Salı, Temmuz 8, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 10

UZMANLAR ÇİMENTO FABRİKASI RUHSAT SAHASINDA KEŞİF YAPTI: “BÖLGEYE ÇOK BÜYÜK DARBE VURACAK”

Muğla’ya bağlı Bayır ve Deştin mahallelerinde kurulmak istenen “Entegre Çimento Fabrikası” projesinin ruhsat alanında inceleme gezisi yapan uzmanlar, proje sahasının yerinin yanlış olduğunu ve hayata geçmesi durumunda çevreye geri döndürülemez zararlar vereceğini belirtti.

Muğla’da Deştin ve Bayır mahallelerinden kurulmak istenen “Entegre Çimento Fabrikası ve Hammadde Ocakları” projesine verilen “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu” kararına açılan dava kapsamında 23 Şubat 2023 tarihinde mahkeme kararıyla bilirkişi keşfi yapılmıştı.

Bilirkişi heyeti, raporunu keşiften bir ay sonra sunması gerekirken ek süre talebinde bulunmuş ve mahkeme heyete raporunu sunması için 60 gün ek süre vermişti. Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Menteşe Meclisi, Deştin Çevre Platformu ve Bayır Çevre Komitesi bir açıklama yaparak, çimento fabrikasının inşaat sahasında çalışmanın devam ettiğini vurgulamış ve ÇED olumlu karının yürütmesinin durdurulmadan ek süre verilmesini eleştirmişti.

Bunun üzerine, çimento fabrikasına karşı duran platformlar, 25 Mart 2023 tarihinde projenin ruhsat sahası içinde uzman kişiler eşliğinde inceleme gezisi yaptı. Çalışmaya Prof.Dr. Doğan Kantarcı, Yüksek Jeoloji Mühendisi Eşref Atabey, Biyolojik Çeşitlilik uzmanı Itri Levent Erkol, Metalurji Mühendisi Cemalettin Küçük, Menteşe Kent Konseyi Başkanı Nuran Aldan, MUÇEP Menteşe Meclisi’nden Musafa Tuncaelli, Deştin ve Bayır köyünde yaşayan yurttaşlar katıldı.

İnceleme gezisi öncelikle Deştin’de çimento fabrikasına karşı kurulan nöbet çadırını ziyaret ile başladı.

Ardından ise çimento fabrikasının ruhsat sahası içindeki kalan ve fabrikaya ham maddenin alınması için açılacak taş ocaklarının bulunduğu alanda incelemeler yapıldı.

Kil ve kireçtaşı malzemelerinin alınmasının planladığı alanda incelemelerde bulunan uzmanlar projenin hayata geçirilmesi durumunda çevreye geri döndürülemez zarar verileceğini dile getirdi.

DOĞAN KANTARCI: “ÇİMENTO FABRİKASININ YANINDA MI YOKSA İNSANLARIN BESLENMESİNİ SAĞLAYAN SİSTEMİN YANINDA MI OLALIM?”

Konu ile ilgili ilk olarak Gündem Fethiye’ye bilgi veren Prof. Dr. Doğan Kantarcı, bölgedeki orman varlığına yönelik şunları söyledi:

“Buradaki ağaçlar, orman ağaçları ve orman çalıları, çalılaşmış orman ağaçları; onların çalı olduğuna bakmayın onları bırakırsanız onlar da ağaç olur; bunlar en önce bir kere oksijen üretiyor, havayı temizliyor. İkincisi çok fazla enerji üretiyor ve bunların hepsi güneş enerjisi tesisi. Solunum yaparken kullanıyor ama aynı zamanda odun hammaddesi üretiyor, enerji üretiyor. Dolayısıyla biz bu odunu çeşitli yerlerde kullanıyoruz, yakacak olarak da kullanıyoruz. Yıllarca, kömür olmadığı vakit, eskiden yakacak olarak kullanıyorduk. Bunu üretim açısından enerji tesisi olarak düşünelim.
İkincisi toprağı koruyor. Çünkü burada çok yüksek yağışlar oluyor. Yani yarım saatte, bir saatte metrekareye 100 milimetre yağış oluyor. Bu ne demek, 100 milimetre? Bir metrekare alan düşünün, 100 litre suyu buraya boşaltın. Yani dört, beş teneke suyu boşaltacaksınız, tutar mı, geçer mi? Hayır geçmez ama ormanın üstüne boşaltırsanız orman bunu tepesinde tutar. Sonra yavaş yavaş damla damla aşağıya indirir. Toprağın üstüne gelirse hemen yüzeysel akışa geçer. Yüzeysel akışa geçince sel yapar. Şu gördüğünüz, yerde gördüğünüz taşlara biz erozyon kaldırımı deriz. Dikkat edin, açık yerlerde var. Ağaçların altında yok. Açık alanlarda toprağı götürmüş taşı taşıyamadığı için taş erozyon kaldırım olarak kalmış. O halde demek ki toprağımızı koruyor. Yağışı tutuyor, yavaş yavaş damlatıyor, toprağın inmesini sağlıyor. Su üretiyor. Bu suyu ne yapıyoruz? Su taban suyuna gidiyor, oradan yeraltı suyuna gidiyor. Yeraltı suyu da bu tarafta bir tane gölet var, o tarafta bir tane baraj var. Demin barajın kenarındaydık. Bu sular nerede kullanılıyor? Köylü bundan tarım yapıyor, sulu tarım yapıyor. Köylünün geliri bununla artıyor değil mi? Dolayısıyla ne yapıyoruz? Köylüyü yerinde tutuyoruz.
Nüfus arttı. Bu artan nüfusu ne yapacaksınız? Ya kente göndereceksiniz, gecekondulaşmaya yahut da tarımsal alanı, tarım alanını arttıracaksınız, bu şansımız yok, alan belli. O halde tarımsal ürünü arttıracaksınız. Ne yapacaksınız? Sulu tarıma geçeceksiniz, gübre kullanacaksınız. Ürünü arttıracaksınız ki artan nüfusu geçindirebilirsiniz yoksa köyler boşalır, kentler gecekondulaşmaya döner, bugünkü beton çölleri oluşur.”

Ormanın görevlerini yerine getirdiğinde yurttaşların kazancı olduğunu söyleyen Kantarcı, “Tarımsal ürünler artıyor. Bizim ekmeğimiz oradan çıkıyor, yağımız oradan çıkıyor. Peki su? Suyumuz oradan geliyor. Dolayısıyla bu kimin malı? Kamunun malı” ifadelerini kullandı.

Ormanın yok edilerek altındaki materyalin çıkarılması ve bunun çimento fabrikası için kullanılması durumunda ise yalnızca çimento fabrikasını kuran şirketin kazanacağını dile getiren Kantarcı, “Gelir nereye gidecek? Şirktin kasasına. Kimin cebinden? Halkın cebinden. Kimin sofrasından? Bizim soframızdan. Hangi tarafı tutalım peki şimdi? 300 yıl idare eder veya 100 yıl idare eder diye çimento fabrikasını mı tutalım yoksa halkımızın yanında, insanlarımızın beslenmesini sağlayan sistemin devamında mı olalım?” dedi.

EŞREF ATABEY: “ÇİMENTO İÇİN BÖLGEDEN MALZEME ALINDIĞINDA BURADAKİ YERALTI SU KAYNAKLARINI DA YOK ETMİŞ OLUYORSUNUZ”

Yüksek Jeoloji Mühendisi Eşref Atabey ise fabrika alanını gördüğünde hayretler içinde kaldığını söyledi ve sebebini şöyle açıkladı: “Sebebi bu kadar genç ve sık kızılçam ormanı içinde bunu karar almış olmaları. Hakikaten bu tesisi buraya kurmak için çok düşünmek gerekiyor. Kalbe vurulan bir hançer gibi gerçekten bu kadar sık ormanın içinde bu tesis. Yani ben düşünmüştüm ki bazı çıplak alanlar vardır ormanlık alanlarda öyle bir yerde olduğunu tahmin ediyordum Ankara’dan bakarken. Beklediğim gibi değil. Korkunç bir manzara.”

Tesisin yapımının devam ettiğini ve ÇED raporunda çimento ihtiyacından ve projenin Muğla nüfusunun refah seviyesini yükselteceğine dair ibarelerinin bulunduğunu dile getiren Atabey, “Doğrudan doğruya ihracat yapacaklarını zaten açıklıyorlar. Güllük Limanı’ndan burada ürettikleri çimentoyu ihraç edecekler. Bir de İzmir limandan gönderecekler. Yurt içi ihtiyacı karşılamak için böyle bir fabrikaya ihtiyaç yok zaten. Yakın yerde Söke var, Denizli var, Burdur var, Antalya çimento fabrikaları var. Zaten yıllardan beri buradaki ihtiyaç buralardan karşılanıyor” dedi.

İnceleme yaptıkları yerin proje için malzeme alınacak yerin ortasında olduğunu ifade eden Atabey, çimentonun hammaddesi olan kilin burada olmadığını söyledi ve toprak yapısına dair şu bilgileri verdi:

“İllit dediğimiz farklı mika dediğimiz kayaların ayrışması ve meteor kayaların ayrışmasıyla oluşmuş, dağlardan yağış ve sellerle birden kopup gelen çakılların bloklarında birlikte karışım olduğu kırmızı renkli çamur taşıyla karışan bir malzeme. Şimdi bu malzemeyi bu şekilde aldığı zaman bunun içinde kuvars dediğimiz çok sert silis içeren kayaçlar var. Bunları birlikte öğütürlerse çok büyük maliyet getirir. Zaten sanmıyorum öyle yapacaklarını, bu örtüyü ortadan kaldıracaklar alttaki malzemeyi alacaklar. Bir yerde taş ocağı, maden ocağı ya da işte bunun gibi tesis kurulurken ilk yapılacak şey sahanın önce orman ve bitki örtüsünü ortadan kaldırmak. Burada olduğu gibi. Nitekim şu gördüğünüz bu ağaçlar bu çam ormanları tamamen kalkacak.”

Diğer yandan, her maden tesisinin bir ömrü olduğuna dikkat çeken Atabey, geride devasa bir çukur bırakıldığını, bu çukurların ise rehabilitasyonunun mümkün olmadığını söyledi. Atabey, “Taş ocakları eski haline getirme gerçek, dışı bilimsel temeli olmayan şeyler. Şu duruma göre malzeme alınacak yer, şöyle düşünün; bu alanı olduğu gibi kaldırdığınızı düşünün 10 yılda ya da 20 yılda. Bu alan tamamen olmayacak. Devasa bir çukur” ifadelerini kullandı.

Bölgenin toprak yapısının yeraltı sularının taşınması ve birikmesi için uygun özelliğe sahip olduğunu ve bir su deposuna benzediğine dile getiren Atabey, “Burada kil olsaydı belki yüzeyden sıyrılıp akıp gidecekti su. Killi toprak suyu emmez, bünyesine almaz ya da tutarsa bile alamazsınız oradan. Diyelim yeraltı su kuyusu vursanız bile oradan devamlı su alamazsınız killi toprakta zeminde. Ancak bu çamur taşı dediğimiz bu kırmızı zemin gözenekli. Gözenekli olduğu için yağacak yağmur suları bunun gözeneklerine girecektir ve su olacaktır. Altta Bayır Barajı var, burada diğer baraj var. Her iki tarafın beslenme havzası burası. Dikkat edin yağacak yağmurlar buradan aşağı havzaya doğru gidecek. Siz bu malzemeyi aldığınız zaman buradaki tüm suyu, yeraltı su kaynaklarını da ortadan kaldırmış oluyorsunuz. Çevredeki tarım alanları, meyve, sebze bütün hepsi etkilenecektir” dedi.

