Pazartesi, Aralık 2, 2024
Google search engine

1600 yıllık Tarihi Yedikule Bostanları ile kadim tarım yöntemleri yine saldırı altında!

1960’lardan beri sistematik olarak saldırı altında olan Tarihi Yedikule Bostanları, çevresinde bulunan surların restorasyonu adı altında yapılan çalışmalarla yine yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Bostanlarla birlikte bostancılık ve kadim tarım yöntemleri de yok olmak üzere.

Dünyada ekolojik krize karşı mücadele giderek büyürken, ekoloji mücadelesi, giderek siyasetin en temel gündemlerinden biri haline geliyor. Fransa ve Brezilya seçimlerinde olduğu gibi seçimlerde de önemli roller üstleniyorlar. Türkiye’nin ise dört bir yanında doğasına, suyuna, ağacına sahip çıkan insanların sesleri yükseliyor.

20 yıllını geride bırakan AKP iktidarı sermayenin daha çok kar etmesi için adeta doğaya savaş açmış durumda. Sermayenin AKP koruması altında doğaya yönelik bu savaşına karşı direnenler hep oldu. 90’lı yılların başında altın madenine karşı başlattıkları mücadele ile Bergamalılar doğayı, toprağı ve yaşamı savunmanın ilk uzun soluklu örneğini yarattılar. AKP’li yıllarla beraber hem kentler hem de kırlar sermayenin saldırılarına karşı direniş odakları yaratmaya başladı. “Kentsel dönüşüm” veya “düzenleme” adı altında sürdürülen rant projelerine karşı kentlerde yurttaşlar yaşam alanlarını savunmak için mücadele etti. Bunun en yaygın ve kitlesel olanı da Gezi Direnişi oldu. Kırlarda ise her şey sermayeye peşkeş çekildi. Yıllardır kırsallarda yurttaşlar suları, toprakları, havası için direniyor. HES’ler, JES’ler, RES’ler, nükleer santraller, maden ocakları derken ülkenin dört bir yanından her şey sermaye ve iktidar işbirliği ile talan edildi. Kaz Dağları’ndan Rize İkizdereye, Hasankeyf’ten Akbelen Ormanları’na kadar ülkenin dört bir tarafından direniş odakları yaratıldı.

İşte kentte ve kırda yaratılan tüm bu direniş odakları 21 Ocak’ta İstanbul’da Ekoloji Hareketleri Konferansı’nda buluşuyor. Siyasi Haber olarak doğa ve yaşam için de önemli bir seçim olacak 2023 seçimleri öncesinde gerçekleşecek bu konferansı organize eden platformlar ile hem konferansı hem de 2023 seçimlerini konuştuk.

Sinop Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü İlker Şahin, Doğanın Çocukları’ndan Beyda Ceylan, İklim Adaleti Koalisyonu adına Melis Tantan, Ekoloji Birliği Eş Sözcüleri Güner Yanlıç ve Halime Şaman, Bakırtepe Çevre Platformu adına Hüsne Gölbaşı ve Muğla Çevre Platformu gönüllüsü Güngör Erçil ile yaptığımız röportaj dizisini sizlerle paylaşıyoruz.

Sinop Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Dönem Sözcüsü İlker Şahin:

İlker Şahin

“İnsan merkezli doğa anlayışından kopup, doğa-insan uyumunu ve birliğine dayalı bir dünya kavrayışına geçmek gerekiyor. Küresel bir yıkımla insanlığın yok oluşunu engellemenin tek yolu bu olsa gerek.”

1-Platform olarak kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Sinop Nükleer Karşıtı Platform, mücadelesini 26 yıldır sürdürmektedir. Yaklaşık 60 bileşeni bulunmaktadır. Yürütme, bileşen olan beş kurumdan oluşur ve dönüşümlü (seçimsiz) bir yıl süre ile görev yürütür. Bir sözcüsü vardır, yürütme kendi içinden sözcü belirler, sözcü 6 ay görev yapar, ikinci 6 ayda kendi içinde yeni sözcü belirler. Yürütme karar organı değildir. Kararlar platform bileşeni olan kurum temsilcilerinden oluşan meclis tarafından alınır. Oylama yoktur, mutabakat esas alınır. Akkuyu’dan sonra Sinop’ta yapılması düşünülen ikinci Nükleer Güç Santrali’ne karşı mücadele sürdürülmektedir. Çernobil Nükleer Felaketi sonrasında özellikle ilimizde yaşanan sağlık sorunları ve benzeri sıkıntılar ile başlayan nükleer karşıtı mücadelemiz, ülkemizde ve dünyada meydana gelen çevre sorunlarına karşı da mücadeleye ve diğer ekoloji mücadelelerine destek veren bir sürece evrilmiştir.

2-Konferans çağrıcısı olarak beklentiniz nelerdir?

“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz” şiarıyla hareket edilmelidir diye düşünüyoruz. Ekoloji Hareketleri Konferansı’yla bu sürecin başlatılacağına ve bu alanda yeni bir yol haritasının çıkartılacağına inanıyoruz.

Dünya ve ülkemiz ekonomik, ekolojik, sosyal, siyasal, kültürel ve özgürlükler açısından çoklu kriz içindedir. Kapitalizm, her alanda yaşanan krizi fırsata dönüştürmek için sınır tanımaz aşırı kar hırsıyla; daha çok kazanma amacıyla yarattığı yıkım ve tahribat korkunç boyutlara ulaşmış, insanlığın var oluşu tehlikeli boyutlara ulaşarak tehdit altına alınmış durumdadır. İnsanı ve doğayı sınırsızca sömürme anlayışı, doğayla birlikte insanlığı da hızla felakete doğru sürüklemektedir. Kapitalizmin doğal yapısı gereği karakteristik özelliği, sürekli kriz üretmekte ve krizi kendine lehine çevirmeye çalışırken, ekonomik ve ekolojik krizlerle birlikte uygarlık krizine de yol açmaktadır.

Ekolojik sorunların mağdurları esas olarak köy ve kent emekçileri, işçiler ve yoksullardır. Bu nedenle de ekoloji mücadelesi anti kapitalist, sınıfsal özellik taşır. İnsan merkezli doğa anlayışından kopup, doğa-insan uyumunu ve birliğine dayalı bir dünya kavrayışına geçmek gerekiyor. Küresel bir yıkımla insanlığın yok oluşunu engellemenin tek yolu bu olsa gerek.

İnsan soyunun ve varlığının sürdürüldüğü yeni bir uygarlığa geçişin olanaklarını yaratmak zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır. Ekolojik yıkım, ekolojik kriz ayrımsız tüm insanlığı yok oluşa doğru sürüklemektedir. Günümüzde doğanın kendini yenilemesi engellenmekte, bitkilerin genleriyle oynanarak tek tip tarımsal ürünler üreticilere dayatılmakta, biyo-çeşitlilik tahrip edilmektedir. Sistem, eko sistemleri bozarak, yok ederek, küresel ısınma yoluyla iklim krizine yol açarak doğaya müdahale etmektedir.

Bu yıkım engellenemezse muhtemelen yakın gelecekte çok daha ağırlaşacak, sınırsız kar hırsıyla doğaya yönelen müdahaleler felaketlere kaynaklık edecektir. Felaket kapitalizmin dizginlenemez, durdurulamaz sanılan bu her yönlü saldırı, yıkım, talan ve sömürü sistemini, sınırlandırmak hatta ortadan kaldırmak mümkündür. Demokrasi mücadelesini kazanmaya odaklanarak ayağa kalkmak ve birlikte kazanmak için ise tüm toplumsal muhalefet güçlerinin mücadelesini ortaklaştırmak gerekmektedir. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz” şiarıyla hareket edilmelidir diye düşünüyoruz. Ekoloji Hareketleri Konferansı’yla bu sürecin başlatılacağına ve bu alanda yeni bir yol haritasının çıkartılacağına inanıyoruz.

3-Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

Konferansın, atılması gereken cesur adımların atılmasında örnek olacağını ve öncülük edeceğini düşünüyorum.

Tarihi öneme sahip bir seçim süreci yaşayacağız. Her ne biçimde olursa olsun bu seçim yapılacaktır. Bu seçim, faşizmin kurumsallaşmasının engellenmesi ve çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü demokratik bir geleceğin inşa edilmesi açısından tarihsel bir önem taşıyor. Kendini muhalif olarak gören tüm toplumsal kesimlerin kendi talepleriyle birlikte, diğer toplumsal kesimlerin taleplerini de gören ve önemseyen bir yerden ortak tutum içinde hareket etmesinin koşulları sağlanmalıdır. Ekoloji hareketlerinin böylesi bir süreçte konferans yapması önemli bir sorumluluktur ve tarihi bir önem taşımaktadır. Konferansın, atılması gereken cesur adımların atılmasında örnek olacağını ve öncülük edeceğini düşünüyorum. Ekoloji Hareketleri Konferansı’nda, demokrasinin inşasında kendimizden doğru her türlü katkıyı koyarak yağmalanan doğanın ve ezilen-sömürülen herkesin kurtuluşuna giden yolun çizileceğini ve yeniden kuruluşun olanaklarını yaratacak kararlaşmaların alınacağını bekliyoruz.

Doğanın Çocukları’ndan Beyda Ceylan:
Beyda Ceylan

Ekolojik, özgür bir topluma giden yol kapitalizmin dünya genelinde yarattığı yıkımın karşısında sınırları aşan, enternasyonalist bir “yeryüzü yurttaşlığı” inşa etmekten geçiyor.

1-Platform olarak kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Bizler doğanın, kapitalizm tarafından bir sömürü alanı olarak görülmesine ve yağmayla, talanla yok edilmesine karşı çıkan, mücadele eden üniversitelileriz; kızıl sincaplarız.

Her geçen gün bir avuç sermayedar zenginliklerine zenginlik katsın diye doğa, ormanlar, dereler, yaşam alanları, kamusal alanlar işgal ediliyor; içinde yaşama dair ne varsa kurutuluyor, katlediliyor. Bu ekolojik yıkım süreci, üniversitelerde üretilen bilimsel bilgiyle derinleştiriliyor. Bizler “Ekolojik Üniversite” talebini kampüslerden yükseltirken bilimsel bilginin ekolojik toplum hedefine hizmet etmesi gerektiğini düşünüyor, bunun için çabalıyoruz.

Bulunduğumuz illerde forumlar, söyleşiler, paneller, kamplar düzenliyor; eğitimler, okuma-tartışmaları yoluyla gezegenin içinde bulunduğu ekolojik yıkım sürecinin kâr odaklı kapitalist üretim biçiminden kaynaklandığı gerçekliğini bilince çıkarıyor ve ekolojik toplumun nasıl mümkün olabileceğini tartışıyoruz. Kazdağları’ndan Şırnak’ta kesilen ağaçlara, Karadeniz’deki derelerden kömür şirketlerine karşı direnen Luetzerath’a kadar dünyanın her yerinde doğaya ve yaşama yönelik saldırıların karşısındayız. Ekolojik, özgür bir topluma giden yol kapitalizmin dünya genelinde yarattığı yıkımın karşısında sınırları aşan, enternasyonalist bir “yeryüzü yurttaşlığı” inşa etmekten geçiyor.

2-Konferans çağrıcısı olarak beklentiniz nelerdir?

Konferansın, parçalı halde bulunan yerel örgütlenmelerin, tek tek bireylerin güçlerini birleştireceği, kimi tartışmaları tüketebileceği bir adım olarak görüyoruz ve başarılı geçmesini umuyoruz.

Ekoloji Hareketleri Konferansı; biyolojik çeşitlilik kaybının, kuraklığın, hava, toprak ve su kirliliğinin giderek derinleştiği bir dönemde gerçekleşiyor. Üstelik tüm bunlar yaşanırken her gün yeni bir maden sahası, OSB kurulmaya çalışılıyor.

Uludağ gibi zengin biyoçeşitliliğe sahip bir milli parkın Alan Başkanlığı kurularak betonlaştırılması önündeki engellerin bir bir kaldırıldığı, halihazırda 15 km boyunca talan edilmiş Akbelen Ormanı’nın yok edildiği, Bodrum’da mahkeme kararına rağmen inşaata devam edildiği bir gerçeklikte çok önemli bir noktada duruyor bu konferans. Türkiye geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleşen COP 15’te korunacak doğal alanların 3 katına çıkarıldığı anlaşmaya imza atmasına ve gelecek dönemde konferansa başkanlık edecek olmasına rağmen doğa katliamına hız kesmeden ve hatta daha da ivmelendirerek devam ediyor. Bu rant ve talan iktidarının kendiliğinden doğa ve yaşamı koruyacak tek bir adım dahi atmayacağını artık herkes görebilir. Buna karşı ekoloji ve emek örgütleri, meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütlerinin birleşerek bu gidişata dur demesi gerekiyor. Dur demek yetmez; ekolojistlerin, doğa ve yaşam savunucularının kendini güçlendirerek politik bir özne olarak inşa etmesi ve kendini egemenlere dayatması gerek.

Halihazırda yerellerde birçok direniş devam ediyor; Uludağ’da, Akbelen’de, Validebağ’da doğa ve yaşam savunucuları oldukça güçlü bir iradeyle direniyor. Fakat bu irade ülke ve hatta dünya genelinde kendini egemenlere dayatacak ekolojik bir odak olmayışın sınırlarına dayanıyor. Parçalı olmasına rağmen dünya genelinde muazzam bir direniş sergileniyor.

Uzun senelerdir benzer vaatlerle halkları oyalayan anlaşmalar, sözleşmeler var. Bunlar kendi belirledikleri hedeflere kendi belirledikleri sürelerde ulaşmaktan dahi imtina eden, samimi olmayan hatta bizzat bu ekolojik duyarlılığı absorbe etmeye çalışan projeler.

Konferansın, parçalı halde bulunan yerel örgütlenmelerin, tek tek bireylerin güçlerini birleştireceği, kimi tartışmaları tüketebileceği bir adım olarak görüyoruz ve başarılı geçmesini umuyoruz.

3-Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

Demokratik Cumhuriyet de, seçimlere yaklaşırken siyasal taleplerini oluşturmak ve ortak bir tutum geliştirmek amacıyla yola çıkmış ekoloji hareketinin bu konferansta önüne koyacağı taleplerden biri olmalıdır şüphesiz.

İktidara talip ikinci ittifak olan 6’lı Masa’nın bileşenlerinden olan CHP’nin açıkladığı İkinci Yüzyıl Vizyonu’ndan da anlayabileceğimiz gibi restorasyoncu güçlerin de derdi doğayı ve yaşamı korumak değil, krizdeki sermaye için yeni kar alanları yaratmak. Bunu vizyon belgesinde Sürdürülebilir-Yeşil Kalkınma ve endüstriyel dönüşüm hedeflerinin sürekli tekrar etmesinden anlayabiliyoruz. Türkiye’nin yeni yüzyılda enerji üretim ve dağıtım merkezi haline getirilmesi; “yenilenebilir” enerji santrallerini ülkenin her yerinde arttırmak gibi söylemler tam da bunu gösteriyor. Ekolojik tahribatın esas kaynağı enerji santrallerinin yenilenemezliği değil üretilen ve tüketilen enerji miktarının aşırılığıdır. Yenilenebilirlik ise ancak bu bağlamda değerlendirilebilir. Doğanın meta olarak görülmesidir asıl sorun; günümüzde popüler olan kullanımıyla “yenilenebilirlik” ise karbon nötrlükle övünen yeşil aklama stratejisiyle doğa talanının şekil değiştirmesi, bir nevi yeşile boyanmasıdır. Çözüm ise doğanın bir sömürü alanı olarak değil, bizimle birlikte birçok canlı türünün içinde olduğu bir yaşam alanı olarak görülmesinde; ona zarar verenlerin, ekokırımda sorumluluğu olanların cezalandırılmasında ve paylarına düşeni ödemesinde; üretim süreçlerinde halkın söz sahibi olduğu ve halkın ihtiyaçları doğrultusunda belirlenen bir biçimde üretimin gerçekleşmesindedir.

Bu da bizi seçimlere giderken ekolojik anayasa talebini yükseltmenin ve bunu yapacak özneler olarak kendimizi iktidardakilere dayatmamız gerektiği gerçekliğine götürüyor. Ekolojik anayasa, doğanın bir hak öznesi olarak haklarının anayasa tarafından güvence altına alınmasını sağlar. Yani doğa kullanılacak, tüketilecek, rant elde edilecek bir kaynak olarak görülmekten çıkarılarak kendisine zarar vereceklere karşı anayasal güvence altında olan ve zarar verenlerin de cezalandırılacağı bir özne konumuna gelir. Yurttaşların doğaya yapılacak müdahalelerde merkezi ve yerel yönetimleri denetlemesi; yaşam alanları, kamusal alanlar üzerinde söz, yetki, kararın bizzat halka ait olmasını da içeriyor ekolojik anayasa talebi. Aynı zamanda, bu talebi yükseltecek öznelerin ekolojik anayasanın hayata geçebileceği Demokratik Cumhuriyet talebini de yükseltmesi gerekiyor. Halkın siyasete doğrudan müdahale etmesi ve kendini bir güç olarak siyasal ortama dayatması anlamına gelen Demokratik Cumhuriyet de, seçimlere yaklaşırken siyasal taleplerini oluşturmak ve ortak bir tutum geliştirmek amacıyla yola çıkmış ekoloji hareketinin bu konferansta önüne koyacağı taleplerden biri olmalıdır şüphesiz.

İklim Adaleti Koalisyonu adına Melis Tantan:
Melis Tantan

“Yasaları, toplumsal yapılanmayı düzenleyen siyaset ise bu mücadelenin bir alanı olmalı. Siyasetin sözde bizim adımıza ancak sermayenin temsilcilerince yapıldığı bir alan olmaktan çıkarılmasına, gerçek sahiplerince yapılmasına ihtiyaç var.”

1-Platform olarak kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

İklim Adaleti Koalisyonu; ilk olarak Cop 26 (26. BM İklim Değişikliği Konferansı) sürecinde devletlerin zirvesine alternatif olarak gelişen “Halkların İklim Zirvesi” için Türkiye’de oluşturulan bir ağ olarak bir araya geldi. 25 Aralık 2021’de yaptığımız basın açıklamasıyla İklim Adaleti Koalisyonu’nu kurduğumuzu ilan ettik. Emek ve meslek örgütlerinden, ekoloji örgütlerinden ve bireysel aktivistlerden oluşan bir koalisyonuz, şu an toplam 78 kurumsal bileşenimiz var. Kapitalist ekonomi-politiğin neden olduğu iklim krizine karşı iklim adaletini savunmak, bu doğrultuda da uluslararası hareketlerin bir parçası olarak mücadeleyi büyütmek, geliştirmek ve sürdürmek amacıyla bir araya gelmiş bir koalisyonuz. Bu amaçla paralel olarak “devletlerden ve şirketlerden bir şey beklemiyoruz, çözüm biziz” diyerek çalışmalarımızı yürütüyoruz. Kurulduğumuzdan bugüne kadar kömürlü termik santrallerden çıkış için çalışmalar, termik santraller ve ekokırım suç mahallerini gezen 7 ayrı bölgede gerçekleştirdiğimiz kervanlar, Ekoloji Birliği gibi birlik ve ekoloji alanında faaliyet gösteren kurumlarla birlikte süren direnişlere destek çalışmaları yapmak, uluslararası iklim adaleti toplantıları düzenlemek, Kazma Bırak kampanyasının çalışmalarına katkı vermek, ekokırımın uluslararası alanda ve ülkemizde bir suç olarak tanınmasına yönelik çalışmalar yapmak gibi bir dizi çalışma gerçekleştirdik.

2-Konferans çağrıcısı olarak beklentiniz nelerdir?

Kapitalizmin krizlerinden yeni fırsatlarla çıktığı bir gerçek, iklim krizini de yine bir fırsat alanı görüyor. İklim krizinin etkilerinin her geçen gün daha net olarak görüldüğü zamanlardan geçiyoruz, buna ilişkin acil ve radikal kararların alınması gerekirken devletler ve şirketler eliyle COP zirveleri başta olmak üzere büyük bir tiyatro oynandığını görüyoruz. Fosil yakıt şirketlerinin iklim zirvelerinde boy gösterdiği ve krizle mücadele bahanesiyle yeşil yatırımlara yöneldiklerini görüyoruz. İklim krizine karşı karbon yutak alanlarının yok edilmesinin, biyoçeşitliliğin azalmasının ana sorumluları buralardaki rollerini saklamaya çalışıyorlar. Tam bu noktada biz ekoloji alanında mücadele edenler olarak burada net bir ayrışma yaşamanın şart olduğunu söylüyoruz.

Finans kapital kurumlarının yeşil yatırımları desteklemesi, devletlerin ‘doğa dostu’ gözükmesinin altında var olan sistemin işleyişini devam ettirme gayesi, doğanın bir meta olarak sömürülmeye devam edilmesi anlamına geliyor. Hem bunun engellenebilmesi için, hem doğayı savunanların yaşamlarının ve haklarının korunabilmesi için iklim adaleti mücadelesini yükseltmek için bir araya gelmeliyiz. İklim adaleti mücadelesinin sadece ekoloji alanıyla sınırlı kalmayan bir adalet mücadelesi olarak diğer hak ve özgürlük alanlarında yürütülen mücadelelerle birleşmesini sağlamak bizim için çok önemli. İklim adaleti perspektifinden yürüttüğümüz mücadeleyi, her canlının yaşam hakkını savunmak ve sistemin tüm yıkımlarına karşı birlikte mücadele etmek olarak ifade edebiliriz.

Yasaları, toplumsal yapılanmayı düzenleyen siyaset ise bu mücadelenin bir alanı olmalı. Siyasetin sözde bizim adımıza ancak sermayenin temsilcilerince yapıldığı bir alan olmaktan çıkarılmasına, gerçek sahiplerince yapılmasına ihtiyaç var. “Çözüm biziz” dediğimiz süreçte siyasetin de yüzünü ekolojiye, iklim adaletine, insan merkezli olmayan toplumsal dönüşüme, sermayeden değil halktan yana tavır almaya döndürmeye zorlamamız gerekiyor. Bu alanda yürüttüğümüz tüm çabalar, mücadele edenlerin söz yetki ve karar mekanizmalarında yer alıp çözümü kendilerinin getirebilmesiyle kazanılabilecek alanlar. Konferanstan beklentimiz bunun için gelişebilecek bir zeminde yürütülecek tartışmalara zemin oluşturması ve bu alanda kurulacak dayanışma mekanizmalarına katkı sunması.

3-Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

“Ekoloji hareketleri de seçime giderken hem toplumun tüm kesimlerini hem de partileri, ekolojik bakış açısıyla donatmak, mücadele alanlarının birleşiminin etkisini ve sonuçlarını buralara taşımak ve etkilemekle tarihsel bir sorumluluk taşıyor.”

Ekoloji hareketleri, doğadan yana tavır almayan siyasi hareketlere desteğini vermeyeceğini baştan söylemeli. Bunun içerisinde bize ölümü gösterip sıtmaya razı eden ve “doğa dostuyuz” diyerek göstermelik iş yapanlar ve hakikatten yoksun olan siyaset de dahil. İşi, ekmeği, doğası, yaşam alanı, tüm canlıların hakları, kimliği, inancı, cinsel özgürlüğü vb. her alanda mücadele edenlerin oluşturduğu emek, demokrasi, ekoloji ve özgürlük savunucuları toplamı olarak, siyaset alanına “bizim sözlerimize, taleplerimize, eylemlerimize ve mücadelemize kulak kabartın ve bunları seçim programınıza alın” demeliyiz.

Bu sadece seçime giderken dikkate alınmasını istediğimiz bir şey değil, daha da önemli olan şu: Ekoloji hareketlerinin verdikleri mücadelenin etkisiyle yaratılacak politik duruş; 20 yıldan fazla zamanda ekolojik yıkımları giderek daha çok arttıran iktidarı da göndermenin tek yolu. Ve bundan da daha önemlisi bu iktidarı gönderdikten sonrasındaki politik yönelimi, tahribatları onarmayı, süreçleri demokratik ve ekolojik bir bakışla tekrar kurabilmeyi de mümkün kılabilecek tek şey. Ekoloji hareketleri de seçime giderken hem toplumun tüm kesimlerini hem de partileri, ekolojik bakış açısıyla donatmak, mücadele alanlarının birleşiminin etkisini ve sonuçlarını buralara taşımak ve etkilemekle tarihsel bir sorumluluk taşıyor.

Ekoloji Birliği Eş Sözcüleri Halime Şaman ve Güner Yanlıç:
Halime Şaman ve Güner Yanlıç

“Gerçekleştireceğimiz konferans önümüzdeki on yıllarda daha güçlü direnişler ve hareketlerin örgütlenebilmesi için bir perspektif üretme amacı gütmektedir.”

1- Platform olarak kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

40’ın üzerinde ekoloji örgütünden yaklaşık yüz kişinin katılımı ile eş sözcülüğü esas alan ve meclis olarak kendini tanımlayan 2018’de kurulmuş bir birliğiz. Meclis 6 ayda bir toplanıp kararlar alır, bu kararları da yürütme kurulu hayata geçirir. Beş yılın sonunda yerellerde ekoloji mücadelesi yürüten yeni oluşumların dahil olmaları ile 80’den fazla bileşenin yer aldığı geniş bir temsiliyete ulaştık. Çok sesli ve renkleri bir araya getirebilmiş, tüm ülkeyi kapsayan bir birliğiz.

2- Konferans çağrıcısı olarak beklentileriniz neler?

Ekoloji hareketleri için ön açıcı bir perspektife sahip böyle bir konferansa çağrıcı olmak bizler için çok kıymetli. Böylece bu konferansın hazırlık sürecinden başlayarak konferansa kadar çalışmaları yürüten tüm arkadaşlarımıza da teşekkür ediyoruz. Emekleri çok kıymetli ve ülkenin geleceğine ışık tuttuklarını bilsinler.

Sistem saldırılarının artış hızına yetişmekte zorlandığımız bu süreçte dayanışma ve birliktelik temelinde bir araya gelme ihtiyacı ve yetmezliklerimizi birlikte aşma amacını taşıyoruz. Gerçekleştireceğimiz konferans önümüzdeki on yıllarda daha güçlü direnişler ve hareketlerin örgütlenebilmesi için bir perspektif üretme amacı gütmektedir.

Tüm ekoloji hareketlerini bir araya getirecek olan bu konferans; bir araya gelme, dayanışmayı artırma ve tüm örgütlerin daha da güçlenmesine vesile olacaktır. Tüm ekoloji hareketleri yetmezliklerini ya da kendi dışında yaşanan ekolojik tahribatları görüp daha geniş ve doğru bir perspektiften bakmayı sağlayacaktır. Siyasetin karar verme erkine ekoloji temelli bir rotanın çizilmesinin zamanı geldi. Yaşamın devamlılığı bu zorunluluğu kaçınılmaz biçimde dayatmakta. Konferans öncelikler hiyerarşisinde ekolojinin başat belirleyen olmasına gidecek sürecin mihenk noktası olacaktır.

3- Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

“Tahribat kimden gelirse gelsin, ister iktidar ister muhalefet olsun karşısında olduk; olacağımızı da sizin aracılığınızla bir daha söyleyelim.”

Seçim öncesi tutmayacakları sözleri dahi verebilen bir siyasal yapı hakim ülkede. Bu nedenle taahhütlerinin takipçisi olmak gerekir.

Ekoloji hareketlerinin kendilerini sadece mevcut iktidar karşıtlığı üzerinden tanımlamaları büyük eksiklik olur. Sorunların kaynağının kapitalist sistem olduğu ve çözümün de bu sistemin değirmenine su taşıyan siyasi partilere destek vermek olduğunu görmek gerekir.

Bizler ister seçim olsun ister olmasın, daha önce olduğu gibi tüm yerellerde yürütülen mücadelelere destek olmaya devam edeceğiz. O nedenle tahribat kimden gelirse gelsin, ister iktidar ister muhalefet olsun karşısında olduk; olacağımızı da sizin aracılığınızla bir daha söyleyelim.

Ve elbette tüm siyasi partilere çağrımız ekolojik temelli beyannameler hazırlasınlar ve söylediklerinin arkasında dursunlar.

Bakırtepe Çevre Platformu (BÇP) adına Hüsne Gölbaşı:
Hüsne Gölbaşı

“Bu konferans aracılığıyla sadece bizim gibi çağrıcı olan ekoloji hareketleri ile değil aynı zamanda yerelde politik ekoloji mücadelesi vermekte olan tüm ekoloji örgütleri ile buluşmayı umuyoruz.”

1- Platform olarak kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Bakırtepe Çevre Platformu (BÇP), 2013 yılından bu yana Sivas/Kangal yöresinde bulunan Bakırtepe inanç merkezi ve çevresinde “KOÇ Grubu“ tarafından işletilen siyanürlü altın madeninin yarattığı ekolojik ve kültürel yıkımın son bulmasını hedefleyen yerel bir çevre örgütüdür. Bakırtepe Çevre Platformu olarak yıllardır, maden işletmesinin yaşam alanlarını, inanç merkezini, ekolojik sistemi ve kapasitesini arttırarak doğal alanları sömürmesini durdurmak için mücadele ediyoruz.

2- Konferans çağrıcısı olarak beklentileriniz neler?

Biz ekoloji hareketlerinin siyasetin dönüştürücü gücü olduğunun güveni ve inancı ile BÇP olarak çağrıcı olduğumuz bu konferansın; tüm bileşenleri ve konferansa katkı sunmak isteyen bu konuda sözü olan, yaşamı korumaya kararlı herkesin katılacağı coşkulu, tartışmalı, ufuk açıcı, politik bir konferansın gerçekleşeceğinden eminiz. Biz bu konferans aracılığıyla sadece bizim gibi çağrıcı olan ekoloji hareketleri ile değil aynı zamanda yerelde politik ekoloji mücadelesi vermekte olan tüm ekoloji örgütleri ile buluşmayı umuyoruz.

Bütün ülkeyi kendi çıkarları için hallaç pamuğuna çeviren devlet ve sermaye çevrelerinin her türlü saldırısına, talan politikalarına karşı ortak bir ses yükseltmek, ortak bir mücadeleyi örmek istiyoruz. Yaşadığımız coğrafyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarının bütün canlı yaşamı hiçe sayılarak belli bir zümreye peşkeş çekilmesinin kabul edilemez olduğunu ortaya net olarak koymalıyız.

Bu çağrı, ekoloji hareketlerinin ortak iradesini güçlendirecek zeminler oluşturması, çoğulculuğun korunmasına özen gösterilerek bileşenler arasındaki iletişimin güçlendirilmesi ve mücadele deneyimlerinin aktarılacağı bir ortamın gelişmesi için kolektif çağrımızdır. Konferansın sonunda, yaşamı özgürleştirecek olan toplumsal ve yasal dönüşümlerin çerçevesinin belirlendiği, ekoloji hareketlerin politik özne rolünü üstlendiği ortak bir manifestonun kamuoyuna sunulmasını arzuluyoruz.

3- Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

“Ekoloji hareketlerinden siyasete ulaştıracak olan bu kolektif perspektif; yaşamın, hafızanın ve ekolojik yaşamın korunması için politika yapmanın yeniden açığa çıkarılmasıdır.”

Halkın her türlü talebini, hassasiyetini, önceliğini görmezden gelip kar hırsıyla sağa sola saldıran sermaye çevrelerinin durdurulması en acil sorumluluk olarak ortada duruyor. Yok olan sadece ekolojik yapı değil; toprak, su, yaşam, toplumsal varoluş yok oluyor. Bin yıllar içerisinde şekillenen bütün uygarlıklar, tarih, bellek yok oluyor.

Bizler yaşamı özgürleştirmek için zorunlu gördüğümüz ideallerden taviz vermeden, çok sesli yapımızın ve bir arada mücadelemizin toplumsal karşılığından güç alarak, ahlaki sorumluluğumuzun doğurduğu tarihin doğru tarafında yer alma zorunluluğuna dayanarak ülkedeki geniş muhalefet zeminine belirlediğimiz kararları ileterek, ekoloji hareketlerinin yıllar içerisinde açığa çıkardığı özgün söylemler ile siyasete yeni bir perspektif kazandırmak istiyoruz. Ekoloji hareketlerinden siyasete ulaştıracak olan bu kolektif perspektif; yaşamın, hafızanın ve ekolojik yaşamın korunması için politika yapmanın yeniden açığa çıkarılmasıdır.

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) gönüllüsü Güngör Erçil:
Güngör Erçil

“Bu mücadelenin başarılı olmasının, ekoloji hareketlerinin siyaset öznesi olarak tutum almasıyla mümkün olduğunun farkındayız. Konferans’ın tam da bu soruya, ‘nasıl’ sorusuna, hep birlikte cevap verilmesini hedeflediğini düşünüyoruz.”

1- Platform olarak kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

Muğla Çevre Platformu, Muğla’nın farklı bölgelerinden gelen sivil toplum örgütleri ve yurttaşların yaşam alanlarını korumak amacıyla kurduğu bir ekoloji platformudur. İlkeleri arasında doğrudan demokrasi ve özgürlükçülük-eşitlikçilik, doğanın mülk edinilemeyeceği bulunan bir ekoloji örgütü olan platformun, amaç ve stratejileri arasında Türkiye’de ve Dünyada yürütülen ekolojik mücadelelere destek verilmesi ve koordinasyonun sağlanması” yer alıyor.

Doğal sit alanlarının derecelerinin düşürülmesinin söz konusu olduğunun öğrenildiği 2016 yılı sonundan beri bu ilke ve amaçlara uygun davranmaya çalışan MUÇEP, ekolojinin, ortak yaşam alanlarının savunulması için çaba harcıyor. “Yaşam alanlarımız müştereklerimizdir” anlayışını somutlaştıran bir tutumla davranmaya özen gösteriyor. MUÇEP, doğayla toplumsal olanın parçası olduğumuz bir bütünlük içinde olduğunu, doğaya kar mantığıyla bakılamayacağını gözeterek mücadele etmeye devam ediyor.

2- Konferans çağrıcısı olarak beklentileriniz neler?

Son yıllarda bütün dünyada doğal varlıkların, biyolojik çeşitliliğin, geçinme ve yaşam alanlarının kar güdüsüyle davrananlar tarafından daha çok sömürüldüğünü biliyoruz. Türkiye gibi ülkelerde bunun katlanarak arttığına; yaşamın sürdürülemez olduğu, otoriterleşen bir siyasi iklimin yaygınlaştığına tanık oluyoruz. Muğla, 3 termik santral bulunan, %59’unun maden alanı olarak belirlendiği, korunan alanlar ortalamasının Türkiye’nin yaklaşık 2,5-3 katı olduğu bir coğrafya. Akdeniz’in çokça dile getirilen iklim krizinden olumsuz olarak en çok etkilenen bölgelerden biri olduğu belirtiliyor.

Bunun toplumsal-siyasal alandaki demokrasi eksikliği ile doğrudan ilişkili olduğunun farkındayız. Türkiye’de ekoloji ile ilgili mevzuatın sermaye birikimini kamunun çıkarları yerine şirketlerin çıkarlarını esas alarak yapıldığını biliyoruz. Ama bu otoriterleşmenin sadece ekoloji alanında olmadığını genel olarak topluma, tabir yerindeyse, bir deli gömleği giydirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Bunun kabul edilebilir olmadığı açık olduğu gibi mümkün de olmadığı ortada.

Türkiye’de köylü-kentli yoksullara, kadınlara, LGBTİ+ bireylere, hayvanlara, doğaya, topluma, ekolojik varlıklara saldırıların her zamankinden daha yoğun olduğu bir dönem yaşanıyor. Bu saldırılar toplumsal alanda demokrasinin ortadan kaldırılmasıyla atbaşı gidiyor. Doğaya, yaşam alanlarımıza saldırıların belirginleşmesiyle, ekoloji hareketlerinin toplumsal alana, siyasete özne olarak katılmasının önemi daha bir artıyor. Süregiden duruma karşı, seçimleri de gözeterek birlikte tutum alınması gerektiğini düşünerek, bunu ifade etmek için Ekoloji Hareketleri Konferansı’na katılıyoruz.

3- Seçimlere giderken ekoloji hareketleri nasıl bir tutum almalı?

Ekoloji ile toplumsal-siyasal alanın birbirinden ayrı olmadığını söylüyoruz. Doğanın sömürüsünün bütün dünyada yoğunlaşması, Türkiye’de bunun daha belirgin bir hal almasıyla sonuçlanıyor. Sermaye birikiminin bütün yaşam alanlarını işgal ederek sürdürülmek istendiğine tanık oluyoruz; bunu en çok hisseden coğrafyaların başında Muğla geliyor.

Milas-Akbelen’de yaşamı, biyolojik çeşitliliği yok edenler, buna destek olan, göz yumanlar halkla ilişkiler çalışması olarak İstanbul’da klasik müzik konseri düzenleyebiliyorlar. Bu tutumdaki ikiyüzlülüğü dile getiren arkadaşlarımızı gözaltına alabiliyorlar.

Bu durumun kabul edilemez ve sürdürülemez olduğu, siyasetle, devlet yönetimiyle ilişkili olduğu son derece açık. Hukukun hiçe sayılmasının en belirgin olduğu alanlardan birinin doğa, ekoloji olduğunu biliyoruz. Muğla’daki 3 termik santralin kapatılmasına dair kararın uygulanmamasının siyasetle ilişkisini, yaşamı, geçinmeyi yok etmeyi doğuran sonuçlarını hep birlikte görüyor, buna karşı mücadele ediyoruz.

Bu mücadelenin başarılı olmasının, ekoloji hareketlerinin siyaset öznesi olarak tutum almasıyla mümkün olduğunun farkındayız. Konferans’ın tam da bu soruya, ‘nasıl’ sorusuna, hep birlikte cevap verilmesini hedeflediğini düşünüyoruz.

(Siyasi Haber – Feyaz Çanak)

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler