Kapitalist sistemin yürüttüğü stratejiler ile son yıllarda ekolojik krizler (iklim değişikliği, sağlık, gıda, su, barınma krizleri vb.) artar, birbirine sarmallanıp etkileri şiddetlenirken, bir diğer ifade ile ekosistemler, yaşam yıkıma, yok oluşa sürüklenirken, sürecin etkilerine halkların yerinden yurdundan edilişi, esaretin, yoksulluğun, yoksunluğun her geçen gün derinleşmesi, kentlerin, yaşamın kimliğinin ortadan kaldırılması da eklendiğinde, açığa çıkan gerçekler bizlere -halklara, emekçilere, amacı yaşamın özgürlüğü olan tüm demokratik ve politik hareket ve örgütlere (ekoloji, kadın, emek ve meslek örgütlerine)- bu sisteme karşı yaşamı koruma, mücadele etme, enternasyonal mücadeleyi güçlendirme, patriarkal kapitalizmin ve faşizmin olmadığı özgür bir yaşamı kurma sorumluluğu vermekte.
Kapitalizmi yapısal krizlerinden/açmazlarından çıkaran ekonomi politik kararların sonuçları bugün ekolojik krizler olarak yaşamı tehdit etmekte. Kapitalist sistem açığa çıkan ekolojik krizlere çözüm iddiası ile uluslararası zeminlerde (BM, AB organizasyonları ile) duyurduğu, WHO, UNDP, IMF, Dünya Bankası vb. yapılarının desteğinde ulus-devletler dolayımıyla uygulamaya soktuğu, yaygınlaştırdığı ekonomi politik kararları ile kendisini yeniden üretmekte. Üretilen her yeni kapitalist çözüm, emekçiler, geçimlik yaşamından, yerinden yurdundan edilen halklar, kadınlar, çocuklar, yoksullar için daha derin sömürüleri de üretmekte.
Ekoloji Politik olarak kapitalist sistemin yürüttüğü sürecin karşısında politik tutum alma sorumluluğunu üstleniyoruz. Bu nedenle COP28 örneğine yakından bakarak, süreci planlayan güncel buluşma ve kararları, organizasyonun dayanağı olan uluslararası konferansları, bu konferanslarda alınan kararları ve bu kararlarla ulus devletlere verilen görevleri, katılımcı devletlerin sürece katkısını gözden geçirmek istedik.
28’incisi bu yıl yapılan BM Uluslararası İklim Değişikliği/Kirlilik Komitesi-Taraflar Konferansı, ilk kez 1995 yılında Berlin’de toplandı. Konferans bu yıl, 30 Kasım- 12 Aralık tarihleri planlanarak, Dubai’de COP28 BAE adıyla sürdürüldü, 13 Aralık’ta sona erdi. Yeşil ve Mavi ayrımı ile dokuz ayrı konu kapsamında alınan kararlar katılan ülkelerin onayına sunuldu.
İklim zirvelerinin ekonomi politik altyapısı, hedefi
1995 yılından bu yana karbon azaltmayı hedefleyen stratejiler her yıl yapılan iklim zirvelerinde uluslararası alanda işbirliği ile sürdürülmeye çalışılıyor, organize olarak güçlendiriliyor.
1970’li yıllardan beri yapılan BM su, çevre, iklim organizasyonlarında alınan uluslararası kararlarla, kapitalizmin tarihsel süreçlerinde sistemin kendini yeniden üreteceği sermaye alanları belirlenmekte. Ulus-devletlerin yapısındaki değişiklikler (yürütmenin yönetişim sistemine dönüştürülmesi, oluşturulan idari yapılanmalar[1]) ile birlikte yeni üretilen sermaye alanlarının yürütme ajandası ortaya koyulmakta.
1992 Rio de Janeiro’da BM Çevre ve Kalkınma Kongresi’nde kabul edilen “sürdürülebilir kalkınma stratejisi” ile 1994’te imzalanan hükümetler arası iklim değişikliği sözleşmeleri, 1997’de Kyoto‘da İklim Değişikliği Protokolü ve organizasyonu ile doğal varlıkların kaynak olarak kullanımı, bu kullanımın etkileri kabul edildi. Doğal alanların kullanımının sürdürülebilirliği karara bağlandı, her türlü atık deşarjı meşrulaştırılmış oldu. 2009‘da BM Kopenhag iklim zirvesinde atmosfere atılan karbon emisyonunun ticareti, karbon emisyonu salmadığı kabul edilen, “yenilenebilir” enerji üretimleri alternatif sermaye politikaları olarak benimsendi, karbon borsasının yolu açıldı. 2000‘li yıllarda ve yaşanan her kapitalist kriz sonrasında (2001, 2008, 2020) ekosistemin, doğal ve kültürel varlıkların, yaşamın, yaşam alanlarının yok edilişi ivmelendi. Geçimlik yaşam, tarım alanları, bağlar, bahçeler, meralar, hızla yenilenebilir üretimleri destekleyen maden işletmeleri ve yenilenebilir olduğu kabul edilen enerji üretimlerinin kullanımına sokuldu.
COP organizasyonlarında, iklim değişikliği ajandasının kalıcı etkisinin katılımcıların[2] işbirliğiyle sağlanacağı belirtilmekte. İşbirliği alanının, sürdürülebilir kalkınma perspektifi ve Paris İklim Anlaşması temelinde enerji, finans, teknoloji, gıda güvenliği, biyolojik çeşitlilik için stratejiler belirlenmesi, küresel ve yerel ölçekte katılımcıların koordinasyonu ile sürdürülmesi ve kararların yaygınlaştırılması olduğu vurgulanmakta.
2016 yılında yürürlüğe konulan Paris iklim Anlaşması, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC, 2015) dayandırılıyor, AB ülkeleri ve aday ülkeleri için düzenlenen iklim eylem planını kapsıyor.
