İttifakı ‘ortak duyu’yla kuşatmak
Ertuğrul Kürkçü,
Yeni Yaşam, 26 Ocak 2023
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’da bir araya gelen Ekoloji Hareketleri Konferansı, hem üzerinde yükseldiği toplumsal mücadele dinamiklerinin özgül gündemi hem Türkiye siyasal gündemi açısından ön açıcı ve esinlendirici bir etkinlikti.
Her şeyden önce yeterince temsil ediciydi: Batıdan ve Kürdistan’dan kırk sekiz çevre ve ekoloji örgütünce çağrılmış ve yüzü aşkın kuruluştan gelen temsilcilerin ve diğer izleyicilerin katılımıyla gerçekleşmişti. Son yıllarda madencilik, enerji, inşaat ve turizm sermayesinin yanı sıra devlet güvenlik siyasetlerinin yıkıcı ekolojik-askerî saldırıları karşısında kararlı direnişleriyle adlarını duyuran İkizdere, Kazdağları, Hasankeyf, Van, Artvin, Şırnak, Sinop, Antalya, Mersin, Turgutlu ve başka pek çok kırsal direniş dinamiklerinin yerel temsilcilerini, ekoloji ve çevre odaklı inisiyatif, kuruluş ve meslek örgütü sözcüleriyle bir araya getirmeyi başarmıştı.
Konferans sonunda yayımlanan “Tutum Belgesi”, bir araya gelişin gündem ve misyonunun da yerellikleri aşacak, ekolojik mücadele dinamiklerini diğer toplumsal mücadele dinamikleriyle buluşturacak bir etkinlik perspektifinden hareketle geliştirildiğini gösteriyordu: “[…] 20 yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak tutum alıyoruz.
“[…] Parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin sönümlenmeyeceğini biliyoruz […] Programında ekolojiye yer vermeyenleri de ekoloji programları yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. […] Çalışma Grubumuz, bütün siyasi partilerin ve ittifakların programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi ilan edeceğiz.”
Ekoloji Hareketleri Konferansı, “Tutum Belgesi”nde yalnızca siyasal süreci ve güncel odağı olan 2023 seçimlerini genişliğine göz önüne almakla yetinmemiş, siyasal çerçevenin değiştirilmesi başarıldığında yeni bir mücadele döneminin açılacağının farkında olduğunu da ortaya koymuştu.
“Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta olduğumuzun bilinciyle davranacağız.”
Ekoloji Hareketleri Konferansı içerdikleri ve ima ettikleriyle tek adam rejimi karşısında aşağıdan bir demokrasi ittifakının süratle örülmeye başlamasının imkanlarını da işaret eden yenilenebilir bir model olarak dikkate alınmayı hak ediyor.
Rejimin baskısı ve “Altılı Masa”nın ataleti arasında sıkışmış, kendisine akacak mecra arayan toplumsal muhalefet güçlerinin, hiç vakit kaybetmeksizin emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, kent yoksullarının, LGBTİ+’ların vb. bu örnekten hareketle, tüm siyasal aktörler karşısında özgül varlık ve taleplerini ortaya koyacakları ve kendi gündemlerini paydaşlarının gündemleriyle ilişkilendirecekleri konferanslar, forumlar, meclisler ya da başka şekilde adlandırılabilecek siyasete müdahale kanalları açmaları hem mümkün hem gerekli.
Böyle bir aşağıdan “ittifak” süreci aslında Emek ve Özgürlük İttifakı’nın zeminini genişletmesi, çoğullaştırması ve hepsinden önemlisi “ultra siyasal” bir karakter kazanmaya başlamış olan “ittifak” sürecini toplumsallaştırmaya yardımcı olması açısından sahici bir potansiyeli ima ediyor. İki anlamda toplumsallıktan söz ediyoruz: Hem tek tek “ittifak partileri”nin kendi dolaysız temas alanları çevresindeki ilk halkanın ötesine geçecek bir toplumsal genişlikle temasa gelmeleri hem de “ittifak”ın siyasal taktik ve hedeflerinin toplumsal ölçekte sınanabilmesi anlamında.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve tek tek bileşenlerinin önümüzdeki bir ayı hummalı bir biçimde ve eş zamanlı olarak memleket çapında bir “kadın konferansı”, “emek konferansı”, “Alevi konferansı”, “gençlik konferansı” vb… toplanmasına yardımcı olacak şekilde değerlendirilmesi yalnızca ittifakın meşruiyetini pekiştirmekle kalmayacak aynı zamanda onu halkı dinlemeye sevk edecek, duyarlıklarını daha yakından hissetmesine katkıda bulunacak ve “ortak duyu” ile de kuşatacaktır. Söylem, taktik ve hedeflerini her an “ortak duyu”nun mihengine vurarak daimî bir denge ve kontrol mekanizmasıyla donanması için de eşsiz bir fırsat sunacaktır.
Son birkaç yıl içinde -geriye doğru giderek- Brezilya, Kolombiya, Şili, Bolivya, Peru, Arjantin ve diğer Latin Amerika ülkelerinde toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerini iktidara taşıyan yeni “sol dalga”ya biraz yakından baktığımızda iki önemli öge görüyoruz: Birincisi, tek tek siyasi partilerden çok, partilerden oluşan bir tür konglomerasyonun, yığışma halindeki siyasal öbekleşmelerin üzerinde beliren bir yeni siyasal harita. İkincisi bu siyasal dışavurum zemininde yer alan sonsuz sayıda toplumsal öznenin bir araya geldiği ve özgül taleplerini, varoluş ve mücadele tarzlarını politik gündeme taşıdığı, siyasal programların kurgusuna akıttığı taban örgütleri ve onların zeminindeki taban dinamikleri: İşçiler, çiftçiler, atık toplayıcılar, sokakta çalışanlar, ormancılar, balıkçılar, öğrenciler, kadınlar, Yerliler, siyahlar, LGBTİ+lar, tüketiciler, öğrenci velileri, emekliler, vb. vb… ve onların on yıllara yayılan mücadele ve deneyimleri.
