Perşembe, Nisan 25, 2024
Google search engine

“MUSİLAJ”, COĞRAFYAMIZDAKİ KAPİTALİST EKOLOJİK YIKIMININ YANSIMASIDIR.

Temmuz 2021
Kapitalizmin doğayı, yani hava, su, toprak gibi yaşamsal varlıklar üzerindeki yok sayılan sömürüsünü kabul etmiyoruz. Ekolojik yıkıma karşı yukarıdan emirleri değil, toplumun karar vericiliğinin öne çıkartılmasını esas alıyoruz. Bunun politik bir sorun olduğunu, çözümlenmesi için politik bir çıkışı, kapitalizmin hukuku dışında, basmakalıp (teknik) savunma mekanizmalarından arınmış bir mücadele hattını örmeyi öneriyoruz.

Marmara Denizinde onlarca yıldır canlı bir sorun olarak duran gündem olan “musilaj” sorunu, bir coğrafyanın ekolojik yıkımının görünür yansımasıdır. Siyasal açıdan Boğazlar konusu; Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı’nı kapsayan bir alan olarak bilinir. Yeniden gündem olan musilaj, bu siyasi kapsama bir de Ege Denizi ve bu denizleri çevreleyen doğanın tamamını (atmosferi de içerecek şekilde), bütün jeolojik tabakaları dâhil etmektedir. Sorunun ekolojik açıdan bu bütünlük içinde değerlendirilmesi zorunludur.

Musilaj olarak deniz yüzeyinde gözle görünen kısmı ile gündem olan sorun, aslında tüm kapsamıyla belirttiğimiz fiziki alanın ekolojik yıkımının göstergesidir. Sadece yüzeyde görünen kısmı değil, bütün coğrafya, dağlarından başlayarak akarsuları, yeraltı suları, atmosferi ile ele alınmalıdır. Nitekim, son duraklama ve birikim alanı olarak denizlerin bütünlüklü olarak nasıl kirletildiğinin görünen yüzü olarak, deniz sularının daha durağan olduğu yerlerde gözle görünür kılmıştır.

Gözle görünmeyen deniz derinlikleri, yaşamsal olarak milyonlarca canlı ile yaşam savaşını asırlardır sürdürmeye çalışıyor. Ancak yüklenen kirliliği kaldırmaz olmuş ve yaşamsal olarak sona gelmiştir. Siyasal iktidarlar yıllardır denizlerin yüzey renkleri üzerinden, çeşitli görsel araçlarla, temizleme operasyonlarını prestij propagandası olarak kullanmayı sürdürdüler. Ancak denizleri “derin deniz deşarjı” denilen boşaltma sistemi ile fosseptik çukuru gibi kullanmaktan geri kalmadılar. Dağlardan gelen akarsuların taşıdığı kirlilik, yeraltı derelerinin yok edilmesi, her yandan yüklenen kimyasal, biyolojik, fiziksel maddeler ile başta Marmara olmak üzere denizler bir çöp deposuna dönüşmüştür. Bir de jeolojik olarak yeraltına müdahale, topografik yapıların değişimi, bitki örtüsünün yok oluşu ile birlikte, besleme hatlarının önleyici kısmı yok olmuştur.

Bu sorunlar Karadeniz ile başlayan Türkiye coğrafyasında güneyden oluşan sorunların yanında, Karadeniz’e kuzeyden ve diğer yönlerde bütün ülkelerin yüklediği kirlilik de dâhildir. Özellikle Avrupa’dan Balkanlar’dan Karadeniz’e dökülen “akarsular” diyemeyeceğimiz, içeriği ne olduğu belli olmayan, her an değişim gösteren kirlilikleri göz ardı edemeyiz.

Marmara Denizi’ne Trakya coğrafyasının, doğu kısmında Kocaeli Körfezi’nin, güneyde Yalova ve Bursa olmak üzere Balıkesir ve Çanakkale’ye kadar uzanan coğrafyanın yükü bindiğinde; sorunun boyutunun gösterilenden daha da büyük olduğu daha net görülecektir. Bu kirlilik yüklerinin aynı zamanda hem Biga Yarımadası hem de Ege için sorun oluşturduğu da dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu yükün denizlerin dönüştürme kapasitenin kat kat fazlası olduğu ve yaşamını sürdürebilmesinin mümkün olmadığı artık görünmüştür. Buradaki yük, sermaye etkinliğinin bir sonucudur. Sadece evsel ya da kanalizasyon atıklarının boşaltılması değil, devasa boyutlarda endüstriyel tesislerin sıcaklığı yükseltilmiş sularının, insanların kullanım suyundan çok daha büyük miktarların denizlere verildiği ortadadır. Öte yandan denizleri yüzeyden besleyen akarsular akamaz olmuş, yeraltı besleme kanalları ve akiferler yok olmuştur. Bir de buna kirli yükleme eklenince denizler yaşamsal olarak dönüştürebileceği kapasitenin üzerinde yükle karşılaşmış ve ekolojik yıkıma uğramıştır. Dahası mevsimsel yağışların tarihlerinin kayması ya da yeterince düşmemesi, nerdeyse bütün akarsuların çeşitli projeler ile önü kesilerek akış rejiminin değiştirilmesi denizlerdeki sirkülasyonu da kesmiştir. Artan kirliliğe karşın dönüştürme kapasitesi azalarak yaşamsal ortamları koruyamaz olmuştur.

Temizleme ile ilgili geçmiş dönem siyasal iktidarların tümü, diğer ülkelerde olduğu gibi bizde de deniz yüzeyinde çeşitli göstermelik çalışmalar ile toplumsal kandırmaca içerisinde oldular. Bugün de benzer şekilde “kozmetik”, “gübre hammaddesi kullanımı” olarak saçma bir prestij söylemi ile temizleme aldatmacası var karşımızda. Bir de yağmurlar gelir, yüzeyde bir temizlenme olur ise; bunu da topluma çalışma başarısı olarak sunma hazırlıklarını yutmamalıyız. Görüntü kurtarılacak, derinlerdeki kirlenme unutturulacaktır. Bizler çürümeye dönen bu kirlenmenin tüm boyutları ile deşifre edilmesi çabamızı sürekli kılmalıyız. Turizm sezonu olması ve kamuoyu tepkisi nedeniyle yapılan yüzeysel “temizleme” işlemleriyle sorunun unutturulmasına izin verilmemelidir.

Denizlerin yüzeysel değil, derinlikli topografyasıyla, çevreleyen kara parçalarıyla birlikte ele alınması gerektiğini biliyoruz. Bütüncül bu kirliliğin, kapitalizmin kâr ve biriktirme ana amacındaki hırstan kaynaklandığını biliyor ve yeniden vurguluyoruz. Bu gidişat durdurulmaz ise birçok yaşam alanı daha da beter yaşanmaz olacaktır. Büyük göçlerin bile gündeme geleceği ve emekçi, yoksul ve orta gelirli kesimleri köle konumuna sokacağı, kapitalizmin bu kitle üzerine çökeceği gerçeğini de dile getirmeliyiz. Yeni çitlemeler olarak tanımlayacağımız bu durum karşısında şimdiden sesimizi yükseltmeliyiz.
Kapitalizmin doğa, yani hava, su, toprak gibi yaşamsal varlıklar üzerindeki sayılmayan sömürüsünü kabul etmiyoruz. Ekolojik yıkıma karşı yukarıdan emirleri değil, toplumun söz kurmasını gündem olarak görüyoruz. Bunun politik bir sorun olduğunu, çözümlenmesi için politik bir çıkışı, kapitalizmin hukuku dışında, basmakalıp savunma mekanizmalarından arınmış bir mücadele hattını örmeyi öneriyoruz.

EKOLOJİ POLİTİK

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler