yürürlüğe girmiştir.

Şöyle ki; Yönetmeliğin 2. Maddesi (Kapsam) “b) Maden arama ve işletme faaliyeti ile kamu yararı niteliği taşıyan kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırımların birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden arama ve işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda yapılacak işlemlere,” denilerek Kamu Kurumlarının kendi yetki ve görevlerini bypass etmek amacıyla çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

Yönetmeliğin Arama ruhsatı düzenlenmesi için gerekli belgeler  MADDE 11- … “(2) II. Grup (b) bendi (MERMER, TRAVERTEN, ONİKS MERMERİ, GRANİT, ANDEZİT, BAZALT, DİYABAZ GİBİ BLOK OLARAK ÜRETİLEN TAŞLAR) ve IV. Grup madenler için talep edilen alanın hak sağlamaya müsait olan kısmının ilgili kurumlar tarafından Genel Müdürlüğe bildirilen; özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları, 25/6/2010 tarihli ve 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Hizmetleri Hakkında Kanunda belirtilen alanlar ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Genel Müdürlük tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, petrol, doğal gaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanları içinde kalması halinde, iki ay içinde ruhsat bedelinin yatırılmasından sonra bu alanlara ilişkin ilgili kurumlardan izin alınması için müracaat sahibine bir yıl süre verilir. İki aylık süre içerisinde ruhsat bedelinin tam olarak yatırılmaması halinde bu alan müracaatlara açık hale gelir. Bu bir yıllık süre içinde izin alınması durumunda Ek-6’daki diğer belgeler ile ön inceleme raporu, mali yeterliliği içeren maden arama projesi ve izin alındığına dair belgenin eksiksiz olarak Genel Müdürlüğe verilmesi zorunludur. Aksi takdirde müracaat reddedilir ve bu alan ihale yolu ile ruhsatlandırılır. İlgili kurumlardan izin alınması için müracaat sahibine verilen bir yıllık sürenin sonunda bu alanların bir kısmı için izin alınmışsa izin alınamayan kısımları müracaat sahasından taksir edilir ve taksir edilen bu alan ihale yolu ile ruhsatlandırılır.” denilerek  ilk müracaat sahibinin belgeleri tam olması durumunda ruhsatın kendisine verileceğini, belgelerin süresi içerisinde tamamlanamaması durumunda bu alanlardaki ruhsatın ihale yoluyla verileceği ifade edilerek mermer, granit vb. blok taşlar için ülkenin korunan alanlarına göz dikildiği ifade edilmektedir.

 Yönetmeliğin, Arama dönemi ve faaliyetleri MADDE 15- “(1) Arama faaliyetleri, II. Grup (b) bendi, III., IV. ve V. Grup madenler için arama ruhsatı alınarak yapılır.

(2) Arama faaliyet dönemi; sırasıyla ön arama, genel arama, detay arama ve uygun bulunması halinde fizibilite dönemlerinden oluşur.

(3) Arama ruhsatı sahipleri, her bir arama dönemine ait faaliyet raporunu hazırlayarak Genel Müdürlüğe süresi içerisinde vermek zorundadır.

(4) Arama ruhsatı dönem geçişlerinde, ruhsatın bulunduğu dönemin son günü, bir sonraki arama döneminin başlangıç tarihi olarak kabul edilir.

(5) Arama ruhsat sahiplerinin arama dönemlerindeki yükümlülüklerini süresinden önce tamamlamaları halinde, dönem süre sonu beklenmeden bir sonraki döneme ve/veya işletme aşamasına geçilebilir.” denilerek herhangi bir ÇED süreci olmadan, her alanda olduğu gibi çok nadir türleri de barındırabilecek bir korunan alan noktasında arama faaliyetlerine izin verilmesine ilişkin tüm serbestlik sağlanmıştır.

Bu maddeden sonra 16,17,18 ve 19 uncu maddeler arama şekline bağlı olarak alan gözetmeden kademe kademe ilerlemeleri ifade etmektedir.