Yakın sosyo-politik ve ekonomik özellikler gösteren Türkiye ve Kürdistan’ın toplumsal demokratik mücadele panoramasını oluşturan yapılar, rejimin durmak bilmeyen saldırıları altında berelenmiş olsalar da Latin Amerika’daki muadillerinden hiç geri kalmayan yaklaşık en az 50 yıllık bir süreğen mücadele, örgütlenme ve deneyim birikimine, mücadele alışkanlıklarına ve “ortak akla” sahipler: Biz de yapabiliriz. Geçmişte yaptık. “Olmaz” denilen ne varsa oldurduk. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ima ettiği siyasal çıkışın çevresini “toplumsal ittifaklarla” kuşatmak için yalnızca “yekinmek” yeter. Bütün dinamikler kendilerini aynı hızla ve güçle örgütleyemeseler de sergileyecekleri yola koyulma kararlılığı eşitsiz gelişmekte olan sinerjiye katkıda bulunacaktır. En çok bu sinerjiye ihtiyaç var.
‘Organik tarım’ diye ihale edilen alana patlayıcı fabrikası yapılacak
Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde İhale ilanında irtifak hakkı amacı ‘organik tarım…’ iken ÇED başvurusunda patlayıcı madde imalat tesisi kurulacağı ortaya çıktı. Bölge halkı ÇED toplantısı ilanı ile ortaya çıkan duruma tepki gösteriyor.
Atakan SÖNMEZ
Artı Gerçek – Türkiye’nin değerli tarım alanlarının amaç dışı kullanımı için yapılan mevzuatı atlama girişimlerinin son örneği Kayseri’de yaşandı.
Pınarbaşı ilçesine bağlı Aşağıbeyçayır ile Eğrisöğüt Mahalleleri arasında Erciyes Patlayıcı Maddeler Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından “Patlayıcı Madde (Kapsüle Duyarlı Emülsiyon, Anfo, Ağır Anfo, Kapsül Üretim ve Montaj) Üretim ve Depolama Tesisi” yapılması için süreç başlatıldı.
ŞARTNAMEDE ‘KONUT, ENERJİ VE TURİZM HARİÇ’ İBARESİ VAR
2 Şubat 2022 tarihinde, Aşağıbeyçayır Mahallesi 115 Ada 27 Parsel ve Eğrisöğüt Mahallesi 116 Ada 10 Parsel adresinin satışı ile ilgili ihale yapıldı.
İhalede arazinin “Konut, enerji ve turizm hariç olmak üzere eğitim, ticari, sağlık, sanayi, organik tarım, organize hayvancılık, sosyal ve kültürel vb. sabit ve kalıcı tesis” olarak kullanılacağı şartnamede yer aldı.
Ancak, bölge halkı Eğrisögüt Köyü İle Aşağı Beyçayır Köyü arasına dinamit fabrikası yapılması yönünde ÇED başvurusu yapıldığını, 31 Ocak tarihinde ÇED bilgilendirme toplantısının yapılacağı ilan edilince öğrendi.
Eğrisöğüt köyüne 955 metre, Aşağıbeyçayır köyüne ise yaklaşık 3.5 kilometre mesafedeki alana yapılacak olan patlayıcı fabrikası, her iki köyde yaşayan vatandaşların tepkisi ile karşılaştı.

Sosyal medyada da ihalenin iptal edilmesi için kampanyalar başlatıldı.
“KÖYÜMÜZ ORMAN KÖYÜ”
Kayseri Karaçay Kültür ve Dayanışma Derneği de konuya dair açıklama yaptı.
Dernek başkanı Harun Özkan imzası ile yapılan açıklamada, dinamit fabrikasında birçok kimyasalın kullanılacağı açıklandı ve bu kimyasalların havayı, toprağı, çevreyi kirleteceğine dikkat çekildi.
Ayrıca geçmişte birçok şehirde meydana gelen ve ciddi can ve mal kaybına neden olan patlama olaylarının da endişeleri artırdığı vurgulandı.
Açıklamada, “Köyümüz orman köyüdür. 20 yıl kadar önce orman köyü yapılma aşamasında ağaçlandırılması için köylülerimiz meralarını ve tarlalarını devlete vermiştir. Bu nedenlerle köyümüzün merası olarak ihale yapılan yer dışında geniş bir alan kalmamıştır. Bu alan gerek bizim köyümüzce gerekse komşu köyümüz olan Aşağıbeyçayır köyünce de kullanılmaktadır. Meranın ortadan kalkması sonucunda hayvanların otlak alanı yok olacak, gelişmekte olan hayvancılık ortadan kalkacaktır” denildi.
KÖYÜN İÇME SUYUNA MESAFESİ 200 METRE
Yapılması planlanan patlayıcı fabrikasının, bölgede son yıllarda artan arıcılık faaliyetini ortadan kaldıracağı, organik bal, meyve ve sebze üretiminin yapılamayacağı da belirtildi.
Özkan, “Yapılması planlanan tesis köy içme suyu kaynağına 200 metre mesafede olup, tüm köy halkı zehirlenecektir” dedi.
“ATIKLAR ZAMANTI IRMAĞI’NI KİRLETECEK”
Planlanan tesisin ekim alanlarının hemen yanında olması da bir başka risk.
1770 rakımlı köyde kurulacak olan patlayıcı madde fabrikasının kurulması halinde bölgenin temiz havası ve doğasını da bozacağını ifade eden Harun Özkan, açıklamasına şöyle devam etti:
“Kod olarak daha düşük seviyede olan Zamantı Irmağı’na atıklar karışacak, sulama ve balık yetiştirmede kullanılan ırmak zehir saçacaktır.”
“HALK YANILTILDI”
İhale ilanında irtifak hakkı amacı olarak “Konut, enerji ve turizm hariç olmak üzere eğitim, ticari, sağlık, sanayi, organik tarım, organize hayvancılık, sosyal ve kültürel vb. sabit ve kalıcı tesis” iken ÇED başvurusunda patlayıcı madde imalat tesisi kurulacağının ortaya çıkması da tepki çekti.

Özkan, “Bu husus ihaleye ve yasaya aykırı olup ihalede organik tarım kelimesi gibi halkı cezbedecek konular yazdığı halde patlayıcı madde imalatına dönüştürülmesi kötü niyetli olup devletin ve halkın yanıltılmasıdır. Bitki örtüsü bozulacak, hayvan popülasyonu yok olacak, gürültü ve görüntü kirliliği, çevre kirliliği olacaktır.” dedi.
Son 20 yılda köye dönüşlerin başladığını, neredeyse köydeki tüm evlerin yenilendiğini ve yeni binalar inşa edildiğini ifade eden Kayseri Karaçay Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Harun Özkan, açıklamasını şöyle tamamladı:
“Yapılmak istenen tesis sağlıklı temiz ortam için köye gelen insanımızı zora sokacak, köyden kente göçü hızlandıracaktır. Bölgenin en doğal köylerinden olan köyümüzde oluşacak hareketlilik ve trafik nedeniyle güvenlik sorunları oluşacak, hava kirliliği had safhaya çıkacaktır. Köyümüzün çoğu bölgesinde cep telefonu dahi çekmemekte, doğallığını korumaktadır. Bu doğallığın devamını istiyoruz. Üç tarafı orman arazisi olan köyümüzün diğer tarafına patlayıcı madde imalat tesisi kurulmasını kabul etmiyoruz. Mera kullanımının devamını, gerektiğinde bu alanında ormana dönüştürülmesini talep ediyoruz. “
Öte yandan 31 Ocak’ta yapılacağı ilan edilen ÇED bilgilendirme toplantısına da yöre halkının ve çevrecilerin geniş bir katılım sağlayarak itirazlarını dile getirecekleri öğrenildi.
EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİTürkiyeli ekoloji örgütleri: Antimilitarist mücadeleyi büyüteceğiz
70’den fazla ekoloji örgütünün çağrısı ve 100’den fazlasının katılımıyla İstanbul’da gerçekleşen Ekoloji Hareketleri Konferansı’nın tutum belgesi yayımlandı.
Türkiyeli 48 çevre ve ekoloji örgütü ile hak savunucusu kurumun çağrıcı olduğu “Ekoloji Hareketleri Konferansı” 21 Ocak’ta, İstanbul-Bakırköy’deki İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde düzenlendi.
2023 Türkiye Genel Seçimleri’nde ekoloji muhalefetinin geniş bir birliktelik sağlamasının, kendi siyasal taleplerini oluşturmasının ve ortak tutum geliştirilmesinin amaçlandığı konferansta İkizdere’den Şırnak’a, Çambükü’nden Diyarbakır’a ekoloji hareketlerinin ve direnişlerinin nasıl bir yaşam örmek istediği üzerine konuşuldu.
Konferansta, Türkiye’deki ekolojik tahribatlarda rolü ve imzası olan hiçbir siyasiye ve partiye, 2023 Türkiye Genel Seçimleri’nde oy verilmeyeceğine yönelik ortak bir tutum alındı.
Konferansın “Biz bir avuç zenginin doğaya, yoksullara, kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara, mültecilere, engellilere yönelik işlediği bu suçlara ortak olmayacağız. Ortak olanları da, olmaya niyet edenleri de biliyoruz, hesap soracağız,” denilen tutum belgesi de yayımlandı.
Talepler
Tutum belgesinde öne çıkanlar şöyle:
“Bizler, gezegende yaşamış ve yaşamakta olan tüm varlıklarla birlikte insanlığın da binlerce yıllık belleğini, birikimini temsil eden her şeyi sınırsızca tüketmeye, ormansızlaştırmaya, fosil yakıtların ölçüsüz kullanımına ve bunun sonucunda aşırı iklim olaylarına, emeğin güvencesiz, eşit olmayan yaşama mahkûm edilmesine kadar farklı yüzleriyle yaşadığımız politik saldırılara karşı mücadelenin parçasıyız.
“Konferansa katılan bizler, ekolojik yaşamı esas alan bir program ve talepler için bir aradayız. Yaşamımızı, toplumu ve siyaseti bu yönde dönüştürmeye kararlıyız.
Ekokırım
“Türkiye’de bugün gittikçe hızlanan ekokırım politikaları hüküm sürüyor. Tarım alanları maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok ediliyor, mera alanları vasıf değişikliği ile nükleer atık sahası olarak tahsis ediliyor. Doğu Akdeniz’de fosil yakıt aramak üzere yaşanan ekolojik yıkım, eş zamanlı olarak Yunanistan’la Türkiye arasında savaşa bile yol açabilecek bir gerginlik üretiyor. İnşaata dayalı büyüme betonlaşma ve ormansızlaşmayı, kentlerin çölleşmesini beraberinde getiriyor.
“Hiroşima’nın, Çernobil’in, Fukuşima’nın doğada ve insan hayatında yarattığı sonuçlara tanıklık eden dünyada, Ukrayna’da süren savaşın da paniğiyle nükleer santraller bir gecede yenilebilir enerji kaynağı sayılıyor. Akkuyu ile birlikte Sinop’ta da nükleer santraller radyoaktif atıklarıyla birlikte hayatımıza sokulmaya çalışılıyor. Siyanür havuzları ve cehennem çukurlarıyla Kazdağları’nın altı üstüne getiriliyor. Üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul gibi mega suçlarla etrafımız sarıldı. Akbelen ormanı ve Uludağ’a yönelik her saldırı bizlere yapılıyor.
Güçlerimizi birleştiriyoruz
“Biz bir avuç zenginin doğaya, yoksullara, kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara, mültecilere, engellilere yönelik işlediği bu suçlara ortak olmayacağız. Ortak olanları da, olmaya niyet edenleri de biliyoruz, hesap soracağız.
“20 yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak tutum alıyoruz. Türkiye’yi bekleyen seçimleri söz ve karar hakkımızı, irademizi yok sayan kayyım siyasetine, tek adam rejimine ve onun yarattığı ekolojik ve toplumsal yıkıma son verilmesi için bir basamak olarak görüyoruz. Bu seçimde ekolojiyi ve kentleri savunanların, Gezi’de sokağa taşan ve teslim olmayan milyonların iradesi görünür olacak. Savaş yanlısı tüm kesimlerin ekolojik yıkıma katıldığını, doğanın sömürüsünün yeni savaşlara yol açtığını unutmayacağız, unutturmayacağız.
Seçim sonrası
“Ancak bizler parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin sönümlenmeyeceğini biliyoruz. O nedenle kentleri, ormanları, dereleri, tüm doğal ve kültürel varlıkları önümüzdeki seçimin ana gündemi yapacağız. Seçim günü en büyük Halkın Katılımı Toplantısı olacak. Programında ekolojiye yer vermeyenleri de ekoloji programları yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. Bu konferansta kurduğumuz Çalışma Grubumuz, bütün siyasi partilerin ve ittifakların programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi ilan edeceğiz.
“Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta olduğumuzun bilinciyle davranacağız.
“Bolivya, Ekvador, Honduras, Kolombiya, Rojava gibi birçok ülkede yaşam alanlarına sahip çıkan ekoloji hareketleri ekoloji sözleşmeleri konusunda önemli yol aldılar. Bizler de diğer toplumsal hareketlerle, direnişin toplumsal gücüyle ekoloji sözleşmesini yaşama geçireceğiz. Ana ilkelerini direniş alanlarında ve burada tartışmaya açtığımız Ekoloji Sözleşmesi’ni önümüzdeki süreçte detaylandıracağız. Ekoloji Sözleşmemizin ana ilkeleri şunlar:
➔ Doğanın haklarını, demokrasiyi ve kadın özgürlüğünü, emeğin özgürleşmesini öne çıkaran bir sözleşme
➔ Sömürgeci ve ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan, sömürü ve tahakküme, derinleşmiş ekolojik yıkıma karşı, antikapitalist bir sözleşme
➔ Aşağıdan yukarı, yerelden genele, direniş, dayanışma ve enternasyonalizmi esas alan bir sözleşme
➔ Özyönetimci, hakkın sahiplerinin hakkın gelişmesinde birinci derecede söz sahibi olduğu, yerel ve toplumsal öz örgütlenmelere dayalı bir sözleşme
➔ Tarihi birikimi ve halkları tanıyan, kültürel hakları ve varlıkları koruyan bir sözleşme
➔ Doğa ve emek sömürüsüne son verilmesi prensibine dayalı, ekokırımın suç olarak tanındığı ve cezalandırıldığı bir sözleşme
➔ Seçenlerin seçilmişleri geri çağırma yetkisini tanıyan bir sözleşme
Gülleri de istiyoruz
“Talebimiz sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlı değil; sadece ekmek değil gülleri de istiyoruz! Yaşamın özgürleşmesi sadece çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin uygun seviyede olmasıyla değil, emek ve onun ürünü üzerinde kontrol sahibi olmakla, güzellikle, yaptığı işten zevk almakla, emek zamanının da özgürleşmesi ile olur.
“Bizler, bütün bunların ayrılmaz bir parçası olarak; savaş ve güvenlik gerekçesiyle ekolojik dengeyi bozacak siyasi kararlara, ekosistem katliamları, yerel halkın yaşam alanlarından sürülmesine karşı mücadele vereceğiz. Antimilitarist mücadeleyi büyüteceğiz. Barış içinde bir gelecek istiyoruz.
“İnsan türü dışındaki tüm canlıların da kendi iyi oluşlarını sağlayacak koşullarda büyüme ve yaşama hakları vardır. Türleri, biyoçeşitliliği korumak için doğal varlıkları hak sahibi birer özne olarak tanıyacağız.
Gezi
“Bizler tarlalarımızda özgürce çalışmak, çocuklarımıza güzel bir gelecek hazırlamak, emeğimizin karşılığını almak, fikirlerimizi özgürce dile getirmek istiyoruz. Adalet istiyoruz. Bir varlığın başka bir varlığa baskı kurmadığı bir yaşam istiyoruz. İnsansızlaştırılan köylerimizde yaşamı yeniden kurmaya, kendi kendine yeten, sağlıklı hayatı yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir hayat istiyoruz.
“Benden çıkıp, biz olacağız. Genç kuşaklara da bu ekoloji mücadelesinin coşku ve kararlılığını yansıtacağız.
“Üç beş ağaç uğruna birlikte mücadele ettiğimiz Gezi’de birbirimize sarılırken, korku ve baskı hegemonyasının parmaklıklarını aralayıp, içinden geçtiğimiz ışıklı aralık’a, onun yaratılmasında kol kola verdiğimiz ve cezaevinden bizleri selamlayan dostlarımız Vahap, Gönül, Mücella, Çiğdem, Mine, Tayfun ve Can’ın içinde olduğu tüm ekoloji ve yaşam savunucularına selam olsun. ‘Yaşamın özgürlüğüdür hem derdimiz, hem kararımız’.
“Yaşasın tüm varlıkların özgür, eşit ve şenlikli yaşam hakkı! Birlikte kazanacağız.”
(TY)
Ekoloji Konferansı: Yaşamı dönüştüreceğiz
İstanbul-Bakırköy’deki İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde 48 çevre ve ekoloji örgütü ile hak savunucusu kurumun çağrıcı olduğu ‘Ekoloji Hareketleri Konferansı’ yapıldı
İstanbul-Bakırköy’deki İBB Cem Karaca Kültür Merkezi’nde 48 çevre ve ekoloji örgütü ile hak savunucusu kurumun çağrıcı olduğu ‘Ekoloji Hareketleri Konferansı’ yapıld’. 2023 Türkiye Genel Seçimleri’nde ekoloji muhalefetinin geniş bir birliktelik sağlamasının, kendi siyasal taleplerini oluşturmasının ve ortak tutum geliştirilmesinin amaçlandığı Ekoloji Hareketleri Konferansı; ’Nasıl bir ekolojik yaşam istiyoruz?’ başlıklı forumla başladı. 20’den fazla platformun bir araya geldiği etkinlikte verilen mücadeleler ve gelecek için ne yapılması gerektiği konuşuldu. Yaşamın dönüştürülmesi için atılacak adımlar tartışıldı.
‘Doğanın sömürülmediği yaşam’
İkizköy Çevre Komitesi’nden Nejla Işık bir seneden fazladır verdikleri mücadeleyi özetleyerek, “Eylemci olmamıza neden olan termik santral kapatılsın. Topraklarımızı, insanlarımızı, hayvanlarımızı kaybettirdiler. Suların, derelerin yok edilmediği, doğanın sömürülmediği bir yaşam istiyoruz. Köyümüz için çıktığımız bu yolda biz olduk, birleştik” dedi.
‘Ekoloji mücadelesi ideolojiktir’
Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süheyla Doğan ise, “Eşit ve özgür yaşam istiyoruz. Ekosistem temelli bakış ve hayvan haklarının gözetildiği bir yaşam istiyoruz. Herkesin temiz ve sağlıklı gıdaya eriştiği yaşam istiyoruz” diye konuştu. İkizdere Çevre Derneği’nden Osman Baş da, “Bu hayatta hak ettiğinizi değil, savaştığınızı alırsınız. Ekoloji mücadelesi ideolojiktir. İkizdere’de öğrendik ki ekolojik mücadelede yeni bir dil geliştirmemiz gerekiyor” dedi.
Nükleer bataklığa sürükleniliyor
Sinop Nükleer Karşıtı Platformu’ndan İlker Şahin ise, “Yerli ve yabancı sermayenin çıkarı için yıkım politikaları geçrekleştirildi. Bu çerçevede tüm itirazlara karşın Sinop’ta nükleer santral için 1 milyon ağaç katledildi. Ülkemiz nükleer atık çöplüğü haline getirilmek isteniyor. Türkiye nükleer bataklığa sürükleniyor” dedi. İstanbul’daki LC Waikiki bünyesinde Klüh adlı taşeron firmaya bağlı çalışan 15 temizlik işçisi haklarını talep ettikleri için, “İşverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak” gibi işten atma nedenlerini barındıran Kod-46 nedeniyle işten çıkarıldı. Çıkarılan işçiler konferansa destek verdi.
EKOLOJİ SERVİSİ
EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI TUTUM BELGESİ: TÜM VARLIKLAR İÇİN ÖZGÜR VE EŞİT BİR YAŞAMI SAVUNUYORUZ
21 Ocak 2023, İstanbul
Bizler, gezegende yaşamış ve yaşamakta olan tüm varlıklarla birlikte insanlığın da binlerce yıllık belleğini, birikimini temsil eden her şeyi sınırsızca tüketmeye, ormansızlaştırmaya, fosil yakıtların ölçüsüz kullanımına ve bunun sonucunda aşırı iklim olaylarına, emeğ in güvencesiz, eşit olmayan yaşama mahkûm edilmesine kadar farklı yüzleriyle yaşadığımız politik saldırılara karşı mücadelenin parçasıyız.
Bugün, tüm dünyadaki ekoloji direnişlerinin on yıllardır biriktirdiği deneyim ve direniş ruhuyla, İstanbul’da, 70’den fazla ekoloji örgütünün çağrısı ve 100’den fazlasının katılımıyla bu tarihsel buluşmayı gerçekleştirdik. Bir çalıştay ve altı webinarı da içeren bir hazırlık sürecinden sonra bu Konferansa katılan bizler, ekolojik yaşamı esas alan bir program ve talepler için bir aradayız. Yaşamımızı, toplumu ve siyaset bu yönde dönüştürmeye kararlıyız.
EKOLOJİK YIKIMIN FAİLİ BELLİ: SERMAYE
Bugün yaşanan ekolojik krizin temel nedeni insanın bir bütün olarak doğayla ilişkisinin niteliğinin dönüşmüş olmasıdır. Kapitalizm insanları da kapsayacak şekilde doğayı metalaştırarak var olabiliyor; ekosistem özel mülk yet kapsamına alınması, yaşam alanlarının çitlenmesi , canlı cansız her varlığın metaya dönüştürülmesine tanık oluyoruz.
Kapitalizm, doğanın ve insanların maruz kaldığı her türlü felaket ve zararlardan yen kazanç kapıları çıkarıyor. Aynı zamanda patriyarkal kapitalizm kadını da doğayı da benzer mekanizmalarla tahakküm altına alıyor. Ekolojik kriz, kitlesel iklim göçlerine neden olan aşırı iklim olayları ve iklimsel değişimlerle toplumları ayrıştırdığı gibi , kadınları bu sürecin sonuçlarıyla daha fazla karşı karşıya bırakıyor -ağır ve karşılığı ödenmeyen bir toplumsal yeniden üretim emeği, üreme haklarının kullanımında belirgin eşitsizlikler, üretimden koparılma, yurt hakkının ihlal gibi.
PANDEMİNİN NEDENİ EKOLOJİK KRİZDİR
Endüstriyel tarım ve hayvancılık, yabanıl yaşam alanlarına müdahale, küresel egzotik hayvan ticarei ve ormansızlaştırma, pandeminin başlıca nedenleridi. Ekolojik tahribatın yılda 9,2 milyon önlenebilir erken ölümüne, COVID 19 pandemisi ile. resmi rakamlara göre 7 milyon, araştırmalara göre 20 milyona varan önlenebilir ölüm daha eklendi. İş cinayetler , sosyal cinayetler bir kırım politikası olarak karşımıza çıktı. Ötekieştirlen tüm topluluklar pandemiden çok daha fazla etkilendi. Sağlık hizmetin üretenler değil, sağlıksızlıktan para kazananlar egemen oldu. Tamamen kadınlara yüklenen yeniden üretim işlevleri pandemiyle daha arttı, kadına yönelik her türlü şiddet artış gösterdi.
TÜRKİYE: İKLİM ADALETSİZLİĞİ DERİNLEŞİYOR, HER YER EKOKIRIM SUÇ MAHALLİ
Türkiye’de iklim kriziyle mücadele gibi bir kaygısı olmayan hükümet, fosil yakıtlara, mega projelere, ekolojik talanlara dayalı politkalarına yakın geçmişte taslağı ortaya çıkan bir İklim Yasası gündemi ekledi. Taslağı hazırlanan İklim Yasası’nda doğal ve kültürel varlıkların, uygarlıkların kentlerle buluşmuş hafızasının, doğanın, biyolojik çeşitliliğin, ekolojik sistemin korunması amacı yok; taslak sorunu “karbon salımının azaltılması” olarak tanımlıyor. Emisyon Ticareti Sistemi’ni de getirerek karbon ticareti yoluyla sermayeye yeni kazanç alanları öngörüyor.
Enerji. politiaları yönüyle ise 2022 sonunda yayınlanan Türkiye Ulusal Enerji planında fosil yakıtlardan çıkmak bir yana, kömüre ve doğalgaza bağlı elektrik kurulu gücünün artırılması, nükleer enerji santralleri kurulması gibi iklim krizini derinleştiren, ekolojik ve sosyal yıkımları artıran öngörüler var.
Türkiye’de bugün gittikçe hızlanan ekokırım politikaları hüküm sürüyor. Tarım alanları maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok ediliyor, mera alanları vasıf değişikliğiyle nükleer atık sahası olarak tahsis ediliyor. Doğu Akdeniz’de fosil yakıt aramak üzere yaşanan ekolojik yıkım, eş zamanlı olarak Yunanistan’la Türkiye arasında savaşa bile yol açabilecek bir gerginlik üretiyor. İnşaata dayalı büyüme betonlaşma ve ormansızlaşmayı, kentlerin çölleşmesini beraberinde getiriyor. En çevreci belediyenin bile asfalt dökmekte yarıştığı bir ülkede doğal alanların, koruların, meraların, bostanların korunması yine bir avuç ekolojistin görevi oluyor. Bilimsel ve hukuksal olmayan uygulamalarla kentlerimizde en ufak yağmurlar doğal afete dönüşüyor, kent yaşamı imkânsız hale geliyor. Yaşamsal bir değer olan müştereklerimiz özel mülkiyete dönüştürülüyor.
Hiroşima’nın, Çernobil’in, Fukişima’nın doğada ve insan hayatında yarattığı sonuçlara tanıklık eden dünyada, Ukrayna’da süren savaşın da paniğiyle nükleer santraller bir gecede yenilenebilir enerji kaynağı sayılıyor. Akkuyu ile birlikte Sinop’ta da nükleer santraller radyoaktif atıklarıyla birlikte hayatımıza sokulmaya çalışılıyor. Siyanür havuzları ve cehennem çukurlarıyla Kazdağları’nın altı üstüne getiriliyor. Üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul gibi mega suçlarla etrafımız sarıldı. Akbelen ormanı ve Uludağ’a yönelik her saldırı b zlere yapılıyor.
SEÇİMDE TAVRIMIZ EKOLOJİDEN YANADIR
Biz bir avuç zengini doğaya, yoksullara, kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara, mültecilere, engellilere yönelik işlediği bu suçlara ortak olmayacağız. Ortak olanları da, olmaya niyet edenleri de biliyoruz, hesap soracağız.
Önümüzdek seçimler, daha öncek seçimlerden farklı olarak Türkiye’de bir rejim tercihi olarak gündeme gelmiş durumda. Yirmi yıllık varlığını ekolojik yıkım ve talanla sürdüren iktidardan kurtulmak için güçlerimizi birleştiriyor ve politik bir özne olarak seçimlerde ortak tutum alıyoruz. Türkiye’yi bekleyen seçimler söz ve karar hakkımızı, irademizi yok sayan kayyım siyasetine, tek adam rejimine ve onun yarattığı ekolojik ve toplumsal yıkıma son verilmesi için bir basamak olarak görüyoruz. Bu seçimde ekolojiyi ve kentleri savunanların, Gezi’de sokağa taşan ve teslim olmayan milyonların iradesi görünür olacak. Savaş yanlısı tüm kesimlerin ekolojik yıkıma katıldığını, doğanın sömürüsünün yeni savaşlara yol açtığını unutmayacağız, unutturmayacağız.
Ancak bizler parlamenter düzenlemelerle ya da AKP’den kurtulmakla ekolojik krizin sönümlenmeyeceğini biliyoruz. O nedenle kentleri, ormanları, dereleri, tüm doğal ve kültürel varlıkları önümüzdeki seçimin ana gündemi yapacağız. Seçim günü en büyük Halkın Katılımı Toplantısı olacak. Programında ekolojiye yer vermeyenler de ekoloji programları yeşil boyamadan ibaret olanları da biliyoruz ve her adımımızda deşifre edeceğiz. Bu konferansta kurduğumuz Çalışma Grubumuz, bütün siyas partilerin ve ittifakların programlarını ekoloji merceğinden inceleyecek ve siyasi parti ve ittifaklara mesafemizi ilan edeceğiz.
Ama bununla yetinmeyeceğiz: Seçimden sonra da tüm ekolojik zarar ya da yıkım içeren müdahaleleri kayıt altına alacak ve ortak olarak müdahale etmemizi sağlayacak mekanizmaları bugünden başlayarak yaratacağız. Yaşam alanlarını geleceğe taşımak isteyenlerle yaşam alanlarını talan edip kâra çevirmek isteyenler arasında bir savaşta olduğumuzun bilinciyle davranacağız.
EKOLOJİ SÖZLEŞMESİ, EKOLOJİK BİR HUKUK VE ANAYASA İÇİN HAREKETE GEÇİYORUZ
Kapitalist büyümeyi hedefleyen, yaşam üzerindeki kararları ve takdiri devlete havale eden her Anayasa yaşamı yok etmeyi meşrulaştırır. Yaşamı özgürleştirmek isteyen bizler, ekoloji hareketleri olarak böyle bir anayasayı müzakere etmiyoruz.
Bolivya, Ekvador, Honduras, Kolombiya, Rojava gibi bir çok ülkede yaşam alanlarına sahip çıkan ekoloji hareketleri ekoloji sözleşmeleri konusunda önemli yol aldılar. Bizler de diğer toplumsal hareketlerle, direnişin toplumsal gücüyle ekoloji sözleşmesini yaşama geçireceğiz. Ana lkelerini direniş alanlarında ve burada tartışmaya açtığımız Ekoloji Sözleşmesi’ni önümüzdeki süreçte detaylandıracağız. Ekoloji Sözleşmemizin ana lkeler şunlar:
- Doğanın haklarını, demokrasiyi ve kadın özgürlüğünü, emeğin özgürleşmesini öne çıkaran bir sözleşme
- Sömürgeci ve ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan, sömürü ve tahakküme, derinleşmiş ekolojik yıkıma karşı, antikapitalist bir sözleşme
- Aşağıdan yukarı, yerelden genele, direniş, dayanışma ve enternasyonalizmi esas alan bir sözleşme
- Özyönetimci, hakkın sahiplerinin hakkın gelişmesinde birinci derecede söz sahibi olduğu, yerel ve toplumsal öz örgütlenmelere dayalı bir sözleşme
- Tarih birikimi ve halkları tanıyan, kültürel hakları ve varlıkları koruyan bir sözleşme
- Doğa ve emek sömürüsüne son verilmesi prensibine dayalı, ekokırımın suç olarak tanındığı ve cezalandırıldığı bir sözleşme
- Seçenlerin seçilmişleri geri çağırma yetkisini tanıyan bir sözleşme
EKOLOJİK YAŞAMIN TEMEL İLKELERİ
Bizler şirketlerin ve iktidarların tahakkümüne karşı politik bir mücadele olarak ekoloji mücadelesi veriyoruz.