“BURASI YIKIMI KÖRÜKLEYENLERİN HAMMADDESİNİ KARŞILAMAK ÜZERE KURULMUŞ BİR TESİSTİR”

Metalurji Yüksek Mühendisi Cemalettin Küçük ise Türkiye’de çimento fabrikalarına karşı ilk defa dava açan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nde (TMMOB) 10 yıl yönetim kurulunda yer aldığını hatırlatarak, “Bugün 20 yıldır siyasal iktidarda olan o dönemin hükümetinin Türkiye’nin 2023 yılı çimento kapasitesinin hedefi 100 milyon tondu” dedi.

Çimento sektörünün çok fazla enerjiye ihtiyacı olan bir sektör olduğuna vurgu yapan Küçük, Türkiye’de 2021 yılında üretilen ve faturalandırılmış elektrik enerjisinin 255 milyar kilovat saat civarında olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Çimento sektörü bugün Türkiye’de 100 milyon tona çıktığı zaman yirmi beş otuz milyar kilovat saat arasında enerji tüketecektir. Bu yüzde onundan fazlasına denk geliyor faturalandırılanın. Burası demek ki kendiliğinden elektrik tüketicisi bir tesistir.”

Küçük ayrıca, tesisin binlerce ton kömür yakacağını ve bu bu kömürlerin tesise başka yerlerden taşınacağının belirtildiğini söyledi. “Burası aynı zamanda bir yakma tesisidir” diyen Küçük Muğla’da halihazırda üç termik santral bulunduğuna işaret etti.

Halkın tesise ihtiyacı olup olmadığını sorgulayan Küçük, “Hayır halkın buna ihtiyacı yoktur. Beton imparatorluğunun çöken imparatorluğunun ihtiyacı olarak bugün karşımıza bunu koymuş olabilirler. Oysa biz bu beton imparatorluğundan kurtulmak, gerçek anlamda insanların kentleri nasıl yapması gerektiğini, köylerde nasıl yaşaması gerektiğini kendilerinin tartışması gerektiğini tartışırken, sermayenin birikimi ile yeni beton imparatorluklarını kurmak için de depremde acil temeller atıldığını görüyoruz. Bu çimento ihtiyacı genelde savaş sonrası yıkımı körükleyenlerin hammaddesini karşılamak üzere kurulmuş bir tesistir” dedi.

Çimento fabrikalarına geçmişte verilen mücadelelere rağmen tesislerin kurulduğunu belirten Küçük, “Bugün gelmiş olduğumuz nokta itibariyle burada büyük bir enerji tüketimi ve yakma tesisi kuruluyor. Aynı zamanda hem üstten hem de zeminden doğayı tahrip edecek, bu coğrafyayı kirletecektir. Bu bir politik meseledir, siyasi bir meseledir. Bu konuyla ilgili değerlendirmelerde ‘siyasi yaklaşıyorlar’ diyenlere evet siyasi yaklaşıyorlar. Çünkü bu kararı alanlar siyasi” ifadelerini kullandı.

Uzman ekibi buradan sonra fabrikada kullanılması planlanan kireçtaşı malzemesi bulunan alanda inceleme yapmak için yola çıktı. Yol boyunca toprak yapısını inceleyen ekip Yumaklı Köyü yakınında durdu. Burada incelemelerini tamamlayan ekip “Şifalı su” olarak bilinen kaynaktan su aldıktan sonra  Kazan Göleti’ne yola çıktı.

EŞREF ATABEY: “BURAYA NASIL BU TESİSİ KURMAK İÇİN İZİN VERİLDİĞİNİ ANLAMAKTA GÜÇLÜK ÇEKİYORUM”

Kazan Göleti kenarında tüm günü ve elde ettikleri verileri yorumlayan uzmanlardan Atabey, şunları değerlendirmeyi yaptı:

“Gördüğüm kadarıyla bu kil denilen -raporda kil yazılan malzeme- bizim jeolojik anlamda anladığımız kil değil. Bizim jeolojide çamur taşı dediğimiz kille karışık bir malzeme. Alüvyon yelpazesi ürün dediğimiz, yukarıdan kopup gelen, sellenmelerle, yağmurlarla yamaç aşağı gelen iri kayaç blokları, çakılları, parçalarıyla birlikte karışık bir malzeme üst kısmı. Alt kısmında masif çamur taşı dediğimiz kısım var. Bu çok geniş alan kaplıyor.
Diğer malzeme de kireç taşı dedikleri malzeme. Kireç taşı, gene jeolojik anlamda sahada yok. Mermer dediğimiz kayaç türü var. Mermer, kireç taşının metamorfozi olmuş hali. Dolayısıyla kalker değil mermer olarak görünüyor. Şimdi sahada gördüğüm kadarıyla malzeme alınacak yerde karstik bir plato, çöküntü havzası oluşmuş. Tam su kaynaklarının, havzanın menba kısmında. Bu karstik kısım özellikle yağmur sularını ve kar sularını bünyesinde biriktiren, gözeneklerinde biriktiren bir yapı oluşturuyor. Oradan yeraltı sularıyla çatlak kaynakları besliyor. Dolayısıyla şu gördüğümüz barajların beslenme havzası yukarıdaki kayalar oluyor.”

Atabey, çimento fabrikasının kurulması durumunda, yıllar boyunca mevcut bitki örtüsünün kazınarak suyu tutan materyalin alınmasını, evlerimizin çatısından su depolarını sökmeye benzediğini söyledi. Bitki örtüsünün yok edilmesi ile iğli olarak ise “Burada suyun toprağa süzülüşünü sağlayan sık orman var. Yani burada başka yerde görmediğim, hakikaten çok sık ve genç orman örtüsü var. Binler değil, milyonlarca ağaç burada kesilecek. Bu da küresel ısınma anlamında; bu ağaçlar aslında karbondioksiti emen, oksijen üreten ağaçlar. Bu yönüyle de çok büyük zararı olacaktır. ‘Küresel ısınmada küçük bir alanın etkisi ne olacaktır?’ demeyelim. Her kesilen ağaç, her kesilen orman, yok edilen bir şey karbondioksitin artmasına, oksijen azalmasına yol açacağı için küresel anlamda düşündüğümüzde çok büyük zararı olacaktır” değerlendirmesini yaptı.

Projenin bölgeye çok büyük darbe vuracağını söyleyen Atabey, “Tesisini çıkaracağı tozlar, gazlar zaten çok ayrı bir etki yapacaktır. Onu anlatmaya gerek yok. O toz tüm orman örtüsüne ve tüm meyve-sebzelere zarar verecektir. Ayrıca gazlar, yakındaki yerleşimlerdeki insan sağlığını etkileyecektir. Son olarak söyleyeceğim şu; buraya hakikaten nasıl bu tesisi kurmak için izin verildiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Türkiye’de birçok yer gördüm ama buraya bu fabrikanın -toz üreten bir fabrikanın- kurulmuş olması ve çok geniş bir alanda malzeme sahasının tasnif edilmiş olmasını ben anlayamıyorum” dedi.

ITRİ LEVET ERKOL: “DÖRT SAATLİK GEZİMİZDE ULUSAL VE ULUSLARARASI HUKUKUN NASIL AYAKLAR ALTINA ALINDIĞINA ŞAHİT OLDUK”

Biyolojik çeşitlilik uzmanı Itri Levet Erkol ise yaklaşık dört saat süren gezi boyunca ulusal ve uluslararası hukukun ayaklar altına alınması ve kamunun zarar uğratılmasına şahitlik ettiklerini belirterek şunları söyledi: “Orman Kanu’na karşı, zeytini koruma kanuna karşı, toprağı koruma kanununa karşı; Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere, Ramsar Sözleşmesi’nin, Bern Sözleşmesi yani Avrupa Yaban Hayatının Korunması Sözleşmesi’nin nasıl ayaklar altına alındığına bugün şahitliğini yapan bir ekibiz aslında.”

Gezi boyunca Zeytinlikler, çam ormanları, makilikler, tarım arazileri, su havzaları, akarsular, akarsuların toplandığı küçük oluşumları gözlemlediklerini dile getiren Erkol, “Bunların tamamı aslında bu coğrafyaya, Muğla’ya yaşam veren ve burada yaşayan halkların ta Karya zamanlarından, Leleg zamanlarından beri uyum halinde yaşadıkları ortamlar. Günümüzde en fazla konuşulan şeylerden bir tanesi iklim değişikliği. Burada iklim değişikliğine dirençli bir tarım modeli aslında uygulanıyor. Susuz tarım yapılıyor, hayvancılık yapılıyor ormanın içerisinde ama diğer taraftan Türkiye henüz yeni taraf olsa bile Paris Sözleşmesi dediğimiz iklim değişikliğine uyum sözleşmesine taraf olurken diğer taraftan karbon emisyonlarını artırmak üzere daha fazla yatırım yapmaya devam ediyor. Nasıl yapıyor bunu? Muğla’ya, çeşitli yerlere baktığımız zaman termik santralleri destekleyerek, çimento fabrikaları açarak, çimento fabrikalarını besleyecek yeni taş ocakları açarak aslında daha dün taraf olduğu sözleşmeye nasıl aykırı olduğunu bugün gösteriyor” dedi.

İstanbul Sözleşmesi varken kadın cinayetlerinin devam ettiğine dikkat çeken Erkol, “Türkiye’nin geçmişten bu tarafa taraf olduğu Bern Sözleşmesi de günümüzde defakto durumda, sanki yokmuş gibi, sanki bu sözleşmeye taraf değilmişiz ve sanki bu sözleşme hükümlerine göre koruma yükümlülüğünde olduğumuz hayvan türleri, bitki türleri ve bunların doğal yaşamları yokmuşçasına ÇED raporları verilerek bir ekokırım yaşanıyor bu coğrafyada” ifadelerini kullandı.

Yaptıkları çalışmalarda ve saha gözlemlerinde onlarca hayvanın Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından korunmakla yükümlü olduğunu bildiklerini belirten Erkol, “Buna rağmen, buna göz yumularak sahte raporlarla, sahte bilirkişi raporlarıyla, yalnızca bazı şirketlerin cebini dolduracak olan ve yerelde yaşayan yurttaşların, buranın halklarını, haklarını, kamu faydasını göz ardı ederek yok oluşa sürükleyecek projeler halen imzalanıyor. Aslında burada karşı karşıya olduğumuz şey, toplu bir hukuksuzluk durumu. Hem ulusal ölçekte uluslararası ölçekte” dedi.

DOĞAN KANTARCI: “BENİM VARLIĞIMA, MİLLETİMİN VARLIĞINA VE DEVAMLILIĞINA KASTEDİYORSUNUZ”

Bugün yaptıklarının çok kritik bir olduğunu söyleyen Prof. Dr. Doğan Kantarcı, halkın gelirine ve burada yaşayan insanların, köylerin devamlılığına kasteden bir durumun söz konusu olduğunu dile getirdi.

Buradan üretilecek çimentonun ekolojik ve sosyolojik maliyetine değinene Kantarcı, “Ekolojik maliyeti ne? Ormanı kaybedeceksiniz, ormanı kaybettiğiniz vakit neyi kaybedeceksiniz? Odun üretimini kaybedeceksiniz, su üretimini kaybedeceksiniz, buradaki yaban hayatını kaybedeceksiniz. Bir sürü bitki var, bitki sosyolojisi bakımından söylüyorum; bitki alemini kaybedeceksiniz, toprağı kaybedeceksiniz. Yani sistemin yenilenebilmesini kaybedeceksiniz. Devamlılığını kaybedeceksiniz de yenilenebilmesini de yok edeceksiniz” ifadelerini kullandı.

Suyun ve tarımın devamlılığının ülkenin devamlılığı anlamına geldiğini söyleyen Kantarcı, “Çünkü tarım alanı devam ediyorsa oradaki yaşayan köylü de devam ediyor demektir. Millet de devam ediyor demektir. Siz bu devamlılığı ortadan kaldırıp da ben buradan kasama para koyacağım, firmama para kazandıracağım diyemezsiniz” dedi.

