Melek Avcı
ANKARA – “Suyun yaşamsal ve kıtlığı gittikçe artan bir kaynak olması, onun kullanım hakkı ile ilgili savaş ve çatışmaları da kışkırtıyor” diyen Siyaset bilimci ve ekoloji aktivisti Ecehan Balta, “Bizim söyleyeceğimiz ülke içinde ve dışında tüm askeri operasyonlara son verilmesi olmalıdır” ifadelerini kullandı.
İklim krizi ve kuraklık sonucunda su krizi yaşanıyor. Bunların yanı sıra suyun bir savaş aracı olarak kullanılması ise başta toplum sağlığı ve doğa üzerinde büyük bir tehlikeye neden oluyor. Rojhilat, Irak ve özellikle Suriye’de Kürt halkının ve diğer etnik kimliklerin yaşadığı bölgelerdeki su krizi ise Türkiye tarafından tetiklenmeye devam ediyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Suriye ile Kuzey ve Doğu Suriye’de yaptığı su kesintisinin halk sağlığı açısından tehdit ve tehlikelerine dikkat çekerek, Türkiye’nin Fırat’ın suyunu keserek Kürtlerin olduğu bölgelere akışı engellemesiyle salgınların devamının geleceğinin altını çizmişti. Temmuz 2020’de Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) yayınladığı raporda da, Türkiye’nin Fırat Nehri’nin Suriye’ye akan suyu keserek, yüzde 65’lik bir azalmaya neden olduğunu belirtmişti. Geçen sene Türkiye kendisinin susuzluk sorunu olduğunu iddia ederek, su seviyesinin düşürülmesindeki sorumluluğunu ise reddetmişti.
Öte yandan Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Türkiye’ye ziyaretinde temel gündemlerinden birinin su sorunu olması durumun vehametini bir kez daha ortaya koydu. Halkın tüm yaşamsal faaliyetlerini etkileyen suyun Kürtlere karşı bir şantaj ve savaş silahı olarak kullanılması, “insanlık ve savaş suçu” olarak nitelendirilse de uluslararası toplumun ve örgütlerin bu konu da somut bir adım atmamaları ise dikkat çekiyor.
Siyaset Bilimi Doktoru ve Ekoloji Aktivisti Ecehan Balta, Türkiye’nin Irak ve Kürdistan’a yönelik su akışını bloke etmesini, sivil halkı su kıtlığıyla baş başa bırakmasını ve kapitalizmin doğaya karşı sistematik savaşı hakkında değerlendirmede bulundu.
‘Su stratejik bir savaş silahı’
Suyun stratejik bir savaş silahı olarak kullanılmasının yeni bir şey olmadığını söyleyen Ecehan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri’nin Türkiye’nin içme suyunu kesmesinin insanlığa karşı suç değerlendirmesini hatırlattı. Ecehan, “Su sistemlerinin savaş taktiği olarak bombalanması, kentlerin su şebekelerinin kapatılması, baraj kapaklarının kapatılarak sivillerin susuz bırakılması ya da fazla açılarak yerleşim alanlarının sular altında bırakılması, su temininin bir şantaj aracı olarak kullanılması, en çok görülen taktikler. Rojava Bilgi Merkezi’ne göre Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürt bölgelerinde suyun savaş taktiği olarak defalarca kesilmesi ya da Aluk’ta olduğu gibi su istasyonlarının işgali, örneğin Covid 19’un yayılmasında da önemli bir rol oynadı. Temiz su kıtlığından kaynaklı kolera gibi salgınlar da maalesef sürekli olarak gündeme geliyor. Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşşar El Caferi de BM Genel Sekreteri’ne Türkiye’nin Haseke’nin içme suyunu kesmeye yönelik tutumunun bir savaş suçu ve insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu söylemişti” dedi.
‘Suyun blokesi savaş ve çatışmaları kışkırtıyor’
Su kaynaklarının kesilmesinin savaş ve çatışmayı daha da derinleştirdiğini belirten Ecehan, İran’ın da sürekli olarak Kurdistan bölgesinde su akışını durdurmasının yaşamı olumsuz etkilediğini dile getirdi. “Diğer yandan ülke veya bölgelerin su kaynaklarına erişimi ‘su savaşları’ dediğimiz olguya da yol açabiliyor, onu da not etmek lazım “ diyen Ecehan devamında şu örnekleri verdi: “İki Sümer devleti arasında sulamada kullanılacak suların paylaşımı ile ilgili bir savaş çıktığını tarihçiler saptamıştı. Suyun yaşamsal ve kıtlığı gittikçe artan bir kaynak olması, onun kullanım hakkı ile ilgili savaş ve çatışmaları da kışkırtıyor. Yoğun olarak yirminci yüzyılın başlarında kurulan ulus devletlerin sınırları çizilirken su dikkate alınmamıştı, çünkü temiz suya erişim çok temel bir problem değildi. Oysa örneğin İsrail sürekli olarak suyu satın almak zorunda ve sadece bu nedenle 1950-2000 arasında yaşanan 30 kadar askeri eylemden söz ediliyor. Mısır, Nil Nehri üzerindeki yaşamsal kontrolü elinde tutmak için Sudan ve Etiyopya ile sürekli olarak çatışma halinde. Dicle Nehri üzerine İran tarafından yapılan yeni barajlar, Irak’ı uluslararası mahkemeye götürdü. İran’ın özellikle yaz aylarında Irak ve Kurdistan bölgesine su akışını durdurması, tarımı ve yaşamı son derece olumsuz etkiliyor.”
Temel ihtiyaçların tümüne etki
Yaşamın tümünü etkileyen suyun zincirleme bir reaksiyona neden olduğunu ifade eden Ecehan, şöyle devam etti: “İnsanların su kaynaklarına erişimi de su etrafındaki çatışmaların diğer bir nedeni. Örneğin Mısır’ın su ihtiyacının yüzde 97’sini karşılayan Nil, kirlilik ve iklim değişikliği nedeniyle önemli bir sorun haline gelmiş durumda. Nil’in genellikle etrafındaki sanayi bölgelerinin atıklarından kaynaklanan kirliliği, salgın hastalıkları tetiklediği gibi sulamayı da zorlaştırıyor ve su temininde güçlük, gıda fiyatlarını da arttıran zincirleme bir reaksiyona neden oluyor. Bütün bunlar, 2011’de başlayan Arap Baharı’nın da en azından Mısır açısından ana nedenlerinden birini oluşturuyor. Benzer biçimde 2018’de yaz aylarında suyun kesilmesi Basra’da da isyana neden olmuştu.”
‘Suyun yönünün değiştirilmesi insanlığa karşı suçtur’
Kapitalizmin doğaya karşı sistematik bir savaşının söz konusu olduğunu kaydeden Ecehan, bununla birlikte egemenlerin su üzerinde kontrol sağlamasını ve insanları sudan yoksun bırakarak “terbiye” etmeye çalıştığını, bunun ise “insanlık suçu” olduğunun altını çizdi. Ecehan, “Dünya üzerinde tüm suların sadece yüzde 3’ü tatlı su ve tüm insanların yüzde 40’ı şu anda su kıtlığı yaşıyor” dedi ve ekledi: “İklim değişiminin etkisiyle de zaten bu oran günden güne artıyor. 2050 yılında suya talep ikiye katlanacak ve BM’nin tahminlerine göre tatlı suyun yüzde 74’ü endüstriyel tarımda kullanılmaya başlanacak. Yani bir de kapitalizmin doğaya karşı sistematik bir savaşı söz konusu. Özellikle Suriye ve Irak’ta Kürt bölgelerine dönük olarak gördüğümüz, suyun egemenler tarafından yönü değiştirilerek, kesilerek, baraj yapılarak bir terbiye aracı olarak kullanılması da bir savaş aracıdır ama aynı zamanda sivillerin hayatına kast ettiği için de insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Su canlıların yaşam hakkı ile birebir bağlantılı olarak ele alınması gereken en temel insan haklarından bir tanesi. Suyun silah ve terbiye yöntemi olarak kullanılması kabul edilemez. Su herkes için erişilebilir, güvenli ve yeterli olmalıdır.”
Su üzerinde Türkiye’nin egemenlik tutumu
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Türkiye’ye gelmesini ve su sorunu meselesini ele almasını on yıllardır süren bir anlaşmazlığa dayandığını anımsatan Ecehan, Dicle-Fırat havzasındaki suyun eşit bölüşümünün Türkiye tarafından kabul görmediğini aktardı. Ecehan, doğal kaynakların paylaşımında egemenlik düşüncesinin reddedilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Dicle, Irak’ın ana su kaynaklarından bir tanesi ve on yıllardır uluslararası ve çift taraflı anlaşmalarla Fırat ve Dicle’deki suyun çok taraflı ve eşit kullanımı hakkında belirli uzlaşma ve dayatmalarla yürütülen bir süreç söz konusu. Irak, Dicle-Fırat havzasındaki suyun tüm ara kıyı paydaşları tarafından eşit biçimde paylaşılmasını savunuyor ancak tahmin edersiniz ki suyun kaynaklandığı bölge olan Türkiye’nin böyle bir derdi ve yaklaşımı yok. Türkiye, Irak’ın çoğunluğu Saddam Hüseyin zamanında yapılan barajların bakımsızlığı ve yetersizliğinin su yönetimi sorunları doğurduğunu ve Irak’ın su sorununun su yönetimi planlaması ile ilgili olduğunu savlıyor. Bu bakımdan Sudani’nin ziyareti son yüzyıl ortalamasının yüzde 35’ine düşen Fırat ve Dicle sularının kullanımı ile ilgili önemli bir gündemdi” sözlerini kullandı.
‘Tüm askeri operasyonlara son verilmeli’
Askeri operasyonların yanı sıra suyunda bir savaş silahı olarak sivil halka karşı kullanılmasının uluslararası hukukta da savaş suçu olarak nitelendirildiğinin altın çizen Ecehan, hem askeri operasyonlara hem de su egemenliğine son verilmesi gerektiğini vurguladı. Ecehan, son olarak şunları söyledi: “Bence doğal kaynakların kullanımının sınırsızmışçasına gibi davranılmaması birinci prensip. Ama konuyla ilgili ikinci prensip de doğal olmayan ülke sınırlarının, doğal kaynakların paylaşımında bir egemenlik hakkını doğurduğu düşüncesini reddetmek olmalı. Bizim söyleyeceğimiz ülke içinde ve dışında tüm askeri operasyonlara da son verilmesi olmalıdır. Onun dışında elbette operasyon ya da savaş sırasında temiz suya erişimin kasıtlı olarak engellenmesi, sivil insanların hastalanmasına veya ölmesine yol açıyor. Bu siyasi cinayettir, vahimdir, insanlık dışıdır, kabul edilemez. Ve zaten uluslararası hukuka göre de savaş suçları arasında sayılmaktadır.”