Paris İklim Anlaşması’nın ardından AB Komisyonu tarafından 2019‘da Avrupa Yeşil Mutabakatı açıklandı. Mutabakat “2050 yılında net sıfır sera gazı emisyonları” hedefiyle “ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı, modern, kaynak-verimli ve rekabetçi bir ekonomiye sahip, AB’yi adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi amaçlayan yeni bir büyüme stratejisi” olarak tanımlanıyor. Mutabakatın temel amacı, Paris İklim Anlaşması hedeflerine ulaşılması ve ekonomik ve sosyal anlamda büyük çaplı bir dönüşümün başlatılması olarak özetleniyor.
2 Şubat 2022’de de AB Komisyonu tarafından nükleer enerji üretiminin düşük karbonlu üretim olduğu kabulüne dayanılarak nükleer üretimler ve doğalgaza dayalı enerji üretimleri sürdürülebilir üretim kapsamına sokuldu, atmosfere karbon emisyonu salmayan üretimler kapsamı genişletildi.
2023 yılı Aralık ayı başında ise Avrupa Parlamentosu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından kritik hammaddeler bildirgesi/düzenlemesi[3] ile bu süreci destekleyen yeni bir karar deklare edildi. Yeşil ve dijital geleceğin başarılması için kritik hammadde düzenlemesinin gerekli olduğu belirtildi. Kritik elementlerin AB’nin iklim hedeflerine ulaşılmasını sağlayacak anahtar önemde teknolojiler -rüzgâr santralleri vb. yenilenebilir enerji üretimleri, hidrojen depolama veya aküler/bataryalar gibi anahtar üretim teknolojileri- için gerekli ve zorunlu olduğu vurgulandı.
Tüm organizasyonlarda ve uluslararası düzeyde yapılan açıklamalarda, kapitalist sistemin kendi krizlerinden çıkış çözümlemelerinde sıkça başvurulan temel perspektifler sermayenin sürdürülebilirliği, sistemin verdiği zarar ve yıkımların kabullenilmesi ve restorasyonu ile sistemin yeniden üretilmesi, ulus devletlerin fonlarla desteklenerek teşvik edilmesi ve sürecin yürütülmesi amaçlarını içeriyor.
BM iklim organizasyonlarında ve iklime dayalı AB organizasyonlarında CO2 emisyonunun sera etkisi yaratan temel emisyon olduğu kabul edilmekte. Karbonsuzlaştırma iddiası ile düzenleyici kararlar alındı. Küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme döneminin öncesine göre 2°C’yi geçmemesi ve 1,5°C’nin altında tutulması için eylem planları yapılmakta ve onaylayan ülkelerle yürürlüğe sokulmaya çalışılmakta.
COP 28’de[4] yıllardır inşa edilen -yaşamı koruma, yaşanan yıkımları onarma ile maskeledikleri- kullanma ve kapitalist sistem için ürettikleri stratejiler sağlık, su, doğal alanlar, tarım gibi farklı sermaye birikim alanları için detaylandırıldı, bu alanları içeren ajandalar belirlendi.
BM iklim eylemliliği ve AB 2050 net sıfır vizyonu sürecinde Türkiye’nin öncü tutumu:
2003 yılından itibaren su kullanım anlaşmaları ile siyasi iktidar tarafından başlatılan suyun ticarileştirilmesi ve 2009 yılında 5’incisi İstanbul’da yapılan Dünya Su Forumu ile başlatılan HES‘lerle suyun kullanım hakkının şirketlere verilmesinin ardından JES ve RES’lerle yenilenebilir enerji yatırımları hızlandırıldı. Son yılda NES ve GES’leri de kapsamına alan yatırımlar arttırıldı, yaygınlaştırıldı. Örneğin, Rusya ve Rus şirketi Rosatom ile yapılan anlaşmalarla Akkuyu Nükleer Santrali yapımına hız verildi.
11 Aralık 2019’da Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında yatırımları yürürlüğe sokacak ülkelere ayrılan yaklaşık 1,8 trilyon avro tutarındaki fonu almak için Türkiye 2021 yılından itibaren sürecin önünü açacak “yasal” ve idari düzenlemeleri hızlandırdı. 6 Ekim 2021’de Paris İklim Anlaşması TBMM’ye onaylatıldı.
Aynı gün TBMM aracılığı ile yakıt, radyoaktif atıklar ve nükleer enerji ile ilgili iki ayrı düzenleme daha yapıldı.
İlk düzenleme (7336 sayılı “Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ye Türkiye Cumhuriyeti’nin Beyanlarla Birlikte Katılmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun) ile nükleer atıkların üretime sokulabilmesi, radyoaktif atıkların başka ülkelerden alınabilmesi, depolanabilmesi, satılabilmesi yasallaştırıldı.
Diğer düzenleme (7337 sayılı “…29 Temmuz 1960 Tarihli Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Şahıslara Karşı Hukuki Mesuliyete Dair Sözleşmeyi Değiştiren Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun”) ile nükleer enerji alanında olası bir iş cinayetinde cinayete uğrayan işçiler de dâhil 3. şahıslara hukuki sorumluluk tanındı.
TOBB’un hazırladığı iklim yasasını yürürlüğe sokma, emisyon ticaret sistemini/karbon ticaret kurulunu oluşturma vb. girişimlerine başlandı.
Türkiye 30 Kasım 2023’te COP28 organizasyonuna, siyasi iktidar ve şirketlerin yetkilileri ve STK’larla birlikte 1.045 delegesi olan en kalabalık 3. ülke ve Paris İklim Anlaşması’nı ve sürdürülebilir kalkınma stratejisini uygulayan bir devlet olarak katıldı.
Konferansta tartışılan 9 işbirliği alanından, Avrupa yeşil fonundan, Dünya Bankası ve diğer finans kuruluşlarından alacağı fon desteğini kendisine sağlayacak birkaç maddeyi imzalayarak ve COP31 için ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu bildirerek COP28’den ayrıldı.
COP28’den döner dönmez Türkiye’de doğal alanların “temiz/ yenilenebilir” üretimler için 10 yıl süreyle BAE’nin kullanımına tahsis edilmesini içeren anlaşma TBMM’ye getirildi.
Türkiye’nin COP28‘de imzalayarak taraf olduğu deklerasyonlar
COP28 başkanlığı, ATACH (İklim ve Sağlıkta Dönüştürücü Eylem İttifakı) finans çalışma grubu ve Kalkınma Bankası ortak grubu tarafından açıklanan İklim ve Sağlık Deklarasyonu’nda; iklim – sağlık ilişkisinin güçlendirilmesi, bu kapsamda ülke liderliğindeki proje ve programlara desteklerin artırılması için yöntemler belirlendi. İklim değişikliğinin halk sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek amacıyla sağlık konularıyla ilgili Paris Anlaşması ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi süreçleri temelinde Dünya Sağlık Örgütü de dâhil olmak üzere küresel sağlık çalışma programlarının ulus-devletler tarafından yaygınlaştırılmasına karar verildi.
İklim Eylemi İçin Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar Koalisyonu (CHAMP): İmzacı devletlerde, kent ve ilçe yerel yönetimleri ile birlikte iklim eylemi kararlarının en üst düzeye çıkarılmasını hedefleyen bu deklarasyonda UNFCCC’ye katılım, Ulusal Uyum Planları (NAP’ler), Ulusal Biyoçeşitlilik Stratejileri ve Eylem Planları (NBSAP’ler) ve Uzun Vadeli Düşük Emisyon Kalkınma Stratejileri (LT-LEDS) ile, NDC Ortaklığı gibi koalisyonlar aracılığında bu amacın sürdürülmesi, Yerel Yönetimlerin ve Belediye Otoritelerinin (LGMA) seçim bölgesinin BM İklim Değişikliği Çerçeve Programı’na yönelik çalışmalara, yatırım önceliklerine dâhil edilmesi öngörülüyor. Türkiye deklarasyonu imzalayan 71 ülke içinde yer aldı.
Sürdürülebilir Tarım ve Dayanıklı Gıda Sistemleri ve İklim Değişikliği Deklarasyonu’na Türkiye 159 ülke ve ülke statüsünde olmayan 2 katılımcı ile beraber imza verdi. Çözümün sürdürülebilir gıda güvenliği, üretimi ve beslenmeyi teşvik eden erken uyarı sistemleri ile sürdürülebilirliğin sağlanmasında olduğu belirlendi. Tarım ve gıda sistemlerinde suyun entegre yönetiminin her düzeyde güçlendirilmesi, gıda kaybı ve israfının azaltılması ve sürdürülebilir mavi su gıdalarının teşvik edilmesi de dâhil olmak üzere daha sürdürülebilir üretim ve tüketim yaklaşımlarıyla bu amacını gerçekleştirilebileceği belirtildi.
Tarım ve gıda sistemlerini iklime yanıt verecek şekilde uyarlamak ve dönüştürmek için kamunun, hayırseverliğin ve özel sektörlerin (kamu-özel ortaklıkları ve diğer -STK’lar, bilim organizasyonları vb.- uyumlu kurumların) her türlü finans desteğinin sağlanması öngörüldü. Bu kapsamda Dünya Ticaret Örgütü’nün de parçası olduğu, “ayrımcı olmayan, açık, adil, kapsayıcı, eşitlikçi ve şeffaf” kurallara dayalı çok taraflı ticaret sisteminin güçlendirilmesinde ortaklaşıldı.
Sağlık, yerel yönetimlerle iklim eylemlerinin güçlendirilmesi, tarım, gıda ve yerel yönetimler açılımlarında verdiği onaylar ile Türkiye; * sağlık politikalarında sermayenin etkisinin iklim eylemliliği gerekçesi ile artırılacağına,
* önümüzdeki süreçte yapılması planlanan yatırımların iklim eylemliliği gerekçe gösterilerek yerel yönetimler aracılığı ile güçlendirileceğine,
* suyun tarım sektörü ile entegre edileceğine, suyun ve tarımın ticarileştirilme süreçlerinin uygulamaya sokulacağına ve endüstriyel tarımın destekleneceğine,
* suyun metalaştırılmasının, maden ve enerji yatırımları için su havzalarının bütünleşik olarak sermaye birikimine sokulmasının sürdürüleceğine ilişkin ipuçları vererek COP28‘den ayrıldı.
Türkiye’nin imzalamadığı deklarasyonlar
Küresel Karbonsuzlaşmayı Hızlandırma Girişimi kapsamında dünyanın enerji üretiminde fosil yakıtların payını azaltmanın bir yolu olduğu iddia edilen yenilenebilir enerji kapasitesini 2030’a kadar üç katına ve enerji verimliliğinin ilerleme hızını ise iki katına çıkarma taahhüdünü imzalamadı.
Türkiye; COP28’de gerçekleştirilen Küresel Durum Değerlendirmesi (Global Stocktake) çalışma grubu toplantısında, fosil yakıtların kademeli azaltımına ve fosil yakıtlardan kademeli çıkış seçeneklerine karşı çıktığını açıklamış oldu.
Bu deklarasyonla, küresel sıcaklık artışını 1,5°C’de sınırlama hedefine karbon tutma teknolojisine sahip olmayan yeni kömür santralleri geliştirmeyerek, karbon tutma teknolojisine sahip olmayan mevcut kömür santrallerinden aşamalı olarak çıkılarak ulaşılacağı taahhüt edilmekte.