MUSTAFA TUNCAELLİ: “BİLİMİN IŞIĞINDA, DÜRÜST, NAMUSLUCA, UZMANLIK ALANLARIN HAKKINI VEREREK BİR ÇALIŞMA YAPARSA BİLİRKİŞİLER BURADAN FARKLI BİR ŞEY ÇIKACAĞINI DÜŞÜNMÜYORUZ”

Son olarak neden böyle bir keşif gezisi yaptıklarını anlatan Mustafa Tuncaelli 23 Mart’ta mahkeme karı ile gerçekleşen keşif gezisi ve keşif heyetinin raporunu teslim etmek için istediği ek süreye değinerek, “Raporların nasıl çıkacağı konusunda tam bir netliğimiz yok. Yani biz bilimin ışığında, dürüst, namusluca, uzmanlık alanların hakkını vererek bir çalışma yaparsa bilirkişiler buradan farklı bir şey çıkacağını düşünmüyoruz. Yani bizim lehimize, köylülerin, burada yaşayanların lehine, yaşam alanlarını korumaya çalışanların lehine, doğru bir bilimsel rapor çıkacağını ve bu çimento fabrikasının olumlu raporunu bozduracağımıza inanıyoruz” dedi.

Geziye katılan uzmanların öncesinde çimento fabrikası ile ilgili raporları okuyarak projeye kafa yorduklarını ve gezi sayesinde alanı görerek de tanıyabilme fırsatı bulduklarını belirten Tuncaelli, “Haklılığımızı ispat edebilmek için söylediğimiz lafların da çok doğru olması, yerinde olması lazım. O yüzden böyle bir şey kararlaştırdık platform olarak. Yani bunun içinde MUÇEP Menteşe Meclisi, Deştin Çevre Paltformu, Bayır Çevre Komitesi var. Kent Konseyi’miz de bunun için bugün çalışmamız içindeydi. Burada dava açan, burada yaşam alanları savunmaya çalışan bütün güçler ortaklaşa bilimsel çalışmalar yapan uzmanlarımızı, bilim insanlarını buraya getirip sahada çalışma yaptırmış olduk” dedi.

Kontrolsüz Yıkımlarda, Yıkıntıların Zararlarını Azaltacak Kaldırma ve Ayrıştırma Önlemleri Alınmalıdır!!!

0

Yerleşim yerlerinde ortaya çıkan kontrol dışı yıkımlarda, yıkıntıların kaldırılmasında, can ve mal kayıpları dışında büyük ekolojik sorunlar oluşabilir. Birde bu yıkıntıların bilinçsizce kaldırılması taşınması ve dökülmesi depolanması koşulları çok kapsamlı ekolojik sorunlar yaratabilir. Bunun için yıkıntıların harman gibi yüklenip kaldırılmaması gerekir. Kesinlikle yerinde; ayrıştırılarak kaldırılması ve özenle taşınıp, özenle depolanıp, yeniden kullanılabilecek geri kazanımlar projelendirilmelidir. Çok çeşitli kimyasalları barındıran altyapı, işyeri, üretim tesisleri ve barınma yapıları özellikle yıkım etkisi olan depremlerden sonra dikkatlice ele alınıp tehlikeli girişimlerden uzak olunması gerekir. Yapıların barındıracağı hem yapı hem depolama hem de kullanım nedeniyle çok sayıda tehlikeli madde ile karşı karşıya olduğumuz gerçekliliği söz konudur. Bu maddeler

1.Yapılarda kullanılan kimyasalları,

Yapım aşamasında yapıyı oluşturan özellikle betonarme binalar temel olarak betondan kaynaklı olarak kum ve çakıl, çimento esaslı üretim nedeniyle silis esaslı mineralleri içermektedir. Başta silis tozları olmak üzere, yıkım sonrası oluşan tozlar havayoluyla yayılarak insan yerleşimleri ve diğer canlıların olduğu alanlarda yayılarak, solunum yoluyla ciğerler girebilir. Başta silikozis hastalığı olmak üzere çeşitli hastalıklara neden olur. Bu nedenle yıkımda ortaya çıkan tozların atmosfere yayılmadan kontrol edilmesi önemlidir. Ayrıca yoğun olarak oluşan tozlar tarımsal alanlarda da sorunlara neden olmakla birlikte, temas ettiği çeşitli kimyasalları da adsorbe yada absorbe ederek taşıyabilir.

Bina da izolasyon amaçlı kullanılan çatı ve döşeme amaçlı kullanılan malzemelerin bir kısmında Asbest söz konusudur. Asbest yine silis gibi yapı malzemelerinde toz olarak atmosfere yayılması yoğun sağlık sorunları ve çevre kirliliğine neden olur. Yayıldığı ortamlardan toparlanması zor olmakla birlikte yaratacağı sorunların hem soluma hem de hava hareketleri ile etrafa yayılması çok ağır kirliliğe sebebiyet vermesi kaçınılmazdır. Bu nedenle asbest kaynağı olarak yıkılan yapılarda yerinde tespit edilerek önlemler ile kontrol altına alınarak güvenlikli olarak depolanmalıdır.

Dekorasyon için kullanılan çeşitli boyaların yıkılan binalarda toz haline gelmesi ve değişik nedenlerle çözülmesi çok çeşitli kimyasalların oluşumuna sebebiyet verebilir. Toz olarak yayılması her türlü yeni sorunu yaratabilir olarak tedbiren kontrol altına alınmalıdır. Özellikle renklendirici kimyasallar Cr ve Pb önemli ağır metallerdir. Diğer yandan bazı dekoratif metallerin yüzey kaplamalarında Cd (kadmiyum) kullanılmıştır. Kontrolü şekilde toplanmalıdır.

2. Yapılarda kullanılmak üzere depolanmış kimyasallar.

Yapı kimyasallarının kullanılan kısımlardan çeşitli sorunların ortaya çıkması açık olarak bilinmektedir. Birde bunlara depolanmış yapı kimyasallarına dikkat çekmek gerekir. Yapıların imalatında dekorasyonunda korunmasında kullanılacak olan birçok kimyasal satış ve kullanma depolarında yapı işyerlerinde bulunduğu bilinmektedir. Bunlar kullanılmamış, solventler, boyalar, boya tozları, ağır metalli renklendiriciler, yağlar vs onlarca çeşidi yıkıntılarla birlikte beton ve diğer yıkıntılar içerisinde karışmıştır. Bunların tespiti ve ayrıştırılması, eğer bulaşmış olma durumu varsa bu malzemelerin kontrol altına alınarak doğru yerlerde bekletilmesi ve arındırma yapılması önemlidir. Bu yıkıntı maddelerinin asla doğada hava toprak su ile teması olmamalıdır.

Bu kimyasallara ek olarak çeşitli petrol bileşikleri yağlar ve yakıtların olması (mazot benzin gazyağı fuoloil) kaçınılmazdır. Bu konuda dikkatle hasar görmemiş ambalajların kontrolü olarak alınması gerekir. Hasarlı ambalajların tespiti ve yayılmasını engelleyecek şekilde kontrol altına alınacak tedbirler uygulanmalıdır.

3. Enerji sistemlerinin içerdiği kimyasallar

Yıkıma uğrayan kentlerde çeşitli yerlerde açık ya da kapalı alanlarda trafolar, jenaratörler ve değişik makine ekipmanları söz konusu olabilir. Bütün bu sistemlerin her birinin soğutma ya da aşınma yağları söz konusudur.  Bunlar yine toparlanarak kontrol altına alınmalıdır. Asla yıkıntılar ile kaldırılmamalı ve kontrolsüz sahalara dökülmemelidir.

Bu sistemlerin devreye girmesi yada bağımsız olarak çeşitli kesintisiz sistemler için kullanılan akümülatörler söz konudur. Bunlar kurşun başta olmak üzere asit ve elektrot olarak kullanılmış sıvı jel konumunda kimyasallar söz konusudur. Yine akümülatörler içerisinde anot ve katot olarak kullanılan kurşun, nikel kadmiyum gibi ağır metaller bulunmaktadır. Bu malzemelerin çıkarılması taşınması hiç bir şekilde kontrolsüz işleme tabi tutulmamalıdır. Yine güneş enerjisi sistemlerinin akümülatörleri ve panelleri aynı şekilde içinde gerekli tedbirler alınmalıdır.

Aydınlatma için kullanılan birçok ampul çeşidi civa gibi ağır metaller içermektedir. Aydınlatma sistemlerinde çeşitli elektronik kartların olması da söz konusudur. Aydınlatma sistem ve malzemeleri özenle sökülmeli, kırık olarak etrafa yayılan yıkıntılara bulaşmış olduğu belirlenen kısımlar özel alanlara alınmalıdır.

4. Elektronik sistemler ve kullanılan malzemeler.

Nerdeyse her işyeri ve evimizde bulunan elektronik malzemelerin kartları reçine ve çeşitli kaplama metalleri içermekte olup, sistemin enerji kesintisinin önlenmesi için küçük akümülatör olarak bilinen pil çeşitlerinin içeriğinde bulunan ağır metaller ve çeşitli jellerin kimyasal içermektedir. Bu parçaların kontrollü bir şekilde yıkıntılardan çıkartılarak ayrıştırma alanına alınması gerekir.

5. Doğrama zemin kaplama malzemeleri

Plastik malzemeden yapılan pencere kapı bölme gibi kısımları, eski tiplerinde kurşun söz konusu olup, değişik kimyasalları da içermesi nedeniyle kontrolü şekilde ayrıştırılmalıdır. Yine zemin malzemeleri çeşitli kaplamalı parkeler, pvc ve diğer plastik kaplamaların kimyasal içerikleri yaratacağı sorunlar nedeniyle kontrollü olarak yıkıntılardan ayrıştırılmalıdır. Özellikle marley olarak bilinen pvc esaslı yer kaplamaların asbest içermekte ve yapıştırılmasında petrol ve kimyasal esaslı solisyonlar kullanılmıştır.

Doğrama ve dekoratif esaslı metallerin kaplamalarında, boyalarında çeşitli ağır metallerin olduğu söz konusudur.

Mobilya, dekorasyon ve doğrama amaçlı kullanılan kaplamalı ahşapların kaplamalarında boya ve renklendiricilerin kimyasal bileşimleri çok değişik içeriklere sahiptir.

6. İç döşeme tekstil ürünleri ve hammaddeleri

Her konut ve iş yerinde çeşitli tekstil ürünleri ve döşeme malzemeleri değişik kimyasallar içermektedir. Başta boya olmak üzere bu malzemelerin boyalarının çözünmesini ve açık alanlara atılmasına engel olunmalıdır. Ayrıştırılarak hem geri kazanımda kullanılabilir hem de kirliliği önleyici tedbirler alınmalıdır. Üretim tesislerinde bulunan kimyasalların tespiti, ambalajlı çıkarılması, hasar görenler bulaşması yayılmadan toparlanmalı, bulaştığı malzemeler özel alanlara alınmalıdır.

7. İzolasyon amaçlı malzemeler.

Çok çeşitlilik gösteren izolasyon ve yapıştırma malzemeleri çeşitli kimyasal içerikleri nedeniyle, kaldırılması taşınması ve terk edilmesi koşullarda ağır kimyasal çözünmelere neden olabilir. Doğal ve açık ortamlara terk edildiğinde hayvanlar tarafından da yem gibi yenilebileceğinden ayrıca önlem alınmalıdır.

Bütün bu belirlemeler yapıların yıkıntılarının yapı ve depolama sistemleri nedeniyle kimyasal bir karışımdır. Fiziksel olarak ayrıştırmanın bir miktar yapılabilecek koşulları sağlayarak, öğütülmeden ve karışmamasına özen gösterilerek çalışma yürütülmesi kaçınılmaz olmalıdır.

8. Beyaz eşya soğutma sistemleri

Nerdeyse her hane ve işyerinde kullanılan beyaz eşyalardan buzdolaplarının hem gaz hem de yağ barındırdığı bilinmektedir. Diğer yandan iklimlendirme sistemlerinin yağ ve gaz içeriği de önemli boyutlardadır. Bu gibi hasarlı akıntı ve kaçak olmuş malzemelerin bulaştığı parçalar tespit edilerek kontrol altına alınmalıdır.

9. Radyoaktif Paratonerler tıbbı cihazlar

Çok önem arz eden geç dönemde özensizlikleri nedeniyle sorun olan ve üzerinde bir çalışma yapılmayan, radyoaktif izotop içeren paratonerler yıkımlarda tek tek tespit edilip sorumlu olan atom enerjisi kurumlarınca kontrol altına alınmalı, uygun alanlarda depolanmalı. Ölçümleri yapılmalı, hasar görenleri varsa, yaylımına engel olunarak özel ekiplerce kontrol altına alınmalıdır. İçeriğinde Radyum izotopu ve Amerisyum izotopu bulunduğu bilinen çok sayıda paratonerler geçmiş yıllarda satılmış ve montaj edilmiş olduğu bilinmektedir. Bu kayıtların ilgili kurumlarca tespiti yapılıp tek tek toplanması asla yıkıntılarla birlikte kaldırılmaması atılmaması, hasar verilmemesi gerekmektedir.

Hastahane ve sağlık merkezlerinde hem nükleer tedavi hem görüntüleme amaçlı izotop içeren cihazlar bulunma olasılığı vardır. Bunlar faal olmayıp depolara da kaldırılmış olabilir. Geçmişe yönelik kayıtları tespit edilerek kontrol altına alınması gerekir.

10. Tarım ilaçları ve kimyasalları

Tarım faaliyeti yürütülen bölgelerimizde çok sayıda tarımsal ilaç ve kimyasallar satı yapan ticarethane, depo olması söz konudur. Bütün bu yapılar belirlenerek bu ilaç ve kimyasallar kontrolü şekilde ambalajı bozulmadan çıkarılmalı, ambalajı bozulanlar ve yıkıntılara karışanlar bulaştığı malzemeler ile özel alanlara alınmalıdır.

11.Eczane, hastahane ve sağlık kimyasalları depoları

Yıkımlar içinde eczane ve ilaç depoları bulunabilir. Ayrıca ilaç hammaddesi kimyasallar da olabilir. Yine hastahanelerin yıkıntılarında birçok ilaç ve ilaç içeriği kimyasallar olması söz konusudur. Her bir ilacın bir kimyasal olduğunu bilerek bütün yıkıntılarda çok dikkatlice ayrıştırma uygulayıp, ambalajlı şekilde alınmaları sağlanmalıdır. Yine dağılan ve akan ambalaj hasarlılar bulaştığı kısımla kontrol altına alınmalıdır.

12. Evsel temizlik maddeleri ve kimyasalları

Her türlü işyeri ve evimizde temizlik ve hijyen için kullanılan ürünlerin ve hammaddelerinin bir çoğu kimyasaldır. İçerikleri açısından kontrol altına alınmalıdır. Bu ürünlerin ve hammaddelerinin hem evlerimizde, satışı yapılan market ve işyerlerinde, depolarda yıkıntılar altında kalması, hasar görmesi akması gibi sorunlar kaçınılmazdır. Bütün bu madde ve ürünler kontrol altına alınmalı, hiçbir şekilde doğaya yayılmasına izin verilmemelidir. Diğer yandan kozmetik ürünlerin satış ve depolanması da bu şekilde ele alınmalıdır.

13.Çeşitli petrol ürünleri ve yakıt depoları

Yıkımın olduğu bölgelerde bunan yapılarda yakıt amaçlı, bakım amaçlı çeşitli petrol ürünleri yağlar vs olması söz konusudur. Bu tip ürünlerin olabileceği yerlerde kimyasallar gibi işlem yapıp konrtollü bir şekilde ürünleri ve hasarlı malzemeleri toparlamak gerekir.

Genel olarak her insanın düşündüğünde basitçe aklına getirebileceği yüzlerce kimyasal yıkıntılarda depolarda, ambalajı, hasarlı, akmış durumlarda olması söz konusudur. Yıkıntılarda tozlaşma, taşıma ve kaldırma ile başka yerlere nakledilmesi tehlike arz eder. Yayılıma sebep verir. Bu nedenle hiçbir yıkıntı makinelerle karıştırılarak aralara yüklenerek nakledilmemelidir.

HER YIKINTI KENDİ BULUNDUĞU ALANDA AYRIŞTIRILMALI, SÖZ KONUSU İÇERKLERİNE GÖRE DETAYLI VE ÖZENLİ ÇALIŞMA İLE GERİ KAZANILACAK ŞEKİLDE BELİRLENMİŞ DEPOLARA KALDIRILMALIDIR.

DEPOLAMA ALANLARINA GİDERKEN BİLE ÇOĞU SINIFLANDIRILMIŞ OLARAK GİDECEĞİNDEN; KONTROLU DAHA GÜVENLİ VE KOLAY OLACAKTIR.

 TOPRAK, SU HAVA TEMASI OLMAMALI.

ŞU AN YAPILAN UYGULAMALAR GİBİ AÇIK ALANLARA ÖZELLİĞİ NE OLURSA OLSUN YIĞILMAMALI, ATILMAMALIDIR.

 Her yıkıntıya toz olmasın diye su sıkılmamalıdır. Hm kimyasal yayılmasına hem değişik yeni kimyasalların oluşmasına ve bulaşmasına neden olabilir.

 Acele olarak depolanan bu malzemelerde ileride kaçınılmaz olarak ortaya çıkabilecek yangınlar nedeniyle çok çeşitli ve kayıtlarda isimlendirilmemiş zehirli gazların yayılması hem hava su toprak kirliliğine, kısa sürede canlıların ölümüne bile neden olabilecektir.

 Hasarlı ve yıkılması gereken yapılar için bütün bu işlemlerden sonra yeniden aynı işlemler uygulanmalıdır.

ÖZETLE ANLATMAYA ÇALIŞTIĞIM BU BİLGİLERE DAHA NİCELERİ EKLENEBİLECEĞİNİ BİLEREK; ÇEŞİTLİ PLANLAR DOĞRULTURUNDA, ANALİZ EDİLEREK İŞLEM YAPMAK ÖNEM İÇERMEKTEDİR.  YOKSA GELECEĞİMİZ YOK EDİLMEKTEDİR.

Cemalettin KÜÇÜK

Metalürji Yüksek Mühendisi

Antakya’da enkazın arasında kalan tarih yok ediliyor: Enkaz kaldırma durdurulsun!

0

Yusuf YAVUZ

Antakya’da kentsel ve arkeolojik sit alanlarındaki tescilli ve tescilsiz tarihi binaların enkazının ‘temizlik’ yaparcasına kaldırıldığına işaret eden örgütler, önlem alınması çağrısında bulundu.

Depremin vurduğu Antakya’daki tarihi binaların enkaz kaldırma işleminin acilen durdurulması için ilgili bakanlıklara başvuru yapıldı. Antakya Tarihi Kent Merkezi’nde, henüz tescilli yapıların bile koruma altına alınamadığına dikkat çeken sivil toplum örgütleri, ağır iş makinalarıyla ve çok hızlı bir enkaz kaldırma çalışması yapıldığına işaret ederek ilgili bakanlıklara başvuru yaptı. Arkeolojik ve kentsel sit alanı olan tarihi kent dokusu içinde 600 civarında tescilli, 1300’e yakın tescile değer yapı bulunduğuna dikkat çekilen başvuruda, bu yapıların tümünün “kontrollü enkaz kaldırma” kapsamına alınması talep edilerek, “Bu önlemler alınmadan sürdürmekte olduğunuz ‘temizlik’ harekâtı, yüzlerce yıllık Roma, Memlük, Osmanlı, Fransız mandası dönemi, erken Cumhuriyet ve Modern Miras dokusuna ait yapıların kalan izlerini de yok edecektir” denildi.

Depremin vurduğu illerin başında gelen Hatay’ın tarihi kent merkezi olan Antakya ilçesinde yürütülen acele enkaz kaldırma çalışmaları sırasında koruma altındaki tescilli yapıları ve tescile değer durumdaki yüzlerce yapının kalıntılarının yok edilmemesi için sivil toplum örgütlerinden ortak açıklama yapıldı.

KORUMA ÖRGÜTLERİ VE PLATFORMLAR HAREKETE GEÇTİ

Hatay Ortak Meselemiz Platformu, Yeniden Antakya Platformu, Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği, Antakya Medeniyetler Korosu, Korder- Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği, Mimarlar Derneği 1927, Çekül Vakfı Türk Serbest Mimarlar Derneği, Tarihsel Çevre ve Yapı Korumacıları Derneği ve Anadolu Sanat Tarihçileri Derneği gibi sivil toplum örgütlerinin imza koyduğu ortak bildiride, Antakya tarihi kent merkezindeki enkaz kaldırma işleminin acilen durdurulması istendi.

İKİ AYRI BAKANLIĞA YAZILI BAŞVURU YAPILDI

Antakya Tarihi Kent Merkezi’nde, henüz tescilli yapılar bile koruma altına alınamamışken, ağır iş makinalarıyla, çok hızlı bir enkaz kaldırma çalışması yapılıyor. Yerel platformlardan paylaşılan fotoğraf ve videolar üzerine bir araya gelen koruma platformları, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvuruda bulunarak Antakya’nın tarihi kent merkezindeki enkaz kaldırma çalışmalarının acilen durdurulmasını talep ettiler.

‘ÖZGÜN MİMARİ MALZEMELER YENİDEN ONARIMDA KULLANILABİLİR’

Enkaz kaldırma çalışmalarında alanda adeta “temizlik” yapıldığına işaret edilirken söz konusu bölgede tescile değer olan 1500’e yakın yapı bulunduğu kaydedildi. Enkaz kaldırma çalışması yürütülen alanın Kentsel Sit, 1. Derece Arkeolojik ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı statüsünde olduğuna dikkat çeken sivil toplum örgütleri, kalıntıların büyük özenle ve uzmanlar eşliğine kaldırılması halinde, birçok tarihi yapıda bulunan özgün yapı duvarı, dolaplar, tavanlar ve oymalı taşlar gibi değerli elemanların yeniden onarımlarda kullanılabileceğine işaret ediyor.

‘ÜLKENİN YETİŞMİŞ KADROLARI DESTEK VERMEK İÇİN DAVET BEKLİYOR’

Koruma Platformlarının yaptığı ortak açıklamada, konuyla ilgili yapılması gerekenler de sıralanıyor. Enkaz alanının büyüklüğünü, iş gücü yetersizliğini, enkazlar altında halen cenazeler olmasının yarattığı zorlukları bildiklerini söyleyen platformlar, ülkenin tüm yetişmiş kadrolarının bu konuda destek vermek üzere göreve davet beklediğini hatırlatarak acil olarak yapılması gerekenlere dikkat çekiliyor.

ENKAZ KALDIRMA İŞLEMLERİ İLGİLİ KANUNA GÖRE YAPILMALI

Buna göre 1 Nisan 2023’den itibaren Antakya’da kentsel ve arkeolojik sit alanları içindeki enkaz kaldırma işleminin durdurulması, Antakya Koruma Amaçlı İmar Planı ile tespit edilmiş tüm tescilli ve geleneksel (tescile önerilen) yapıların emniyet bandı ve tabelalarla işaretlenerek enkazlarının koruma altına alınması isteniyor. Kentsel ve arkeolojik sit alanlarında yapılacak tüm enkaz yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisinde yürütülmesi gerektiğine işaret edilen açıklamada, tüm enkaz kaldırma iş ve işlemlerinde Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda öngörülen, kural ve koşullara uygun davranılması talep ediliyor.

ÇOK SAYIDA MESLEKİ KORUMA ÖRGÜTÜ VE PLATFORM İMZA KOYDU

Hatay Ortak Meselemiz Platformu, Ortak Akıl Antakya Platformu, Hatay Turizm Derneği, Hatay Fotoğraf Sinema Derneği, Buradayız Hatay Derneği, Yeniden Antakya Platformu, Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği, Kadop-Kadim Antakya Dostları Platformu, Nehna, Alikev, Ayhan Kara Vakfı, Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu, Antakya Medeniyetler Korosu, Hatay Sosyal ve Kültürel Kalkınma Derneği Korder- Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği, Mimarlar Derneği 1927, Çekül Vakfı Türk Serbest Mimarlar Derneği, docomomo_Türkiye Ulusal Çalışma Grubu, Europa Nostra Türkiye, Tarihsel Çevre ve Yapı Korumacıları Derneği, Anadolu Sanat Tarihçileri Derneği gibi mesleki STK ve koruma platformları tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın ilgili birimlerine iletilen başvuru dilekçesinde şu ifadelere yer verildi:

‘ÖNLEM ALINMAZSA YÜZLERCE YILLIK KENTSEL MİRAS YOK EDİLECEK’

“Antakya Tarihi Kent Merkezi’nde, henüz tescilli yapıların koruma altına alınması bile tamamlanamamışken, ağır iş makinalarıyla ve çok hızlandırılan bir enkaz kaldırma çalışması yapılmakta olduğu belgelenmiştir. Kentsel, 1. Derece ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı içinde yer yer ‘temizlenmiş’ alanlar açma uğruna, tescilli ya da tescile değer nitelikteki yapı kalıntıları hızla yok edilmektedir. Sit Alanları içindeki enkaz kaldırma çalışması, herhangi bir yerleşmedekine benzememelidir. Süratli ve kontrolsüz yapılmamalıdır Kentsel Sit Alanı içinde 600 civarında tescilli, 1300’e yakın tescile değer yapı vardır. Bunlar Koruma Amaçlı İmar Planı ile tespit edilmiş durumdadır. Bu yapıların tescilli olma şartı aranmadan tümünün sahada işaretlenerek ‘kontrollü enkaz kaldırma’ kapsamına alınmaları gereklidir. Bu önlemler alınmadan sürdürmekte olduğunuz ‘temizlik’ harekâtı, yüzlerce yıllık Roma, Memlük, Osmanlı, Fransız mandası dönemi, erken Cumhuriyet ve modern miras dokusuna ait yapıların kalan izlerini de yok edecektir.”

ENKAZ KALDIRMA SIRASINDA YAPILMASI GEREKENLER

Depremin ardından yaşanan zorlu süreçte kültür varlıklarının daha fazla zarar görmemesi için yapılması gerekenlere de değinen Koruma Platformları, bununla ilgili atılması gereken adımları şöyle sıraladı:

  • Deprem sonrası müdahalelere esas oluşturmak üzere, sit alanları ile tescilli veya tescilsiz kültürel miras niteliğinde yapıların konumları ve sınırlarını gösteren haritalar ilgili kurum ve kuruluşlara ivedilikle iletilmeli; bunlarla ilgili yerinde gerekli işaretlemeler yapılmalıdır.
  • Bu alanlarda tespit, değerlendirme ve enkaz kaldırma çalışmaları çok büyük bir hassasiyetle, enkaz sahibine de haber verilerek ve mutlaka uzman gözetiminde gerçekleştirilmeli; bu alanlara ağır iş makineleri sokulmamalıdır.
  • Enkaz kaldırma işlemi öncesi mutlaka fotoğrafla detaylı belgeleme yapılmalıdır.
  • Yıkılmış ve büyük oranda hasar görmüş kültür varlıklarının yapı malzemeleri, onarım ve restorasyon çalışmalarında kullanılabilecek ve yıkılan yapılardan izler taşıyan değerli nesnelerdir.
  • Kültür varlıklarına ait kalıntıların, ulaşımı aksatması ya da çevre için tehlike yaratması durumunda öncelikle parseli içinde toplanarak istiflenmesine, başka bir yere taşınmaması; başka bir yere taşınmasının zorunlu olduğu durumlarda diğer molozlardan ayrıştırılarak (ayrı bir alanda ve mümkün olduğunca yapı ve yapı adası bazında ayrı ayrı tasnif edilerek) saklanması; ayaktaki tehlike arz eden yapı ve yapı kalıntılarını yıkmak yerine mümkün olduğunca askıya alınarak yerinde tutulması, yerleşmenin özgünlüğünün korunabilmesi açısından önemlidir. Bu konu enkaz kaldırma çalışmalarına acilen dâhil edilmelidir.

Hollanda’da teneke kutularda satılan içeceklerde depozito dönemi başladı

0

Yusuf Özkan

Hollanda’da çevre kirliliğini önlemek amacıyla teneke kutularda satılan içeceklerden depozito alınması uygulaması başladı.

Teneke kutu başına 15 cent depozito alınacak. Bu yöntemle her yıl milyonlarca kutunun çevreye atılmasının önüne geçilmesi amaçlanıyor.

İçecek üreticileri ve süpermarketlerin, pahalı ve karmaşık olacağı gerekçesiyle karşı çıktığı depozito uygulaması, hükümetin ısrarı sonucu 1 Nisan itibariyle yürürlüğe girdi.

Yaklaşık 5 bin süpermarkette boş teneke kutuları teslim noktaları oluşturuldu. Ayrıca akaryakıt ve tren istasyonları ile spor kulüpleri gibi yaklaşık 22 bin farklı noktada da teneke kutular iade edilebilecek.

Hollanda Çevre Merkezi’ne göre, bir alüminyum kutunun doğada parçalanması 50 yıldan fazla sürüyor.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi: Bir fidanla yaşama sahip çık

0

AMED – Mezopotamya Ekoloji Hareketi, “Bir fidanla yaşama sahip çık” şiarıyla geçen yıl başlatmış olduğu fidan dikme etkinliğini, bu yıl depremde yaşamını yitirenlere adayacak.

Mezopotamya Ekoloji Hareketi, yaptığı yazılı açıklamada geçtiğimiz yıl başlattıkları “Bir fidanla yaşama sahip çık” fidan dikme etkinliğini, bu yıl da depremde yaşamını yitirenlere adadıklarını belirtti. Açıklamada, 1 ve 10 Nisan tarihleri arasında, Kürdistan ve Türkiye’nin her alanında “Tu jî darekê biçîne, jiyanê şîn bike /Sen de bir ağaç dik, yaşamı yeşert” sloganıyla, ekoloji örgütleri, sivil toplum örgütleri ve tüm halklara kampanyaya katılım ve destek çağrısında bulunuldu.

‘İNSANSIZLAŞTIRMA POLİTİKASI YÜRÜTÜLÜYOR’

Açıklamada şöyle denildi: “Sistemin, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında ormanları katleden, özellikle Kürdistan coğrafyasında ormansızlaştırma politikalarıyla bütünüyle yaşamın tasfiye edilmeye çalışılmasıyla karşı karşıyayız. Kürdistan’da yürütülen sıcak savaş sürecince yok edilen ormanların yanında, son yıllarda ‘Güvenlik bahanesiyle’ binlerce ağaç köklerinden sökülüyor, ormansızlaştırma, insansızlaştırma , ‘yok etme’ politikaları devam ettiriliyor.

HAFIZAYI SİLMEYE DÖNÜK EYLEMLER 

Tıpkı ormanlara müdahale edildiği gibi, kentlere, kırsal alanlara, tarım alanlarına politik ve rant odaklı sebeplerle, bir devlet pratiği olarak şirketleşen iktidar eliyle, sistemin yaygınlaştırılmaya çalışması, doğayı yok ettiği gibi bütünüyle hafızayı silmeye dönük eylemler gerçekleştirilmektedir. Doğadan kopuk, hiyerarşik alınan kararlarla kapitalizmin yüzü tüm alanlara sirayet ettirilmektedir.

POLİTİK SEBEPLERİ BARINDIRMAKTADIR 

6 Şubat’ta Pazarcık merkezli gerçekleşen ve birçok yeri etkileyen deprem; sistemin ranta dayalı mekanizmalarıyla felakete dönüşmüştür. On binlerce insan ve canlı yaşamını yitirmiş, yaşam alanları adeta yok olmuştur.  iktidarın, bu felaketin ardından yine aynı akılla, demokratik ve ekolojik olmayan yöntemlerle hızlıca bir yapılaşma sürecine girmesi içerisinde yine aynı rant odaklı ve politik sebepleri barındırmaktadır. Yaşanan deprem felaketini de, yitirdiğimiz canları da unutmayacağız.”

FAO TÜRKİYE-SURİYE DEPREM RAPORU

Deprem bölgesinde tarımsal üretime başlamak için acilen 112 milyon dolar gerek

6 Şubat depremlerinde tarımsal üretimin yüzde 20’den fazlasının zarara uğradığını, sektörde maddi hasarın 1,5 milyar dolar kaybınsa 5,1 milyar dolar olduğunu saptayan FAO, aileleri desteklemek ve üretime başlamak için 112 milyon dolar istiyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 6 Şubat depremlerinin Türkiye ve Suriye’deki tarımsal üretime verdiği zararı ve uzun vadeli ve dolaylı etkileri izlediği raporunu yayımladı. 

FAO raporunda, “Türkiye’deki etkiyle ilgili ilk değerlendirmeler[in], mahsuller, hayvancılık, balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği de dahil olmak üzere tarıma ve etkilenen bölgelerdeki kırsal altyapıya ciddi zararlar verildiğini göster[diğini]” belirledi. 

Türkiye tarımsal üretiminin
yüzde 20’sinden fazlası zarar gördü

FAO 6 Şubat depremlerinin Türkiye’nin “verimli hilali” olarak bilinen, tarımsal GSYİH’nin yaklaşık yüzde 15’ini üreten ve Türkiye’nin tarımsal gıda ihracatının yaklaşık yüzde 20’sini sağlayan bölgede 15,73 milyon insanın yaşadığı 11 önemli tarım kentini ciddi olarak etkilediğini saptadı. 

Deprem bölgesi halkının üçte
birinden fazlası kırlarda yaşıyor 

Rapor depremlerden “en çok etkilenen bu illerdeki nüfusun üçte birinden fazlası[nın] kırsal alanlarda yaş[adığını] ve geçimlerini sağlamak için tarıma dayan[dığını]” saptayarak “bozulan tedarik zincirleri ve finansal zorluklar[ın], kırsal kesimdeki ailelerin üretim girdilerine erişme ve bunları karşılama mücadelesini şiddetlendirerek, temel ihtiyaçları[nı] karşılayamamaları ve ailelerinin geçimini sağlayamamalarına neden ol[duğunu]” saptıyor.

Maddi zarar 1,3 milyar dolar,
kayıp 5,1 milyar dolar

Depremlerin tarıma yönelik etkileri üzerindeki ilk değerlendirmelerde ön tahminlere göre, sektör 1,3 milyar dolarlık maddi zarar ve 5,1 milyar dolarlık kayba uğradı. Hasar, tarımsal altyapı, hayvancılık ve mahsuller türünden tamamen veya kısmen tahrip olmuş fiziksel varlıkların ve stokların yerlerine konma veya onarım maliyetini ifade ederken kayıp, depolanmış mahsullerin yok olması nedeniyle gıda varlığının azalması ve gıda fiyatlarının artışı gibi hasarın ekonomik ve üretime dönük etkilerinin ifadesi olarak değerlendiriliyor. 

Hayvancılık da büyük darbe aldı

Raporda, depremlerin “Çöken binaların, faaliyette olmayan gıda sektörü yapılarının, zarar görmüş mahsullerin ve depolama tesislerinin yanı sıra, geniş hayvancılık bölgelerini vurdu[ğu], ahırları tahrip etti[ği] ve hayvan kayıpları ve sakatlanmalarına yol açtığı” tespit ediliyor.

Bu arada “balık üretimi[nin] de tehlikeye girdi[ği], 34 balık çiftliği ve üç balıkçı limanı[nın] etkilendi[ği] ve kilit [önemdeki] balık türlerinin kaybedildiği” tespit ediliyor. Bu alanda en çok zarara “küçük balıkçılar ve su ürünleri üreticileri”nin uğradığı, “çalışmalarını sürdürememeleri nedeniyle önemli gelir kayıplarına uğrayacak[ları” kaydediliyor.

FAO alarm verdi

BM Gıda ve Tarım Örgütü deprem bölgesindeki durumu şu sözlerle değerlendirdi: “Bölgede tarımsal girdilere erişim giderek zorlaşmış, işgücü kayıpları ve kıtlığı nedeniyle çok sayıda tarım ve hayvancılık faaliyeti durma noktasına gelmiştir. Bu güvencesiz durum, yaz hasat mevsimi yaklaştıkça daha fazla endişe uyandırmaktadır.”

Çiftçiler: Çok geç olmadan
gübreye ihtiyacımız var

Çiftçilerle yaptıkları görüşmelere de yer veren rapor, Gaziantep Nurdağı’ndan çiftçi Mesut Özer’in gözlemlerini aktarıyor: “Yağışlar sona ermeden ekim yapmak, sulama kanallarımıza ve tarımsal altyapımıza verilen zarar göz önüne alındığında, önümüzdeki yıl için sağlıklı bir ürün sağlamak için tek şansımızdır. Artık çok geç olmadan gübreye ihtiyacımız var.” 

FAO’nun çağrısı:
Acilen 112 milyon dolar gerek

FAO, Türkiye’deki depremden etkilenen ailelere ve topluluklara acil ve uzun vadeli destek sağlamak için acilen 112 milyon dolar istiyor. Buna, Şubat ayında yayınlanan Birleşmiş Milletler Türkiye Flaş Çağrısı kapsamında 900 bin kırsal kesim insanına hızla nakit, hayvancılık ve tarımsal destek sağlamak için 25 milyon dolar da dahil. 

FAO, bugüne kadar Acil Durum ve Rehabilitasyon Faaliyetleri Özel Fonu (SFERA) ve iç kaynakları aracılığıyla bu gereksinimlerin sadece 1,5 milyon dolarlık kısmını karşılayabildi. 

FAO Orta Asya Alt Bölge Koordinatörü ve FAO’nun Türkiye Temsilcisi Viorel Gutu, çiftçilerin taleplerini dünya kamuoyunun gündemine taşıyor: “Dikim sezonu son tarihi yaklaşıyor. Gübre ve tohum sağlayarak çiftçilerimizi acilen desteklememiz gerekiyor” dedi  “Bu, bu yıl mahsul üretim seviyelerini korumak için tek şansımız. Ayrıca sağlıklarını ve üretkenliklerini korumak için hayvanlara yem sağlamamız gerekiyor.”

FAO’nun Suriye’deki hasar ve kayıplara ilişkin değerlendirmesinin, depreme yanıt verme planı ve stratejisiyle birlikte yakında açıklanması bekleniyor. 

(AEK) 

Genç İklim Hareketi: Gençlerin sesine ne zaman kulak verilecek?

Genç İklim Hareketi, ülkedeki iklim krizine dikkat çekerek, “Seçim vaatlerine deprem ve iklim krizinin de eklenmelidir. Çocuklara ve gençlere söz hakkı verilmiyor. Bu nereye kadar devam edecek” dedi.

Genç İklim Hareketi adı altında bir araya gelen gençlik grupları, “Depremlere ve iklim afetlerine dirençli bir Türkiye” sloganıyla İstanbul Kadıköy’deki Gazhane Müzesi önünde açıklama gerçekleştirdi. Yüzlerce gencin katıldığı açıklamada, “Gençlerin adayı ol seçimlerde iklimi unutma” pankartı açarak, “İklimi değil sistemi değiştir” ve “Şirketleri değil gezegeni kurtar” sloganları attı.

Açıklamayı, İklim Değişmeden Değiş Ekibi’nden Dicle Naz Yazman, İklim Öncüleri Ekibi’nden Damla Yiğit ve İklim İçin Türkiye Ekibi’nden Enver Furkan Karaer yaptı.

“SİYASİ PARTİLER VE MİLLETVEKİLLERİNDEN BİLİMİ DİNLEMELERİNİ İSTİYORUZ”

Genç İklim Hareketi iklim krizine dikkat çekti
Fotoğraf: MA

Gençlerin tüm adaylardan ve siyasi partilerden taleplerinin net olduğunu belirten Dicle Naz Yazman, seçim vaatlerine deprem ve iklim krizinin de eklemeleri gerektiğini söyledi. 11 kenti etkileyen ve on binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden Mereş merkezli depremlerin tehlikeleri gündeme getirmeye çalışan bilim insanlarına kulak verilmemesinden dolayı büyük bir yıkıma neden olduğunu söyledi. Yazman, “Bu afet sonrasında ülkece fark ettik ki; alanında uzman bilim insanlarını dinlenmediğinde, doğa olayları felakete dönüşüyor. Bilim insanları yıllardır iklim krizi ile ilgili uyarılarda bulunuyor, karar alıcılar ise bu ikazlara yine kulak vermiyorlar. Bizler, iklim krizinin de benzer bir felakete dönüşmesini engellemek istiyoruz. Bu sebeple tüm adaylar, siyasi partiler ve milletvekillerinden bilimi dinlemelerini istiyoruz” dedi.

“GENÇLERE SÖZ HAKKI VERİLMİYOR”

Genç İklim Hareketi iklim krizine dikkat çekti
Fotoğraf: MA

İklim krizi ve depremle mücadelenin seçim vaatleri arasına alınmasını isteyen Yazman, “İhmalkarlığın ne düzeyde felaketlere sebep olduğunu çok acı bir şekilde gördük. Her sabah dünden daha kötü habere uyanmaktan çok yorulduk. Biz, çocuklara ve gençlere söz hakkı verilmiyor. Bilim insanları dinlenmiyor. Bu böyle nereye kadar devam edecek?” diye sordu.

“GENÇLERE KULAK VERİLSİN”

Gelecekleri hakkında büyük kaygılar yaşadıklarını kaydeden Damla Yiğit de şunları belirtti: “Tüm bu yaşananlara, biz iklim aktivistlerinin ‘imdat’ çağrısına ne zaman kulak verilecek? Tüm bunlara karşı 6 gençlik ekibi olarak, Change.org’da, adayların iklim afetleri ve depremlere yönelik etkin politikalar oluşturmaları ve iklim krizi ile mücadelede somut vaatler vermelerini talep eden bir imza kampanyası başlattık. Kampanyamıza herkesin desteklerini bekliyoruz. Sesimizi duyun.”

Daha sonra konuşan Enver Furkan Karaer ise, yenilenebilir enerji kaynakları konusunda Türkiye’nin inanılmaz bir potansiyele sahip olduğunu ifade ederek, Kazdağları’ndaki, Akbelen’deki madenler, Akkuyu’daki nükleer santral reva mı?” diye sordu. (İstanbul/MA)

TARİHSEL İKLİM ADALETİ KARARI

BM iklim yükümlülüklerini yerine getirmeyen devletleri Uluslararası Adalet Divanı’na verecek

BM Genel Kurulu Çarşamba günü oybirliğiyle aldığı kararla, iklim kriziyle mücadele yükümlülüklerinin gereğini yapmayan devletlere uygulanacak yaptırımlar konusunda Uluslararası Adalet Divanı’ndan mütalaa istemeye karar verdi.

BM Genel Kurulu, Çarşamba günü oturumunda devletlerin iklim kriziyle mücadele yükümlülüklerini açıklığa kavuşturmak ve ülkelerin iklim eylemsizlikleri için karşılaşması gereken yaptırımları belirlemek üzere Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) mütalaa istenmesini oybirliğiyle kabul etti.

Vanuatu öncülük etti

Kararın alınmasında aşırı iklim etkilerine karşı savunmasız küçük bir Pasifik ada ülkesi olan Vanuatu yöneticileri ve genç iklim aktivistleri öncü rol oynadı. 

Vanuatu Başbakanı İşmael Kalsakau, “Bugün iklim adaleti adına destansı boyutlarda bir kazanıma tanık olduk” dedi. “Bugünkü tarihsel  karar, çok taraflı iklim işbirliğinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu, uluslararası hukukun üstünlüğünü korumaya daha fazla odaklanan ve insan haklarını ve kuşaklar arası eşitliği iklim adına karar almada en öne taşıyan bir çığır açtı.” 

İklim değişikliğiyle mücadele eden Pasifik Adası öğrencilerinin (PISFCC) başkanı Cynthia Houniuhi, “Dünya Pasifik gençliğine kulak verdiği için çok mutluyuz” dedi. “Bizim hiçbir kusurumuz olmadığı halde yıkıcı tropikal siklonlar, sel, biyolojik çeşitlilik kaybı ve deniz düzeyinin yükselmesi tehdidiyle yüz yüzeyiz. Oysa, ülkelerimizi boğan küresel salımlara en az katkısı olanlar da bizleriz” dedi.

“Gençler olarak, gezegenimizin öldürücü salımları durdurmadaki başarısızlığı bizim için bir teorik sorun değil. Bu bizim bugünümüz ve tükenmekte olan geleceğimizdir.”

BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri
Volker Türk: “Dönüm noktası”

Genel Kurulun kararını “Dönüm noktası niteliğinde” olarak değerlendiren BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, Uluslararası Adalet Divanı’nın mütalaasının “küresel ısınmayı durdurmak ve iklim kaynaklı insan hakları ihlallerini sınırlamak ve düzeltmek için gereken acil, iddialı ve adil iklim eylemliliği doğrultusunda önemli bir katalizör olabil[eceğini]” söyledi. 

Türk, “Devletlerin iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp ve zararları hafifletmek ve bunlara uyum sağlamak ve bunları ele almak için yükümlülükleri var” dedi. “Bu uzmanlığı bu son derece önemli süreçte Uluslararası Adalet Divanı önünde paylaşmayı dört gözle bekliyoruz.”

Ayrıca, kararın “gelecek kuşaklar için bugün eylemde bulunmanın geçerliliğinin açıkça tanınmasını” da memnuniyetle karşıladı.

ABD karara katılmadı

ABD dışında 120’den fazla ülke tarafından ortaklaşa desteklenen karar, ülkeleri yargı önünde iklim başarısızlıklarından sorumlu tutmak isteyen küresel iklim adaleti hareketi için bir tür yasal turnusol testi oluşturulmasına yardımcı olacak.

Biden yönetimi kararın alındığı gün Meksika Körfezi’nin 73 milyon dönümlük bir alanı petrol ve gaz sondajı yapılmak üzere ihaleye açmış ve kendi kendini “iklim başkanı” ilan eden Biden karardan birkaç gün önce  Alaska’da, ABD toprakları üzerindeki en büyük “karbon bombalarından” birini doğuracak onlarca yıl boyunca sürecek muazzam bir petrol ve gaz sondaj projesini onaylamıştı. 

İklim adaleti açısından bir ilk

BM tarafından dünyanın en yüksek mahkemesinden istenecek görüş yerel mahkemelerde bağlayıcı olmayacak olsa da, uluslararası hukuk kurallarının oluşturulması açısından mahkemeler ve hükümetler üzerinde etkili olabilir. Bu karar aynı zamanda, iklim karşısında savunmasız devletlerin ve doğa savunucularının ülkeleri, eylemleri ve eylemsizliklerinden sorumlu tutmalarına yardımcı olarak iklimle ilgili açılan davaları güçlendirme umudunu besleyen ve uluslararası hukuk kapsamında iklim eylemi yükümlülükleri oluşturmaya yönelik ilk girişimi temsil ediyor.

Karar, küresel toplumun iklim değişikliği konusundaki söylemiyle eylemi arasındaki uyumsuzluğun sonucu olarak deniz düzeyinin yükselmesiyle varoluşsal bir tehdide maruz kalan Vanuatu gibi ülkelerde artan hayal kırıklığının yol açtığı protestolardan doğdu. Hayal kırıklığı, Vanuatulu hukuk öğrencilerinin öncülüğünde bir gençlik hareketini ateşledi ve Pasifik’teki Yerli avukatlar harekete yol gösterdi. 

Özünde, Uluslararası Adalet Divanı tavsiyesi, ülkelerin 2015 Paris İklim Anlaşması gibi bağlayıcı olmayan anlaşmalarda altına girdikleri yükümlülükleri yerine getirmelerinin yasal bir zorunluluk olup olmadığını ve yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin dava konusu olup olmayacağını belirlemeye yardımcı olacak. 

Karar, küresel ısınmayı azaltmak ve yıkıcı iklim kaosundan kaçınmak için fosil yakıtların aşamalı olarak devreden çıkarılması gerekliliğinin altını çizen BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) nihai raporundan bir hafta sonra alındı. Yenilenebilir enerjilere ve yeşil teknolojiye geçişin yeterli olmadığı uyarısında bulunan bilim insanları, fosil yakıt projelerinin genişletilmesi değil, aşamalı olarak kaldırılması gerektiği uyarısında bulundu.

Kuşaklar arsı eşitlik
mücadelesinde tarihsel bir an 

Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın küresel siyasi strateji başkanı Harjeet Singh, “BM’nin iklim değişikliği konusunu dünyanın en yüksek mahkemesine götürme kararı, iklim adaleti, insan hakları ve kuşaklar arası eşitlik mücadelesinde tarihsel bir andır” dedi

“[Uluslararası Adalet Divanı’nın] mütalaası, çevrenin ve gelecek nesillerin iklim etkilerinden korunmasında devletlerin yükümlülükleri bağlamında önemli bir hesap verebilirlik aracı olarak hizmet etmelidir.”

Yaklaşık 325 bin nüfusuyla Fiji’nin 500 mil batısındaki bir takımada olan Vanuatu, geçen ay 72 saatte 4. kategoride 2 kasırgaya maruz kaldı. Kasırgalar, altyapıda yaygın hasara ve geniş çaplı tahliyelere yol açtı ve ada sakinleri birkaç gün boyunca su ve elektriksiz kaldı.

Vanuatu, Solomon Adaları, Madagaskar ve Sri Lanka gibi gelişmekte olan ada ülkeleri, küresel sera gazı salımlarına en az katkıda bulundukları halde kasırgalar, seller, kuraklık ve su ve gıda güvenliğini tehdit eden ve zorunlu göçü körükleyen aşırı sıcak gibi düzensiz ve aşırı hava olaylarının yükünü taşıyanlar onlar oluyor. 

BM’nin tarihsel kararı ülkelerin Mısır’da ilk kez bir araya gelerek, iklim adaptasyonu ve hafifletmeyle önlenemeyecek kadar geç kalınmış olan aşırı hava olaylarının ve deniz seviyesindeki yükselişin geri dönüşü olmayan etkilerini telafi etmek üzere bir kayıp ve hasar finansman yapısı oluşturmalarını da kapsıyor.  

Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi’nden Nikki Reisch, “Uluslararası Adalet Divanı, fosil yakıtların iklim krizini yönlendirdiğine dair açık bilimsel kanıtları, şimdi bu yakıtların aşamalı olarak ortadan kaldırılması ve kanıtlanmış, mevcut çözümleri uygulatmak üzere açık yasal zorunluluklara dönüştürebil[eceği], tavsiye niteliğindeki bir mütalaa[nın], devletlerin harekete geçmemesinin neden olduğu acıların hesabının verilebilirliğini teşvike yardımcı olabil[eceğini]” söylüyor.

(AEK)

Gazipaşa plajlarını betona gömecek

Antalya’nın kitle turizminden uzak köşesi Gazipaşa’nın iki ünlü plajını betonlaşmaya açacak imar planlarına tepki gösteren Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç, bölgede 150 dönüm yer kapatan bir AKP kurucusuna dikkat çekti.

haberimizvar.net- Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki cennet köşelerden Selinus ve doğal havuzlarıyla ünlü Koru plajlarını betonlaşmaya açan imar planına Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç’tan da tepki geldi. Aslen Gazipaşalı olan Tunç, iki plajdaki betonlaşma tehdidinin detaylarını sosyal medya hesabında kaleme aldığı uzun bir metinle anlattı. “Gazipaşa kıyıları betonlaşıyor mu?” diye soran Ferruh Tunç, “Bu haber ya da iddia bazı gönüllüler tarafından sorumluluğa çağırı niteliğinde geçtiğimiz ay bana iletildiğinde, önce konuya ilişkin bilgi edinmek, işlemi yürüten kurum sorumlularından bilgi almak istediğimi söyledim. Sayın belediye başkanı ve bir belediye meclis üyesi ile görüştüm. Geçtiğimiz günlerde sosyal medya üstünden konu ile ilgili Gazipaşa’da halka açık bilgilendirme toplantısında yapılan açıklamaları, sorulan soruları ve verilen cevapları izledim” diye söze başladı.

 SELİNUS PLAJINA BETON TEHDİDİ

 Gazipaşa’nın Bıçkıcı, Selinus ve Koru isimli 3 plajından son ikisinin koruma alanı ve turizm bölgesi ilan edilmesiyle başlayan imar plan sürecinin tamamlandığını belirten Tunç, “Bu alanların plana göre kullanımına olanak sağlayacak olan, plancıların ‘18 uygulaması’ dedikleri, arsaların plana uygun hale getirilmesi çalışması işi de tamamlanmak üzeredir. Öncelikle Gazipaşa kıyılarının koruma-turizm alanı çerçevesinde imar planlarının tamamlanmış olduğunu yeni öğrenmiş olmaktan mahcubiyet duyduğumu itiraf etmeliyim. Son iki buçuk yılında Antalya’da, bundan önceki otuz yılda ise Ankara’da ve İstanbul’da yaşayan bir Gazipaşalı olarak sevgiyle bağlı olduğum memleketimin ve hemşerilerimin geleceğine ilişkin böylesine önemli bir gelişmeden neden zamanında haberdar olamadığım hakkında kendimi bir hayli suçladım” dedi.

 GAZİPAŞA’DA SİYASET SAVAŞLARI

 Tunç yazısını şöyle sürdürdü: “Ama konu ile ilgilendikçe gördüm ki, bu konuda hiç de yalnız değilmişim! Plan sürecinden, kıyıda büyük ölçekte arsası olmayan her Gazipaşalı habersiz! Yakında sosyal medyada izlediğimiz toplantıda söylenenlere bakılırsa, plandan bazı yerel politikacılar ve belediye meclis üyeleri bile habersiz! Tabii, hal böyle olunca geçmiş belediye seçimlerinde Gazipaşa’da neyin kavgası veriliyordu diye sormaktan da kendimi alamadım. Sahi, seçmenler bundan daha önemli olan hangi kent meselelerine, sunulan ne çeşit çözümlere göre seçimlerini yaptılar, başkanlarını seçerken? Ya da adaylar hangi konularda ne türden vaatler verdiler? Kırk satır mı, kırk katır mı demokrasisini başka zaman konuşuruz”.

 150 DÖNÜM YER KAPATAN AKP’Lİ

 Plan hazırlanırken, itiraz ve revizyonlar yapılırken, yatırımcılarla görüşülürken, bakanlık ve Büyükşehir değerlendirme ve onayları alınırken, kararlar askıya çıkarken Gazipaşa halkı başta olmak üzere konunun paydaşlarının fikrinin alınmadığını belirten Ferruh Tunç, “İşin bir ilginç yanı yatırımcılar lafı da yanıltıcı burada. Ortada 150 dönümü civarında yer kapatmış, iktidar partisi kurucu ekibinde yer almış, siyasi gücü yüksek, geçmişte belediye seçimlerine belediye mülklerine haciz koydurarak müdahil olmuş, bir büyük yatırımcı var! Farklı partileri destekleyen seçmenler olarak, şimdi gelin biz birbirimizle uğraşmayı sürdürelim, o veya bu belediye başkanını seçelim, partilerimizin siyaset yapma ve başkanlarımızın yönetme tarzlarının pek de öyle birbirinden farklı olmayabileceğini bir kere daha hüzünle fark edebiliyoruz burada” dedi.

 PLANDAN MEMNUN OLMAYANLAR

 Gazipaşa’nın kıyılarının betonlaşma tehlikesinden gecikmiş de olsa nasıl haberdar olunduğunu anlatan Tunç, “Plan sürecinde olanlardan pekala haberdar olanların (Konu ile yakın ilgilerini, yerel siyaset ve yerel yönetimdeki konumlarını düşününce aksini iddia etmeleri pek inandırıcı değil!) yürütülmekte olan ‘18 uygulamasından’ memnuniyetsizliklerine borçluyuz bu gecikmiş aydınlanmayı (!). Bu durumu yadırgıyoruz elbette; ama yine de, iyi ki 18 uygulamasından memnun olmamışlar demekten de kendimizi alamıyoruz. Yoksa kent hakkı sahibi Gazipaşalı, çevre sorumluluğu olan yurttaş, binalar dikilince haberdar olacaktı kıyı imar planından. Hangi partiden olursa olsun; aydın, memleketini seven, toprağına ve insanına sahip çıkan Gazipaşalı bu mudur ya da bunu sahiden hak etmekte midir bu elde kalmış son cennet?” diye sordu.

 ‘BİR MİKTAR’ YEŞİL ALAN KALIYOR

 İmar planında neler olduğunu da aktaran Ferruh Tunç, “18 uygulamasına odaklı olduğu için plan hakkında çok genel bilgi verildi sözünü ettiğimiz halka açık toplantıda. Planın felsefesinden, ilkelerinden, değer ve parametrelerinden hiç söz edilmedi. Edinebildiğimiz bilgi kısaca şu: Kıyı kenar çizgisi dahil 100 metre ve halen mevcut 10 metre civarında genişliği olan yol dışında dağ ve kıyı arası arazi 50 dönümden yüksek mülk sahiplerinin (Yeşilyurt İnşaat ve Belediye olarak anlayınız) yüzde seksen, geri kalanı yüzde altmış emsalle ve dört katlı oteller ile dolacak! Dağ eteklerinde denize paralel 15, bu paralel yoldan denize dikine 13’er metrelik yollar var. Çekiş mesafesi 3 metre. Bu dikine yolların kıyı yolu ile buluştuğu yerlerde araç kapasitesi ve ihtiyaç karşılama oranı hakkında yeterli bilgi verilmeyen otoparklar var. Yine büyüklükleri hakkında net bilgi alamadığımız, pek öyle önemli hacimlerde görünmeyen bir miktar yeşil alan ve sanırız tatmin edici ticari alan da var” ifadelerini kullandı.

 İLÇENİN TURİZM TERCİHLERİ YANLIŞ

 Normalde bu sınırlı bilgi ile plan hakkında ayrıntılı bir değerlendirme yapmanın olanaksız olduğunu söyleyen Tunç, “Ama planın sorunu da ayrıntısında değil zaten. Aksine, ayrıntı öncesinde. Gördüklerimiz ve dinlediklerimiz Gazipaşa turizm tercih ve planının yanlış olduğunu açıkça göstermeye yetiyor. Gazipaşa’nın en değerli kıyı toprağı, bir yatırımcı ile belediyenin bire üç civarı aslan payını almak üzere otel binaları ile dolduruluyor. Bütün alan ölçüm bilgilerinden ve ortalama emsal oranlarından yola çıkarak betonlaşan alan ölçüsüne siz ulaşabilirsiniz. Sonra da gözünüzde durumu canlandırır, ya bir maket, ya da üç boyutlu çizimini yaptırabilirsiniz plan gerçekleşmesinin o güzelim alanı ne hale getireceğini görmek için. Bir beldenin en güzel yeri planlanırken böyle şeylerin önceden yapılmış olması gerekmez miydi sizce? Kent meydanlarında maketler, dijital medyada canlandırmalarla, kentlinin kentinin (dolayısıyla kendinin) geleceğini birlikte, sevgiyle ve sorumlulukla planlanmış olması gerekmez miydi?” şeklinde sorguladı.

 HERŞEY DAHİL KİTLE TURİZMİ PLANI

 Gazipaşa kıyılarındaki beton tehdidini anlatan Tunç, yazısını şöyle sürdürdü: “Anladığımız kadar plan, her şey dahil kitle turizmi modelini benimseyerek hazırlanmış. Bu modelle ilgili Alanya’da ve Antalya’da yatak kapasitesi eksikliği olduğunu düşünmüyoruz. Aksine bu sektörde fiyat rekabeti var ve ziyaretçi başına katma değer her yıl azalmakta. İlin ve bölgenin yeni turizm yatırımları planlanırken bu husus dikkate alınmalı ve katma değeri daha yüksek olacak alternatif karakterde bir turizm felsefesi ile yeni yatırımlar planlanmalıdır. Bu hali ile gerçekleşmesi halinde mevcut her şey dahil otel yatırımları yelpazesinde en alt kategoride yer alırız. Çünkü fiyatta yarışmanın sonlarına gelinmiştir ve eşitler arasında Alanya ve yakın çevrenin, turistin tercihini kendine çekecek dışsal tasarrufları (gelişmiş kent yaşamı, sosyal olanakları, gezme görme yerleri ve tesisler, limanlar, ırmak vb.) Gazipaşa’dan daha fazladır”.

 TURİZM HİZMETLERİ GETTOSU OLACAK

 İmar planının salt bir otel yeri planlaması gibi değil, bu türden dışsal tasarrufları dikkate alan entegre bir plan olması gerektiğini vurgulayan Ferruh Tunç, “Alanın imara açılmasında da, bence, bu gün planlananın üçte birini aşmayan bir inşaat ve yatak kapasitesi planlanmalıdır. Bu önerilerimiz, kentin ekonomik ve sosyal yaşam dengesi ve dokusunun korunması için de zorunludur. Kentin dokusunun bir turizm alt hizmetler gettosu haline dönüşerek bozulması atalarımıza ve çocuklarımıza yapacağımız ciddi bir ihanet olacaktır. Yatırımcıların kolay olanı değil, daha karlı fakat zor olanı seçmesi özendirilmelidir. Yatırımcı veya yatırımcıların, daha düşük yoğunluklu fakat nitelikli ve katma değeri yüksek bir turizm planından daha karlı çıkacaklarını, uzmanlardan yararlanarak onlara daha iyi anlatabilmemiz gerekir” dedi.

 GAZİPAŞA’DA YAŞAMAYAN ROMANTİKLER

 Tunç sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama arsayı yatırımcı toplar, planı yatırımcı yaptırırsa biz birbirimizi üzmekle kalır, bir Gazipaşa deyişiyle dibek dövücünün hık deyicisi olmakla kalırız. Elbette birazımız da bahçıvan ve oda servisinde çalışır, onları da işe, imar planlarını kolaylaştıran kontenjanından yerleştirmiş oluruz! Bu kıyılar halkındır. Halkla planlanmalıdır. Elbette çağın gereklerine uygun şekilde talan ve yağmaya varan bir aç gözlüğe kurban edilmeden turizme de açılmalıdır. Belediye başkanı ve meclis üyelerinin görüşünün; bu plan bizden önce yapılmış, biz yapmadık, buraya gelinceye kadar 30 sene kaybettik, gürültü edenler 18 uygulamasından daha fazlasını bekleyen mülk sahipleri ile Gazipaşa’da yaşamayan romantiklerdir. Bizim bir an önce ilçeye turizmi getirip, iş olanakları başta olmak üzere ekonomik ve sosyal getirilerinden Gazipaşalıyı yararlandırmalıyız. Bu sırada belediyenin çok zor olan ekonomik koşullarını iyileştirmek için sahibi olduğu gayrimenkullerini satma veya kiralama olanağı da yaratmış oluruz şeklindeki akıl yürütmelerini anlamıyor değiliz; yalnız haklı bulmuyor, bundan bir an önce dönmelerini diliyoruz. Onların bu tutumu fazlasıyla reel-politiktir. Belediye seçimini kazanan, metropollerde on yıllar sonra iyi belediyecilik örnekleri vermeye başlayan bir siyasi ittifakın seçim öncesi vaatleri ile çelişen bir tutumdur bu. Kaldı ki, iktidar partisine oy veren hemşerilerimizin de beklentilerine ve çıkarlarına aykırıdır bu tercih. Siyaset sınıfı ve müteahhit-iş insanı ittifakının pervasızlığına terk edilemeyecek kadar değerli bir yer ve iş hakkında konuşuyoruz”  

 KAVGA YERİNE ORTAK AKIL ÇAĞRISI

 Ferruh Tunç planla ilgili önerilerini de şöyle sıraladı: “18 uygulamasının yavaşlatılması ile planın kıyılarımızı bir beton yığınına çevirip, kentimizi turizm hizmetlileri gettosuna çevirmesinin önünü alacak, kavgasız dövüşsüz, bilim ve uzmanlığın rehberlik ettiği, halkın büyük çoğunluğunun içine sinecek, çağın değer ve anlayışlarına uygun, hızlı bir plan gözden geçirme sürecinin başlatılması gerektiği yolundaki görüşümü, başarılarını gönülden istediğim ve iyi niyetlerinden şüphe etmediğim sayın başkan ve meclis üyelerine hatırlatmayı manevi bir görev biliyorum. Gazipaşalıları, Antalyalıları ve ülkemin çevreye ve insana duyarlı insanlarını bir kavgaya değil, hatadan dönülmesine katkı yapmaya çağırıyorum. Fikirlerimiz, yaklaşımlarımız farklı olabilir. Dürüstlüğü, açıklığı, bilgi ve uzmanlığı, halkın sahipliğini ve doğaya saygıyı esas alan bir süreç başarıyla sonuçlanabilir, kent tarihimize geçebiliriz. Bu Gazipaşa’ya yakışır” dedi. 

BM’nin ‘İnsanlık için hayatta kalma rehberi’ dediği iklim raporundaki tespitler neler?

Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İklim Değişikliği 2023: Sentez Raporu bugün İsviçre’de düzenlenen basın toplantısıyla tanıtıldı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, örgütün bugün yayımladığı iklim değişikliği raporunu “İnsanlık için hayatta kalma rehberi” olarak tanımladı.

Raporda, hükümetlerin dünya çapında iklim krizine karşı eyleme geçme hızlarının ve ölçeklerinin yeterli olmadığı uyarısı yapılıyor. Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlama hedefinin ıskalanmasının mümkün olduğu vurgulanıyor.

Raporda, “Herkes için güvenli ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için fırsat penceresi hızla kapanıyor” ifadeleri yer alıyor.

Bilim insanları, fosil yakıtların hızla terk edilmesinin iklim krizinin en korkunç etkilerini önleyebileceğinin altını çiziyor.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bulgulara paralel olarak, tüm ülkelerin net sıfır hedeflerinin 10 yıl önceye alması gerektiğini belirtti. Bu hedeflerin gezegenimizin ısınmasına yol açan sera gazı salımlarını hızla azaltması bekleniyor.

Raporda yakın vade 2040 veya öncesi olarak tanımlanıyor ve dünya genelinde hükümetlerin 1,5 derece hedefini tutturması için salım azaltım hedefleri de güncelleniyor.

Buna göre ülkelerin karbondioksit salımlarını 2030’da yüzde 48, 2035’te yüzde 65, 2040’ta yüzde 80 ve 2050’de yüzde 99 oranında azaltması, 1,5 derece hedefini güvence altına alabilir.

Bilim insanları mevcut salım azaltım hedefleriyle halihazırda 1,1 derece ısınan gezegenimizin 2030’larda 1,5 dereceden fazla ısınmasının mümkün olduğu belirtiliyor.

küresel ısınma

Yeni rapor, IPCC’nin 2018’den bu yana yayımladığı ve iklim değişikliğinin sebepleri, etkileri ve çözüm önerilerine ilişkin raporların raporların ortak bir çıktısı niteliğinde.

Buna göre iklim değişikliğinin halihazırda hissedilen etkileri, küresel ısınmanın bu hızda devam etmesi halinde şiddetlenerek artacak.

2100 yılına kadar, 100 yılda bir meydana gelen kıyı taşkınları, dünyada gelgit ölçümlerinin yapıldığı noktaların yarısında en az yılda bir kez meydana gelecek.

Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu 2 milyon yılın zirvesinde ve dünyamız 125 bin yıldır bu kadar sıcak olmamıştı.

Ve önümüzdeki 10 yılda muhtemelen daha fazla ısınacak.

bilim insanları
Fotoğraf altı yazısı,Dünyanın önde gelen bilim insanlarının kaleme aldığı rapor BM üye ülkeleri tarafından kabul edildi.

Raporun çekirdek yazar kadrosunda yer alan Imperial College’dan Dr. Friederike Otto, BBC’ye verdiği demeçte, “1,5 dereceyi hedefleyip 1,6 dereceyi tuttursak bile bu, nasıl olsa mahvolduğumuzu ve yapacak bir şeyimiz olmadığını söylemekten daha iyidir” diyor ve ekliyor:

“Ve bence bu rapor çok açık bir şekilde (1,5 derece hedefini tutturmayı) denemenin çok daha kazançlı olduğunu gösteriyor.”

Rapora göre küresel ısınmanın en kötü etkilerini azaltmak için sınırlı miktarda karbon salımı gerçekleştirilebilir. Karbon bütçesi adı verilen bu hesaplamaya göre yeni petrol ve gaz projelerine başlamak bu bütçeyi alt üst edebilir.

Yeni fosil yakıt çıkartımı projeleriyle ilgili olarak BBC’ye konuşan Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’nden raporun çekirdek yazım kadrosundan Dr. Oliver Geden, “Fosil yakıtlardan çıkış için kesin bir tarih olmamakla birlikte fosil yakıtlara dayalı mevcut enerji altyapımızın karbon bütçemizi alt üst edeceği açık” diyor.

Geden, “Yeni fosil yakıt altyapıları için bütçe ayrılması 1,5 derece hedefine kesinlikle uymuyor” diye konuşuyor.

nilüfer barajı
Fotoğraf altı yazısı,60 milyon metreküp su kapasitesi olan Bursa’daki Nülüfer Barajı’nda kuraklık nedeniyle su kalmadığı görüntülendi, Şubat 2023.

Raporun yazarları hızla eyleme geçilmesiyle oldukça etkili bir değişimin yaşabileceği konusunda iyimserler.

Bunda etkili olan faktörlerden ilki güneş ve rüzgara dayalı enerji üretiminin birim maliyetinin hızla düşmesi.

Buna ek olarak beslenmede ve gıda atıklarının yönetiminde değişikliklere gidilmesi ve düşük karbon yoğunluklu ulaşıma geçişle birçok sektörde belirgin salım kesintileri sağlanabileceği tahmin ediliyor.

Ancak rapor net sıfıra hızla geçilse bile, atmosferden karbondioksiti yakalayan ve saklayan teknolojilerin geniş ölçekte kullanımına ihtiyaç duyulacağını söylüyor.

Bazı uzmanlar bu teknolojilerin gelişim aşamasında olduğunu söyleyerek itirazlarını dile getiriyor.

Uluslararası Çevre Kanunu Merkezi’nden Lili Fuhr, “Ne yapılması gerektiğini biliyoruz ancak karbon giderimi, karbon yakalama ve saklama fikirleri devasa bir oyalanma yaratıyor” diyor ve ekliyor:

“Diğer yandan bu teknolojileri savunanların, raporu çarpıtarak bunun karbon gidermeye yatırım yapmak için büyük bir çağrı olduğunu söyleyeceklerini düşünüyorum.”

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres raporda daha acil iklim eylemine ihtiyaç duyulduğunu vurgulayarak ülkelere seslendi:

“Gelişmiş ülkelerin liderleri net sıfır hedeflerine 2040’a mümkün olduğunca yakın bir tarihte ulaşmak zorunda.”

Guterres, 2050 ve sonrası için net sıfır planlarını açıklayan Hindistan ve Çin gibi ülkelere ise bu hedeflerini öne çekme çağrısı yaptı.