Talebimz sadece maddi ihtiyaçlarla sınırlı değil; sadece ekmek değil güller de istiyoruz! Yaşamın özgürleşmes sadece çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin uygun seviyede olmasıyla değil, emek ve onun ürünü üzerinde kontrol sahibi olmakla, güzellikle, yaptığı işten zevk almakla, emek zamanının da özgürleşmesi ile olur.
Aynı zamanda;
Az sayıda zenginin ve büyük şirketlerin hizmetindeki ekonomi, yeniden halkın ihtiyaçlarının hizmetine verilmeli; insani aktiviteler yaratıcılık ve zevk alınan faaliyetlere yöneltilerek, yıkıcı ekonomik büyüme sınırlanmalı. Paranın iktidarına karşı dayanışma temell ekonomik modeller güçlendirilmeli.
Kapitalizm tarafından kuşatılmış olan ve ekolojik yıkımların görünen nedenler olarak öne çıkan bilim ve teknoloj kapitalizmin güdümünden, üniversitelerimiz sermayenin güdümünden, bilim doğa talanını meşrulaştırma ve yeniden yaratma işlevinden kurtarılmalı.
Ormanları, sucul ekosistemleri yok eden, insanı ve doğayı zehirleyen endüstrilerin hiç bir şekline ekolojik yaşamda yer olmayacak.
Sadece ve sadece “gerekli” nesnelerin üretimi için doğayla barışık şartlarda enerji üretimi ve tüketim olmalı.
Bizler, rant tarafından teslim alınan; müşterekleri, doğal alanları, doğal ve kültürel varlıkları yağmalanan kentlerimizi, yaşamımızı geri kazanacağız; doğanın kente girmesini, kültürel yaşantının canlanmasını ve ücretsiz kamu hizmetlerin kentleşme politikalarının merkezine alacağız.
Barınma hakkını insan dahil bütün canlıların yurt edinme ve istediği çevrede engelsiz yaşama hakkı olarak görüyoruz. İnsanın dokunabidiği insanlar, ayağını bastığı toprak, içtiği su, soluduğu havanın bulunduğu yaşama alanını, yani yuvasını savunma hakkını savunacağız. Hiç bir gerekçeyle zorla yerinden edilmelere izin vermeyeceğiz. Ranta değil barınma hakkına dayalı konut politikaları geliştireceğiz.
Bizler, bütün bunların ayrılmaz bir parçası olarak; savaş ve güvenlik gerekçesiyle ekolojik dengeyi bozacak siyasi kararlara, ekosistem katliamları, yerel halkın yaşam alanlarından sürülmesine karşı mücadele vereceğiz. Antimilitarist mücadeleyi büyüteceğiz. Barış içinde bir gelecek istiyoruz.
İnsan türü dışındaki tüm canlıların da kendi iyi oluşlarını sağlayacak koşullarda büyüme ve yaşama hakları vardır. Türleri, biyoçeşitliliği korumak için doğal varlıkları hak sahibi birer özne olarak tanıyacağız.
SONUÇ: HEP BİRLİKTE DEĞİŞTİRECEĞİZ, HEP BİRLİKTE ÖZGÜRLEŞECEĞİZ
Mücadelemiz, yaşanan ekolojik yıkımlara karşı savunmanın ötesinde, bunlara neden olan kapitalist sisteme son verme mücadelesidir. Bu nedenle güç olma, sahip olma, fethetme politikaları olmadan doğayla birlikte yaşamanın yen yollarını üreterek, yaşamı özgür kılacak, ihtiyaç için üretecek, biyoçeşitliliği, yaşam döngüsünü ve yaşam alanlarını koruyacak, yadigâr tohumlara dayanan agroekoloji temelli, hayvanların metalaştırılıp sömürülmediği, somut olmayan kültürel mirasın korunduğu, EKOKIRIMIN, CİNSKIRIMIN VE İŞÇİ KIRIMININ OLMADIĞI BAŞKA BİR YAŞAMI örmenin zorunlu hale geldiğini biliyoruz.
Bizler tarlalarımızda özgürce çalışmak, çocuklarımıza güzel bir gelecek hazırlamak, emeğimizin karşılığını almak, fikirlerimizi özgürce dile getirmek istiyoruz. Adalet istiyoruz. Bir varlığın başka bir varlığa baskı kurmadığı bir yaşam istiyoruz. İnsansızlaştırılan köylerimizde yaşamı yeniden kurmaya, kendi kendine yeten, sağlıklı hayatı yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir hayat istiyoruz.
Bu Tutum Belgesi aynı zamanda bir eylem çağrısıdır. Ekolojik yıkımın konferans salonlarında veya müzakerelerde durdurulamayacağını biliyoruz: Yalnızca kitlesel eylemler ve yerelden genele uzanan ortak örgütlenmeler değişim sağlayabilir. Konferansımıza katılan direnişçilerinn dediği gibi; “doğayı sömürenlerle emeği sömürenler aynı”. Bizler ekoloji hareketleri olarak sermayenin ve devletin saldırılarına karşı tüm mücadeleler birlikte yürümeye, tüm varlıklar için eşit ve özgür bir yaşamı birlikte inşa etmeye çağırıyoruz. Yerel direnişleri birleştirerek bu sistemden çıkabiliriz. Suyun sermaye birikimnden kurtarılması, nehirlerin özgür akmasıiçin, emeğin kurtuluşu için bir araya geleceğiz. Benden çıkıp, biz olacağız. Genç kuşaklara da bu ekoloj mücadelesinn coşku ve kararlılığını yansıtacağız.