Uluslararası İklim Finans Çerçeve Deklarasyonu 2030 yılına kadar küresel ekonomiyi yeşillendirmek için yılda 5-7 trilyon dolar yatırım yapmayı, yerel, bölgesel ve küresel düşük karbonlu, iklime dayanıklı ve “doğaya olumlu” büyümeyi ve kapsayıcı ekonomileri hızlandırma fırsatını sunarak “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nin (SDG’ler) uygulanmasını içeriyor. Yeşil fona, uyum fonuna, yıkım ve hasarlara müdahale etmek için yeni finansman düzenlemeleri ulus devletlerden talep ediliyor. Enerji ve sanayi sektörlerinde sürdürülebilir kalkınma için iklim eylemliği dönüşümleri, sürdürülebilir ulaşım ve tarım sistemlerinde yeni stratejiler ve net sıfır ekonomilerine adil geçiş hedeflenmekte. Deklarasyon 13 ülke tarafından imzalandı.
Uluslararası Yardım, Onarım ve Barış Deklarasyonu’nda, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde iklim değişikliğine bağlı kırılganlık, eşitsizlik, çatışma tehdidi altında yaşayan veya bunlardan etkilenen ya da ciddi insani ihtiyaçlarla karşı karşıya olan yüksek düzeyde savunmasız toplulukların desteklenmesi, finansın yerel düzeyde yapılması önemsemekte ve kabul edilmekte. Türkiye’nin imzalamadığı deklarasyona 82 ülke ve bankaları, mülteci kuruluşları ve fon kuruluşları imza verdi.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Enerji Verimliliğinin yaygınlaştırılmasını içeren, fosil yakıtlardan arınmış enerji sistemlerine doğru küresel hareket, içlerinde Türkiye’nin olmadığı 15 ülke tarafından kabul edildi.
Cinsiyete Duyarlı Adil Geçişler ve İklim Eylem Planı Deklarasyonu’nu 18 Ülke imzaladı. Türkiye cinsiyete dayalı eylem planını onaylamadı. Deklarasyon, Paris Anlaşması hayata geçirilirken imzacıların toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, kadınların ve kız çocuklarının liderliğini ve kararlara anlamlı katılımını, karar alma sürecini, kapasitelerini ve geçimlerini güçlendiren, toplumsal cinsiyete duyarlı adil geçişleri kararlılıkla teşvik etmesini ve adil geçiş planlamasını kapsamakta.
Küresel Soğutma Taahhüdü’nü Türkiye imzalamadı. İmzalayan 15 ülke bu borcu yerine getirmek için söz verdi. Bu söze göre sürdürülebilir soğutma sağlama bilinci ile gıda kaybının azaltılması, sağlık hizmetlerine ve ilaçlara erişimin artırılması ve adil enerji geçişleri desteklenecek. İmzacı 15 ülke tarafından yenilenebilir enerjiye dayalı soğutma teknolojilerinin teknik olarak uygulanabilir, ekonomik olarak yapılabilir ve kırsal, uzak ve şebekeden bağımsız konumlarda uygun ölçekte hızlı bir şekilde konuşlandırılabilir olduğu kabul edilmekte.
Yenilenebilir ve Düşük Karbonlu Hidrojen ve Hidrojen Türevleri Sertifika Programı, hidrojenin üretimi ve taşınmasıyla ilişkili sera gazı (GHG) emisyonlarının belirlenmesi, hidrojen ve hidrojen türevlerine ilişkin sertifikasyonunun, sınır ötesi ticaretin önünü açmak üzere 16 ülke tarafından kabul edildi. Deklarasyona ABD’nin politik olarak betimlediği “temiz hidrojen” kabulü eklendi. Fosil enerjiyle üretilen hidrojen bu kapsamın dışında tutuldu.
COP28 tamamlandığında tartışmaları yürüten sorumlular ve COP28 başkanları tarafından konferansta alınan kararların hedefi
· Ulusal iklim, biyolojik çeşitlilik ve arazi yenileme, onarma stratejilerinin belirlenmesi, planlanması,
· Yerel bütçelerin, çok taraflı kalkınma bankaları, çok taraflı iklim ve biyolojik çeşitlilik fonları, ikili kalkınma ajansları, özel sektör aktörleri ve hayırsever kaynaklar da dâhil iklim ve doğaya yönelik finansman ve yatırımların planlanması,
· İklim ve biyolojik çeşitlilik planlarının ve stratejilerinin oluşturulmasına yerli halkların, yerel toplulukların, kadınların, kız çocuklarının, gençlerin ve diğer hassas toplulukların tam, eşit ve etkili temsil ve katılımının sağlanması,
· İnsan haklarına saygı gösteren, arazi mülkiyeti güvenliğini artıran ve geleneksel bilgiyi kullanan bir tutumla planlamaların yapılması ve uygulanması,
· İklim değişikliği, biyoçeşitlilik ve sürdürülebilir arazi yönetimi çabaları için veri kaynakları ve veri toplama, ölçümler ve yöntemler ile ilgili gönüllü raporlama çerçeveleri arasında tutarlılık ve birlikte çalışabilirliğin sağlanması için uluslararası, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör kuruluşları, bilimsel ve akademik kuruluşlarla işbirliği özetlendi.
Türkiye COP28 deklarasyonlarında
· iklim değişikliği nedeniyle halkların yaşadığı eşitsizlikleri ve yaşamın yıkımını ve bunun onarılacağı planların yapılmasını,
· fosil yakıtlardan arınmış enerji ve endüstriyel yatırım politikalarını,
· tüketicileri güçlendirmeyi ve vasıflı yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği iş gücünü geliştirmeyi ve desteklemeyi,
· enerji geçişi nedeniyle yerinden edilme riskiyle karşı karşıya olan mevcut enerji çalışanlarını desteklemeyi,
· toplumsal cinsiyete dayalı politikaların iklim eylemliliği çerçevesinde uygulanmasını, teşvik edilmesini, kadınların ve çocukların insani hak ve geçiş programlarına dâhil edilmesini kabul etmedi.
Karbon borsası ve yenilenebilir enerji sertifikasyonu süreçlerine eşlik eden Türkiye hidrojen ve hidrojen türevlerinin sertifikasyonu ile ilişkili deklarasyonu imzalamadı.
COP yapısı
28 yıldır süren uluslararası iklim organizasyonuna, seri buluşmalara ulus devletlerin yetkilileri, endüstrilerin, şirketlerin yetkilileri ve alınan kararlar hakkında lobi faaliyeti yürütecek olan kuruluşlar katılmakta, katılımcı olarak yer almakta.
Karbonsuzlaştırma yol haritaları belirleyen, araştıran, finanse eden, fon desteği alan Türkiye’de aktif STK’lar, sürdürülebilir ekonomi, finans araştırma dernekleri[5], bu konuda taraf olan bilim insanları, geçiş stratejilerinin kapitalizmin varlığında da sürdürülebileceğini savunan çevre ve kent örgütleri ise COP iklim hedefi sürecini desteklemekte. Alınan kararların kapitalizmin varlığından uzaklaştırıcı çözümler olduğunu savunmakta, sera etkisinin kapitalist üretimlerden sadece birine ilişkin çözümlerle önleneceğini düşünmekte, olumlamakta, yaşanmakta olan krizlerin bu kapsamda azaltılacağını düşünerek iklim eylemlerinde adil geçiş iddiasını destekleyerek mücadele yürütmekte.
COP’la kabul edilen gerçekler, sistemin ürettiği yeni, yeniden stratejiler
COP 28’de yapılan tartışmalarda iklim değişikliğinin, çatışmanın, krizlerin; yaşamları, geçim kaynaklarını, altyapıyı, suyu, insan sermayesini, gıdayı, sağlığı ve kültürel kimliği olumsuz etkilediği,
İklim değişikliğinin kadınlar, kız çocukları, çocuklar, gençler, yerli halklar ve yerel topluluklar, engelliler, yaşlılar, mülteciler ve diğer yerinden edilmiş olanlar üzerindeki orantısız ve kesişen etkilerinden alarma geçilerek ve diğer popülasyonların yanı sıra onlara ev sahipliği yapılan ortamlarda toplumsal cinsiyet eşitsizliğine uğradıkları kabul ediliyor ve eşitsizliklerin, kırılganlıkların, yaşanan yıkımların desteklerle onarılacağı düşünülüyor.
İklim değişikliğinin tarım ve gıda üzerindeki etkileri de COP28‘de kabul edilen gerçekler arasında. Geçimlik çiftçilerin, aile çiftçilerinin, balıkçıların, diğer üreticiler ve gıda işçilerinin, milyarlarca insanın yaşamının, beslenmesinin ve geçiminin olumsuz etkilendiği kabul edilmekte.
COP organizasyonlarında ve BM iklim zirvelerinde sera etkisi yaratan emisyonlardan sadece CO2 üzerinde durularak, sonuçları tarım üretiminden atmosferik olaylarındaki değişikliğe kadar uzanan sera etkisi ve küresel ısınmanın CO2 azaltım ve kontrol stratejileri ve net sıfır stratejisi ile kademeli ve kontrollü olarak azaltılacağı belirtilmekte. Bu amaçla gıda, tarım, arazi kullanımı ve suya ilişkin sermaye üretim modellerinde ortaklaşılıyor. BM ile yürütülen organizasyonlarda 1700‘lü yıllarda başlayan endüstrileşmeden bugüne sera etkisinin ve ekolojik krizlerin giderek arttığı, sera etkisini büyük ölçekli ormansızlaştırmanın ve fosil yakıt kullanımının daha da arttırdığı belirtilerek yeni sermaye birikim süreçleri ve stratejileri tartışılmakta.
OXFAM’a göre zengin ülkelerdeki nüfusun %1’lik kesiminin karbon kaynaklı kirlenmeye katkısı yoksul ülkelerdeki nüfusun katkısından %66 daha fazlayken, küresel sıcaklık artışından en çok etkilenen kesim ise yoksul ülkeler. Bu zararın ortadan kaldırılması için yeni finans yapıları tanımlanıyor. Örneğin, COP28’de, yoksul ülkelerin yıllardır talep ettiği kayıp ve zarar fonu bu gerekçeyle kuruldu.
Kapitalizmin süreçlerinin yürürlükte olduğu sistem içi çözümler arayan politik yaklaşımlar doğrultusunda, adil geçiş, adil paylaşım stratejilerini uygulamaya sokacak uluslararası yeni çözümler de üretilmiş oldu. İklim krizini de içeren tüm ekolojik krizlerin halkların yaşamında yarattığı eşitsizlikler ve yıkımlar kabul edilmiş, bu zararların sürmesine rağmen bedelinin fon desteği ile karşılanarak bu kırılganlığın ve yoksunluğun onarılabileceği karara bağlanmış oldu.
Onarma ile kırılganlıkların giderilmesi!
COP28 deklarasyonunda, kapitalist sistemin yarattığı yıkımlar, kayıp zarar fonu ile karşılanması yoluyla aklanmaya çalışılıyor. Sistemin yarattığı yıkımlar ve etkileri sürerken yoksul halkların, yoksul ülkelerin bu etkilere razı edilmesi için yıkım etkisiyle belirginleşen eşitsizliğin ve ortaya çıkacak şiddetin görünür boyutu kabul edilir hale getirilmekte. Böylece sistemin 300 yılı aşkındır yarattığı ve giderek krizlere dönüşen yıkım ve eşitsizlik meşrulaştırılıyor. Kapitalizmin tarihsel süreçlerinde kendini yeniden üretmek için belirlediği stratejiler bu organizasyonlarda detaylandırılarak komitelerin katılımcıları ile katılımcı devletler ve destekleyen şirketler tarafından planlamaya ve uygulama sokularak yürütülen süreçlerle dünya halklarının ve tüm canlıların yaşamı, bugünü ve yarını belirlenmekte.
COP ve benzeri iklim zirvelerinde sera etkisinin fosil yakıt kullanımına bağlı olduğu, insanların fosil yakıt yakmadaki ısrarının bu etkiyi artırdığı iddia ediliyor, fosil yakıt kullanmayan, sera gazı üretmekte olan kapitalist üretimler iklim değişikliğinin sorumlusu olarak gösterilmiyor.
