Pazartesi, Temmuz 7, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 25

BOZOĞLU’NDAN ÇAYIRHAN TERMİK SANTRALİ’NİN KÜL DEPOLAMA SAHASI İLE İLGİLİ UYARI: CİDDİ BİR GÖÇÜK RİSKİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ. ÖNLEM ALINMAZSA SARIYER BARAJI’NIN TOKSİK ATIKLARLA BULUŞMASI KAÇINILMAZ

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Baran Bozoğlu, Çayırhan Termik Santrali’nin Sarıyer Barajı’na yakın konumdaki kül depolama sahası ile ilgili “Kül depolama alanında yaklaşık 30 milyon ton toksik atık birikmiş durumda ve bu her geçen gün artmaya devam ediyor. Ciddi bir göçük riskiyle karşı karşıyayız. Bir an önce bu konuda önlem alınmaz, detaylı bilimsel teknik analizi yapılmazsa, Sarıyer Barajı’nın bu toksik atıklarla buluşması kaçınılmazdır. Sarıyer Barajı şu anda etrafından tarımsal faaliyetin yapıldığı, sofralarımıza gelen besinlerin sulandığı ve İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’ne su sağlayan bir barajdır. Bu kül barajının yıkılması durumunda yoğun bir şekilde toksik kirlilikle karşı karşıya kalacağımızı üzülerek ifade ediyoruz. Bir an önce bu teknik incelemenin yapılması ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu tesisin faaliyetini durdurmasına ihtiyaç duyuyoruz” açıklamasını yaptı.

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Baran Bozoğlu, Ankara’da düzenlediği basın toplantısında, Türkiye’deki termik santrallerin durumunu değerlendirdi. Bozoğlu, şunları söyledi:

“Türkiye’de şu anda 13 tane özelleştirilmiş termik santralimiz var. Bu geri kalmış teknolojiler Türkiye’nin havasını, suyunu, toprağını kirletmeye ve sera gazı emisyonlarını salmaya devam ediyor.

Ankara’da Çayırhan Termik Santralinin Nallıhan Kuş Cenneti’ne olan etkisini araştırdık. Sarıyer Barajı’na hava kirliliği bağlamında etkisini araştırdık. 44 yıldır çalışan Çayırhan Termik Santrali’nin adil bir şekilde kapatılması gerektiğini; emekçiler ve ekonomi zarar görmeden, bunun planlamasının yapılarak kapatılma sürecinin planlanması gerektiğini ifade ediyoruz. 44 yıldır çalışan bu termik santral etrafında 2007 yılında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hava kalitesini izlemek için iki tane istasyon kurdurdu. Ve 10 yıldır bu hava kirliliğini izlemek üzere kurulan istasyonlar çalışmıyor ve çalıştırılmıyor. Çevre Bakanlığı bu takibi yapmadığı için biz orada bir ölçüm istasyonu kurduk.

Yaz aylarında bunu yaptık. İnsan sağlığına doğrudan etkisi olan, özellikle insanların ciğerlerine doğrudan işleyen; bronşit, KOAH, kanser gibi hastalıklara sebep olan kirletici parametrelerin ölçümünü yaptırdık. Çıkan sonuçlar, ne yazık ki tam da beklediğimiz gibiydi. Ciddi bir kirliliğin orada oluştuğunu tespit ettik.

Günlük 24 saatlik ortalamamızın tamamında hem Dünya Sağlık Örgütü’nün hem Türkiye’nin kendi mevzuatının hem de Avrupa Birliği’nin sınır değerlerinin aşıldığını gördük. 30 günün tamamında partikül madde 10 dediğimiz bu toz maddenin içerisinde, ağır metalleri de bulundurduğunu bildiğimiz bu maddenin sınır değerleri aştığını gördük. Normal şartlarda Türkiye’deki mevzuata göre de bir yıl boyunca ölçüm yapılan bölgede sınır değer 35 gün aşıldığı anda acil önlemler alınması gerekir, kamu kurumlarının. 30 günlük ölçümün tamamında havanın kirli olduğunu tespit ettik. Bu bölgede yaşayan vatandaşlarımız başta olmak üzere, Kuş Cenneti’nin içindeki kuşların ve canlıların, doğanın, böceklerin; hepsinin risk altında olduğunu, yıllardır bu kirli havayı solumak zorunda kaldıklarını bilimsel verilerle tespit etmiş bulunuyoruz. Burada şu anda yılda 4,9 milyon ton kömür yakılıyor. Yılda yaklaşık 1,2 milyon ton toksik atık çıkıyor, bu tesisten. Kömürlü termik santraller sadece havayı değil, ürettikleri atık ile toprağımızı, suyumuzu kirletmeye devam ediyor.

Kül depolama alanında yaklaşık 30 milyon ton toksik atık birikmiş durumda ve bu her geçen gün artmaya devam ediyor. Bu tesis tarafından Çevre ve Şehircilik Bakanlığından izin alınırken, atık sahasına dair bir taahhütte bulunuldu. Akademik ve bilimsel raporlar hazırlandı. Biz bu raporları değerlendirdik. Bu kül sahası 560 metre kota kadar doldurulabileceği yönünde akademik rapor olduğunu gördük. Ancak ne bu akademik rapor ne de bakanlığın verdiği çevre izni, herhangi bir bilimsel, statik incelemeye ve değerlendirmeye dayandırılmıyor. Biz sahada yaptığımız gözlemler, yaptığımız incelemelerde şunu net şekilde görüyoruz ki; ciddi bir göçük riskiyle karşı karşıyayız. Bir an önce bu konuda önlem alınmaz, detaylı bilimsel teknik analizi yapılmazsa, Sarıyer Barajı’nın bu toksik atıklarla buluşması kaçınılmazdır. Sarıyer Barajı şu anda etrafından tarımsal faaliyetin yapıldığı, sofralarımıza gelen besinlerin sulandığı ve İstanbul’un ve Marmara Bölgesi’ne su sağlayan bir barajdır. Bu kül barajının yıkılması durumunda yoğun bir şekilde toksik kirlilikle karşı karşıya kalacağımızı üzülerek ifade ediyoruz. Şu anda ciddi bir risk olduğunu ortaya koyuyoruz. Bir an önce bu teknik incelemenin yapılması ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu tesisin faaliyetini durdurmasına ihtiyaç duyuyoruz. Santralin yakınında kömür madeni işletmesi var. Kömür madeni işletmesinin şu anda bir çevre izni yok. Çevre izni olmadan yapılan kömür madeni ile şu anda havayı, suyu ve toprağı kirleten bir termik santral, buradan çıkan madenlerle besleniyor.”

Toprak Yokoluşa Sürüklenirken

0

Kapitalizmin aşırı üretimleri toprağı zehirleyip yok ediyor. Tarımı fabrikalara taşıma hedefi işletilirken, yakın gelecekte yaşanması beklenen büyük kıtlığa ise çare olarak sunuluyor. Ancak unuttukları bir şey var, o toprak insan gibi canlı bir varlık

Yusuf Gürsucu

İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer organizmalar yüz binlerce yıl toprakla birlikte evrimleşti. Kapitalist üretim süreçlerinin yaşamın her alanında yarattığı yıkımların en büyüklerinden biri de toprakta yaşanmakta. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyada toprağın yüzde 33’ünün tahrip olduğunu, 2050 yılına kadar bunun yüzde 90’a yükselebileceğini aktarırken, diğer yandan kapitalizm insanlığa toprak yerine, fabrikalarda yapılacak üretimi öneriyor. Kapitalist endüstrinin her türlü girdisi doğal yaşamın yağmalanması üzerinden tedarik edilirken, bu süreçte hem toprak hem de sular aşırı kirletilmiş durumda ve topraksız üretimin en önemli iddiası da bu noktada ortaya çıkıyor.

Çiftçiler intihar ediyor

Son dönemde tarımda büyük zorluklarla mücadele eden ve her gün neredeyse 30-40 kişinin tohum, gübre, enerji ve su şirketlerine ödeyemecekleri düzeyde borçlanması ve toprağın da giderek verimini yitirmesi sonucu çiftçiler Hindistan’da intihar ediyor. BBC’de yer alan haberde Hindistan’daki bu duruma çare bulmak isteyen Sadhguru adlı ünlü gurunun, SaveSoil (Toprağı Kurtar) adlı küresel bir kampanya başlattığı duyuruldu. Sadhguru, toprak sağlığını iyileştirmeyi hedefleyen kampanya kapsamında çiftçilere topraklarındaki organik maddeyi korumak ve en az yüzde 3 oranında tutmak üzere desteklenmesini talep ediyor. Sadhguru, “Eğer bunu da yok edersek toprak kuma dönüşür ve iş burada biter. Eğer toprak sorunuyla baş edemezsek bir çölün içinde yaşamak zorunda kalacağız” diyor.

3 cm toprak bin yılda oluşuyor

Washington Üniversitesi’nde Jeomorfoloji Profesörü olan David Montgomery, “1930’larda Kuzey Amerika’da görülen dev toz bulutu hatırlarsınız, herkesi çok şaşırtmıştı. Eğer toprağa iyileşme fırsatı vermezseniz ve sürekli tahrip ederseniz o toprakta tarımsal üretim yapılamaz hale gelir. Toprağın en verimli kısmı üst katmanıdır. Bu verimlilik yıllarca ve yüzyıllarca devam eden tarımsal aktivite yüzünden yok ediliyor. Böylece gıda yetiştirmek de giderek zorlaşıyor” diyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dünyada toprağın yüzde 33’ünün tahrip olduğunu, 2050 yılına kadar bunun yüzde 90’a yükselebileceğini aktarırken, sadece 2-3 santimetrelik sağlıklı toprağı oluşturmak için bin yılın gerektiğini belirtiyor.

Toprak ve bitki sağlığı

İngiltere’de bulunan Toprak Derneği’nde (Soil Association) Tarımsal Ormancılık ve Bahçecilik Başkanı Ben Raskin, tarımda teknolojinin rolünün yeniden değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Raskin, “Teknolojide öncelik toprak ve bitki sağlığı olmalı” diyor. Toprağı derinden kazan aletlerin yerine ufak delikler açıp içine tohum bırakan tohum ekiciler ve günümüzde kullanılan aletlerin sert müdahalelerine alternatif olarak çok daha yumuşak bir şekilde tohum eken ve yabani otları temizleyen aletlere ihtiyaç olduğunu ifade ediyor. Diğer taraftan toprağın çıplak kalmasını engellemek için örtü olarak kullanılan bitkilerin de önemine vurgu yapıyor.

Aşılması gereken son sınır

Raskin, şimdiye kadar kullanılan teknolojilerin toprağın sadece yüzeyini incelediğini, artık çok daha derine inip toprağın biyolojisinin düşünülmesi gerektiğini paylaşıyor. Bilim insanlarının toprağın içindeki yaşamın yalnızca yüzde 10’unu tespit ettiği sanılıyor. Montgomery, uzun yıllardır yeraltındaki dünyanın bilim için görünmez olduğunu, toprağın bilim dünyasında aşılması gereken son büyük sınır olduğunu aktarıyor. Toprak Birliği’nin Yenilikçi Çiftçiler Programı kapsamında yapılan bir deneyde yabani otları ve hastalıkları bastırmak için ağaçların etrafına söğüt talaşı malçı döküldüğü ve malçın içindeki asidin ağaçlarda bağışıklık reaksiyonu uyardığı tespitinin yapıldığı aktarılıyor.

Tarımı fabrikaya taşımak

Hem kirletiyor hem de çözüm üretiyorlar. Aynen küresel ısınmaya neden olan şey kapitalist endüstrinin kirli üretimlerinin bir sonucuyken, bu durumu düzeltmek adına yeşile boyanmış alternatif enerji sistemlerinin önerilip aşırı üretimlerin kesintisiz sürdürülmek istenmesi gibi. Toprağın adeta katledilip yok edilmesine neden olan kapitalizm koşullarında toprağın üretken olabilmesi mümkün değildir. Mono kültürel üretim süreçlerini dayatan ve toprağın dışarıdan verilen minerallerle üretken olabileceği önermelerini yapan kapitalizm, GDO’lu-hibrit tohumla, suni gübre ve tarım zehirleriyle binlerce yılda oluşmuş olan tarım kültürünü ortadan kaldırmaktadır.

Nereye sürükleniyoruz?

ABD merkezli piyasa araştırma kuruluşu Allied Market Research, 2018’de 2,23 milyar dolar piyasa büyüklüğüne sahip olan dikey tarım pazarının 2026’da değerini 6 kat artırarak 12,77 milyar dolara taşıyabileceğini öngörüyor. Bu büyümenin kısmen organik, pestisit içermeyen gıdalara olan talebin artmasıyla değil, aynı zamanda gıda güvenliğini artırmak ve ithalatı kısmak isteyen ülkeler tarafından da destekleneceği belirtiliyor. Dikey tarım şirketi Farm Urban kurucusu Paul Meyers, bitki fabrikalarını “geleceğin tarımı” olarak tanımlayıp “Bu, pestisit içermeyen ve gezegeni istikrarlı bir şekilde yok eden geleneksel at ve traktör tarımından daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçiş” iddiasını yaparken, kapitalizm koşullarında nereye doğru sürüklendiğimize ise önemli bir örnek teşkil ediyor.

Sermaye için birikim yolu

Birleşmiş Milletler’in yayınladığı bir rapora göre, dünya nüfusunun 2050’de 9,8 milyara ulaşacağı ve bu sayıda insanı beslemek için bugüne göre ortalama yüzde 50 ila yüzde 70 daha fazla yiyeceğe ihtiyaç olacağı söyleniyor. BM’nin bu raporunu dayanak yapan sermaye, geleneksel tarım uygulamaları ile nüfusu beslemek için ilave tarım alanlarına ihtiyaç duyulacağını, ancak ekin yetiştirmeye uygun olan arazinin yüzde 80’inden fazlasının kullanıldığını, gıda kıtlığının üstesinden gelmek için tarım fabrikalarına ihtiyaç olacağını iddia ediyor. Bu iddia dikkat çekilen kıtlığı çözmek adına yapılan bir iddia değil, sermaye için yeni bir birikim alanına işaret ederken, insanlığı kölelikten zincirli köleliğe sürükleyen bir gelecek hayalini gösteriyor.

Yavaş yavaş yok ediliyor

Kapitalizm, üretim süreçlerinin tamamını sermaye kontrolünde sürdürmek ister ve tarım da bunun bir parçasıdır. Adeta yavaş yavaş işkence ile yok edilme sürecine girmiş olan toprağı koruyup yaşatmak yerine onu kirletmeyi tercih edip tarımsal üretim sürecini ‘fabrikalara’ taşıyıp sermaye birikimini büyüterek, tarımın fabrikalarda sürdürülmesi kapitalizmin yakın gelecek hedefleri içinde yer alıyor. Bitkilerin topraktan beslendiği tüm mineralleri suni yolla üretip dayattığı topraksız tarımdaki yeni girdileri ortaya çıkarıp açlığa çözüm bulacaklarını iddia eden kapitalizmin büyümek ve yaşamın her alanını sömürmek dışında herhangi bir hedefinin olmadığının da bilinmesi gerekiyor.

Toprak bizler gibi canlı bir varlık

Annelerin kapitalist endüstrinin neden olduğu kirlilik, stres vb. etkilerle çocuklarına yetecek sütü gün geçtikçe kaybettikleri görülüyor. Diğer yandan aynı nedenlerle canlı bir organizma olan ‘toprak ana’ da her geçen gün verimsizleşerek çölleşiyor. Topraklar, dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yüzde 25’ini içinde barındırırken, bir tutam toprağın dünyada yaşayan insan dahil tüm canlılar gibi canlı bir varlık olduğu bizlere unutturuluyor. Toprak ve diğer canlılar arasında yaşanan simbiyotik ilişkinin yaşamı var ettiği gerçeğini yok etmenin ekosisteme vurulacak en büyük darbe olacağı ise görmezden geliniyor.

Toprak kuma dönüşüyor

Bir bitki büyüme, çiçeklenme ve meyvelenme döneminde topraktan kökleri aracılığıyla beslenir. Bu beslenme sürecinde topraktan ne ihtiyacı varsa onu yeterli miktarda alır. Toprak bilgedir, ona verdiğimiz her tohuma kucak açar ve onu besleyip büyütür. Böyle bir döngü kirletilerek, mono kültürel tarıma mahkum edilip yoğun ilaçlama ve suni gübrelerle yapılan üretimle ve adeta kanı emilerek yok edilmektedir. Suyun içinde bitkiyi büyütmek ve ona dışarıdan yapay vitamin ve mineralleri vermekle toprağı eşitlemek veya daha iyi tarım diye yutturmaya çalışmak ancak sermayenin aklına gelebilecek bir yalandır. Topraklar artık kirlendi diye bizi topraksız tarıma alıştırmaya çalışan kapitalizm toprağı korumayı düşünmez bile. Aşırı üretimleri sürdürmek için doğayı topyekun yok olmaya sürükleyen akıl, toprakları da yok olma sürecine bağlayıp kuma dönüştürüyor. Ve bu süreç mutlaka durdurulup tersine çevrilmek zorunda.

Çaresiz değiliz

Yapılan hesaplamalara göre, dünyadaki bütün ülkeler ABD’de yapılan tüketim kadar tüketmesi halinde insanlığa 5 tane daha dünya gerektiğini gösteriyor. Burada ortaya çıkan sorun sermaye adına değişim değeri üreten üretim süreçleridir. Kullanım değeri üretmeyi içeren ve sadece ihtiyaçlarımız temelinde bir üretim sürecinin hayata geçirilmesi halinde ise dünyamızın bugünkü nüfusu aşan kat be kat nüfusu beslememesi için hiçbir neden yok. Yeter ki kapitalizmi hakettiği tarihin kirli sayfalarına gömelim ve yaşam için gerekli olan geleceği yaratalım.

Brezilya’nın seçimi, küresel iklim krizinin de yönünü belirleyecek

BREZİLYA BAŞKANLIK SEÇİMLERİ

Brezilyalılar bugün Amazon yağmur ormanlarını kereste üretimi ve endüstriyel tarıma açmaya söz veren sağcı Bolsonaro ile yoksulları güçlendirme, Amazon’un yıkımına son ve Yerli Bakanlığı kurmaya söz veren Lula arasında seçim yapacak.

Brezilyalılar, dünyanın en büyük dördüncü ülkesinin demokrasi sınavında küresel iklim değişikliğiyle mücadele açısından çok kritik bir etkisi olabilecek cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu için bugün sandık başında.

Yerel saatle sabah 8’den (TSİ 14:00) akşam 17’ye (TSİ 23:00) kadar sürecek olan oy verme işlemlerinin ardından, Brezilya elektronik oylama sisteminin hızı sayesinde, sonuçların 21:00’de (TSİ Pazartesi 03:00)belli olması bekleniyor.

3 Ekim’deki birinci turda 155 milyon 557 bin 422 seçmenden 123 milyon 195 bin 571’i 90 bini aşkın sandıkta oy kullanmış, seçime katılma oranı yüzde 79,54 olarak gerçekleşmişti.

Birinci turdan İşçi Partisi (PT) lideri önceki Cumhurbaşkanlarından Luiz Inácio Lula da Silva 57 milyon 259 bin 504 oyla seçmenlerin yüzde 48,4’ünün desteğini alarak birinci, şimdiki Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro 51 milyon 72 bin 345 oyla seçmenlerin yüzde 43,2’sinin desteğiyle ikinci olarak çıkmış, iki aday da yüzde 50’yi geçemediği için, sonuç ikinci tura kalmıştı.

TIKLAYIN-Brezilya’da kader seçimi: Sol yaşam ve özgürlük için ayakta

İki aday: Lula ve Bolsonaro

Seçimde uç sağı Amazon’un yok edilişini hızlandırmak, Brezilya’nın COVID-19’a müdahalesini yanlış yönlendirmek ve ülkenin seçim sisteminin kuşku altında kalmasına yol açmakla yaygın olarak suçlanan Hıristiyanlık propogandacısı mevcut Başkan Jair Bolsonaro temsil ediyor.

Karşısında tüm dünyada Lula olarak tanınan eski cumhurbaşkanı ve Latin Amerika’nın en radikal solcularından biri, Luiz Inacio Lula da Silva var. Dört hafta önceki ilk turdan en çok oyu alarak çıkan Lula ile Bolsonaro arasındaki fark anketlere göre daraldı. Başkanlığı kazanması bir ölçüde,  İşçi Partisi’nin iktidar dönemine gölge düşüren ve Lula’nın, kendisinin de bir yılı aşkın bir süre cezaevinde kalmasına yol açan büyük yolsuzluk skandallarının seçmenler arasında doğurduğu kuşkuları yenmesine bağlı olacak. 

TIKLAYIN-İki miting, iki Brezilya ve sonucu öngörülemeyen bir seçim

Anketler ne diyor?

Şu anda, tüm büyük anketlerde Lula önde ama Bolsonaro arayı kapatıyor. 2 Ekim’deki ilk turda Lula mevcut Başkan Bolsonaro’yu – yaklaşık 6 milyon fazla oy alarak- yüzde 48’le geride bırakmış, Bolsonaro yüzde 43’te kalmıştı. Birinci turun büyük hikayesi Bolsonaro’nun beklenenden daha iyi sonuç almasıydı. Oysa, çoğu ankete göre Lula’yı iki haneli rakamlarla geriden izliyordu. Anket şirketleri, Bolsonaro’nun oyunu neden bu kadar düşük gösterdiklerinin içinden çıkamadılar. Bolsonaro’nun Liberal Parti milletvekilleri de, tahminleri seçim sonuçlarıyla uyuşmayan anket şirketlerinin hapsedilmesini öngören yasa teklifleri hazırlamaya giriştiler.

IPEC kamuoyu yoklama şirketinin Pazartesi günü, ± 2 puanlık hata payıyla yayınladığı son ankete göre Lula’nın oyların yüzde 50’sini, Bolsonaro’nun ise yüzde 43’ünü alması bekleniyor.

Brezilya’yı bekleyen tehlike

İki adayın ülke için planları çok farklı. Bolsonaro’nun zaferi Brezilya’nın şimdiki muhafazakar, sermaye dostu yolda devamını sağlayacak. 67 yaşındaki cumhurbaşkanı, aile değerlerinin savunuculuğu iddiasında ve çoğalan Evanjelik Hristiyan nüfustan destek alıyor. Bolsonaro, pandemi sırasında sokağa çıkma yasağı ve maske kullanma zorunluluğuna direndi. Başkanlık kararnameleriyle, sadece Brezilya’nın silah yasalarını gevşetmekle kalmadı, Amazon’daki çevre koruma tedbirlerini de ciddi sonuçları olacak biçimde sonlandırdı. Araştırmacılar, dünyanın en büyük yağmur ormanlarını korumanın, iklim değişikliğine neden olan atmosferdeki karbondioksit miktarının yükselmesini önlemek açsından yaşamsal olduğunda birleşiyor, Yerli topluluklar da Amazon’da yaban hayatın çeşitliliğinin korumanın kritik önemi olduğunu söylüyor. Bolsonaro, yeniden seçildiği takdirde kamu enerji şirketlerini özelleştirime ve ayrıca maden çıkartma ve endüstriyel tarım alanlarını genişletme sözü verdi.

TIKLAYIN-Her yıl Danimarka büyüklüğünde yağmur ormanı yok oluyor

2003 ile 2010 arasında Brezilya Cumhurbaşkanı olan Lula, emtia arzındaki küresel patlamanın da katkısıyla on milyonlarca Brezilyalı’nın yoksulluktan kurtarılmasına yardımcı olan ve kendisine çok geniş ve çok sadık bir siyasi taban kazandıran yoksullukla mücadele programlarını finanse edebilmişti. 77 yaşındaki eski sendika lideri, Başkan olduğu takdirde Brezilya’nın en savunmasız yurttaşlarına yeniden yardımcı olma ve ayrıca yasadışı ormansızlaştırma faaliyetlerini çökertme ve bir Yerli halklar bakanlığı kurma sözü verdi. Ancak Lula karşıtlarınca hâlâ İşçi Partisi’ni sarsan geniş çaplı yolsuzluk skandallarıyla ilişkilendiriliyor. Brezilya Yüksek Mahkemesi 2021’de Lula’nın hapis cezasını bozmuş ve Cumhurbaşkanlığı yolu açılmıştı. 

Siyaset bilimci Guilherme Casarões, Bolsonaro’nun dört yıllık başkanlığı ve aşırı sağ söylemi sonrasından Brezilyalı seçmenlerin son derece kutuplaşmış olduğu görüşünde. Yakınlarda yayınlanan bir anket, seçmenlerin kaygılarının başında ekonomi, halk sağlığı ve yolsuzluğun geldiğini gösteriyor. Kim kazanırsa kazansın zayıf bir ekonomik görünüm ve ulsun bölünmüşlüğüyle uğraşmak zorunda olacak.

Brezilya’nın en kirli seçim kampanyalarından biri

Brezilyalılar, seçim öncesi karalayıcı reklamlar ve sosyal medya dezenformasyonu bombardımanına uğradı. Bolsonaro destekçileri seçmenlere Lula’nın seçilmesi halinde kiliseleri kapatacağını ve Brezilya’yı Venezuela ve Küba gibi komünist bir ülkeye dönüştüreceğini söylüyor. Bolsonaro da geçmişte, pedofili ve yamyamlığı meşru gören konuşma kayıtlarının kopartıldığını söyleyerek aleyhindeki kampanyaları savuşturmaya çalışıyor. Seçim Kurulu, on yıllardır seçim kampanyalarında görülmemiş sınırlara getirerek yalan haberlerin etkisini azaltmaya çalıştı. Yargıçlar, yalan çevrimiçi içeriğin kaldırılmasına yönelik ciddi para cezaları ve zaman sınırlamaları getirdi. Pek çok liberal yargı baskısını alkışlarken, muhafazakarlar yetkilileri sansürcülükle suçladı.

Bolsonaro, sık sık Brezilya’nın elektronik oylama sisteminin güvenilirliği konusunda yaptığı konuşmalarla seçim güvenliği konusunda kuşku uyandırdı. Son sıralarda, yüksek mahkemeye yönelik önyargılılık suçlamalarını ve yargıçlara yönelik eleştirilerini sertleştirdi.

Seçimler özellikle, son tahminlerde göründüğü kadar yakın sonuçlarla bitecek olursa, Bolsonaro’nun sonuçları kabul etmeyeceğinden ve  büyük bir toplumsal ve siyasal gerginlik doğacağından korkuluyor.

(AEK) 

Thorny questions for Western and South African “Just Energy Transition Partnership” negotiators (from whom we won’t get satisfactory answers)

0

Can a deeply-flawed model for climate financing, decarbonisation and reparations be reformed?

  • What kind of monetary carrot is needed to help high-polluting middle-income countries to rapidly decarbonise? Mainly because of a South African pilot project supposedly worth $8.5 billion, the worlds of high finance and climate justice are colliding, with unfortunate results expected at the United Nations climate summit in Sharm El-Sheikh, Egypt.

When the COP27 opens on November 6, a high-profile climate finance deal will be signed by climate policymakers from Washington, London, Paris, Berlin, Brussels on one side, and from Pretoria and parastatal electricity firm Eskom’s Johannesburg headquarters on the other. On October 19, South Africa’s Cabinet approved – and the Presidential Climate Commission endorsed – the deal, but details are still murky.

In Glasgow a year ago, Western leaders had promised $8.5 billion for a Just Energy Transition Partnership (JETP) that would serve as the world’s decarbonisation model. Since then, the concept has taken root in Indonesia, Senegal and Vietnam – although Indian negotiators are reportedly opposed to the emphasis on cutting coal.

Since then, persistent delays and non-transparent processes mean crucial details have been hidden from the view of both South Africans and Western taxpayer contributors to the JETP.

That leaves us with ten sets of critical questions.

1) First, will the JETP (plus the German government’s additional contribution of an extra $340 million announced on October 5) provide Eskom CEO Andre de Ruyter with new foreign loans that, in part, encourage the parastatal to repay existing “Odious Debt,” i.e. loans from the same countries’ financiers, that it really should not be repaying on sound anti-corruption and also climate grounds?

Specifically, two fragile coal-fired power stations – Medupi and Kusile – cost not the original $9 billion promised, but instead closer to $25 billion, and most of it is debt-financed. Then-Eskom chair Valli Moosa awarded the main boiler procurement contracts to Hitachi in 2007, just after the Tokyo firm gifted 25% of Hitachi Power Africa to the ruling party’s funding arm Chancellor House.

That act was termed “outrageous” by CorruptionWatch because at the time Moosa was also an ANC Finance Committee member, resulting in the Public Protector’s 2009 finding of “improper” conflicts-of-interest management by Moosa, followed by Hitachi’s 2015 bribery prosecution in Washington – and $19 million fine – under the U.S. Foreign Corrupt Practices Act.

There was no subsequent South African prosecution, though it was easily the most expensive case of local state capture by a multinational corporation. Extraordinarily, Moosa now is the main manager of the Presidential Climate Change Commission, which has a major role in the JETP.

Should new JETP loans enable repayment of interest on Odious Debt, instead of challenging these Ponzi-style lenders (i.e. whose new loans mainly cover interest repayment on old loans) to take a haircut, as punishmnet for funding the fraud-filled, ultra-polluting power plants?

2) Second, why specifically give the World Bank a central role in JETP management?

protest at the World Bank’s Johannesburg office on October 14 drew scores of community and environmental activists insisting not only on the Odious Debt’s cancellation, since a 2010 Medupi credit of $3.75 billion was the lender’s largest ever project loan.

Moreover, two decades ago, the Bank made a venture capital investment in what became a massive coal mine bordering Hluhluwe-iMfolozi nature reserve (Africa’s oldest), displacing hundreds of residents but without having obtained legally-required environmental permission. On October 20, 2020, leading anti-coal activist Fikile Ntshangase was assassinated there, at a crucial point in the struggle against coal mine expansion, resulting in her lawyer Tembeka Ngcukaitobi demanding reparations: the return of mine profits worth millions of dollars to the victimised community.

Anti-Bank protesters also demanded an end to its financing of a Richards Bay Liquefied Natural Gas terminal.

Last month, Al Gore called for firing of the institution’s president, (Trump-appointed) David Malpass, due to his “ridiculous” climate denialism, but the problem is evident when other staff push methane gas projects or demand Medupi debt repayment.

3) Will the JETP allow De Ruyter to use 44% of incoming funding for methane gas-fired power plant construction even though methane is 85 times more potent a greenhouse gas than CO2 over next 20 years?

Given that JETP funding for Eskom is “fungible,” finance needed for De Ruyter’s two preferred methane gas power plants – 3000 MW at Richards Bay and 1000 MW at Komati, together costing R85 billion – will be freed up as it comes from the same pool to be used for solar and wind generation. Won’t JETP inflows allow Eskom’s coal addiction to be replaced by methane gas dependency?

4) Will JETP partners permit Eskom’s meth addiction because they believe – as does the European Union’s “sustainable finance taxonomy” – that gas (and nuclear energy) can be considered “green”?

Politicians in Brussels are obviously panicking about Russian sanctions – but won’t their July determination threaten the credibility of inclement (2026) EU Carbon Border Adjustment Mechanism climate-based trade sanctions against high-carbon South African steel, cement, fertilisers, aluminium, and electricity generation (the tariffs on which are in turn based on an EU Emissions Trading Scheme that does include methane and nitrous oxide emissions)?

5) Does the JETP turn a blind eye to – thus rewarding – De Ruyter’s many extremely unjust, racist Eskom policies?

One is “Load Reduction” energy racism, which disconnects black townships far more frequently than white neighbourhoods.

Another is his requested 32% increase in 2023 tariffs, plus his phase-out of residual pro-poor cross subsidies to black homeowners.

A third is permitting ongoing Eskom power plants’ violations of Air Quality Act regulations (by a factor 3200 times accepted levels), which kill 2200 residents in the vicinity of power plants and coal mines annually, and produce the world’s worst SO2 pollution.

6) Must the JETP financing come in the form of loans, which may be called ‘concessional’ – but aren’t there crucial caveats?

Surely any JETP representing a genuine carrot would take the form of grants, given South Africa’s existing $174 billion foreign debt (up from $25 billion when liberation was won in 1994)?

Unfortunately, as Climate Home News sources report, “less than 3% of the money will be delivered as grants, with the rest split between concessional and commercial loans.”

Moreover, will JETP loans be denominated in the West’s dollar, pound and euro currencies? If so, what with the Rand crashing from R14/$ to R18/$ in recent months, then what effective real interest rate should be assumed for repayment into a future with much further depreciation?

And if the JETP is actually quite expensive as the currency crashes and as exports fall once the commodity boom is over, why not issue local-currency bonds for Eskom decarbonisation instead, given South Africa’s exceptionally liquid financial markets (with one of the world’s highest-ever “Buffett Indicator” ratios of stock market capitalisation to GDP)?

Indeed, what hard-currency spending is truly required for core Just Transition mandates such as re-employment opportunities and climate adaptation – i.e., climate-proofing infrastructure and housing to withstand rain bombs, or irrigation to beat the droughts – where workers are paid in the local Rand currency and most materials are acquired locally, not imported?

And in future, won’t the interest rate on funding through an expanded JETP soar, if as Environment Minister Barbara Creecy said on October 20, “what we’re very sincerely hoping is that [the plan] would create appetite from the private sector and would begin to mobilise the significant quantities of financing that we’re going to need over the next ten years.”

At present, given Pretoria’s (and Eskom’s) junk rating, the interest rate demanded from international financiers for 10-year bonds is more than 10% (fifth highest among countries issuing such bonds), making such private participation exceptionally expensive.

7) Did Western JETP negotiators conduct any genuine consultation with the most vigorous community, labour and environmental critics of Eskom?

Indeed, do South Africa’s main JETP negotiators – especially former central banker Daniel Mminele and National Business Initiative leader Joanne Yawitch – have any track record of promoting climate justice alongside these social forces?

8) Will JETP funding be directed not only to Eskom but also to other multinational for-profit corporations including high-carbon auto and petrochemical companies?

Recent reports suggest the JETP will partly aim to kickstart an elite Electric Vehicle market, especially from South African assembly lines run by German climate-cheaters VWMercedes and BMW, hence attracting Berlin’s conflicted-interest state financing. Won’t these subsidised auto exports be sent to very wealthy customers abroad, as is desired by trade minister Ebrahim Patel, on top of $1.7 billion worth of existing irrational annual subsidies for petrol and diesel cars?

And the funding may also subsidise the “green hydrogen” fantasies of one of the world’s worst polluters, Sasol. Privatised in 2000 followed by a New York stock market listing, the apartheid-era firm was originally state-owned, getting its main boost from 1970s-80s oil sanctions.

The world’s single worst point source of CO2 emissions comes when Sasol’s Secunda refinery inefficiently squeezes massive amounts of coal to generate liquid petrol, emitting CO2 at a rate of 60 million tonnes annually (12% of the country’s total). Its racially-biased ecological wreckage is notorious from South Africa to a failed $12 billion investment in Lake Charles, Louisiana that De Ruyter promoted.

Just as German chancellor Olaf Scholz visited South African president Cyril Ramaphosa in May to purchase more coal, his state website acknowledged the “original sin” role of Sasol’s Nazi-era Fischer-Tropsch coal-to-liquid technology. Yet, won’t JETP finance soon amplify Sasol’s profits by directing South Africa’s currently-scarce solar energy into green hydrogen – for export (especially to Germany) – while local residents remain disconnected?

9) In advance of the United Nations COP27, will the long-delayed conclusion of the JETP artificially boost the (generally fake) green credentials of the main Western polluters, as happened in Glasgow in November 2021?

Won’t such applause be terribly inappropriate given the timing, just as Germany is importing several millions tonnes of South African coal for its rebooted power plants due to Russian sanctions, and the UK Conservative Party commits to new methane gas fracking?

10) And speaking of glaring hypocrisy, the West is not alone, for isn’t Pretoria’s sub-imperial fossil ambition increasingly lethal, when deploying 1200 SA National Defence Force troops to northern Mozambique to defend Paris-based TotalEnergies, Houston-based ExxonMobil and other multinationals drilling for 125 trillion cubic feet of gas, in a war zone that has left a million people displaced and thousands dead, just as climate-fueled cyclones on the coast become more intense?

If in coming years, as Eskom injects gas in the form of Mozambique’s “Blood-Methane” LNG – or Total’s Brulpadda/Luiperd methane from offshore South Africa – into the national grid, won’t that infrastructure become a stranded asset, as even the National Business Initiative warns?

Given these contradictions, those committed to climate justice – in the West and everywhere – should consider endorsing a February call by South Africa’s Climate Justice Charter Movement, for sanctions against US, UK and European taxpayers’ financing of the JETP?

Of course, no one should oppose a JETP if these questions are resolved , and especially if the Western super-polluters concede the $8.5 billion is simply its downpayment on long-overdue “climate reparations” to Africa. The polluters should compensate poorer countries for leaving fossil fuels underground, as well as covering growing climate-proofing adaptation costs and extreme-weather Loss & Damage expenses.

Such a policy of recognising the climate debt – and providing compensation for leaving fossil fuels underground – will help all Africans fight their own national leaders (like Ramaphosa) and transnational oil companies.

Notwithstanding ongoing protests at African oil conferences from London to Cape Town and the activist appeal “don’t gas Africa!” – the continent’s elites ever more incessantly claim that oil industry “development” is due Africa and that fossil-fuel profits will trickle down to the continent’s masses, all evidence to the contrary.

So, given the balance of forces, these ten reasonable sets of questions will not even be considered by establishment negotiators, much less answered satisfactorily. Protesters here in South Africa targeting high emitters on November 12 – a global day of action – aim to keep the world aware of how much more reform is needed before South Africa’s Just Energy Transition Partnership is actually worthy of that name.

Yazar: Patrick Bond

is professor at the University of Johannesburg Department of Sociology, and co-editor of BRICS and Resistance in Africa (published by Zed Books, 2019).

YERKÜRENİN GELECEĞİ OYLANIYOR: Brezilya’da kader seçimi: Sol yaşam ve özgürlük için ayakta

30 Ekim’deki başkanlık seçimlerinin ikinci tur anketlerinde Lula hala önde, ancak zaferi henüz kesin değil. Noam Chomsky, Bolsonaro kazanırsa Amazon’la birlikte dünyanın akciğerlerini de çökerteceği konusunda uyardı: “Bu kader seçimi.”

Brezilya, 30 Ekim’deki başkanlık seçimlerinin  ikinci turu için gün sayıyor.

3 Ekim’deki birinci turda 155 milyon 557 bin 422 seçmenden 123 milyon 195 bin 571’i  90 bini aşkın sandıkta oy kullanmış, seçime katılma oranı yüzde 79,54 olarak gerçekleşmişti. 

Birinci turdan İşçi Partisi (PT) lideri önceki Cumhurbaşkanlarından Luiz Inácio Lula da Silva 57 milyon 259 bin 504 oyla seçmenlerin yüzde 48,4’ünün desteğini alarak birinci, şimdiki Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro 51 milyon 72 bin 345 oyla seçmenlerin yüzde 43,2’sinin desteğiyle ikinci olarak çıkmış, iki aday da yüzde 50’yi geçemediği için, sonuç ikinci tura kalmıştı.

TIKLAYIN-Lula birinci turu önde bitirdi, ikinci tur 30 Ekim’de

Yarışan bloklar

Birinci turda Lula’nın Başkanlığı ve eski Sao Paolo valisi Geraldo Alckmin’in Başkan Yardımcılığı çevresinde oluşan Umudun Brezilyası blokunda Lula’nın İşçi Partisi, Brezilya Komünist Partisi, Yeşil Parti, Brezilya Sosyalist Partisi, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi, Cumhuriyetçi Toplumsal Düzen Partisi, İşçi Davası Partisi, Dayanışma, İleri  ve Eylem hareketleri ve Sürdürülebilirlik Ağı yer alıyordu. Blok ikinci turda Demokratik İşçi Partisi, Birleşik Sosyalist İşçi Partisi, Halkın Birliği ve Yurttaşlık hareketinin katılımıyla genişledi.

Bolsonaro’nun Başkanlığı ve Savunma Bakanı Walter Braga Netto’nun Başkan Yardımcılığı çevresinde oluşan Brezilya’nın İyiliği İçin blokundaysa Bolsonaro’nun Liberal Partisi, Cumhuriyetçiler ve İlericiler grupları yer alıyordu. Blok ikinci tura girerken Sosyal Hristiyan Partisi ve Brezilya Emek Partisi’ni de içine alarak genişledi.

TIKLAYIN-İki miting, iki Brezilya ve sonucu öngörülemeyen bir seçim

Sıklaşan saflar, azalan fark

30 Ekim’de TSİ 14:00’da başlayacak olan seçimler öncesinde kamuoyu araştırmalarında solun adayı Lula liderliğini sürdürüyor, ancak şimdiki Cumhurbaşkanı Bolsonaro’yla arasındaki farkın küçük adımlarla da olsa azalmakta olduğu gözleniyor. Ülkenin en büyük kamuoyu araştırma kuruluşu Datafolha’nın Çarşamba günü yayınladığı son ankete göre ankete yanıt verenlerin yüzde 49’u Lula’ya, yüzde 45’i Bolsonaro’ya oy vereceklerini açıklamışlardı. Önceki haftaysa Datafolha anketi Bolsonaro’nun desteğini yüzde 44 olarak saptamıştı. 

TIKLAYIN-Lula ikinci turu 7 puan önde götürüyor

Seçim günü yaklaştıkça kararsızların oranı da düşümeye devam ediyor. Seçmenlerin yüzde 94’ü kime oy vereceklerini kararlaştırdıklarını söylüyor. Datafolha’ya göre, seçmenlerin yüzde 1’i kararsız ve yüzde 4’ü boş oy kullanma niyetinde. Ipec araştırma kuruluşuna göreyse, seçmenlerin yüzde 5’i kararsız, yüzde 2’si de görüş belirtmekten kaçınıyor. 2 Ekim’deki ilk turda kararsızların oranı yüzde 21 dolayında. 

Kararsızların düşük oranda da olsa varlığını koruması ve kamuoyu araştırmalarının yanılma payları dikkate alındığında yorumcular, Lula’nın başı çekmesine karşın, seçim sonuçlarının sürprize açık olduğunda birleşiyor.

Bolsonaro, anket şirketlerini Lula’yı desteklemekle suçlarken, ülkenin seçim sisteminin manipülasyona açık olduğu propagandasını sürdürüyor, bu arada Bolsonaro yanlısı milletvekilleri, açıkladıkları anket sonuçları hata payını aşan kuruluşların sorumlularının 10 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngören bir yasa çıkarılması için çaba gösteriyor. 

TIKLAYIN-Lula hala favori, ama kazanması kolay değil, sürdürmesi zor

Lula: “Bolsonaro, farkı kapatamaz, kazanacağız”

Telesur’un haberine göre, Lula, Bolsonaro’nun aradaki farkı kapatmasının söz konusu olmadığında ısrarlı.  Rio de Janeiro’da  düzenlediği basın toplantısında, Lula, hafta içinde, “Seçimleri kazanacağız, Bolsonaro’nun yaptığı çılgınlıklara, söyleye geldiği yalanlara karşın bir haftada farkı kapatması imkansız” demişti.

Solun adayı, sahte hesaplar üzerinden sosyal medya ağlarında yayılan dezenformasyonu hedef aldı: Bolsonaro’nun “güçlü bir yalan makinesi var,” dedi. “Robotlarla rekabet etmek çok zor.”  

Bu arada, birinci tur öncesinde Lula’nın kazanması halinde seçim sonuçlarını kabul etmeyeceğine ilişkin imalarda bulunan Bolsonaro, Cuma günü habercilerin sorularını yanıtlarken “Ordunun da içinde yer aldığı saydamlık komisyonu, bir anormallik olmadığını söylerse seçim sonuçlarından kuşku duymak için bir neden olma[yacağını]” dile getirdi. 

TIKLAYIN-Brezilya’da sol Lula önderliğinde iktidara yürüyor

Bolsonarocular seçim sistemiyle ilgili
yalan haberleri sürdürüyor

Bolsonaro, kişisel olarak, seçim sonuçlarının kesinlikle hileli olacağına dair önceki beyanlarını tevil eder görünüyor. Ancak gerek Brezilya’da gerekse ABD’deki Trump yanlısı Bolsonaro destekçileri arasında Başkana rağmen Brezilya seçim sisteminin muhalefet tarafından manipüle edildiği ve oy sayım ve değerlendirme yazılımlarının hileli olduğuna ilişkin kara propaganda sürüyor. 

Bolsonaro seçim öncesi Brezilya seçimlerine hile karıştırıldığını ve elektronik oylama makinelerine güvenilemeyeceğini söyleyerek aylarca propaganda sürdürmüş ama ilk turda anketlerin öngördüğünden daha iyi bir sonuç almıştı. Bolsonaro, buna karşın seçim sonuçlarının manipüle edilmiş olabileceğini öne sürmekten vazgeçmedi. “Tamamen bilgisayarlı bir sistemde anormal bir şeyin olma olasılığı her zaman vardır” demeye devam etti. 

Söylentilerin süre gitmesi üzerine Brezilya Yüksek Seçim Kurulu, ABD’den yayılan ülkede kullanılan elektronik sistemlere ve yazılımlarla ilgili yalanları sergiledi. Brezilya’daki teyit kuruluşları da iddiaların doğruluğunu sınayarak yanlış olduğunu ortaya çıkardı. 

Kurul, “Brezilya oy kullanma süreci[nin], Seçim Adaleti hizmetindeki görevli ve teknisyenlerce tasarlandı[ğını] ve doğrudan kendi koordinasyonları altında, seçim sürecine daha fazla güvenlik ve şeffaflık sağlayan kamu ihalesi ve geniş rekabet yoluyla seçilen şirketlerce üretil[diğini]” açıkladı.

Yüksek seçim kurulu seçimlerle
ilgili “yalan haberler”i sansürleyecek

Brezilya Yüksek Seçim Kurulu Perşembe günü, “seçim süreci hakkında yanlış veya bağlamından koparılmış bilgilerin sürekli yayınlanmasıyla oluşan sistematik yanlış bilgi üretimini” hedef alan çevrimiçi dezenformasyonu sınırlamaya yönelik bir dizi karar yayınladı. 

ABD’den yayın yapan bağımsız New Public Radio’nun (NPR) haberine göre Kurul Başkanı Bakan Alexandre de Moraes, belirli bir gönderinin dezenformasyon içeriği içerdiğine karar verdiklerinde diğer tüm özdeş yayınlarla birlikte kaldırılacağını açıkladı. Kararın 2. Maddesi, “oylama, oy sayımı ve sayımı süreçleri de dahil olmak üzere seçim sürecinin bütünlüğünü etkileyen, gerçek dışı olduğu bilinen veya ciddi şekilde bağlamından koparılmış gerçeklerin yayılmasını veya paylaşılmasını” yasaklıyor. 

Karar ayrıca, Kurulun izin verdiklerinin ötesinde seçimden 48 saat öncesi ve 24 saat sonrasına kadar paralı seçim ilanlarının yayınlanmasını yasaklıyor. 

Reuters’ın haberine göre, Brezilyalı yayıncılar, kararın rejime yönelik yapıcı eleştirileri ve örneğin Bolsonaro’nun Lula’ya yönerlik olarak kullandığı “eski mahkum”, “hırsız” veya “yozlaşmış” sıfatlarını kullanmayı yasaklaması dolayısıyla medya ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiğinden yakınıyor. 

(AEK)

Noam Chomsky:
Önümüzde bir kader seçimi var

 
ABD’nin önde gelen ilerici düşünürlerinden Noam Chomsky Truthout dergisine verdiği söyleşide sonuçlarının Amazon havzasının kaderini de belirleyecek olması nedeniyle Brezilya seçimlerinin dünyanın kaderinde tayin edici bir role sahip olduğunu söyledi.

En zorlayıcı acil kaygı, Brezilya’daki Amazon ormanlarının kaderi. Mevcut eğilimler sürecek olduğu takdirde “dünyanın akciğerlerinin” bu en önemli ögesinin, kendisini sürdürmek için yeterli nem üretemeyen bir savanaya dönüşeceği uzun zamandır biliniyor. Hepimizi koruyan büyük bir karbon arıtıcısı, bizi felakete sürükleyen bir karbon üreticisine dönüşecek.


Başka pek çok durumda olduğu gibi, bu trajedinin zaman ölçeği de inanılmaz ölçüde hafife alındı. Brezilyalı araştırmacılar, bu tehlikenin geri çevrilemez yıkım haddine ulaşılan kimi bölgelerde bu kaygının çoktan gerçeğe dönüşmeye başladığını ortaya koydular.

Bolsonaro’nun yasadışı kerestecilik, madencilik, tarımsal işletmelerin genişletilmesi ve Yerli yaşam alanlarıyla bu alanlarda varlığını sürdüren birçok kabilenin yok edilmesine verdiği destekle yaşamın sürdürülmesine yönelik tehdit keskin bir biçimde büyüdü. Kısa vadeli kâr ve iktidarın çıkarları adına yasalar bir kenara atılarak koruma altına alındılar.

Elbette bu tehdit Brezilya ile sınırlı değil ama bu ülkede insanlığa karşı işlenen suç, ölçeğinin büyüklüğü nedeniyle özellikle ciddi ve şu anda özellikle kritik, çünkü Amazon’un kaderi ve onunla ilgili her şey, seçimlerin ikinci turu olan 30 Ekim’de karara bağlanacak.

Bolsonaro’nun zaferi muhtemelen Amazon’u mahvedecektir. Bir Lula zaferi, Brezilya için bir felaketi ve dünyadaki yaşam için bir felaketi önleyerek onu kurtarabilir.

İyi haber şu ki, ilk turda Lula, anketlerin öngördüğü gibi, zafere yaklaştı. Lula’nın İşçi Partisi’ne oldukça yakın bir merkez sol partiyle işbirliği zafere yol açabilirdi, bu ve daha geniş koalisyonlar şimdi oluşuyor ve 30 Ekim’de zafere götürebilir.

Kötü haber ikili. Bolsonaro’nun oyu anketlerin öngördüğünün çok ötesindeydi ve adayları Başkanlık dışındaki makamları, özellikle valilikler ve milletvekillerin süpürdü. Lula’nın elleri seçilse bile bağlanacak.

Aşırı sağcı dalga, Bolsonaro’nun Amazon’u kendi gözetimi altında yok eden suçluları zenginleştirme kampanyasının kilit adamı Ricardo Salles gibi korkunç kişilikleri bile parlamentoya taşıdı.

Sağcı parti [Bolsonaro kazandığı takdirde] ülkeyi aşırılıkçı bir Hıristiyan milliyetçiliğine sürükleyebileceği Orbán tarzı bir “illiberal demokrasiye” dönüştürme kampanyasına giden yolu genişleteceğe benziyor.

Ne var ki, bu grotesk sonuç bile aslında, kendilerini insani sonuçları ne olursa olsun, şirket karlarını artırmaya adanmış olanların ellerinde çevresel yıkımın kontrolden çıkması kadar önemli olmayacak.

Önümüzde bir kader seçimi var.

YK ENERJİ’NİN GES PROJESİNİN HALKIN KATILIMI TOPLANTISI’NDA ARBEDE YAŞANDI

0

Muğla’nın Milas ilçesinde YK Enerji’nin iki termik santraline kaynak oluşturması amacıyla kurulması planlanan güneş enerjisi santrali (GES) projelerinin Halkın Katılımı Toplantısı’nda arbede yaşandı.

Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş’nin (YK Enerji) iki termik santraline kaynak oluşturması amacıyla kurulması planlanan GES projelerinin Halkın Katılımı Toplantısında arbede yaşandı.

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Pınar Mahallesi’nin köy kahvesinde bugün iki saat arayla iki halkın katılımı toplantısı düzenlendi. Toplantıların ilki saat 11:00’de “Yeniköy Termik Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali Projesi” projesi için, ikincisi ise saat 13:00’te ise “Kemerköy Termik Santrali Yardımcı Kaynak Güneş Enerji Santrali Projesi” için planlanmıştı.

ESRA IŞIK: “ÖNCE SANTRAL VE MADENE ÇED YAPIN”

İlk toplantıya katılım yoğundu ve kahvenin içerisinde oturacak yer bulamadığı için ayakta kalanlar oldu.

Toplantının başında söz alan İkizköy Akbelen Ormanı savunucularından Esra Işık toplantının yapılmasının hukuksuz olduğunu söyledi ve yapılamayacağını dile getirdi.

Toplantıya gelmeden önce Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) dosyasını incelediğini belirten Işık, “Halkın Katılımı Toplantısı’nın yapılma amacı aslında halkın bu projenin olumlu ve olumsuz yönlerini halka anlatmak fakat bu olumlu ve olumsuz yanların ÇED raporunda sunulacağı söyleniyor. Bugün bize ne anlatılacak çok merak ediyoruz. Bu toplantının yapılması hukuksuzdur, gayrimeşrudur. Halktan birisi olarak buraya çağırılmamış, İkizköylü olarak buraya çağırılmamış olsam da…”

Sözlerinin kesilmesi üzerine kendini ifade etmek istediğini belirten Işık, “Önce santral ve madene ÇED yapılsın ondan sonra güneş enerjisi için başvuru dosyasını burada anlatırlar ama önce santral ve kömür madeni için, yıllardır bizi zehirleyen kömür madeni için ÇED yapıldın. Yıllardır burada halk olarak zehirlenen biziz, mağdur olan biziz.”

Işık’a “Sen kimsin?” diye sorulması üzerine Işık, “Ben buranın yerlisiyim” diye yanıt verdi.

Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali’nde çalıştığını ifade eden bir yurttaş ise şunları söyledi: “Ben 50 yaşında, üniversite mezunu insanım. Ben bunu dinleyeceğim, iyi mi kötü mü karar vereceğim. Bu kadar basit.”

Yeniköy-Kemerköy termik santrallerine kömür sağlamak için açılacak maden yüzünden İkizköyün istimlak edilen Işıkdere mahallesindeki evini terk etmek zorunda kalan, ardından İkizköy’ün Ova Mahallesi’ne borç ve kredilereler yeniden evini yapan fakat oradan da çıkması istenen İkizköylü Aytaç Yakar ise şunları söyledi: “Sen yerinden oldun mu? Yerinden olan benim, evinden olan benim.”

Yakar kendisine “Parayı alırken iyiydi” şeklinde cevap verilmesi üzerine şunları söyledi: “Ne parası verdiniz, 10 lira para verdiniz. Ben yandım, benim gibi kimse yanmasın. Bir tek ekmek param yok benim. Ben yerimden oldum kardeşim.”

GÜNGÖR ERÇİL: “ÇED BAŞVURU DOSYASINA DAYANARAK BU TOPLANTI YAPILAMAZ”

Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Gönüllüsü Hukukçu Güngör Erçil, ÇED başvuru doyasına dayanarak toplantının yapılasının suç olduğu belirtti ve şunları söyledi: “Bu toplantının amacı halkın bilgilendirilmesi, sürece katılması değil mi? Raporda çevre ile ilgili her şeyin ÇED dosyasında yazılacağı söyleniyor. Burada neyi anlatacaksınız? Bu toplantı niye yapılıyor. Firmanın bilgi vermediği sunuma dayanarak hangi halk hangi fikri ifade edecek projeye dair?”

Alanın maden sahası olarak devredildiğini belirten Erçil, güneş enerjisi kurulmak üzere özelleştirilmediğini belirtti.

“O YANGINLARDA BİZ HEP BİRLİKTEYDİK, SİZİNLEYDİK”

Toplantıda söz alan ve YK Enerji’de çalıştığını söyleyen Milas Örenli bir yurttaş, orman yangınlarında bölgede yaşayan yurttaşların yangının söndürülmesi adına mücadele ettiğini ifade ederek, toplantıya katılan ekolojistlere, “Biz yangına müdahale ederken bu çevreci arkadaşlarımız neredeydi” diye sordu.

Örenli yurttaşın sorusuna yanıt veren MUÇEP Gökova Eş Sözcüsü Candan Susoy; Hisarönü, Ören ve Aksaz yangınlarında aktif mücadele verdiğini ve yangına müdahale eden ekiplere yemek taşıdığını ifade ederek, kızının yangına müdahale sırasında hastalanarak dört gün hastanede tedavi gördüğünü söyledi. Süsoy, “O yangınlarda biz hep birlikteydik, sizinleydik” dedi.

ÇED Başvuru Dosyas’nı hazırlayan Çınar Mühendislik Müşavirlik A.Ş. yetkilisinin, itirazlara rağmen sunuma başlaması üzerine, ekolojistler durumu alkışlarla ve düdüklerle protesto etti. Tartışmanın arbedeye dönüşmesiyle jandarma ekipleri salona girerek toplantıya katılanları dışarıya çıkardı.

“SANTRAL KAPATILSIN DİYEMEZSİNİZ”

Toplantı sonrası bölgede yaşadığını ifade eden bir yurttaş, Yeniköy Kemerköy Termik Santrali’nin kapatılması yönünde beyanda bulunan ekolojistlere tepki göstererek, “Benim kırmızıçizgimi aşmayın, santral kapatılsın diyemezsiniz” dedi. Yaşanan kısa süreli gerginlik çevredekilerin müdahalesi sonucu yatıştırıldı.

“SUÇA DAYALI ÇED SÜRECİNİN YÜRÜTÜLMESİ VE BU SÜREÇTE HKT YAPILMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR”

İlk toplantıda toplantı salonunun fiziksel olarak yetersiz olduğuna dair eleştiriler üzerine, salonun bahçesine sandalyeler çıkarılarak ikinci toplantı açık alanda gerçekleştirildi. Toplantı öncesinde ise ekolojistler toplantının neden yapılamayacağına dair görüşlerinin yer aldığı bir dilekçe hazırladı.

Dilekçeyi toplantı başında okuyan Esra Işık, toplantının bu koşularda yapılamayacağını söyledi ve “Bu toplantıyı eğer yapacaksanız terk ediyoruz, tutanaklara geçmesini de talep ediyoruz” dedi.

Dilekçede ise şu ifadeler yer aldı:

1-ÇED Başvuru Dosyası ÇED mevzuatına aykırı ve gayrimeşrudur.

2-Başvuru Dosyası’nda madencilikle bozulan alanların rehabilite edilerek GES ekonomik ömrünü tamamladığında terk edileceği belirtilmektedir.Oysa madenalanları üzerinde GES kurulmaktadır. İlgili yönetmelikte, ÇED Başvuru Dosyası’nda doğaya kazandırmanın, rehabilitasyonun nasıl yapılacağının ayrıntılı anlatılması gerekmektedir.

3- GES’in kurulacağı maden alanları özelleştirilme ihalesiyle maden alanı olarak devredilmiştir. Üzerinde GES kurulması ihale şartlarına aykırı ve ihaleye fesat karıştırma suçudur. Suça dayalı ÇED sürecinin yürütülmesi ve bu süreçte Halkın Katılımı Toplantısı yapılması mümkün değildir.

4-ÇED Başvuru Dosyası’nda çevreye etkilere ilişkin bilgilerin ÇED Raporunda yer alacağı belirtilmektedir. Yapılacak sunum ve toplantıya sunulacak olanlar halkın bilgilendirilmesi niteliğinde değildir. Toplantının amacına aykırı sunum ve başvuru dosyasına dayanarak toplantı yapılamaz.

5-Başvuru Dosyası’nda yardımcı kaynak olarak belirtildiği halde sadece GES hakkında ÇED süreci yürütülmektedir. Entegre tesis olan Kemerköy Termik Santrali ÇED süreci dışında tutulamaz. Bu şeklide gerçekleşen ÇED süreci ve parçası olarak Halkın Katılımı Toplantısı yapılması mümkün değildir.

Başvuru Dosyası’nın reddedilmesi ve bilgilendirmeye yönelik kurum görüşlerini içerir biçimde düzenlenmesi gerekirken bu gerekliliğe aykırı şekilde düzenlenen Başvuru Dosyası’na dayanan ve bilgilendirmeye içermeye toplantının yapılamayacağının aşağıda imzası olan halktan bizler dikkate alınmasını talep ederiz.

TUTANAKLAR NE DEDİ?

İlk toplantı sonrası tutulan tutanakta şu ifadeler yer aldı: “Halkın Bilgilendirilmesi ve Sürece Katılım Toplantısı’nın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü personeli Ebru Kocaaslan Narlı tarafından açılış konuşması yapılmıştır. Proje tanıtımı ve bilgi aktarımı yapmak üzere Çınar Mühendislik ve Müşavirlik A.Ş’ye söz verilmiştir. Ancak halk bilgi alma hakkını kullanmak istememiştir. İş bu tutanak tarafımızca mahallinde tanzim edilmiştir.”

İkinci toplantının tutanağında ise, “Halkın Bilgilendirilmesi ve Sürece Katılım Toplantısı’nın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü personeli Ebru Kocaaslan Narlı tarafından açılış toplantısı yapılarak başlatılmış olup, proje hakkında bilgi vermek üzere Çınar Mühendislik ve Müşavirlik A.Ş. yetkilisine söz verilmiştir. Akabinde soru, görüş ve öneri alma aşamasına geçişmiştir. İş bu tutanak tarafımızca mahallinde tanzim edilmiştir” ifadeleri yer aldı.

“Ekoloji Mücadelesinin Dönüştürücü Gücü Çalıştayı” Yapıldı

0

15.10.2022 Ankara Jeoloji Mühendisleri Odası’nda Ekoloji Politik tarafından “Ekoloji Mücadelesinin Dönüştürücü Gücü” ana başlığında bir çok ilden katılım ile çalıştay düzenlendi.
Çalıştayda siyasi partiler, ekoloji aktivistleri, bilim insanlarının yanı sıra sendikalar ve odalar da yer aldı. Çalıştayda yer alan bazı başlıklar; siyaseti dönüştürmenin ekoloji politik stratejileri, ekoloji-kadın, ekoloji-emek, ekoloji ve özgürlük mücadelesi ve son oturum olarak sonuç bildirgesi başlığı ile sonlandırıldı. Ekoloji Politik tarafından gerçekleştirilen çalıştayın önümüzdeki günlerde sonuç bildirgesinin açıklanacağı belirtildi.

Devlet ve sermaye el ele maden işçilerini bir kez daha katletti

Bartın’ın Amasra ilçesinde bulunan ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Türkiye Taşkömürü Kurumu(TTK) Amasra Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında 14 Ekim saat 18:15 civarında grizu patlaması gerçekleşti.

Patlamanın olduğu maden ocağının önünden yapılan son bildirimlere göre 40’ın üzerinde madenci hayatını kaybetti. Hayatını kaybeden madencilerin net bilgileri için resmi açıklamanın yapılması bekleniyor.

Amasra’da TTK’ya bağlı bir maden ocağında meydana gelen patlama esnasında vardiyada bulunan 110 işçinin üretim sahasında çalışmada olduğu bildirildi. Katliamın gerçekleştiği, eksi 300 kotta (deniz seviyesinin 300 metre altında) yer alan maden ocağındaki arama kurtarma çalışmaları sona erdi, yer altındaki kirli hava tahliye ediliyor. Patlamada 40’ın üzerinde madenci hayatını kaybetti. Sağ olarak kurtarılan madencilerin ise hastanede tedavisi sürüyor.

Patlama haberinin hemen ardından Soma ve İstanbul’dan Bartın’a yola çıkan Bağımsız Maden İş Sendikası yöneticileri de gece saatlerinde maden ocağı önüne ulaştı. Sendika heyeti adına açıklamada bulunan Başaran Aksu, özel sektörün madende kabul edilebilir olmadığına dikkat çekti.

Grizu Patlaması

0

Amasra’da Türkiye Taşkömürü Kurumu, Amasra İşletmesi’nde bir patlama meydana geldi. Patlamanın gerçekleştiği maden ocağına çok sayıda ambulans ve kurtarma ekibi sevk edildi. Yeraltında işçilerin olduğu bilgisi paylaşıldı.