***
Üç beş ağaç uğruna birlikte mücadele ettiğimiz Gezi’de birbşrimize sarılırken, korku ve baskı hegemonyasının parmaklıklarını aralayıp, içinden geçtiğimiz ışıklı aralık”a, onun yaratılmasında kol kola verdiğimiz ve cezaevinden bizleri selamlayan dostlarımız Vahap, Gönül, Mücella, Çiğdem, Mine, Tayfun ve Can’ın içinde olduğu tüm ekoloji ve yaşam savunucularına selam olsun. “Yaşamın özgürlüğüdür hem derdimiz, hem kararımız”.
Yaşasın tüm varlıkların özgür, eşit ve şenlikli yaşam hakkı!
Birlikte kazanacağız.
Milli Parkı özel işletmeye çeviren ihale sözleşmesi iptal edildi
Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, yemekli düğün organizasyonu, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan ihale sözleşmesi mahkeme tarafından iptal edildi.
Özer AKDEMİR
Aydın Dilek Yarımadası Milli Parkı’nda mangal, yemekli düğün organizasyonu, konser gibi etkinliklerin yapılmasına olanak sağlayan ihale sözleşmesi mahkeme tarafından iptal edildi.
Mahkemenin oy çokluğu ile verdiği kararda kamu yararı tartışmasına atıfta bulunarak “kamu yararının birey yararı karşısında üstün nitelikte bir hak” olduğunun altı çizildi.
MİLLİ PARKTAKİ TESİSLER ÖZEL İŞLETMEYE DÖNÜŞECEKTİ
Kuşadası’nda bir grup yurttaş Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Zeus Mağarası ve Çevresinde Yapılacak Büfelere ve İçmeler, Aydınlık, Kavaklı Burun ve Karasu Koyları Alanlarında Kır Lokantası-Büfelerin ve Plaj İşletmeciliği, Dalış Eğitim gibi işletmelerin ihale usulü ile özel işletmelere devredilmesine karşı dava açmıştı.
Açılan davada Milli Park sınırları içinde özel işletmelere ihale usulü verilen bu organizasyonların Milli Parklar Kanunu’na aykırı olduğu ve uygulanması halinde telafisi güç veya önlenemez zararlara yol açacağı belirtilmişti. Davaya bakan Aydın 2. İdare Mahkemesi kararında 12.10.2021 tarihinde ihale sözleşmesiyle Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Park’ında rekreayonel faaliyetlere açık olan 4 koy için (İçmeler, Aydınlık, Kavakliburun, Karasu) işletmecilik ihalesi gerçekleştiğinin altı çizildi.
BİRÇOK YASAYA AYKIRI İHALE SÖZLEŞMESİ
İhaleyi alan işletmecinin Turizm İşletme Belgesini aldığı ve böylece saat 24.00’lere kadar restoranı işletebileceği koşulların oluştuğunun altını çizen mahkeme heyeti bu durumun Milli Parklar Kanunu’na, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununa, Uluslararası Sulak Alanlar Sözleşmesi (Ramsar), Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarının Korunmasına Yönelik Sözleşme (Bern), Biyolojik Çeşitlilik Anlaşması (Rio) ve Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi (Barselona) kapsamında koruma altında olduğuna yönelik Kuşadası’nda yaşayan bireyler ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin imzalı dilekçelerinin reddedildiği dile getirildi.
“TOPLUMUN YARARI BİREYİN YARARINDAN ÜSTÜNDÜR”
Mahkeme başkanının yurttaşların konuya dair dava açma ehliyetleri olmadığı bu nedenle davanın reddedilmesi yönündeki karşı oyuna rağmen mahkeme heyetinin diğer iki üyesi ihale sözleşmesinin iptali yönünde oy kullandı. Oy çokluğu ile alınan kararda yöre halkının çevresel etkiler açısından sübjektif dava açma ehliyetine sahip olduklarının altı çizildi. Kamu yararı kavramının tüm devlet organlarının işlem ve eylemlerinin genel nitelikteki amacını ve aynı zamanda nedenini oluşturduğuna dikkat çekilen kararda; “Kamu yararı birey yararı karşısında üstün nitelikte bir hak olup, bununla birlikte bireyin yararı ile kamu yararı kavramlarının çatışması halinde, birden çok bireyin oluşturduğu toplumun yararına yani üstün nitelikte olan kamunun yararına öncelik vermek gerekecektir” denildi. Mahkeme ihale sözleşmesinin iptali istemiyle yapılan başvurunun zimnen reddine ilişkin işlemi iptali etti. Yöre halkı olan davacıların, ihale sonucu oluşabilecek çevresel zarar nedeniyle işlemin iptalini talep ettiği, ihaleye katılımcı olma gibi bir iddialarının bulunmadığına da vurgu yapan mahkeme heyeti, davacıların meşru ve güncel bir menfaatinden söz edilemeyeceği için konu işlem yönünde davacıların dava açma ehliyeti bulunmadığı sonucuna vardı.
“KARAR SEVİNDİRİCİ”
Davanın avukatı Dr. Bülent Tokuçoğlu mahkeme tarafından reddedilen kısmın dava açma hakkımız yönünden verilmiş bir karar olduğunu belirterek, “Kısmen kabul de olsa ihale sözleşmesinin iptali hukuken bizim, doğanın, ormanın ve ormanda yaşayan tüm canlıların lehine bir karar olup, sevindiricidir” dedi.
EKOLOJİSTLERDEN İKİZKÖY ÇAĞRISI: DİRENENLERİN YANINDA OLALIM
Yeryüzü Ekoloji Kolektifi üyesi Utku Şahin, İkizköy’de verilen mücadeleyi uzun zamandır İstanbul’dan takip ettiğini söyledi. İkizköy mücadelesini çok “kritik” bir mücadele olarak gördüğünü vurgulayan Şahin, “Çünkü burada ciddi bir duruş var ve bu duruş kazanmak üzere. Buradaki insanlarla yüz yüze bakabilmek ve yaşanan tahribatı yerinde görmek çok başka. Katliam görüntülerden izlediğimizden daha büyükmüş. Bunu gelip burada görerek anladık. Öte yandan da savunulan alanın endemik bitki türleri ve içerisindeki hayvanlarla birlikte ne kadar kıymetli olduğunu görüyorsunuz” dedi.