Sera etkisi yaratan emisyonlar ve sera gazı yayan üretimler
Endüstriyel üretimlerden, tehlikeli atık yakma tesislerinden açığa çıkan hidroflorokarbonlar (HFC), perflorokarbonlar (PFC) sülfürheksafloritler (SF6), küresel ısınma potansiyeli karbon emisyonundan 27.000 kat büyük olan ve sera gazlarının atmosferde yutulumunu arttıran su buharı[6] iklim için yapılan stratejik tartışmalarda, organizasyonlarda göz ardı edilmekte. İklim değişikliğine neden olan sera etkisine karşı iklim koruma stratejileri ile bilinçli olarak yıkım süreçlerine etki eden emisyonları yayan sermaye birikim süreçleri devre dışı bırakılıyor, etkileri yok sayılıyor. Bu üretimler yenilenebilir olarak yeniden tanımlanıyor, bu yatırımların hızla yürürlüğe sokulmasına devam ediliyor. Yaşamı sömüren, kırılganlıklara, yıkıma yol açan, atmosfere pek çok kompleks emisyonu içinde barındıran su buharını yayan jeotermal enerji üretimlerinin yenilenebilir enerji üretimi sayılması gibi, su buharı atımı olan endüstriyel pek çok üretimin kirletici sayılmaması, denetlenmemesi, önemsenmemesi gibi, maden atık havuzlarından yayılan emisyonların, bunları yayan maden işletmelerinin yok sayılması gibi, tehlikeli atık yakma tesislerinden açığa çıkan kompleks emisyonların, bunu yayan yakma tesislerinin konu edilmemesi gibi…
Dijital tekniklerin, yenilenebilir enerji olarak kabul edilen enerji üretimlerinin temel hammaddelerinden olan toryum, bakır, lityum, nikel, mangan, kobalt, krom, çinko vb. maden işletmelerinin iklim eylemliği içinde hiç tartışılmaması gibi…
Paris İklim Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı ile hedeflenen dijital ve yenilenebilir enerji politikaları ile AB Komisyonu’nun kritik madenler deklarasyonu ile yaygınlaştırılan madenlerin tartışmada, politik mücadelede, araştırmalarda görünmez kılınması gibi…
Yeşil mavi stratejilerle desteklenen sürdürülebilir yatırım hedeflerinin ardındakiler:
COP zirvelerinde, AB Komisyonu deklarasyonlarında iklim krizinin çözümü olarak amaçlanan yenilenebilir, sürdürülebilir üretimler tanımının diğer sermaye birikim alanları da eklenerek genişletilmesinin yanı sıra, yenilenebilir üretim olduğu iddia edilen ve böyle tanımlanan üretimlerin sürdürülmesi için gereken maden işletmeleri de AB Komisyonu kararları vb. ile aynı hızda yürürlüğe sokulmakta ve desteklenmekte.
Uluslararası Enerji Ajansı, 2022 Mart ayında yaptığı revizyonda (Şekil 1) 2050 yılında hedeflenen net sıfır sera etkisinin sağlanabilmesi amacıyla yeni enerji üretimleri için zincir rolü olan ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli üretimler olarak belirlediği güneş, rüzgâr, elektrik iletim hattı, hidrojen enerjisi ve düşük karbonlu güç ünitelerinin, akü ve batarya üretimlerinin projeksiyonunu gösteriyor. Bu projeksiyona ulaşmak için 2020’den 2040’a kadar lityum, grafit, kobalt, nikel ve diğer toprak elementlerine duyulacak gereksinim ve AB Komisyonu’nun kritik hammadde bildirgesi, gelecek 30 yılda doğal alanlara temiz enerji üretimleri ile birlikte bu madenlerin elde edilmesi için el konulacağını haber veriyor.
Şekil 1:Uluslararası Enerji Ajansı – Temiz Enerji sistemleri için kritik madenler, Mart 2022 revizyonu[7]
Şekil 2. IEA “Temiz” teknolojiler için mineral gereksinimi: 1MW enerji üretimi için element miktarı (kg)[8]
Türkiye’nin süreci kendi siyasi hedeflerine göre kullanımı:
Maden-enerji alanında yapılan açıklamalar:
- 14 Kasım 2023’te Madencilikte İş Sağlığı ve Güvenliğinin Geliştirilmesi Projesi’nin (MİSGEP) kapanış toplantısında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı tarafından “milli enerji ve maden politikası” kapsamında Türkiye’nin yüksek yerli kaynak potansiyeline işaret edildi, yeraltındaki kaynakların çıkarılarak ülke ekonomisine kazandırılacağı, yerli kömür çıkarılmasına da devam edileceği, hedefin Türkiye’yi madenler konusunda net ihracatçı konuma getirmek olduğu açıklandı.
- 12 Aralık 2023’te Malatya’da Türkiye’nin dış borcunu kapatacak toryum rezervinin keşfedildiği açıklandı.
Hazine ve Maliye Bakanı tarafından
- Türkiye Yeşil Fonu adında bir girişim sermayesi yatırım fonunun kurulduğu ve Dünya Bankası ile geliştirilen Yeşil Finans Projesi için AŞ’ye sağlanacak 155 milyon dolar kredinin onaylandığı,
- Dünya Bankası’nın Türkiye’ye sağladığı finansman imkânının 2023 yılında 3,3 milyar dolarla rekor seviyeye ulaştığı,
- Banka’nın Türkiye’ye yönelik kaynak tutarını 18 milyar dolar ilaveyle 35 milyar dolara yükselttiği açıklandı.
Uluslararası İşbirlikleri:
Türkiye AB yeşil fonundan yararlanmaya çalışırken, COP28’in organizatörü BAE ile yenilenebilir enerji ve yerli kömür yatırımlarını artıracak üretimler için anlaşma yapmaya devam etti.
Aralık 2023’ün son günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Temmuz ayında Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ziyaretinde imzalanan işbirliği anlaşmalarından biri TBMM Dışişleri Komisyonu’na gönderildi.
İkili anlaşma gereği BAE’li şirketler Türkiye’de önemli yatırımcı haline getiriliyor.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulan kanun teklifine göre Türkiye ve BAE hükümetleri “Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında Stratejik Ortaklık Çerçeve Anlaşması”na göre 10 yıl boyunca
- temiz, yenilenebilir ve yerli kömür yakıtlı enerji santral projesi/projeleri
- 2.500 MW’a kadar deniz üstü rüzgâr projesi/projeleri
- 3.000 MW’a kadar optimize batarya depolamalı karasal rüzgâr ve güneş enerjisi projesi/projeleri
- Yeşil hidrojen ve/veya yeşil amonyak üretmek için 5.000 MW’a kadar yenilenebilir ve temiz enerji projeleri
- 2.000 MW’a kadar pompaj depolamaları,
- Şebeke ve İletim projeleri
- 1000 MW’a kadar batarya depolama projesi/projeleri
- Üçüncü ülkelerde enterkoneksiyon projeleri
- Termik Santraller
- İstanbul Ambarlı’da yer alacak 1.200 MW-1.800 MW kombine çevrim enerji santrali de dâhil olmak üzere, 3.000 MW’a kadar kombine çevrim gaz türbini enerji santrali projesi / projeleri
- 3.000 MW’a kadar temiz ve yerli kömür yakıtlı enerji santral projesi/projeleri
yapılacak.
BAE ile yapılan anlaşma ile Türkiye sınırları içinde topraklarda, denizlerde enerji yatırımları -nükleer enerji santralleri (NES), deniz üstü ve karada rüzgâr enerji santralleri (RES), tarım alanlarında güneş panelleri (GES), diğer ülkelerle enerji iletim projeleri, termik santraller (TES)- ve maden arama ve işletme tesisleri yapımı hızlanacak.
Sadece enerji ve maden alanında değil sağlık ve tarım alanında da BM iklim zirvelerinde, COP organizasyonlarında belirlenen stratejilere yönetişim sisteminde yapılan düzenlemelerle (örneğin, yeni idari mekanizmalar tanımlanarak) hızla katılım sağlanıyor.
İliç madeni ile Fırat Nehri madenin siyanür çözeltileri ile, ağır metal atıkları ile zehirlenmeye devam ederken, Diyadin’de Zilan’ı yok edecek, Van Gölü’nü zehirleyecek altın işletmelerine onay verilirken, yıllardır Bergama’dan Murgul’a, Çaldağ’a, Bakırtepe’den, Manisa Turgutlu’ya, İda Dağları’ndan Cerattepe’ye, Küre’den, Uşak Eşme’ye yaşamı yok eden “değerli” ya da “kritik” madenler yeraltından çıkarılarak siyanürle ya da siyanürsüz (örn. asitle) parçalanarak posalarının, içindeki istenmeyen ağır metalli atıksuların doğaya verilmesi sürdürülecek. Üstelik bu maden işletmeleri yeşil kapitalizmin gereği olarak uluslararası teşviklerle doğal alanlarda sermaye biriktirmeye ve yaşamı zehirlemeye, yok etmeye devam edecek.
Türkiye’de bu süreç COP28 ve Paris İklim Anlaşması’na verilen onayların ardından her geçen gün daha hızlandırılacak, yaşanacak yıkımlara, sömürüye uluslararası kararlar ve uyum yasaları gerekçe gösterilecek.
COP28 vb. BM konferansları ve alınan kararlarla,
Kirlenme, sağlıksızlık, yıkım, yok oluş, tükenme sonucunda kırıma giden sürecin sorumlusu olan kapitalist sistem dönüştürdüğü ulus-devlet yapıları ve uluslararası organizasyonlarla yaşam üzerindeki baskıyı, yıkımları kabul ettirerek yaşanan ekolojik krizlerden kendisini yeniden üreterek çıkmakta.
AB protokolleri ile doğal alanların sermaye birikim alanı olarak kullanılması ve kirletme hakkının meşrulaştırılması için belirlenen uluslararası anlaşmalarla (ticaret anlaşmaları, sürdürülebilir kalkınma kararları, suyun ve havzalarının bütünleşik olarak kullanılması) doğal ve kültürel varlıkların sermaye birikimine maden, enerji, inşaat, su sektörleri ile sokulması hız kesmeden sürdürülmekte, geçimlik tarım sonlanmakta. ”Temiz”, “yenilenebilir” tanımları ve sermaye uygulamaları iyileştirme, adil geçiş kurgusu da eklenerek kabul edilebilir kılınmakta. Yeşil iddiasındaki üretimlere maviye dayalı üretimler de eklenerek kapitalizmin sermaye birikim alanları genişletilmekte.
Bu sürecin tamamı sürdürülebilir kalkınma stratejilerine, Paris İklim anlaşmalarına, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na dayandırılarak uluslararası kapitalist sistemin kontrolü, planlaması ve yapılandırmaları ile sürdürülüyor. Uluslararası organizasyonlarda alınan kararlar ulus-devletler tarafından uygulamaya sokuldukça, yaşamın yıkımına yol açan, ekolojik krizleri şiddetlendiren kapitalizmin stratejileri meşrulaştırılmış ve aklanmış olacak. Sürdürülebilir kalkınma stratejisi ile kapitalist üretimler için yaşama geçirilen kirletme hakkı (deşarj standardı, kirlet-öde teşviki, karbon kotası, karbon borsasında sanal karbon alışverişi), koruma-kullanma dengesi kavramıyla kullanmanın olumlanmasına dayandırılarak süreç işletilmeye devam edecek. Ekolojik krizlere kapitalizmin stratejileri ile çözüm arayışları sürdürüldükçe yeşil, mavi, adil onarıcı, adil paylaşımcı tanımı ile kapitalizmin yeni politikaları öncekilere eklenerek sistem işletilecek. Sermaye birikim süreçlerine tanınan kirletme hakkı farklı tanım ve mekanizmalarla sürdürülecek. Yaşam üzerindeki baskı, sömürü artmaya, doğal ve kültürel varlıklar sermaye birikimine sokulmaya devam edecek, bölgeler, ülkeler arası eşitsizlikler daha derinleşecek.
Karbon net sıfır yaklaşımı ile sera gazları içinde sadece CO2 üreten üretimlerde yapılacak iyileştirmeler ve CO2 üretmediği belirtilen (NES, GES, RES, HES, JES) enerji üretimlerinden ve yeşil/mavi stratejilerine sokulan diğer endüstriyel üretimlerden salınan sera emisyonu artmaya devam ederken iklim eyleminde hedeflenen 1,5°C artış dengesine ulaşmanın mümkün olamadığı, sera etkisinin kapitalist sistemin varlığında çözülemeyeceği açıkça görülüyor.
Türkiye için durum açık. Türkiye beyan ettiği ve uygulamaya soktuğu gibi maden işletmelerinden de, kapitalist diğer üretimlerden de (enerji üretimlerinden sağlığın, suyun ticarileştirilmesine, fosil yakıta dayalı üretimlere kadar), BM organizasyonlarında alınan “temiz” tanımlı “yeşil”, “mavi” alan projeleri için sermaye birikimini arttırmaktan vazgeçmeyecek. COP28’e gitmeden tartışmaya açtığı iklim yasasının politik hedefi ve içeriği, bu sürecin “yasal”laştırma çabası ve TOBB desteğinde süreceğinin açık göstergesi. Yeni dönemde almak istediği yeşil, mavi mutabakat fonlarıyla, BAE ve Rusya ile başlattığı, uluslararası şirketlerle ülkeler arası anlaşmalarla sürdüreceği diplomatik girişimlerle bu ekonomi politik tutumunu uygulamaya sokacağı tüm açıklığı ile görülmekte. Cop26-28 hedeflerinde işaret edilen akıllandırılmış yapılandırmalar (akıllandırılmış binalar, araçlar, ulaşım, kentler) ve buna uygun teknolojiler bu yeni süreçte enerji ve dijital hamle olarak enerji, inşaat, ulaşım, tarım, maden şirketleri ile birlikte planlanacak ve yürütülecek.
Görüldüğü gibi sömürü ve yıkım süreci Türkiye’de ve dünyanın pek çok sömürge coğrafyasında giderek yoğunlaşacak. Tüm kırılganlıklar, yıkımlar uluslararası organlarda alınan kararlarla onarılacakları iddia edilerek meşrulaştırılacak. Ve her alanda ekoloji mücadelesine gereksinim giderek artacak. Yaşam alanları üzerinde, halkların kırılganlıkları üzerinde inşa edilen bu sürece karşı ekoloji politik perspektifiyle sistem karşıtı mücadele ihtiyacı Bizleri – halkları, yaşamın özgürlüğünü savunan ekoloji, emek, meslek, kadın örgütlerini, siyasi yapıları…- enternasyonal dayanışmaya ve mücadeleye çağırmakta.
Hepimizin temel sorumluluğu bu çağrıyı ortaklaşa yapmak, sermayenin yıkım stratejilerini ayrıştırmadan enternasyonal mücadeleyi ve dayanışmayı büyütmektir.
[1] 658 sayılı KHK ile 2 Kasım 2011 tarihinde kurulan 15 Temmuz 2018 tarihinden itibaren Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı olarak yetkilendirilen Türkiye Su Enstitüsü gibi.
29 Ekim 2021 tarihli 85 numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulan İklim Değişikliği Başkanlığı, buna bağlı İklim Değişikliğine Uyum ve Yerel Politikalar Dairesi, Emisyon ticaret sistemi başta olmak üzere piyasa temelli mekanizmalar ve ekonomik araçlara yönelik çalışmalar yapan Karbon Fiyatlandırma Dairesi Başkanlığı, Teknoloji ve Yeşil Dönüşüm Dairesi gibi
[2] https://www.cop28.com/en/partnerships Dubai holding; HSBC, IBM, Siemens, M2 sağlık partneri olarak, BAE eğitim bakanlığı, BAE sanayi Teknoloji Bakanlığı, bank Amerika, octobus enerji, Gold rüzgar şirketi, BMW, Microsoft, Schindler vd katılımcı/ ortak kuruluşlar
[3] https://single-market-economy.ec.europa.eu/publications/european-critical-raw-materials-act_en
[5] Örneğin; Sürdürülebilir ekonomi ve finans araştırmaları derneği, covid döneminde enerji sektörüne ilişkin bilgileri derleyen energypoliciytraker.org, 350Türkiye.org vb.leri gibi
https://sefia.org/hakkimizda göre;Türkiye’nin düşük karbonlu ekonomiye geçişi ve iklim değişikliği ile mücadelesi başta olmak üzere, sürdürülebilir ekonomi ve sürdürülebilirliğin finansmanı alanlarında bağımsız çalışmalar yapmak üzere kurulmuş, araştırma odaklı bir sivil toplum kuruluşudur. Araştırma konuları arasında alternatif düşük karbonlu ekonomi politikalarının etki analizi, küresel finans akımlarındaki iklim değişikliği ile mücadele doğrultusunda yaşanan dönüşümün takibi ve analizi, iklim değişikliği ve enerji dönüşümü kaynaklı ekonomik ve finansal riskler gibi konular yer alır. İşbirlikçileri: wwf, Energy policy tracker, TEPAV (IISD,IGES,ınternational oil change, Columbia /SIPA, Stocholm Env. Ins)olarak belirtilmekte.
[6] Kiehl, J. T.; Trenberth, Kevin E. (Şubat 1997). “Earth’s Annual Global Mean Energy Budget”. Bulletin of the American Meteorological Society, 78 (2): 197-197