Çarşamba, Temmuz 9, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 16

Monsanto’nun GDO’lu mısırına bir onay daha!

12 yıl önce Biyogüvenlik Kurulu raporunda insan ve hayvan sağlığına zararlı olduğu raporlaştırılmış Monsanto’ya ait mısıra, bakanlık ithalat onayı verdi. Bakan Kirişçi’nin GDO savunusu ise dikkat çekici

Yusuf Gürsucu

Tarım ve Orman Bakanlığı, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği (BESD-BİR) başvurusu üzerine, GDO’lu bir mısır çeşidi ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verdi. GDO’lu 23 mısır ve 13 soya çeşidi ile üç enzime daha önce izin veren iktidar, bu izinle GDO’lu mısır çeşidi sayısını 24’e yükseltirken halk sağlığı hiçe sayılmakta. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) başvurusu üzerine genetiği değiştirilmiş bir mısır çeşidinin hayvan yemlerinde kullanılmasına ilişkin biyogüvenlik kararı bugün Resmi Gazete’de yayınlandı. Buna göre; genetiği değiştirilmiş NK603×MON810 mısır çeşidinin hayvan yemlerinde kullanılmasına izin verildi. Bu mısır çeşidi dünyanın dört bir yanında çiftçilerin düşman olarak gördüğü tarım ve GDO tekeli olan Monsanto’ya ait olması ise dikkat çekici.

12 yıl önce zararlı, bugün onay

NK603 X MON810 mısır çeşidinin gıda amaçlı ithalatı için, Biyogüvenlik Kurulu 03.03.2011 tarihinde oluşturulan ‘Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi’ tarafından hazırlanan raporda ithal edilmek istenen mısır çeşidiyle ilgili uyarılara rağmen 12 yıl sonra Tarım ve Orman Bakanlığı GDO’lu mısır çeşidine onay verdi. Komitenin elde ettiği bazı sonuçların detayları dikkat çekici. Yapılan incelemede GDO’lu NK603, MON810 ayrı ayrı ve NK603-MON 810 mısır çeşidi birlikte değerlendirildi. Raporda, NK603 mısırla beslenen dişi ve erkek sıçanlarda (28 ve 90 gün süreli) histopatolojik açıdan yüzde 33 oranında GDO mısır içeren yemi tüketen gruplarda karaciğerde minor değişiklikler saptanmıştır. Diğer yandan kalp, adrenal bezler, dalak ve hematopoetik sistemde bazı farklılıklar belirlendiği ve elde edilen verilerin hepatorenal toksisiteyi işaret ettiği belirtiliyor.

Deneylerde birçok bulgu

Yapılan çalışmada, MON810 mısır çeşidini içeren yemle beslenme sonucu oluşabilecek toksikolojik etkilerin belirlenmesi için Hammond ve ark. ( 2006) tarafından deneyler yapıldığı, 20 erkek ve 20 dişi Sprague-Dawley sıçandan hematolojik parametrelerde ortalama korpuskuler hemoglobin (MCH) konsantrasyonunda hafif bir azalma ve dişi sıçanlarda trombosit sayısında artış görüldüğü vurgulanmış. MON810 mısır içeren yemle domuzlarda yaptıkları 31 günlük besleme sonucunda ise bazı önemli sonuçlar elde edilmiş. Bu besleme çalışmasında MON810 mısır tüketen domuzların böbrek ağırlıklarında önemli bir artış olduğu belirlenmiş. Aynı araştırıcılar daha uzun süreli besleme çalışmalarında, GDO mısırla beslenen domuzların 30 günden sonra serum üre konsantrasyonlarının arttığına dair bulgulara sahip olduklarını makalelerinde beyan edildiği raporda yer alıyor.

Karaciğerde güçlü etki

MON810 mısırın olumsuz etkilerinin bulunduğu başka bir çalışma da Sagstad ve ark. (2007) somon balıklarının (Salmo salar L.) yemlerine nişasta kaynağı olarak düşük veya yüksek oranda katılan MON810 mısırı tüketen balıkların hem karaciğer hem de bağırsaklarındaki superoksit dismutaz (SOD) enzim aktivitesi ile karaciğerdeki HSP70 (heat shock protein 70) protein düzeyinin diğer gruplarla karşılaştırıldığında daha yüksek bulunduğunu ifade edilmiş. Çalışmada yüksek miktarda GDO olmayan mısır tüketen balıklarla yüksek miktarda GDO mısır tüketen balıkların akyuvar düzeyleri karşılaştırıldığında, GDO mısır tüketen balıkların granulosit düzeyinde artış, lenfosit düzeyinde azalma, toplam granulosit+monosit düzeyinde artış görülmüş. Bu durumun GDO’lu mısırın karaciğer metabolizması üzerine olan sekonder etkilerinin güçlü bir göstergesi olduğu belirtilmiş. Ayrıca karaciğerdeki HSP70 protein düzeyinin GD mısır tüketen balıklarda daha yüksek çıkması da bu durumu desteklediği vurgulanmış.

Birçok yan etki

Vendemois ve ark. (2009) tarafından yapılan çalışmada 3 ana ticari genetiği değiştirilmiş mısır (NK603, MON810 ve MON863), sıçanlara 90 gün boyunca yedirildikten sonra elde edilen sonuçlar daha çarpıcı veriler bulunmuş. 2 farklı laboratuvarda ve 2 farklı tarihte yapıldığı, OECD rehberi ve standartları kullanılarak yürütüldüğü ifade edilen bu çalışmada yaklaşık 4-6 haftalık erkek ve dişi SpragueDawley ırkı sıçanların kullanıldığı, her grupta 20 erkek ve 20 dişi sıçan tutulduğu, ancak her grupta sadece 10 sıçandan kan ve idrar örnekleri alındığı belirtilmiş. Çalışmanın sonuçları cinsiyete ve genellikle doza bağlı bir şekilde test edilen 3 GDO mısır çeşidinin tüketiminin yan etkilere neden olabileceği açıkça gösterilmiş.

Yavru ölümleri

Bu 3 GDO mısır çeşidi arasında farklılık olmasına rağmen etkilerin çoğunluğunun böbrek ve karaciğer gibi besinleri detoksifiye eden organlarla ilgili olduğu ifade edilmiş. Ayrıca kalp, adrenal bez, dalak ve hematopoteik sistemle ilgili etkilere de dikkat çekilmiş. 3 nesil besleme çalışması yapan Kılıç ve Akay (2008) bulgulara göre GDO mısırla beslenen ve beslenmeyen sıçanlar arasında yapılan karşılaştırmada karaciğer ve böbreklerde bazı histopatolojik bulgulara ilave olarak kreatinin, total protein ve globulin düzeylerinde değişiklikler tespit edilmiştir. Çalışmada bütün gruplarda yavru ölümleri görülmesine rağmen Bt mısır içeren yemleri tüketen grupta yavru ölümlerinin daha fazla olduğu tespit edilmiştir… Seralini (2005) de 33 oranında MON 863 GDO’lu mısır ile 90 gün beslenen erkek sıçanların böbrek ağırlığında azalma, tübüllerde değişiklikler, inflamasyon, yenilenme bozuklukları ve dişilerde kan şekerinde yükselme gözlemiş.

Doğurganlıkta azalma

Velimirov ve ark (2008), çalışmalarında, yüzde 33 oranında GD NK603xMON810 mısır içeren yemle ana-baba fareler ardışık 4 farklı yavru döneminde beslenmiş. Kontrol grubu olarak da GDO olmayan mısırla beslenen fareler eşit koşullarda yetiştirilmişlerdir. GDO mısır ile beslenen farelerde, deney koşullarında üreme sisteminde negatif etkilerin ortaya çıktığı belirlenmiş. Sürekli olarak GDO mısır çeşidinden hazırlanan yem ile beslenen ardışık 3. ve 4. yavrulama dönemlerindeki farelerde, GDO olmayan yemle beslenenlere organ ve dokuların histolojik incelemelerinde hücre düzeyinde değişiklikler gözlenmiş. GDO mısır ile beslenen farelerde, GDO’lu olmayan yem alanlara göre doğurganlık (fertilite) ve yavru ağırlığı azaldığı gibi, süt miktarı ve emzirme süresi de azalmış. Kontrol grubunda ise yavru ölümlerinde artma saptanmış.

Hayvan ve insan sağlığı

GD NK603xMON810 melez mısır çeşidinin içerdiği Cry 1Ab ve CP4 epsps geni ve proteinleri ile yapılan çalışmalarda hem NK603 hem de MON810 mısır çeşitlerinin karaciğer ve böbrekte bazı olumsuz değişiklikler olabileceği bildirildiği raporda yer alıyor. Bilimsel Komite, NK603xMON810 mısır çeşidinden yabani türlere ve kültür çeşitlerine gen kaçışı olasılığının bulunacağını belirtiyor. (Lu ve Yang 2009). Raporda, genetik olarak değiştirilmiş NK603xMON810 mısır çeşidinden üretilen besin ve yemlerde bulunan trans-genlerin, insan ve hayvanların sindirim sistemlerinde ve doğada bulunan mikroorganizmalarla karşılaşma riski bulunduğunun altı çiziliyor. Raporun sonuç bölümünde, GDO’lu NK603xMON810 mısır çeşidinin çevre, hayvan ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri dikkate alınması uyarısı yapılıyor.

GDO’cu Tarım Bakanı

AKP iktidarının uzun süredir Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) olarak nitelenen tohumlarla tarımsal üretime geçilmesini sağlamak istediğini bugüne kadar atılan adımlardan ve mevcut bakanın görüşlerinden anlamak mümün. Tüm itirazlara rağmen endüstriyel boyutta hayvanları köleleştirerek yapılan hayvan üretiminde GDO’lu yemlerin kullanılmasının önünü açan iktidarın, en son Tarım ve Orman Bakanı yapılan Vahit Kirişci GDO savunucusu olarak biliniyor. Kirişçi, 2004’te bir konferansta GDO’yu savunarak, “AB’de biyoteknoloji yöntemiyle üretilen genetiği değiştirilmiş ürünlerin zararlı olup olmadığını araştıran 81 çalışma sonucunda olumsuz hiçbir kanıt bulunamadı” diyerek savunmuş, “Var olan tarım alanları artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamaya yetmeyecek, üretim artışının yolu teknolojiden geçiyor” demişti.

GDO soframızda

Türkiye’de GDO’ların gıdada kullanılması yasak, ancak Bakanlığın yaptığı denetimlerde 112 gıda ürününde GDO tespiti yapılmıştı. Yani hayvan yemi diye ithal edilen GDO, soframıza kadar geliyor. Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selim Çetiner, “Türkiye’nin dört bir köşesinden toplayarak test ettiğimiz 51 yem örneğinin 50 tanesinde GDO içeriği tespit ettik. Kaçınılmaz olarak, çok ufak aile işletmeleri hariç hemen hemen tüm hayvancılık işletmeleri GDO’lardan üretilen yemlerle beslenmektedir” açıklamalarında bulunmuştu. GDO’nun insan sağlığına ve çevreye büyük zararları olduğu uzun yıllar önce tespit edilmiştir. Öldürücü alerjiden tutun da hamile kadınların kan yolu ile bu zehri bebeğine taşımaları, obezite ve kanser dahil birçok hastalığa zemin hazırlamaktadır. GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratırken, bu türlerin varlığı ekosisteme ve tarıma büyük tehditler oluşturuyor.

Ülkemizde satılan bitter çikolata kurşun, arsenik ve kadmiyum içeriyor

Ülkemizde 24 milyon çocuk var ve bu çocuklara şu an yaşadığımız gıda krizinde sağlıklı tek bir öğün bile sunamayan bir siyasal-kamusal sisteme tepki gösterin.

Ülkemiz piyasasında satılan yüzde 60 kakao içeriğine sahip bir bitter çikolata ürününün çok yüksek düzeyde kurşun, arsenik ve kadmiyum içerdiği belirlendi.

Üründeki kurşun miktarı 438,81 mikrogram/kilogram, arsenik 113,32 mikrogram/kilogram ve kadmiyum miktarı ise 3.32 mikrogram/kilogram olarak belirlendi.

Çocukların günlük olarak maruz kaldıkları kurşun miktarının 2,2 mikrogramı geçmemesi gerektiği belirtiliyor (bakınız Not 3 ve Not 4).  Bu kriter, çocukların kurşun maruziyeti açısından risk altında olabileceklerini gösteriyor. 

Analiz Süreci   

Piyasada en fazla satılan ürünlerden birini alarak akredite bir laboratuvarda analiz yaptırdım. Tek bir üründe yapılan analiz çalışması elbette bir fikir edinmek için yeterli değil.  

Ancak yapılan analizde tespit edilen kurşun ve arsenik miktarlarının yüksekliği ortada çocuk sağlığı açısından çok önemli bir mesele olabileceğini gösteriyor.

Ben sadece tek bir çikolata ürününü analiz ettirebildim. Bu konuda (gönüllü bazı kurumların desteğini alarak) yaptığım çalışma devam ediyor ve elde ettiğim bilgileri kamuoyu ile paylaşmaya devam edeceğim. Bendeki bilgiler çok kısmi ve kısmi verilere dayanarak açıklama yapmak risklidir; ancak ihtiyat ilkesi gereğince tehlike arz eden durumlarda açıklama yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek doğru bir tavırdır.

Bu konuda yanılmayı göze alıyorum, dahası haksız çıkmayı yürekten diliyorum. Kurşun ve diğer ağır metaller çocuk sağlığı açısından her zaman çok ciddi bir meseledir ve bu toksik maddelerden kaynaklanan her türlü maruz kalma ihtimalini bertaraf etmek çocukları korumak için kritik önemde bir kamu sağlığı ilkesidir.

Mesele sadece bitter çikolata ile de ilgili değil; kakao kullanılarak yapılan tüm gıda ürünlerini ilgilendiriyor. Ülkemizde kakao ve kakaodan yapılan ürünlerin yüksek düzeyde kurşun ve diğer ağır metalleri içermesi çok olasıdır.

Temel mesele çocukların kurşuna maruz kalmalarını önlemektir. Bunu yapmak için beslenme yoluyla ve çevresel koşullardan kaynaklanan her türlü maruziyet kaynağı hakkında bilgi sahibi olmak ve nasıl önlem alınabileceğine kafa yormak gerekir. Elde mevcut bilgi çikolata üretiminde kullanılan kakaonun nereden temin edildiğine dikkat etmek ve işleme yöntemlerinde değişiklik yapmak gereğine işaret ediyor örneğin.. Mesele eyvah çikolata da mı yiyemeyeceğiz değil yani…

Kapsamlı bir saha çalışmasına ihtiyaç olduğu çok açık.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın acilen bir kontrol-izleme çalışması yapması ve kakao içeren tüm ürünleri analize tabi tutması gerektiğini düşünüyorum. Peki neden?

Nörogelişimsel bozucular

Kurşun bir ağır metaldir. Çocukların merkezi sinir sisteminin gelişmesine zarar veren ve nörogelişimsel bozucu olarak nitelenen toksik kimyasal maddelerin en başında kurşun geliyor. Arsenik, kadmiyum ve cıva da aynı olumsuz etkiyi gösteren diğer ağır metaller.  

Nörogelişimsel bozukluklar dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, zihinsel yetersizlik, öğrenme yeteneğinde gerileme, iletişim sorunları, otizm spektrum bozukluğu başta olmak üzere bir dizi ciddi ve hayat boyu sürebilen sağlık sorununa yol açıyor.

Bu tip toksik maddelere en hassas kesim ise çocuklar (bakınız Not 2).

Çocukların anne karnında başlayan ve doğum sonrasını kapsayan dönemde kurşuna (ve elbette diğer toksik maddelere) maruz kalmalarını önlemek kritik önem taşıyor.

Kurşun gıdalar, su, hava kirliliği ve kurşun içeren nesnelerle temas (örneğin kurşunlu boyaların kullanıldığı nesneleri ağıza götürmek vb.) ile çocukların bünyesine giriyor. Maruziyet yolları çeşitlidir ve günlük diyetle ne düzeyde kurşuna maruz kalındığı da çeşitli faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterir.

Kurşun kakao bitkisine nasıl bulaşıyor?

Kakao çekirdekleri bünyesinde kurşun biriktirebiliyor. Kurşun birikimi kakao bitkisinin yetiştirildiği çevrenin ne ölçüde kurşunla kirletildiğine bağlı olarak değişiyor. Bu konuda yapılan araştırmalar kurşun kirliliği yüksek topraklarda yetiştirilen kakao çekirdeklerinin bünyelerine daha fazla kurşun aldığını gösteriyor. Dolayısıyla ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye kakaoların içerdiği kurşun miktarında farklar olacağı söylenebilir.   

Biriken kurşun kakao çekirdeklerinin nasıl bir gıda işleme tekniğiyle üretildiğine bağlı olarak ürünlerde az ya da çok kalıntı bırakıyor.

Kakao içeriği yüksek ürünler kurşun maruziyeti açısından daha yüksek bir risk arz ediyor. Kakaonun çikolata, tatlı, pasta, şekerleme ürünleri vb. gibi çocuklar tarafından sevilerek tüketilen çok çeşitli gıda ürünlerinin içeriğinde bulunması kurşun maruziyeti açısından dikkate alınmasını gerektiriyor.

Bu mesele üzerine yapılan akademik çalışmalar, kakao yetiştiriciliği ile kakao çekirdeklerinin gıda ürünlerine işlenmesi sürecinde alınacak önlemlerle ürünlerdeki ağır metal kalıntılarının azaltılabileceğini gösteriyor. Dolayısıyla imalat sektörü ve ilgili kamu kurumlarının işbirliği ile bu meseleyi minimize etmek mümkün görünüyor.   

Bu yazı sonrası çok sayıda insandan “eyvah çikolatada mı yiyemeyeceğiz!” tepkisi gelecek. Ama sevgili okurlar-dostlar mesele bu değil. Lütfen daha fazla bilgi talep edin. Toksik kimyasallara maruziyet meselesinde ülkemizde muazzam bir bilgi boşluğu var. Bu mesele en ağır zararı çocuklara veriyor.

Halk sağlığını ve özellikle de çocuk sağlığını korumakla mükellef kurumların ne yaptıklarını ya da neyi, neden yapmadıklarını sorgulayın.

Örneğin ülkemizde beslenme ve toksik maruziyet üzerine yapılan kamusal çalışmaların neden bu kadar cılız olduğunu merak edin.

Ülkemizde 24 milyon çocuk var ve bu çocuklara şu an yaşadığımız gıda krizinde sağlıklı tek bir öğün bile sunamayan bir siyasal-kamusal sisteme tepki gösterin.

Ülkemize ithal edilen kakao ve kakaodan mamul ürünlerde ağır metal analizleri yapılıp yapılmadığını sorgulayın. Bu analizleri yapmakla mükellef kurumların şimdiye kadar ne gibi çalışmaları yaptığını ve yapmadıysa neden yapmadığını soruşturun.

Toksik kimyasallara maruziyetle ilgili meseleleri bireyselleştirmek çocukları gözden çıkaran, görmezlikten gelen toplumsal ahvale katkı sunmak anlamına gelir. Bu tavırdan kaçınmak ve sorulması gereken soruların peşine düşmek gerekiyor… 

(BŞ/EMK)

NOTLAR

NOT 1İki hafta önce Independent Türkiye sitesinde yer alan bir haberde, ABD’de yapılan bir araştırmaya göre bitter çikolataların çoğunun tehlikeli seviyede ağır metal içerdiğinin ortaya çıktığı belirtilmişti. Dolayısıyla benzeri bir sorunun ülkemizde de görülmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

NOT 2: Çocuklarda nörogelişim süreci çok hızlıdır ve bu onları toksik kimyasal maddelerden kaynaklanan çevresel maruziyetlerin zararlı sağlık etkilerine karşı çok hassas kılar. Yaşamın ilk 1000 günü boyunca (anne karnında geçirilen süreç ve ilk iki yaşı kapsayan dönem), beyin maksimum plastisiteye (esneklik, şekillenme, şekil verilebilme) sahiptir ve diğerlerinin yanı sıra nörojenez, miyelinasyon, sinaptik budama gibi bir dizi karmaşık olay aracılığıyla dönüştürülür. Birbiriyle ilişkili bu olaylar neticesinde, zamanla dil ve konuşma yetisi, dikkat, davranış ve muhakeme gibi hayati bilişsel işlevler ortaya çıkar. Bu nedenle, toksik maddelere maruz kalma da dâhil olmak üzere çocukların biyolojik ortamlarındaki bozulmalar, gelişim sürecindeki ardışık olayların orkestrasyonunu bozarak nörogelişimsel gecikmeler, davranış sorunları ve öğrenme güçlükleri gibi geri dönüşü olmayan ya da gelişimde gerilemeye yol açan sonuçlar doğurabilir. Bu hızlı beyin plastisite dönemine ek olarak, diğer biyolojik ve sosyal faktörler çocukları yetişkinlere kıyasla toksik kimyasallardan kaynaklanan çevresel maruziyet riskine daha fazla sokar. Örneğin, çocuklar vücut ağırlıklarına göre daha fazla yiyecek ve su tüketirler, dakikada daha fazla solunum yaparlar, yerde daha uzun süre kalırlar ve ellerine geçen nesneleri ağızlarına götürmek suretiyle daha fazla yiyecek dışı maddeyle temas etme eğilimindedirler. Okul öncesi yaştaki çocuklar uyarıcı yazıları okuyamaz ve bu nedenle de kendilerini koruyamazlar…

NOT 3ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), çocuklarda kurşun maruziyetinin klinik olarak izlenmesi için, tam kanın desilitresi( 100 ml.) başına 3,5 mikrogram kurşun (ug/dL) kan referans seviyesi belirlemiştir. Bu seviyeyi bir biyobelirteç olarak kullanan ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), Ara Referans Seviyesi (IRL) olarak adlandırılan ve gıdalardan günlük maksimum kurşun alımını belirten bir yaklaşım geliştirdi. IRL, CDC’nin önerdiği kan kurşun seviyesi referans düzeyine ulaşmak için diyetle alınan kurşun miktarının en fazla ne kadar olması gerektiğini belirten bir hesaplamadır. Yapılan hesaplamalara göre, IRL’ler çocuklar için günde 2,2 mikrogram (µg) ve doğurganlık çağındaki kadınlar için günde 8,8 µg’dır. 

Doğurganlık çağındaki kadınlar için belirlenen seviyenin hesaplanmasında, hamile olduğunun farkında olmayan kadınlarda anne karnındaki fetüsü ve emzirme döneminde ise emzirilen bebekleri maruziyete karşı korumak amaçlanmıştır.

NOT 4: Ara Referans Seviyesi Nedir?

FDA, bir gıda ürünündeki kurşun miktarının, bir kişinin kan kurşun seviyesini endişe verici bir noktaya yükseltecek kadar yüksek olup olmadığını değerlendirmiştir. Yapılan matematiksel değerlendirmede, Ara Referans seviyesi (IRL) olarak adlandırılan bir kriter belirlenmiştir. Bu kriter yiyeceklerden günlük maksimum kurşun alımının ne kadar olması gerektiğini hesaplamaya dayanan bir yaklaşıma dayanmaktadır. FDA, IRL’yi belirlerken, bir kişinin günlük olarak tüketmesi gereken belirli bir gıda miktarının yanı sıra, CDC’nin çocuklarda kurşun maruziyetinin izlenmesi için klinik olarak tavsiye ettiği 3,5 ug/dL’lik kan kurşun seviyelerine neden olacak diğer faktörleri de göz önünde bulundurmuştur. FDA’nın mevcut IRL’si çocuklar için günde 2,2 µg ve doğurganlık çağındaki kadınlar için günde 8,8 µg olarak hesaplanmıştır (2022’de güncellenmiştir). Bu seviyeler, insan popülasyonları arasındaki farklılıklara izin verir ve CDC’nin kan referans seviyesine ulaşmak için gerekli olacak gıdalardan alınan gerçek kurşun miktarından yaklaşık on kat daha az ayarlanır. 

NOT 5: Arsenik ve kadmiyum da çocuklarda nörogelişim sürecine zarar veren toksik maddeler ancak bu yazıda onlarla ilgili bir değerlendirme yapmadım. Ayrı bir yazı konusu…

Dünya Doğa Zirvesi’nde “sürpriz” ortaklaşma: 200 devlet Doğa Koruma Anlaşması’nı kabul etti!

0

Yaklaşık iki haftalık müzakerelerin ardından, Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen Dünya Doğa Zirvesi’nin katılımcıları ortak bir sonuç bildirgesi üzerinde anlaştılar. Yaklaşık 200 ülke, 2030 yılına kadar dünyanın kara ve deniz alanlarının en az yüzde 30’unu koruma hedefi belirledi. Ancak belgenin hukuki bir bağlayıcılığı bulunmuyor

Sahne tıpkı Paris İklim Sözleşmesi’nin imzalandığı sahneleri andırıyor. Onca çözümsüzlüğe rağmen çekiç masaya vurulur. Sevinç çığlıkları ve kucaklaşmalar yaşanır. Basına bir bayram görüntüsü yansıtılır. Sözleşme imzalanır!

Çin Çevre Bakanı ve 15. Dünya Biyoçeşitlilik Konferansı Başkanı Huang Runqiu 19 Aralık sabahı saat 3.30 sularında “Her şey hızla gelişti. Hiçbir itiraz görmedi” diyerek çekici masaya vurdu. 200 ülkenin katılımıyla oluşturulan bir Dünya Topluluğu’nun türlerin azalmasını sona erdirmek ve 2030 yılına kadar ekosistemlerin yok edilmesini durdurmak üzere anlaşmaya vardığını deklare etti.

Anlaşmanın hiçbir hukuki bağlayıcılığı yok

Yaklaşık iki haftalık müzakerelerin ardından, Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen Dünya Doğa Zirvesi’nin katılımcıları ortak bir sonuç bildirgesi üzerinde anlaştılar. Yaklaşık 200 ülke, 2030 yılına kadar dünyanın kara ve deniz alanlarının en az yüzde 30’unu koruma hedefi belirledi. Ayrıca biyoçeşitliliği korumak için daha fazla ödenek ayırmak zorunda olduklarını belirttiler. Diğer şeylerin yanı sıra, daha zengin ülkeler daha yoksul ülkelere 2025 yılına kadar yılda yaklaşık 20 milyar dolarlık bir yardımda bulunacak.

Hukuki olarak bağlayıcılığı olmayan bir belgenin kabul edilmesinin ardından, başlangıçta pazar akşamı için planlanan ve devam eden-nihayetlenmemiş müzakereler nedeniyle gerçekleştirilecek oturum, ilginç bir seyir izlemeye başlar. Ardından gecenin geç saatlerine ertelenen genel kurul oturumu, sabahın erken saatlerinde kopan alkışlar ve yüksek tezahüratlara sahne olur. Basına demeçler verilir. Fotoğraflar çekilir. Ortak bir bildirge deklere edilir.

“Ortak bir anlaşmaya varıldı” açıklamaları yapılmasına rağmen, bu anlaşmanın henüz hukuki bir bağlayıcılığı bulunmamakta.

*Haber ve fotoğraflar Zirve’ye delege olarak katılan Uluslararası İnsan Hakları Örgütü’nün iletilerinden derlenmiştir.

Sendika.Org (Ganime Gülmez)

25 hazine arsası otel ve turizm tesisi için tahsis edildi

Yazar: Filiz Pehlivan

28 Aralık tarihli Resmi Gazete’de Kültür ve Turizm Bakanlığı’na ait “kamu taşınmazı tahsis duyurusu” yayımlandı. 2635 sayılı Turizm Teşvik Kanunu ile 26235 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürülüğe giren Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun olarak, Bakanlık, üzerlerinde turizm amaçlı yatırım yapmak üzere yerli ve yabancı girişimcilere tahsis edilecek olan 25 hazine arsasını ilan etti.

Başvuran “Girişimciler” mali yeterliliklerini ispat ederek, bu arsalar üzerinde 4 veya 5 yıldızlı oteller ile günübirlik tesis inşa edebilecekler. Birden fazla başvuru yapılacak taşınmazlar için, Bakanlıkça belirlenecek usul ve esaslara göre sosyal ve teknik altyapıya katılım amaçlı müzakere yapılacak. Tek başvurunun yapıldığı taşınmazlar için ise girişimciden, yatırımın özelliğine göre Müzakere Komisyonu tarafından belirlenecek tutarda sosyal ve teknik altyapıya katılım payı istenebilecek.

Başvurular 31 Ocak 2023’e kadar tamamlanacak ve açık ihale yöntemi uygulanacak.

15 günde tüm izin ve ruhsatlar alınıyor

İlgili kanun ve yönetmeliklere göre, günübirlik tesis ve kür merkezi ile kamping ve konaklama amaçlı mesire yeri yapılmak amacıyla yapılacak tahsislerde tahsis süresi 20 yılı geçemiyor ve bu tahsisler kiralama şeklinde yapılıyor.

Oteller için ise, tahsis edilen taşınmazlar üzerinde 49 yıla kadar süreli (normal) irtifak hakkı tesis ediliyor.

Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgelerinde; Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı veya Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı verilen yatırımlar hakkında, yatırımın gerçekleşmesi için alınması gereken tüm izin, onay ve ruhsatlar, ilgili kurumlarca başkaca hiçbir işleme gerek kalmaksızın on beş gün içinde veriliyor.

İrtifak hakkı dahil diğer bütün işlemler ise en geç üç ay içerisinde tamamlanıyor. Yatırımın tamamlanıp tesisin işletmeye geçebilmesi için alınması gereken izin ve ruhsatlar da ilgili kurumlarca on beş gün içinde veriliyor.

Turizm mi, doğa yıkımı mı?

Elbette turizm sektörü, ülke ekonomimiz açısından çok önemli ve katma değeri çok yüksek bacasız sanayilerimizden.

Böylesi zor koşullardan geçerken ülke ekonomisine yapılacak her yatırım da elbette çok kıymetli.

Ancak bu tür ilanlar gördüğümüzde, ormanlarımıza zarar verebilecek, halkın denize ve doğaya ulaşımının kısıtlanabileceği yatırımlar söz konusu olabileceği için her birimiz çok daha duyarlıyız.

Çünkü mevcut hükümetin karnesi kırıklarla dolu ve konuya dair kanun ve yönetmelikler son yıllarda bir çok kez değiştirilmiş durumda.

Deniz kenarında, orman içinde inşa edilecek, hangi girişimcilere tahsis edileceğini dikkatle takip edeceğimiz arsalardan bazılarını paylaşmak istedim.

Dilerim 2023 yılı, sahip olduğumuz benzersiz güzellikteki doğamıza, her birimizin aynı duyarlılıkla sahip çıktığı bir yıl olur.

“AMAZON SAVUNMASI” YERLİLERE EMANET Brezilya’da Çevre Bakanlığı da kadın Amazon Yerlisi Marina Silva’nın oldu

0

Yeni kabinesini açıklayan Lula, Yerli Halklar Bakanlığının ardından Çevre Bakanlığına da ilk devlet başkanlığı döneminde aynı görevi yürüten, Amazon’un talanına karşı mücadelenin öncülerinden Amazon Yerlisi Marina Silva’yı getirdi.

1 Ocak’ta yemin ederek göreve başlayacak olan Brezilya Devlet Başkanı Lula, dün bakanlıklara yaptığı atamalar arasında Çevre Bakanlığını Amazon Yerlisi, Marina Silva’ya verdiğini duyurdu. Lula, Yerli Halklar Bakanlığı’na bir başka Amazon Yerlisi Sônia Guajajara’yı getirmişti.

Lula seçim kampanyası sırasında Bolsonaro yönetimi altında rekor düzeylere varan Amazon’un ormansızlaştırılmasıyla mücadele sözü vermişti.

Luiz Inacio Lula Da Silva, dünkü basın toplantısında Amazon’un ormansızlaşmasına karşı verdiği mücadeleyle tanınan Marina Silva’yı Çevre Bakanlığına getirerek hükümetinin doğrultusunu Jair Bolsonaro hükümetininkinden keskin çizgilerle ayıracağını açıkladı. 

Kasım’da gerçekleşen COP 27 BM İklim Konferansı’ndaki konuşmasında Lula, Amazon’un korunmaması durumunda “iklim güvenliği olmayacağını” söyleyerek “sıfır” ormansızlaşma” sağlanacağına söz vermişti. 

Marina Silva 

Amazon yağmur ormanlarında dünyaya gelen Silva, kauçuk işletmelerinde bir çocuk işçi olarak başladığı yaşamında öğrenimini tamamlamayı başarmış ve Goldman Çevre Ödülü’ne değer görülen bir çevre hakları örgütçüsü olarak öne çıkmıştı.

Bakanlığa atanması, Lula yönetiminin çok geniş orman alanlarını talan eden yasadışı orman ürünleri sanayisine yönelik mücadele kararlılığının işareti olarak değerlendiriliyor. 

2003-2009 arasında Lula’nın İşçi Partisi (PT) üyesi olan Marina Silva, Lula’nın ilk Devlet Başkanlığı kabinesinde Çevre Bakanı olarak görev yapmış, ancak 2008’de bakanlıktan istifa etmiş ertesi yıl da “ekolojik politikalar” konusunda ihtilafa düştüğü partisinden ayrılmıştı. 

Marina Silva’nın öncülüğünde Çevre Bakanlığı onlarca koruma alanı yaratmış, çevre suçlularına yönelik cezalandırıcı bir çalışma başlatmış ve ormanı gözlem altında tutmak üzere yeni bir uydudan gözetim sistemi devreye sokmuştu.

Silva, 2014’te Brezilya Sosyalist Parti (PSB) adayı Eduardo Campos’un, Başkanlık seçimleri kampanyası sırasında geçirdiği uçak kazasında ölmesi üzerine PSB adayı olarak, İşçi Partisi (PT) adayı Dilma Roussef’in karşısında seçimlere girmiş ve ikinci turda kaybetmişti.

TIKLAYIN-Brezilya’da Devlet Başkanlığına İki Kadın Yürüyor

Silva, 2010 devlet başkanlığı seçimlerinde de Yeşiller Partisi’nin (PV) adayı olarak Lula’ya karşı yarışmış ve yüzde 20 oyla ilk turda üçüncü olarak elenmişti.

Lula’nın Ekim’de Bolsonaro’yu yenerek üçüncü kez Brezilya Cumhurbaşkanı olmasıyla, Marina Silva da 2003’ten başladığı Çevre Bakanlığı’nı görevine geri dönüyor. Silva, önceki görev döneminde ormansızlaşmanın başlıca sorumlusu olan tarım sektörünce bir diken olarak görülmüştü.

(AEK)

Hayvanların 2022’si: Gasp edilen hakları, davaları, kazanımları

0

Hayvanlar 2022’de; yıllardır yaşadıkları sokaklardan toplatıldı, istismara uğradılar, işkenceyle öldürüldüler; fakat hayvanlara eziyet edenler ve yaşam haklarını ellerinden alanlar da hak savunucuları sayesinde yargılandı ve yargılanmaya devam ediyorlar.

“Hatırlayabildiğim kadarıyla muktedirlere karşı isyanımın kaynağı hayvanlara yapılan işkenceler karşısında duyduğum dehşetti. Hayvanların intikam almasını, köpeğin onu acımasızca döven insanı ısırabilmesini, kamçı altında kan döken atın ona zulmeden adamı üzerinden atabilmesini dilerdim.”

Paris Komünü’nün simgelerinden anarşist Louise Michel.*

Hayvanlar değişmez bir genetik programlamaya göre hareket ediyor olsaydı, bir türün tüm örneklerinin aynı durumlarda aynı tepkileri vermesi gerekirdi; belirli bir miktar hormon salgılanır, sonra da bunlara tekabül eden içgüdüsel davranışlar tetiklenirdi. Ama evcilleştirilen hayvanlarda durum böyle değil.

Cesur ya da korkak köpekler, “saldırgan” ya da çok uysal kediler, ürkek veya vurdumduymaz kargalar var.

Peter Wohlleben’in de “Hayvanların Gizli Yaşamı“nda ısrarla vurguladığı gibi her hayvanın karakterinin nasıl geliştiği, genetik mirası kadar içinde bulunduğu çevrenin etkisine, esasen deneyimlerine doğrudan bağlı. Yani hiçbir hayvan doğuştan “saldırgan” ya da “tehlikeli” değil.

Bu bilgileri burada sabitleyerek Türkiye’de hayvanlara yönelik şiddet vakalarını ve bir yılda hayvan hakları aktivistleri sayesinde elde edilen kazanımlara gelin birlikte mercek tutalım.

Ocak: Toplatılan hayvanlar

Sokakta yaşayan hayvanlar, 2022 yılının hemen başında, ocak ayında belediyeler aracılığıyla şiddet ve işkenceyle bakımevlerine götürülmek üzere alıkonuldu.

“Sokak hayvanlarının yeri barınaklardır” çıkışıyla hayvanların sokakta işkencelerle toplanmasına ve ölüme terk edilmesine neden olan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın genelgesiyle tescillendikten sonra hayvanlar, özellikle de köpekler sokaklardan toplanmaya başladı.

“Amerikan Pitbull Terrier, Dogo Argentino, Fila Brasilerio, Japanese Tosa, American Staffordshire Terrier ve American Bully cinsi köpeklerle ilgili olarak, 7/24 denetim. Bu cins hayvanlardan sahipsiz olanlara ilgili birimler ve kolluk kuvvetleriyle iş birliği içinde el konulup belediyeler tarafından “hayvan bakım evine götürülerek rehabilite edilecek ve bakım evlerinde tutulacak”.



Sokakta yaşayan hayvanların bakım emeğinden en çok sorumlu olan belediyeler, bu süreçte hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Hayvanların akıbeti başlangıçta belirsizdi; fakat sonrasında birer birer bakımevlerindeki hayvanların ölüm haberleri gelmeye başladı. Köpeklerden bazıları, toplama esnasında kalp krizi geçirdi.

Hayvan hakları savunucuları, hayvanların sorgusuz sualsiz sokaklardan toplatılmalarına karşı Türkiye’nin çeşitli kentlerinde sokağa çıktı.

TIKLAYIN – İstanbul ve Ankara’da hayvanların yaşam hakkı için eylem

Şubat: Denek hayvanlar

Hayvanları Koruma Kanunu’nun, hayvan deneyleri ile ilgili maddesi hayvan hakları savunucuları cephesinde büyük bir hayal kırıklığı yaşanmasına neden oldu.

Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik taslağında da sokaktaki ve bakımevlerindeki hayvanların denek olarak laboratuvarlara gönderilmesinin yasaklanmadığı belirtildi. Yani yeni taslakla sokakta yaşayan hayvanların denek olarak laboratuvarda kullanılmasının önü açıldı.

2022’nin son aylarında (16 Kasım’da) bir köpeğin işkenceyle öldürülmesiyle gündeme gelen Konya barınağında da denek olarak kullanılan pek çok köpeğe denk gelindi.

Tarım ve Orman Bakanlığı, bu yönetmelik ile Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kuruluna da (HADMEK) müdahale etti ve 21 kişiden oluşan kurul üyelerinin sayısını 15’e düşürdü. Çıkarılan üyeler arasında Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) de vardı.

TIKLAYIN – HAYKURDER: Bakanlık HADMEK yönetmeliğini değiştiriyor

13 Şubat’ta ise İsviçre’deki iki genel referandumdan birinde hayvanlı deneylerin yasaklanması reddedildi. Basel kantonunda ise primatlara yaşam, bedensel ve zihinsel bütünlük hakkı tanınması reddedildi.

Mart: Savaş mağduru hayvanlar

Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş nedeniyle yaralanan ya da yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan Ukraynalılar’ın bazıları, birlikte yaşadıkları hayvanları da geride bırakmak zorunda kaldı.

Savaşın yıkımını hissedenler sadece evcilleştirilen hayvanlar olmadı. Ukrayna’daki “hayvanat bahçeleri” ve terk edilen evler, akıbeti bilinmeyen hayvanlarla dolup taştı.

Hayvanlar bombardıman nedeniyle korku, açlık ve soğukla mücadele etmek zorunda kaldı.


Aslan Rura, Ukrayna’da geride kalan hayvanlardan biri.

Türkiye’de ise mart ayında Batı Karadeniz kıyılarında tırtak türü (delphinus delphis) yunusların ölümlerinde olağan dışı bir artış gözlemlendi. Yunuslar, balıkçı ağlarına takılarak boğularak hayatlarını kaybetti.

Şubat ayının son haftası başlayan süreç, Karaya Vuran Deniz Memelileri İletişim Ağı’na gelen ihbarlar ve medyaya yansıyan kayıtlar ile 80 yunusu aştı.

Nisan: Satılan hayvanlar

7 Nisan’da Resmî Gazete’de “Ev ve Süs Hayvanlarının Üretim, Satış, Barınma ve Eğitim Yerleri Hakkında Yönetmelik”le birlikte hayvanların satışlarına katalogdan devam edilmesine yönelik karar yayımlandı.

Karara göre hayvanların petshop‘larda sergilenmesi yasaklandı; ancak satışlarının sürdürülmesinde bir beis görülmedi.

Nisan ayında yaşanan bir diğer önemli gelişme ise sokakta yaşayan hayvanları öldürme çağrısı yapanlarla ilgiliydi. Bu isimlerden biri şarkıcı Yıldız Tilbe’ydi. Tilbe, 12 Mart’ta sosyal medya hesabından “Saldıran köpek gruplarına bulundukları bölgenin halkı zehirli et versin,” dedi.

Aralarında sanatçıların da bulunduğu 26 kişi ve 11 kurum, sokakta yaşayan hayvanları öldürme çağrısından sonra şarkıcı Yıldız Tilbe’den şikâyetçi oldu. Tilbe, ifade vermek üzere 18 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’ne gitti ve sadece insanlara zarar veren köpeklerin ortadan kaldırılmasını söylediğini iddia etti.

Mayıs: Özgürce havlayanlar

“Köpek havlaması” şikâyetiyle açılan davada 16 Mayıs’ta emsal karar çıktı.

Köpek havlaması şikâyetiyle 10 yıl önce açılan ve köpeğin tahliyesinin istendiği dava İstanbul Anadolu 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi’nce 2014’te reddedildi.

Yargıtay 18’inci Hukuk Dairesi üzerinden kararı temyiz eden komşunun talebi üzerine bir üst mahkeme kararı bozdu.

İstanbul Silivri’de köpeğe şiddet uygulayan bir kişiyi uyardığı için silahla ağır bir şekilde yaralanan Görkem Bilal’in firari şüphelisi hakkında hayvan hakları savunucusu 18 dernek, 18 Mayıs’ta Silivri Adliyesi’ne gelerek suç duyurusu yaptı:

“Toplumda bu ve benzeri eylemlerin cesaretlendirilmesi korkunç sonuçlar doğuruyor. Bizler, İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi olarak Görkem’in adalet arayışında yanında olmak üzere tüm adli süreç boyunca bu davada Görkem’in avukatları olarak onu temsil edeceğiz.”

Haziran: Depresyona giren hayvanlar

22 Haziran’da hayvan hakları alanında çalışan 44 örgüt, hem kendilerinin hem de sokakta yaşayan köpeklerin hedef gösterilmesine ve hızla yayılan şiddet dalgasına dair bir açıklama yaptı:

“Sadece köpeklere yiyecek verdiği için saldırıya uğrayan ve öldürülen insanlar ve vahşice katledilen masum köpeklerin sesi olun. Bu nefretin durdurulması için lütfen bize yardımcı olun.”

Hayvan hakları aktivistlerinin bu çağrısı, 10 Haziran’da İzmir, Bayraklı’da hayvanları besledikleri için üç kişinin öldürülmesi (Yahya Köşek, Meryem Köşek ve Funda Güçlü) ve sokakta yaşayan hayvanları hedef gösteren Havrita uygulamasının yaygınlaşmasını da kapsadı.

24 Haziran’da bianet’e konuşan İstanbul Barosu Hayvan Hakları Merkezi Başkanı Gülsaniye Ekmekçi, sene başında toplatılan ve bakımevlerine “yasaklı ırk” oldukları gerekçesiyle yerleştirilen köpekler arasında intihar edenler olduğunu söyledi.

TIKLAYIN – “Yasaklı ırk diye toplanan köpekler arasında intihar edenler var”

Temmuz: Haklar

Temmuz ayında öne çıkan en önemli gelişme, hayvan hakları savunucularının hayvanlarla ilgili şiddet vakalarında hukuki süreci işlettiği ve bu alanda elde ettikleri kazanımlar oldu.

Temmuz ayında hayvanlar için koruma talep edildi, hayvanları koruyan yasalar yine ve yeniden hatırlatıldı.

TIKLAYIN – Toplanması ve öldürülmesi istenen köpekler için koruma talebi

Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde sokakta yaşayan hayvanların beslenmesinin İlçe Hıfzıssıhha Kurul Kararı ile 2 Nisan 2021’de yasaklanmasının sonuçları, açlıktan kemikleri görünen köpeklerin fotoğraflarıyla birlikte Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı (HAYKURDER) Başkanı Erman Paçalı tarafından 25 Temmuz’da duyuruldu.

bianet’e konuşan İnebolu Belediyesi çağrı merkezinden bir yetkili haberin “asparagas” olduğunu söyleyerek, sokaktaki hayvanları düzenli olarak beslediklerini iddia etti.

Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişci, 2022’de çıkan 2 bin 43 yangında, 12 bin 384 hektar büyüklüğünde ormanlık alanın kaybedildiğini söyledi. Yaşam alanları ormanlar olan; ancak orman yangınlarında hayatını kaybeden hayvanlara dair ise resmî bir açıklama yayımlandı.

Hayvan hakları savunucuları ise change.org üzerinden bir imza kampanyası başlatarak “Yangınlar sırasında yaban hayvanlarının güvenli alanlara ulaştırılması ve yangından etkilenen hayvanlar için arama kurtarma ve ilk müdahale merkezlerinin kurulması yüzlerce yaban hayvanının hayatını kurtarabilir,” dedi.

TIKLAYIN – Orman yangınlarından etkilenen hayvanlara nasıl yardım edebiliriz?

Ağustos: Havrita’dan korunan hayvanlar

17 Ağustos’ta Sivas’ın Gemerek ilçesinde yaşayan Aydın Koçyiğit, buzağısını arabasının arkasına alarak yaptığı araba turuyla sosyal medyada viral oldu.

Koçyiğit, buzağı ile yaptığı geziyi şöyle anlattı:

“Hayvanlarımız strese, bunalıma girdi. Onları da gezdirmek zorunda kalıyoruz. Sızır Şelalesi’ne götürdüm, Çat Yaylası’na götürdüm. Gezdirdim. Şimdi stres attı biraz. Morali gene de bozuk da, idare edecek yavrum. Benim canım bu, canım. Hayvan sevgisi böyle bir şey işte.”

22 Ağustos’a gelindiğinde ise hayvan hakları savunucularının en önemli mücadelelerinden biri sonuç verdi ve sokakta yaşayan köpeklerin yer bilgilerinin girilmesi ve paylaşılması için kurulan ve hayvanların yaşam haklarını tehdit eden “Havrita” uygulamasına, Ankara 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli getirildi.

Havrita hâlâ kullanıma kapalı.

TIKLAYIN – Havrita şimdi de köpekleri hedef gösterdiği için engellendi
TIKLAYIN – “Havrita sadece köpekleri değil, insanları da tehdit ediyor”

Eylül: Selde ölen hayvanlar

13 Eylül’de Bursa Barosu Hayvan Hakları Komisyonu’nun, İnegöl ve Bilecik’te iki kızıl geyiğin 14 biner TL karşılığında avlanmasına izin veren ihalenin iptali için Bursa Bölge İdare Mahkemesinde açtığı dava kabul edildi.

Nesilleri tehlike altında olduğu için 1937’den bu yana Türkiye’de kızıl geyiklerin yıl boyunca avlanması yasak.

Pakistan’da haziran ayından itibaren etkili olan muson yağmurlarının bilançosu 14 Eylül’de açıklandı. Pakistan Ulusal Afet Yönetim Ajansı (NDMA) verilerine göre 750 bin 223 çiftlik hayvanı sel nedeniyle hayatını kaybetti.

Ekim: Toplu taşımada hayvanlar

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 4 Ekim Dünya Hayvanlar Günü’ne denk gelen yeni bir uygulamayı hayata geçirdi. Yeni uygulamaya göre toplu taşıma araçlarında evcil hayvanlarla seyahat edebilmek artık serbest.

İBB’ye bağlı metro, otobüs ve vapurlarda; rehber ve 5 kilodan hafif köpekler ile kediler gün boyu seyahat edebilecek.

5 kilodan ağır köpekler ise 07.00-10.00 ve 16.00-20.00 saatleri dışında kafessiz olarak yolculuk yapılabilecek. Köpeklere ağızlık ve tasma takılması, kedilerin ise özel çantalarda taşınması yeterli. Evcil kuş türleri ise kafeslerinde taşınmak şartıyla günün her saatinde seyahat edebilecek.

Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan Anadolu leoparı, 10 Ekim’de Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yerleştirilen fotokapan aracılığıyla görüntülendi.

1974’te Ankara’nın Beypazarı ilçesinde öldürülen Anadolu leoparının bu türe ait son üye olduğu ve neslinin tükendiği düşünülüyordu.

Anadolu leoparı Türkiye’de ilk defa 25 Ağustos 2019’da yine fotokapana yansıyan görüntülerle fark edilmişti.

Kasım: Öldürülen hayvanlar

7 Kasım’da aralarında vakıf, dernek, platform, siyasi parti ve çalışma grupları da olan 51 örgüt, sosyal medyada hedef gösterilen sokakta yaşayan hayvanların yanında olduklarını belirten ve hayvanların düşmanlaştırılmasına neden olan “başıboş hayvan” tartışmalarına dair ortak bir deklarasyon metni yayımladı:

“Sokakta serbestçe yaşayan hayvanları temerküz kampı niteliğindeki yerlere hapsetmeyi amaçlayan gizli ya da açık girişimleri şimdiden ve tümden reddettiğimizi, ilkesel olarak bu ve benzeri her türlü hak ihlalinin karşısında konumlanarak mücadele edeceğimizi ayrıca belirtmek isteriz.”

16 Kasım’da Konya Büyükşehir Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde gerçekleştiği öğrenilen ve görevlinin kürekle vurarak bir köpeği öldürdüğü görüntüler, 24 Kasım’da sosyal medya üzerinden yayıldı.

Hayvan hakları savunucularının ve baroların hayvan hakları merkezlerinin harekete geçtiği olaydan sonra tesis müdürü açığa alındı ve köpeğe eziyet ederek öldüren iki kişi tutuklandı.

TIKLAYIN – Konya’da işkenceyle öldürülen köpek | Hayvan hakları aktivistleri Konya’da
TIKLAYIN – Konya’da köpeği kürekle döverek öldüren 2 kişi tutuklandı

Aralık: Miting

12 Aralık’ta resmî olmayan sonuçları açıklanan bir çalışma Türkiye’de sadece güneybatı Anadolu’da sıkışmış ve yaklaşık 3 bin bireylik popülasyona sahip önemli bir yabani kedi türü olan karakulak popülasyonunun, orman yangınları nedeniyle tehlike altında olduğunu ortaya koydu.

Yaklaşık 15 kilogram ağırlığında olan, genellikle keklik ve tavşan gibi türlerle beslenen karakulaklar Türkiye’de özellikle Aydın, Denizli, Muğla, Antalya ve Burdur’da yayılış gösteriyor.

TIKLAYIN – Nesli tükenmekte olan beş tür koruma altına alındı
TIKLAYIN – “Kaçış alanları tahrip edilen hayvanlar yangınlarda zarar görüyor”


Karakulak.

Konya Büyükşehir Belediyesi’ne ait Hayvan Rehabilitasyon Merkezi’nde, bir köpeğin öldürüldüğüne ilişkin görüntülerin 24 Kasım’da sosyal medyaya yanması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında hazırlanan iddianame, 21 Aralık’ta 14’üncü Asliye Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.

Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında tutuklanan Murat Bacak ve Sefa Çakmak’ın “bir ev hayvanı veya evcil hayvanı kasten öldürme” suçundan 6 yıla kadar hapsi istendi.

25 Aralık’ta İstanbul Yenikapı’da bir araya gelen hayvan hakları savunucuları, barınaklardaki şartların iyileştirilmesi ve hayvan haklarına dikkat çekmek amacıyla “Büyük Hayvan Hakları Mitingi” düzenledi:

“Toplayamazsınız, kapatamazsınız, öldüremezsiniz, katledemezsiniz.”

Hayvan Hakları Bildirgesi

15 Ekim 1978’de Paris UNESCO evinde ilân edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesine göre:

  • Bütün hayvanlar yaşam önünde eşit doğarlar ve aynı şekilde var olma hakkına sahiptirler.
  • Bütün hayvanlar saygı görme hakkına sahiptir. Bir hayvan türü olan insan, öbür hayvanları yok edemez. Bu hakkı çiğneyerek onları sömüremez. Bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma hakkı vardır.
  • Hiçbir hayvana kötü davranılamaz, acımasız ve zalimce eylemde bulunulamaz.
Mücadele 

Hayvan hakları savunucuları kimi çevreler tarafından “solun yetimleri” olarak nitelendirilse de hayvanların hakları için mücadele eden pek çok sol hareket ve kurum/örgüt var.

Animal Liberation Front (Hayvan Kurtuluş Cephesi) bunlardan biri.1976’da radikal hayvan hakları eylemcisi Ronnie Lee’nin kurduğu aktivist grubun hedef ve ilkeleri şöyle:Hayvanları, deney laboratuvarları, sınai çiftlikler, kürk çiftlikleri gibi kötü muameleye maruz kaldıkları yerlerden kaçırıp acı çekmeden, doğal ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri yerlere yerleştirmek.Hayvanları sömürerek ve onlara kötü muamele ederek kâr elde eden kurumlara yönelik ekonomik sabotaj eylemleri gerçekleştirmek.Şiddet içermeyen eylemlerle ve özgürleştirme faaliyetleriyle, kapalı kapılar ardında hayvanlara yapılan işkenceleri ifşa etmek.İnsan ya da insan dışı, hiçbir hayvana zarar gelmemesi için gereken bütün önlemleri almak.

* Louise Michel, The Red Virgin Memoirs of Louise Michel, The University of Alabama Press, Alabama, 1981, s. 24-30.
** Okuma önerisi: Satın alınmayıp sahiplenilen Küba’nın hikâyesi.

 (TY)

Emek ve Ekoloji Örgütleri Mersin Akkuyu Nükleer Santrali için Mersin’de

Basına ve Kamuoyuna

Akkuyu için Mersin’den sesleniyoruz.

Türkiye’de Siyasi iktidar girdiği siyasi krizle ve Kapitalist sistem kendi tarihsel krizlerinde sürekli yarattığı ekolojik krizler sarmalı ile; giderek şiddetlendirdikleri  müdahaleler, tarım alanlarını, yaşam alanlarını şirketlerin kullanımına sokarak, işçi sınıfının iş cinayetlerine mahkum edilmesi ile, emeğin sömürülmesi, geçimlik yaşamın yok edilişi, halkların yerlerinden zorla edilmesi, ekolojik geri dönüşümsüz, yıkımlarla bizlere, bu coğrafyada yaşayan halklara ve tüm canlılara dayatılıyor.

Neden Akkuyu’dayız:

1946dan bu yana Mersin’de, Akkuyu’da ve Sinop’ta halklar, Nükleer karşıtı platformlar, ekoloji örgütleri, meslek ve emek örgütleri ile birlikte siyasi iktidarı uyardı. Mersin Tabib Odası ve TTB Merkez Konseyi defalarca yaptığı açıklamalarında; nükleer santrallerin var olan zararlarının yanı sıra yangınlardan etkilenmesinin ne büyük tehlikeler doğurabileceğine işaret ettiler. Nükleer enerji üretimlerinin yüksek sera etkisi yaratan emisyon salınımı yaratan üretimler olduğuna işaret edildi. Nükleerin iklim krizine karşı çözüm değil, aksine tehdit olduğu vurgulandı. Yaşam nesiller boyu yok edilecek diye uyarıldı. Hiroşima’nın, Çernobil’in Fukişima’nın yaşanmışlıkları, hala yaşanmakta olan sonuçları hatırlatıldı.

Dinlemediler.

Nükleer Ölümdür ! dedik. Dünyanın her yerinde Nükleere dayalı etkilerin sonucunda halklar bu gerçeği yıllardır yaşamakta. Hiroşima’nın, Çernobil’in, Fukişima’nın sonuçlarına tanıklık ederek nükleerin ölümcül riski ile uyarılarımızı yaptık. Çernobil’de reaktör faciasının ardından etkisi yıllarca, binlerce km uzaklarda ülkemizde de, cevre ülkelerde de sürdü, faciadan sonra üç nesilde genetik bozunumlar, ölümler, sakat doğumlar yaşandı yaşanmaya devam ediyor dedik! dikkate almadılar, yaşamı, tüm canlıların sermayeye mahkum edilmesini, yok oluşlarını  önemsemediler.

Hızla bu katliam stratejisini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Hızla ve zorbalıkla, esir kamplarında çalıştırı gibi işçileri ölüme sürükleyerek, yaşamı, geçimlik emeği yok ederek Akkuyu’da Nükleer endüstri üzerinden siyaset yapıyorlar. Bizler siyasi iktidarlar varlığını sürdürsün, şirketler sermayelerine, sermaye katsın, Rusya Avrupa Birliği, ABD Kapitalist ülkeler güçlerini büyütsün diye göz yummayacağız. Sistemin ortak saldırganlarına, onların yaşam suçlularına ortak olmayacağız, buna razı olmayacağız.

Tüm Dünya Halkları, yaşamın hukukunu kendisine rehber kılıp özgürlüğü hedefliyor. Kararlılıkla siyaseti dönüştürüyor. Bolivya’da, Şili’de ekoloji mücadelesi, halk dayanışması, kadınlar; Rojova’da İran’da sistemi dönüştürücü etkileri ile özgürlüğe yol alıyor.

Bizler Emek ve Meslek örgütleri, Sağlık örgütleri, sendikalar, ekoloji örgütleri olarak siyasi iktidarı, aynı egemen sistemi sürdüreceğini belirten siyasetçileri artık uyarmıyoruz.

Biliyoruz ki sermayeye dayalı üretimleri desteklemeye varlıklarını kapitalistleri destekleyerek sürdürmeye kararlılar. Biliyoruz ki Nükleer e dayalı sanayiyi güçlendirerek siyaset alanında başaramadıklarını halkları savaşlarla, nükleer tehditle baskı altında tutmaya güçlerine güç katmaya kararlılar.

Siyasi İktidar bir yandan yeşil ekonomiye yüzünü dönüp yeşil fonlardan yararlanarak, diğer yandan Nükleer üretimleri sürdürülebilir ilan eden Avrupa Birliği ile ortaklaşa Çernobil’de yaşanan suçu yeni üretimlere destek vererek (hipersonik füzeleri yerleştirerek, nükleer füzeleri depolayarak, radyoaktif atıkların ticaretini depolanmasını sürdürerek) Türkiye’ye yaşatmaya devam ediyorlar!

Türkiye topraklarında tarım alanları maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok edildiği, Polatlı da mera alanı vasıf değişikliği ile nükleer atık sahası olarak tahsis edildiği süreçte siyasi iktidarın temsilcileri Türkiyede sermaye birikimine sokacak daha çok alanlar, destekleyecekleri daha çok proje hazırlıkları olduğu paylaşımlarını kapitalist sistemlere yapmaya devam ediyor.  Erdoğan Rusya devlet Başkanı Putin le yaptığı görüşmelerde Akkuyu Nükleer Santralını Türk Akımı Boru hattını ve  Rusya’dan Buğday alımını Rusya’ya taviz olarak sunuyor.  Enerji bakanlığı temsilcisi Sochi de yapılan 12. Nükleer zirvesinde Türkiyede 4-6 reaktör yetmez sayıyı 16-20’ye arttıracağının vaatlerini veriyor.

Sinop ta Nükleer santral yapmak için kararlar cıkarıyor, “olur” verip uluslararası görüşmelerde Rusya’da,  Çin’de  ve Kore’de planladıkları santralların pazarlığı yapılıyor. ABD Nükleer enerji danışmanı nükleer reaktör için Türkiye’de uygun alan olduğunu ve Türkiye’nin kendilerinden talebi doğrultusunda 35 adet modüler nükleer santralı (MNS) yollayabileceklerini duyurdu. Daha fazla Nükleer atık üretimi tacareti anlamına gelen MNS ile yapılmaya çalışılan diplomasi, meraların, doğal alanların nükleer atık depolama sahasına dönüşümü, nükleer atık üzerinden plütonyum elde etme süreçlerinin desteklemesi, uygulamaya sokulması, uluslararası Nükleer silahsızlanma anlaşmalarının hükümsüz kılınması anlamını taşıyor. Siyasi iktidar tarafından, tüm canlı sistemin yok oluşu pahasına  Türkiye Halkları adına uluslararası tavizler veriliyor.

14 Eylül 2022 de Mersin Tabib Odası; Akkuyu Nükleer Santrali’ne 2,5-3 km. yakınına kadar ulaşan orman yangını sırasında yaptığı basın açıklamasında Nükleer santrallerin  çözümlenememiş atık sorununa da değinerek, aşırı maliyetli işletme süreçlerinin yanı sıra tüm yakıt çevrimi bütününde değerlendirildiğinde (uranyum madenciliği-yakıt üretimi-yakıt sevkiyatı-tesis inşaatı-atık süreci), “Akkuyu Nükleer Santrali kapatılmalı ve nükleer santrallerden acilen vazgeçilmelidir.” uyarısını bir kez daha yaptı.

Bu bölgede Dünya halklarından binlerce kişi zincir oluşturarak iradesini ve kararını tüm Dünya siyasetçilerine ve egemenlere duyurdu.

NKP, bileşeni olan emek ve meslek örgütleri ve ekoloji bileşenleri ile birlikte nükleerin hiç bir üretimini ne Akkuyu’da ne Sinop’ta ne de başka alanlarda nükleere dayalı hiç bir uygulamayı  kabul etmeyeceklerini açıkça belirtmekte, Nükleer yatırımlarına karşı hukuk mücadelesini, alanlarda direnişi yılmadan sürdürmekte!

Bizler Siyasi iktidarın çıkarttıkları yasalarla kapitalizmin uluslararası organizatörlerine (Birleşmiş Milletler’e, Avrupa Birliği’ne, Şirketlere, kapitalist ülkelere vb) verdikleri tavizleri açıkça görüyoruz. Bizler egemen siyasetin savunucularının açıkladığı enerji tutum belgesinde açıkça yazan gelecek dönemin siyasi stratejilerinin, kapitalist yeşil ekonominin devamlılığı olacağını biliyoruz! Nükleer sanayi sektörü sürecek, yenilenebilir üretimler çerçevesinde şirketler RES ler, NES ler, HES ler, JES ler, madenler, otoyollar, otobanlar, mega kentler, termik santrallar, doğal ortamların, tarım alanlarının, ormanların, su havzalarının, denizlerin, meraların üzerinde yayıla yayıla var olamaya devam edecek!

Yasa çıkararak kendilerini meşrulaştırmaları uluslararası alanlardan koparttıkları tavizlerle iktidarlarını sürdürme, çabaları ne siyasi iktidara ne de aynı yoldan yürüyen yürüyeceğini ilan eden muhalefetlerin iktidar olma çabalarına fayda etmeyecek!

Bugüne kadar alıştıkları siyaseti sürdürebileceklerine inananlar bilmeli;

Bizler emek ve meslek örgütleri, ekoloji örgütleri, kadınlar, işçiler, halklar olarak yaşamın özgürlüğünü sadece alanlarda korumakla kalmayacağız, saldırı altında olan her alanda direnmeye, yaşamı korumaya devam ederken özgürlüğü, eşitliği, barışı daha yalın ifade ile bugün yaşamımızı her alanda kıskaca alan egemen siyaseti tersine çevirecek yeni siyaseti öreceğiz. Özü ile söylemek gerekirse erkek egemen tekçi rejimin saldırılarına izin vermeyeceğiz, değiştireceğiz. Özgürleşeceğiz, yaşamı da özgürleştireceğiz. 

Nükleer olmayacak, kirli pazarlıklarına, nükleer endüstriye eklemlenme çabalarına, Nükleer güç santralları yapmalarına izin vermeyeceğiz. Yaşam alanları sermayenin talanında paylaşımında olmayacak, halklar geçimlik yaşamlarından ve yerlerinden zorla edilemeyecek. Yoksullaşmayacağız. Doğal alanlar, doğal ve kültürel varlıklar yok edilemeyecek, işçiler güvencesiz çalışma koşullarına mahkum olmayacak.

Sözümüz olsun ne Akkuyu’da ne Sinop’ta ne herhangi bir şantiyelerde yaşam ölüme, işçiler güvencesizliğe, mahkum edilemeyecek. Tarlada, atölyede geçimlik yaşam gasp edilemeyecek. Halklar zorla yerinden edilemeyecek! 

Bunlar bizlerin ortak sözü ve kararıdır.

Yaşamı özgürleştirmek isteyen, yarını umut eden tüm politik ekoloji, kent, meslek ve emek örgütlerine, halklara, işçilere, çiftçilere, zanaatçılara, gençlere, kadınlara, LGBTI+, insan hakları  örgütlerine, hayvan hakları savunucularına, adalet arayanlara çağrımızdır; umudu büyütmeye, dayanışmaya, birlikte politik tutum almaya davet ediyoruz

Artık söz de karar da bizim! Yeşile boyadıkları yalanları, bu yalanlarını meşrulaştırmaya çalıştıkları yasaları, ulusal ve uluslararası kararları umurumuzda değil! Yarını bugünden başlayarak özgürleştirme kararımız kesindir.

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ!

Yaşama geç kalmamaktır: Akkuyu’dan yükselen ses

Bizler, yaşamakta olduğumuz ekolojik (su, enerji, iklim değişikliği, gıda vb) krizler sarmalında, krizleri derinleştiren ve sürekli yeni sermaye stratejilerini yaşama, halklara dayatan sisteme karşı yaşamı korumaya, özgürleştirmeye kararlıyız.

Yaşamın üzerindeki kapitalizim stratejileri ile yürütülen yıkıcı sürece karşı birlikte sürdürdüğümüz ekoloji mücadelelerin, politik özne olma yolunda yürüyüşleri yaşama geçmekte. Dünya’nın pekçok yerinde olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da ekoloji hareketleri siyaseti dönüştürecek ve ekolojik yaşamı örecek filizler vermekte. Yaşamın özgürleşmesine ilişkin umudun yükseldiği bu süreçte, Ekoloji hareketinin kolektif hafızasında biriktirdiği ilkeler, talepler ve mücadelenin politik iradesi ile; yaşamı yok eden, yeni liberal stratejilerle kendini sürdürmeye çalışan siyasi sistemi dönüştüreceğimize güveniyoruz. Bu amaçla, siyaseti dönüştürücek stratejileri tartışacağımız konferansta (21-22 Ocak 2022 tarihi), konferans  öncesinde ve sonrasında, patriyarkal Kapitalist sistemin kendini yeniden ürettiği her alanda sözümüzü duyurmaya, politik tutum almaya, yaşamı yeniden ve birlikte örmeye devam edeceğiz.

Bu alanlardan birinde; 24- 25 Aralık 2022 tarihinde, Neden nükleer Santral yapılmamalı iradesi ile Basın Açıklaması ve Çalıştay yapmak için Mersin’de buluşuyoruz. Bu buluşmada Patriyarkal Kapitalist sistemin saldırı alanlarından sadece birisini, sistemin Nükleer enerji stratejilerini, Türkiye’de siyasi iktidarın nükleer üzerinden yürüttüğü politikaları, bu siyasi müdahalelerin sonuçlarını  Akkuyu gerçekliğinde tartışacağız

Bu buluşma ekoloji hareketleri ile 3. Havalimanından Akkuyu sömürüsüne karşı işçilerin her şantiyede verdiği emek mücadelesinin ekoloji örgütlerinin, nükleer karşıtlarının, çiftçilerin, mevsimlik işçilerle, kadınların ekoloji örgütleri ile buluşması. 

Mersin’de Akkuyu Nükleer Santral yapımı ile yıllardır yürütülen politik müdahalenin, planlanan, yaşama geçirilmeye çelışılan saldırının yarattığı etkileri ve bu saldırıya karşı ekoloji örgütleri, emek örgütleri, meslek örgütleri, nükleer karşıtları olarak sözümüzü, siyaseti dönüştürücü gücümüze, yaşamın yeniden örülmesi sürecine eklemleyeceğiz.

Siyasi iktidar bir yandan tarım vasfı değişikliği ile tarım alanları (Polatlı da mera alanı) nükleer atık sahası olarak tahsis edilirken,  Erdoğan Rusya devlet Başkanı Putin le yaptığı görüşmelerde Akkuyu Nükleer Santralını Türk Akımı Boru hattını ve  Rusya’dan Buğday alımını Rusya’ya taviz olarak sunarken, Enerji bakanlığı temsilcisi Rusya’da Sochi’de 12. Nükleer zirvesinde Türkiyede 4-6 reaktör yetmez sayıyı 16-20’ye arttıracağının vaatlerini verirken, diğer yandan Sinop ta Nükleer santral yapmak için kararlar ile çıkartıp, uluslararası görüşmelerde Rusya’yla, Çin’le, ABD ile, Kore’yle planladıkları santralların pazarlığı yapmakta. Bunlar sürerken ABD Nükleer enerji danışmanı nükleer reaktör için Türkiye de uygun alan olduğunu ve Türkiye’nin kendilerinden talebi doğrultusunda 35 adet moduler nükleer santralı (MNS) yollayabileceklerini duyurmakta. Daha fazla Nükleer atık üretimi tacareti anlamına gelen MNS’lar, meraların, doğal alanların nükleer atık depolama sahasına dönüşümü, nükleer atık üzerinden plütonyum elde etme süreçlerinin desteklemesi, uygulamaya sokulması, uluslararası Nükleer silahsızlanma anlaşmalarının hükümsüz kılınması anlamını taşıyor. Siyasi iktidar tarafından, tüm canlı sistemin yok oluşu pahasına Türkiye Halkları adına uluslararası tavizler verilmeye devam ediliyor.

Tarım alanlarının, doğal alanları (ormanlar, denizler, göller kıyılar, dağlar, ovalar) doğal ve kültürel varlıklar sermaye birikimine sokularak, maden, su, enerji, inşaat şirketlerinin kollektif kullanımı ile yaşamlar yok edilirken bu sürece; kapitalist sistemin, siyasi iktidar(lar)ın krizlerini yaşamın üzerinden çözümleme hamlelerine, stratejilerine, her krizde kendilerini yeniden üreterek var oluşlarına izin vermeyeceğiz.

Sistemin suçlarına ortak olmama, dayatılan siyaset alanı ve tarzını kabullenmeme kararlılığımızı Mersin’de bir kez daha duyuracağız. Yaşam alanlarından zorla edilmeye, yaşam alanlarının öznelliğinin, yaşamın geleneklerinin, birlikteliğin yıkılmasına, kırılmasına, kültürel ve inançsal değerlere saldırılara, türlerin yok oluşuna, bedel ödemeye razı olmayacağız, göz yummayacağız. Kapitalist sistemin saldırıları karşısında sadece savunan değil, ekolojik yaşamı bugünden yarına kurmanın akışında, politik söz ve karar kurma kararlılığımızı her çalışmamızda, Mersin’den sesimizi yükselterek yaptığımız gibi sürdüreceğiz.

Her alanda ve aşamada yanyana gelecek ekoloji hareketleri olarak sistemin saldırılarına karşı mücadeleyi yürüten Bizler yaşamı özgürleştirmek için özne olmanın sorumluluğunu üstleniyoruz.

Kadın özgürlüğünün, yaşamın özgürlüğünün, bütün tahakküm ilişkilerine karşı mücadelelerin ekoloji mücadelesiyle kesişimsel bağlarını kapitalist sistemin  Nükleer müdahalesi özünde ekoloji hareketleri, bu hareketin içinden emek ve meslek örgütleri, nükleer karşıtları olarak birlikte tartışacağız.

Akkuyu Nükleer Gerçeği buluşmasında; Akkuyu’da neredeyse esir kamplarında gibi çalıştırılan işçilere, mevsimlik tarım işçilerine, her geçen gün geçimlik yaşamları ellerinden alınan çiftçilere, halklara sözümüzü, sesimizi iletebileceğimizden, sesimizin onların sesi ile güçleneceğinden eminiz.

Akkuyu Gerçeği: Neden Nükleer Santral Yapılmamalı?

Ekoloji PolitikDev-Yapı-İş Sendikasıİnşaat İş SendikasıMersin NKP

 

Çalıştay, Forum ve Sergi  25 Aralık 2022  Mersin  

Ali Osman Abalı Fotoğrafları ile Nükleer Gerçeği – Sergi

Program: 

9.00 Kayıt Hosgeldiniz

9.30 Açılış  Oturumu. Kolaylaştırıcı Belgin Ayrancı–Yusuf Üçay

Nükleer endüstri sınır tanımaz Kıbrıs ‘tan Nükleer e yanıt: Murat Kanatlı

Nükleer Olamaz: Slayt gösterimi

Yaşamın Dialektiği: Ekoloji Politik Tutum  Beyza Üstün–Osman Koçak

Politik Karşılaşma: Neden Nükleer Olamaz Zeki Karataş

11.00 ara

11.15 2. oturum: Kolaylaştırıcı: Mehmet Zencir 

Geçimlik yaşamın yıkımı – Tarım politikaları: Rıdvan Turan

Tarım emeği üzerinde yaşanan sorunlar, geçimlik yaşamda yaşanan sıkıntılar- Güvencesiz İşçiler Derneği

3. Havalimanı- Akkuyu Emek sömürüsü- Örgütlülük: Nihat Demir, Deniz Gider

13.00 imza- dosya paylaşımı

3. Havalimanı ile Akkuyu sömürü köprüsü

Nükleer Gerçeği- Rapor/dosya dağıtımı

3. Havalimanı inşaat İşçileri Mistik Tülü Kaldırdı – İnşaat işçileri ile kitap İmza

yemek arası

14.00 3. Oturum Kolaylaştırıcı: Nasır Nesanır

Sağlıklılık – sermaye birikiminin yaşama tehdidi: Nihat Eraslan -Ful Uğurhan

Nükleer müdahalenin Kazdagları ve Polatlı’da somutlaşan boyutu: Mevlüt Göket

16.00 Aara

16.15 Forum: Politik belirleme: ekoloji diyalektiği ve meşru hukuk tutumu Kolaylaştırıcı: Mehmet Horuş

18.00 Akkuyu’dan Halkların Yaşama Sözü

Ekoloji Hareketleri Konferansı Hazırlık Sunum+Forum-2

Ekoloji Mücadelesinde Kadınlar Kavramları Nasıl Tartışıyor? Konuşmacılar: Belgin Ayrancı & Ruşen Seydaoğlu

Assos’ta JES yapmak istiyorlar.

0

AYVACIK İLÇESİ’NİN BÜYÜKHUSUN VE ÇEVRE KÖYLERİ HALKIN KATILIMI TOPLANTISINI YAPTIRMADI!

KÖYLÜLER, “HALKIN KATILIMI TOPLANTISI BİZİM İÇİN YOK HÜKMÜNDEDİR” DEDİ.

Çanakkale İli Ayvacık İlçesi Büyükhusun Köyü yakınlarında Bakrom A.Ş. tarafından Jeotermal Enerji amacıyla yapılmak istenen kaynak arama sondajı projesi için yeniden başlatılan ÇED süreci kapsamında 22 Aralık Perşembe günü, bugün Köy kahvehanesinde şirket tarafından “Halkın Katılımı Toplantısı” yapılmak istenildi.

Yöre halkı ve dernek üyelerimiz toplantı mekanı önünde toplandı ve ellerindeki dövizlerle projeye karşı olduklarını belirterek, “Daha önce “ÇED Gerekli Değildir” kararını açtığımız dava sonucu iptal ettirdiğimiz bu projenin yeniden karşımıza gelmesinden dolayı üzgün ve öfkeliyiz, yeni ÇED sürecini kabul etmiyoruz. Yapılmak istenen Halkın Katılımı Toplantısı bizim için yok hükmündedir. İçeri girmeyi reddediyoruz. Firmanın yalanlarını dinlemeyeceğiz.” dedi. Hiçbir vatandaş içeri girmedi. Vatandaşlar “Havama, Suyuma, Toprağıma Dokunma” diyerek slogan attı.

Şirket ve kamu görevlileri bir tutanak tutarak köyden ayrılmak zorunda kaldı. Tutanakta, “Vatandaşın bilgilenmek istememesi nedeniyle toplantı sonlandırılmıştır.” ifadesi yer aldı.
Kahvehane önünde Büyükhusun Dayanışması Sözcüsü Cem Tüzün ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkan Yardımcısı Mehmet Akbulut tarafından açıklama yapıldı.

Sn. Tüzün yaptığı açıklamada “Biz burada tarım, hayvancılık ve turizm yapıyoruz. Biz şirketlerin para kazanmak amacıyla gelip havamızı, suyumuzu, topraklarımızı zehirlemesini istemiyoruz ve izin vermeyeceğiz. Bu sürecin hiçbir aşamasını onaylamıyoruz ve yer almayacağız. O nedenle de bizim için yok hükmünde olan bu toplantıya katılmadık. İki yıl önce köy halkı ile birlikte Aydın’a, Manisa’ya gittik, JES’lerin tarıma verdiği zararlarını gördük, havaya salınan hidrojen sülfürlere, metan gazlarına, kükürt oksitlere, toprağa ve sulara bırakılan zehirlere tanık olduk. Bölgemizin de aynı hale gelmesini istemiyoruz.” dedi.
Sn. Akbulut, “Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği olarak Bölgemizin havasının, suyunun toprağının korunması için çalışıyoruz. Ayvacık Büyükhusun Köyü yakınlarında yapılmak istenen jeotermal kaynak arama projesi için iki yıl önce buradaydık, yine buradayız. Daha önce “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilen projeye karşı mücadele etmiş, 122 davacı ile birlikte açtığımız davayı da kazanmıştık. Ancak şirket, vazgeçmedi ve yeni ÇED süreci başlatarak yeniden karşımıza geldi. Bizler Ayvacık İlçesi Tuzla köyü yakınlarında halen çalışmakta olan dört adet Jeotermal Enerji Santralının bölgemize verdiği zararları biliyoruz. Assos Antik Kenti’ne, köylere, yaşam alanlarına bu kadar yakın bir yerde, tarım ve hayvancılık yapılan alanda, zeytinliklerin ortasında jeotermal enerji santralı için kaynak arama projesi istemiyoruz. Bu nedenle, yok hükmünde saydığımız bu projenin halkın katılımı toplantısına katılmayı da reddettik. Büyükhusun ve civar köylerle birlikte mücadelemize devam edeceğiz.” dedi.

Vatandaşlar daha sonra sakin bir şekilde dağıldı.

Hayvama, Suyuma, Toprağıma Dokunma.
KAZDAĞI DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLARI KORUMA DERNEĞİ

Ne istiyoruz?

Ayvacık İlçemiz bir süredir jeotermal kaynak arama ve jeotermal enerji santralları (JES) projeleri ile gündemde. Tuzla yakınlarında halen çalışmakta olan dört adet JES var. Bu projelerin tarımsal üretime ve yeraltı ve yerüstü sularımıza verdiği zararları görmekteyiz. Bölgemizin tarımsal, turistik ve kültürel değerlerine zarar verecek yeni jeotermal enerji santralı istemiyoruz. Ayvacık İlçemizin bazı şirketlerin kar hırsı için gözden çıkarılmasına izin verilemez.
Büyükhusun’da jeotermal enerji santralları kurulması durumunda;

  • Halkın birinci derecede geçim kaynağı olan tarımsal ürünlerimizin verimi ve kalitesi düşecek ve kuruyacak, hayvancılık olumsuz etkilenecek,
  • Jeotermal atık suları ile dere ve denizi kirlenecek ve canlı yaşam yok olacak,
  • Jeotermal santraldan salınan hidrojen sülfür, azot, karbondioksit gibi gazlar ile bölgemizin hava kalitesi bozulacak,
  • Bölgemizi çürük yumurta kokusu saracak,
  • Turizm olumsuz etkilenecektir.
    Aydın, Manisa, Salihli gibi Gediz Havzamızda jeotermal enerji projelerinin yarattığı olumsuz etkiler basına ve kamuoyuna yansımıştır. Zeytinlikleri, incirleri, üzüm bağları kurumuş, dereleri, ırmakları kirlenmiş, derelerde balıklar ölmüş, yeraltı ve yerüstü suları zehirlenmiş ve arsenik seviyeleri yükselmiştir. Bölgemizin de aynı duruma gelmesini istemiyoruz.
    • BÜYÜKHUSUN JEOTERMAL KAYNAK ARAMA PROJESİ ÇED SÜRECİ SONLANDIRILMALI, PROJE İPTAL EDİLMELİ,
    • YENİ ARAMA VE İŞLETME RUHSATLARI VERİLMEMELİ,
    • MEVCUT SANTRALLARIN ETKİLERİ TAKİP EDİLMELİ VE DENETLENMELİDİR.

    KAZDAĞI DOĞAL VE KÜLTÜREL VARLIKLARI KORUMA DERNEĞİ
    [email protected]