II. Grup (b) bendi, III., IV. ve V. Grup madenlere ilişkin işletme ruhsatı taleplerinin değerlendirilmesi MADDE 24- (1) “Arama faaliyeti sonrası görünür ve muhtemel rezerv sınırlarının ve büyüklüğünün tespit edilebilmesi için madenin tenör/kalite dağılımı, madenin cinsine göre cevher damar kalınlıkları, kömür için kalori değeri, mermer için üretim kapasitesi, su ve gazların konsantrasyonu, debisi, kapasitesi belirlenir. İşletme projesinin hazırlanmasında kullanılacak verilerin belirlenebilmesi için gerekli aramaların yapılmış olması ve bu faaliyetlerin rezerv bilgilerini içeren II. Grup (b) bendi ve III. Gruplar için hazırlanmış genel arama faaliyet raporu ve IV. Gruplar için ise detay arama faaliyet raporu veya fizibilite raporu ile belgelenmesi zorunludur.

(2) Arama ruhsat döneminde ortaya çıkarılan rezerve ilişkin dayanakları ile birlikte belge ve bilgilerin verilmesi zorunludur.

(3) III. Grup madenlerde, Ek-13’e uygun hazırlanmış işletme projesinde, üretilmesi öngörülen madenler için; tabii denge, kapasite, rezervuar, konsantrasyon, hidrojeolojik ve jeokimyasal denge, debi gibi koruma ilkeleri esas alınır. Bu grup madenler; deniz, göl, kaynak, havza veya beslenme alanının tabii dengesini bozmayacak şekilde ruhsatlandırılır.

(4) Geçici tesis alanı ile görünür ve/veya muhtemel rezerv alanı üzerinden Ek-14’te yer alan işletme ruhsatı düzenlenir, ruhsatın diğer kısımları taksir edilir.

(5) Arama ruhsat süresinin sonuna kadar işletme projesine konu madenin görünür hale getirilmemesi durumunda işletme ruhsat talebi reddedilerek arama ruhsatı iptal edilir.” denilerek korunan alanlar dahil her alanda işletmeye geçmeden alanda külliyatlı bir çalışmanın izni verilmiş olmaktadır.

Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarından Alınması Gereken İzinler, Kısıtlamalar ve Yatırım Çakışması İşlemleri Genel Hükümler Genel ilkeler MADDE 105-

(1) Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşları, maden ruhsat sahiplerinin izin taleplerini; Kanun, bu Yönetmelik ve ilgili kanunların hükümlerine göre sonuçlandırır…

(3) Tarım toprağı, sit alanı, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları, mera alanları ve sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 3621 sayılı Kanuna göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları, 6001 sayılı Kanunda belirtilen alanlar, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, tabiat anıtları, tabiat koruma alanları, tabiat parkları, kent ormanları, gen koruma alanları, tohum mescere alanları, endemik ve korunması gereken nadir ekosistem alanları, sulak alanlar, su havzaları, mesire alanları, tarihi yapılar, tarihi sit alanları, su ürünleri üreme ve istihsal alanları gibi izne tabi alanlarda izin alınmadan veya ÇED, gayrisıhhi müessese izinlerinin sınıfı dışındaki izinler olmadan faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde işletme faaliyetleri durdurulur. ÇED, gayrisıhhi müessese izni ve mülkiyete ait izin alınmadan işletme faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde Kanunun 7 nci maddesinin yirmi birinci fıkrası gereğince işlem tesis edilir.

(4) Maden arama faaliyetleri, Kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tabi değildir. İşletme faaliyetleri ise, Kanun ve bu Yönetmeliğe göre yürütülür.

(5) Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının madencilik faaliyetlerini etkileyen izne tabi alanlara ilişkin düzenlemelerinde Genel Müdürlüğün görüşü alınır.”

Denilerek korunan alanlarda her tür madenciliğe izin verilebileceği ifade edilmektedir. Özellikle aynı maddede bazı korunan alanlar 2 şer defa geçirilerek bu alanlar üzerinde nasıl bir arzu içerisinde oldukları ifade edilmekle birlikte bu maddenin Kamu süzgecinden geçmiş bir görevli tarafından değil, işletmecilik hırsıyla donatılmış madenciler tarafından hazırlandığının da kanıtı niteliğindedir.

2873 sayılı MİLLİ PARKLAR KANUNUN 2 nci maddesi d) fıkrasında;  Tabiatı koruma alanı; bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarını” diye tanımlanmıştır. Bu alanda doğa yürüyüşü dahi yasakken Maden Yönetmeliğinde bu hükmü hiçe sayılarak madenciliğe açılacak alanlar içerisinde sayılmıştır.

 2873 sayılı Milli Parklar Kanunun Yasaklanan faaliyetler başlıklı Madde 14 – “Bu Kanun kapsamına giren yerlerde;

a) Tabii ve ekolojik denge ve tabii ekosistem değeri bozulamaz,

b) Yaban hayatı tahrip edilemez,

c) Bu sahaların özelliklerinin kaybolmasına veya değiştirilmesine sebep olan veya olabilecek her türlü müdahaleler ile toprak, su ve hava kirlenmesi ve benzeri çevre sorunları yaratacak iş ve işlemler yapılamaz

(e) Onaylanmış planlarda belirtilen yapı ve tesisler ve Genelkurmay Başkanlığınca ihtiyaç duyulacak savunma sistemi için gerekli tesisler dışında kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk bulunmadıkça her ne suretle olursa olsun hiçbir yapı ve tesis kurulamaz ve işletilemez veya bu alanlarda var olan yerleşim sahaları dışında iskan yapılamaz.” denilmektedir. Yani bu madde ile milli parklar kanununa bağlı milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarında ekosisteme olumsuz etki edecek her türlü faaliyet yasaklanmıştır.

2.12.1986 tarih ve 19309 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Milli Parklar Yönetmeliği24 üncü maddesinde “b) Tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanlarında; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun ilgili hükümleri saklı kalmak kaydıyla izin verilmez veya intifa hakkı tesis edilemez.” denilerek tüm kullanımlardan bu alanları muhaf tutmuştur.

Maden Yönetmeliğinin Devlet ormanları ve muhafaza ormanlarında madencilik faaliyetleri başlıklı MADDE 114- “(1) Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine, fon bedelleri hariç, bedeli alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilir. Ancak süre uzatımları dahil ruhsat süresince müktesep haklar korunmak kaydı ile Devlet ormanları sınırları içindeki tohum mescereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda maden aranması ve işletilmesi, Tarım ve Orman Bakanlığının muvafakatine bağlıdır.” denilerek orman alanlarında madenciliğe İNİN VERİLİR hükmü getirilmiştir.

Tohum mescereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda ise Bakanlığın muvafakatine bağlamıştır. Bu dönemde muvafakatine göstermeyecek kaç babayiğit yönetici kaldı ise. 

ANAYASANIN 169 uncu maddesinde; “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez…… Orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” denilmektedir.

6831 sayılı Orman Kanununun 1 inci maddesinde “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” denilmektedir.

Madencilikle Ülkemizde bir çok orman alanı tahrip edilerek orman kanununda tanımlanan ne ağaç ne ağaççık ne de toprak kalan ve doğal yada emekle herhangi bir bitki yetiştirilmesi mümkün olmayan alanlara dönüştürülmektedir. Orman sayılan alanlarda açık madencilik işletmelerine izin vermek Anayasının 169 uncu maddesine de aykırılık oluşturmaktadır. Ancak mevcut Maden Yönetmeliği (Madde 114) ile Orman İdaresine görüş hakkı bile verilmeden bu kadar kanuna ve Anayasaya aykırı olarak Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilir denilerek tüm Kurumsal yetki ve sorumluluk ortadan kaldırılmıştır.

Maden Yönetmeliğini 115 inci maddesi ile meralarda, 116 ncı maddesi ile tarımsal alanlarda 117 nci madde ile Hazinenin Özel Mülkiyetinde veya Devletin Hüküm ve Tasarrufu altındaki tüm alanlarda madencilik faaliyetleri serbest hale getirilmiştir. Hayvancılık can çekişirken meraların, buğdayı – samanı bile ithal ederken tarımsal alanları bu şekilde delik deşik edilmesi Ülke menfaatlerine ağır bir darbe olacaktır.  Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında dahi Ülkeye zarar verecek bu kadar talana izin verilmemiştir.

Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında madencilik faaliyetleri MADDE 120- (1) “Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında, ÇED raporunda yaban hayatına olumsuz etkisinin giderileceği yönünde bilimsel rapor bulunan maden arama ve işletme faaliyetleri ile alt yapı tesislerine ilgili kurum tarafından izin verilir. Alınan izinler, süre uzatımları dahil ruhsat hukuku sonuna kadar devam eder. ..” denilmiştir.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 2nci maddesinde; “11) Yaban hayatı koruma sahası: Yaban hayatı değerlerine sahip, korunması gerekli yaşam ortamlarının bitki ve hayvan türleri ile birlikte mutlak olarak korunduğu ve devamlılığının sağlandığı sahaları,

12) Yaban hayatı geliştirme sahası: Av ve yaban hayvanlarının ve yaban hayatının korunduğu, geliştirildiği, av hayvanlarının yerleştirildiği, yaşama ortamını iyileştirici tedbirlerin alındığı … sahaları” olarak tanımlanmıştır.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunun 4/5inci maddesinde; Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında yaban hayatı tahrip edilemez, ekosistem bozulamaz, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları ile üretme istasyonları dışında da olsa bu sahalara olumsuz etki yapacak tesislere izin verilemez, varsa mevcut tesislerin atıkları arıtılmadan bırakılamaz, onaylanmış plânlarda belirtilen yapı ve tesisler dışında hiçbir yapı ve tesis kurulamaz, irtifak hakkı tesis edilemez.” denilmiştir.

Yaban Hayatı Koruma ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları İle İlgili Yönetmeliğin Yaban Hayatı Koruma Sahalarında İzin Verilebilecek Faaliyetler başlıklı Madde 21 — “Bu alanlarda; bilimsel amaçlı çalışmalar ve araştırmalar ile eko turizm haricinde her türlü faaliyet yasaktır.”

Yaban Hayatı Geliştirme Sahalarında İzin Verilebilecek Faaliyetler başlıklı Madde 22 — “Yaban hayatı geliştirme sahalarında amenajman planlarında biyolojik çeşitliliğin korunması esas alınır.” denilmektedir.

Yani Kara Avcılığı 4/5 inci maddesi ile ilgili Yönetmelik bu sahalara olumsuz etki edecek faaliyetlere sahanın dışın da olsa izin verilmez denilmesine rağmen Maden Yönetmeliğinin 120nci maddesinde İLGİLİ KURUM TARAFINDAN İZİN VERİLİR denilerek kanuna aykırı hüküm getirilmiştir.

Maden Yönetmeliğinin MADDE 137- (1) 21/9/2017 tarihli ve 30187 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.” denilmektedir. Yaklaşık 5 yıl önce yayınlanmış yönetmelik bu gün itibariyle yürürlükten kaldırılarak, korunan alanlar, orman alanları, mera ve tarım arazilerine ilişkin tüm mevzuatı hiçe sayan kurumların tüm yetki ve sorumluluklarını yok sayan bir yönetmelik geliştirilmiştir. Kanunlara aykırı olarak kanunların üstünde hükümler içermektedir.

Yönetmelik Kapsamı  2/B nci maddesinde ifade edilmiş olup;  b) “Maden arama ve işletme faaliyeti ile kamu yararı niteliği taşıyan kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırımların birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden arama ve işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda yapılacak işlemlere,” denilerek madenciliğe karşı Kamu Kurumlarının son direnci kırılması amaçlanmaktadır.

Bu yönetmelikle ülkemizin doğal, kültürel ve ekonomik yapısına ciddi zarar verilecektir. Bu sebeple Söz konusu yönetmeliğin acilen yürütmesinin durdurulması ve iptali gerekmektedir. Bilgilerinize…

“Kişisel Yazılar” başlığı altında yayınlanan yazılar EkolojiPolitik resmi görüşleri değildir. Kişiyi bağlar.

Akbelen ormanını savunmak, herkes için temiz hava hakkını savunmaktır

İkizköylüler ve yaşam savunucuları gibi, biz de mahkemelere sesleniyoruz: Daha fazla hak ihlaline ve önlenebilir yaşam kaybına izin vermeyin! Akbelen Ormanının orman olarak kalmasını sağlayın.

Deniz Gümüşel*  

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Temmuz 2022’de yaşamsal bir karara imza attı. Türkiye Cumhuriyeti dahil 161 ülkenin onayladığı karar şöyle diyor: “Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre evrensel bir insan hakkıdır.” Bu tarihi karar, tüm BM üyesi ülkelerin dahil olduğu tek BM organı olan Genel Kurulda alındığı için önemli bir potansiyele sahip. Üye devletler bu kararı hayata geçirmek için somut adımlar atmalı, ulusal yasalarını yurttaşlarının çevre hakkını garanti altına alacak biçimde düzenlemeli ve bu yasaları istisnalara yer vermeyecek tarzda uygulamaya geçirmeliler.

Türkiye’de bu hak aslında, BM kararından çok daha önce Anayasa’da tanınmış bir hak. Anayasa’nın 56. Maddesi “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” diyor.

Peki bu Anayasa maddesinin ve bu maddenin dayanak olduğu Çevre Kanunu’nun gereği ödevler devlet kurumları tarafından yeterince yerine getiriliyor mu? Güncel bir örnek üzerinden inceleyelim.

YENİKÖY VE KEMERKÖY TERMİK SANTRALLERİNİN BACALARINDA ARITMA VAR MI?

Yeniköy ve Kemerköy kömürlü termik santrallerini işleten YK Enerji, her iki santral için de çevre iznini 2022 yılında yeniledi. Şirketin genel müdürü yaptığı çok sayıda basın açıklamasında, gerçekleştirdikleri 270 milyon avroluk yatırımla yürürlükteki mevzuata tam olarak uyumlu olduklarını belirtti. Ancak Makina Mühendisleri Odası’na göre, şirket bu çevre izinlerini almasını sağlayacak yatırımları henüz tamamlamış durumda değil. Örneğin, Haziran 2019’dan itibaren geçerli olan hava emisyonları sınır değerlerinin karşılanabilmesi için iki santralde de halen toz filtreleri ile baca gazı kükürt arıtma tesislerinin iyileştirilmesi ve baca gazı azot arıtma tesisleri kurulması gerekiyor.

Öte yandan, bu tesisleri yapan müteahhit de yenilenmesi gereken beş santral ünitesi ve baca gazı tesisinden sadece Kemerköy’ün birinci ve ikinci ünitelerinin tamamlandığını; YK Enerji diğer üniteleri kendilerine teslim etmediği için sözleşmelerine göre 2022 yılı sonunda bitmesi gereken iyileştirme çalışmalarının sadece beşte ikisini bitirebildiklerini aktarıyor. Bu aktarımdan, Kemerköy’ün 3. Ünitesi ile Yeniköy’ün her iki ünitesinin de eski ve kirli teknoloji ile çalıştırılmaya devam edildiğini anlıyoruz.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bu santralleri denetlemek, çevre iznine konu yatırımların yapıldığından ve düzenli olarak işletildiğinden emin olmakla görevli. Kamu olarak biz halkın ve sivil toplum örgütlerinin de bu denetimlerin sonuçlarına ulaşabilmesi lazım. Maalesef bu denetim bilgileri Bakanlıkça kamuoyuyla paylaşılmıyor. Son bir hatırlatma; aslında Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddeye göre bu yatırımların 31 Aralık 2019’da bitmiş olması gerekiyordu, ki bu kanunun başka bir yazıya konu olabilecek uzun bir hikâyesi var.

KEMERKÖY VE YENİKÖY SANTRALLERİ ÇEVRESİNDE HALK NASIL BİR HAVA SOLUYOR?

YK Enerji’nin yatırımları yaptığını ve baca gazı arıtma tesislerini çalıştırdığını anlayabilmenin bir yolu daha var. Santrallerin yakınında bulunan hava kalitesi ölçüm istasyonlarından alınan hava kirliliği verileri. Ancak, bu santrallere yakın Milas ve Milas-Ören hava kalitesi izleme istasyonlarında yılın üçte birinden az bir gün sayısı için ölçüm yapıldığını, yani hava kalitesinin düzenli izlenmediğini görüyoruz. Başka bir deyişle devlet, yurttaşlarının nasıl bir çevrede yaşadığını, kirliliğe maruz kalıp kalmadığını düzenli izlemiyor.

İlgili Bakanlık web sitesinden elde edilen verilere göre ise, ölçüm yapılan sınırlı sayıda günde de hava kirletici miktarlarının hem Dünya Sağlık Örgütü’nün hem de Türkiye’deki mevzuatın izin verdiğinin kat be kat üstünde olduğu görülüyor. Başlıcaları partikül maddeler, kükürt dioksit ve azot oksitler olan bu kirleticiler, insan sağlığını özellikle kalp-damar ve solunum sistemlerini etkileyerek, kanser ve diğer kronik hastalıklar yüzünden erken ölümlere yol açıyor.

Özellikle Milas Ören’de hava kirliliği yaratacak başka bir kaynak bulunmadığını belirtelim ki, “nerden biliyorsunuz kirliliğin santrallerden geldiğini” diyen spekülasyonlar olmasın.

KÖMÜRDEN ELEKTRİK ÜRETİLİRKEN HALKIN SAĞLIĞINDAN OLMASINA GÖZ MÜ YUMULUYOR?

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in bu yılın başında yayınladığı bir raporda çok çarpıcı veriler var. HEAL raporuna göre, 1965-2020 yılları arasında Türkiye’de çalıştırılan kömürlü termik santrallerin yol açtığı hava kirliliği nedeniyle 196 bin erken ölüm yaşandı. Bu santrallerin neden olduğu toplam sağlık maliyeti ise 4,8 trilyon TL; Türkiye’nin 2022 yılı kamu bütçesinin neredeyse 3 katı.

Bu erken ölümlerin 35 bininin yani neredeyse beşte birinin Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin yarattığı hava kirliliğinden kaynaklandığı hesaplanmış. Yeniköy santralinin çalışmaya başladığı 1986 yılından 2020 yılına kadar, bu iki santral toplam olarak tam 768 milyar TL sağlık maliyetine yol açmış durumda.

BACA GAZI ARITMA TESİSLERİ HAYAT KURTARIR MI?

Bu iki santrale zorunlu komşu olan İkizköy’ün sakinleri tam üç yıldır köylerinin ve tarım alanlarının ortasında yer alan Akbelen Ormanı’nın kesilerek kömür madeni açılmasına karşı bir mücadele yürütüyor. İkizköylülere göre Akbelen Ormanı köye hayat veren en önemli doğa parçası. Tarafsız bilim insanları da Akbelen Ormanı’nın bölgedeki temiz su kaynaklarının varlığını, doğal ve tarımsal ekosistemlerin sürekliliğini, insan dışı canlıların ve yöre insanının hayatlarını sürdürmelerini sağlayan çok önemli bir geçiş ormanı olduğu konusunda hemfikir.

Öte yandan bu orman ekosisteminin yok edilerek yerine bir kömür madeni ocağı açılması demek, on binlerce insanın hayatına mal olmuş bir elektrik üretim sürecinin bir 20 yıl daha devam edeceği anlamına geliyor. YK Enerji, Akbelen Ormanı’ndan çıkarılacak kül ve kükürt oranı çok yüksek linyiti yakarak en az 2038 yılına kadar Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini çalıştırmak için plan yapıyor.

Diyelim ki, YK Enerji iddia ettiği gibi büyük yatırımlarla santrallerin bacalarına arıtma tesisleri yaptı. Peki bu kirliliğin sonu demek olur mu? Bilimsel çalışmalar, bu iki santral AB düzeyinde mevcut en iyi teknolojilerle donatılsa dahi, kömürü yakarak elektrik üretilmesinin binlerce insan yaşamına mal olacağını gösteriyor.

Finlandiya merkezli ve tüm dünyada hava kalitesine dair bilimsel çalışmalar yürüten Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi CREA’nın son çalışmasına göre, Yeniköy ve Kemerköy santralleri şirketin verdiği bilgiler doğrultusunda yenilense dahi:

  • Bu iki santral, Türkiye’nin en büyük hava kirletici emisyon kaynakları arasında yer almaya devam edecek. Yakın zamanda gerçekleştirilen ve planlanan iyileştirmelere rağmen, bu santrallerin emisyon kontrol performansları uluslararası en iyi uygulamalardan kat be kat daha kötü durumda kalacak.
  • İki santral 2038 yılına kadar çalışmaya devam ettikleri takdirde, hava kirliliğine bağlı olarak toplam 2.200 erken ölüme neden olacakları öngörülüyor. Maden ruhsat süresinin sonuna kadar işletmede kaldıkları takdirde, yani 2041 yılı sonunda yol açacakları toplam ölüm sayısı 2.600’e çıkacak.

Yeniköy ve Kemerköy santrallerinin emisyon kaynaklı sağlık etkileriyle bağlantılı topluma yüklenen ekonomik maliyetlerinin halihazırda yılda 190 milyon avro olduğu tahmin ediliyor. Yani şirketin yılda (örneğin 2020 yılında) kazandığı 25 milyon avro net kâra karşılık, toplum yaklaşık 7,5 katı sağlık bedeli ödüyor.

Santraller 2038 yılına kadar işletmede kaldıkları takdirde bu bedel kümülatif olarak 2,7 milyar avroya çıkacak. Bu iki santral 2041 yılına kadar işletmede kalmaya devam ettiği takdirde, toplam maliyetin 3,1 milyar avroya çıkacağı hesaplanıyor.

Bu hesaplara santrallerin kül ve cüruf nedeniyle yol açtığı su ve toprak kirliliği ile yüz milyonlarca ton karbon emisyonundan kaynaklanacak iklim değişikliğinin sağlık etkileri dahil değil.

Yani kömür yakılarak elektrik elde edilmesinin ağır bir sağlık bedeli var ve bu bedel kömürden kâr eden şirketlerin değil, başta yöre halkı olmak üzere toplumun sırtına yükleniyor.

EVRENSEL BİR İNSAN HAKKININ ÇİĞNENMESİNE İZİN VERMEYİN

BM de kabul ettiğine göre, evrensel bir insan hakkı olan temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunmanın temel bir insan hakkı olduğunu kimse inkâr edemez. Bu koşullar altında, devletler artık ya gezegeni beklediğinden şüphe duyulmayan insan marifeti (yoksa kâr amacıyla hareket eden şirketlerin marifeti mi demeli?) bir felaketler çağını durdurmaya yönelik çalışacaklar; ya da yurttaşlarına ve tüm insanlığa karşı bu sorumluluklarını (şu an yaptıkları gibi) gözlerden ırak tutmaya çabalayarak, birbirini tetikleyen çok boyutu bir hak ihlalleri silsilesinin derinleşmesine göz yumacaklar.

İşte bu açıdan bakıldığında, Akbelen Ormanı’nı savunarak hepimizin temiz hava ve yaşam hakkını savunan İkizköylüler ve yaşam savunucuları gibi, biz de ormanı kömür madenine tahsis eden kamu otoritelerine ve bu ekolojik ihtilafı bir karara bağlamakla yükümlü mahkemelere sesleniyoruz: Daha fazla hak ihlaline ve önlenebilir yaşam kaybına izin vermeyin! Akbelen Ormanının orman olarak kalmasını sağlayın.

*Çevre Mühendisi, Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü