Çarşamba, Ağustos 6, 2025
Google search engine
Ana SayfaKişisel YazılarNÜKLEER HUKUK(III)

NÜKLEER HUKUK(III)

Av. Mehmet HORUŞ

İşler atom reaktörleri işler
Yapma aylar doğar güneş doğarken
Ve güneş doğarken çöp kamyonları
Ölüleri toplar kaldırımlardan
İşsiz ölüleri aç ölüleri

Nazım Hikmet

Türkiye’de nükleer santrallerle ilgili hukuksal gelişmeleri ele aldığımız serinin birincisinde, Yeşil Gazete’de[1] nükleer ile ilgili 2010 yılındaki hukuksal gelişmeler ele alınmıştı. Daha sonra 2019 yılında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası yayın organı olan Elektrik Mühendisliği’nde[2] ikinci değerlendirme yapıldı. Şimdi de ekoloji mücadelesinin kolektif hafızasını taşıyan kurumlardan birine, Sinop’taki davaların davacılarından olan TMMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası’nın tanıklığına başvuruyoruz.

Türkiye’de nükleer santral kurulup kurulmayacağına ilişkin ikibinli yılların başında Nükleer Karşıtı Platform’da yaptığımız değerlendirmede; “Türkiye’de rejimin otoriterleşme eğilimlerine bakarak öngörüde bulunulabileceğini” net bir biçimde ortaya koymuştuk. Gelişmeler, bu tespitimizi doğrulmakla kalmadı. Rejimin otoriterleşme eğilimleriyle aynı dozda nükleer maceraya sürüklenmeye devam ediyoruz. Akkuyu’da devam eden inşaat faaliyetiyle artık nükleer, rejimin otoriter varlığını meşrulaştırmanın elverişli bir enstrümanını oluşturuyor. Nükleer Hukuk I’de; “nükleer felaket, ilk etkilerini hukuk alanında gösterecek. Nükleer enerjiden önce nükleer hukuk ile tanışacağız. Zararları sınır tanımayan, önlenemez ve tahrip gücü yüksek bir hukuksal felaketle karşı karşıyayız. Nükleer hukuk.” demiştik. Devamında Nükleer Hukuk II’de ise; “Nükleer, kendi kulvarının dışına taşan, bütün bir hukuk sistemini işlemez hale getiren bir mecraya doğru ilerliyor. Hukuk sitemimizin maruz kalacağı radyoaktif etkiler, NDK’nun müdahale alanına giren diğer kanunlarla sınırlı kalmayacak. Eğer nükleeri durduramazsak; bu yazı dizisinin üçüncüsünde, şimdilik nükleerle hiç ilgisi olmadığını düşündüğümüz başka hukuksal konularda nükleerin tahrip gücünü örneklemek zorunda kalacağız.” diyerek bitirmiştik.  Dolayısıyla bu üçüncü yazı daha önce öngördüğümüz hukuksal hasarın yaşanmaya başladığı içinde bulunduğumuz aşamadaki tespitleri içeriyor.    

Hukuksal tahribatın ilk etkisi davaların bir türlü bitirilememesi olarak karşımıza çıkıyor. Nükleer propaganda ileri teknoloji ve teknolojik üstünlük argümanlarıyla ortaya çıksa da sadece teknoloji kullanmakla ülkelerin gelişmeyeceğini görünüyor. Demokrasi ve hukuk standardınız da ülke olarak gelişmişliğinizde en az teknoloji kadar önemli bir yer ediyor. Nükleer santrallerle ilgili en önemli problemlerden birinin atık sorunu olduğu biliniyor. Türkiye’de henüz santral yok ama Gaziemir’de 20 yıl önce ortaya çıkan radyoaktif atıklar bugün bile gündemin ön sıralarında yer alıyor. 2005 yılında o zamanki adıyla Çevre ve Orman Bakanlığı’nın talebi üzerine Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’ne bağlı Çevre, Metalurji, Kimya ve Makine Mühendisleri Odası tarafından oluşturulan bir komisyon Ocak arafından Arslan Avcı Döküm Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye ait söz konusu tesiste inceleme yapılmış ve Bakanlığa rapor olarak sunulmuştu. Yapılan incelemeler ve sonrasında edinilen bilgilere göre söz konusu işletmenin bu tür bir tehlikeli üretim yapması için gerekli olan izinlerinin bulunmadığı tespit edilmişti. TAEK tarafından 8 Eylül 2008’de Şirkete gönderilen yazıda, “…fabrikada Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos’ta yapılan ölçümlerde depolama sahasında, fırınlar bölgesinde, kapalı istif sahasında radyoaktif madde bulaşmış atık tespit edildiği radyasyonlu atıkların bulunduğu yerin karantina altına alınması gerektiği…” bildirilmişti. İzmir Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkilileri, 17 Eylül 2008’de fabrikaya yazı yazarak “9-10 Eylül 2008’de fabrikada 90x90x12 metrelik depolanmış atık sahasında radyasyon tespit edildiği” bildirmişti. Bu tespitlere rağmen görevini yerine getirmeyen kamu görevlileri ve şirket yetkilileri hakkında TMMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası ve çok sayıda kurum tarafından suç duyuruları yapılmasına rağmen takipsizlik kararları verilmiştir. Ama 2025 yılına gelindiğinde halen Gaziemir’deki radyoaktif atıklar sorunu çözülmeyi bekliyor. Sahadaki radyoaktif atıkların ne olduğu konusunda şüphe ve endişeler daha da artarken nükleer bir tehlike karşısında yurttaşların hiçbir hukuksal güvenliğinin olmadığını göstermeye devam ediyor.

Akkuyu Davası’nda da aynı akıbet yaşandı. Danıştay, basit bir taş ocağı ÇED davasında bile şimdiye kadar gözettiği kendi içtihatlarını yok sayarak davayı reddetti. Ret kararıyla Akkuyu için hazırlanan ÇED raporuna hukuka uygunluk payesi verilmekle kalınmadı. Çevre Hukuku alanında şimdiye kadar elde edilmiş bütün hukuksal kazanımlar nükleer sevdasına feda edildi. Anayasa Mahkemesi de dosyaları yıllarca sürüncemede bıraktıktan sonra karar vermeye başladı.

Hasarın ilk boyutu adli yargıdaki suç duyurularında ve idari yargıdaki ÇED davalarında net bir şekilde görülen başvuruların ve davaların sürüncemede kalma hali nükleerle sınırlı kalmadı. Nükleer dışında en yakın örnek olarak 5 yıldır bitirilemeyen Kanal İstanbul davalarına da bakılabilir. Erzurum Tortum’daki çevre kirliği nedeniyle açılan ceza davası 13 yıldır devam ediyor. Bodrum’daki deniz kirliliği hakkında 2 yıl süren soruşturma sonrasında açılan ceza davası 5 yılı geride bırakarak devam ediyor. Erzincan İliç’te en yakın örnek olarak soruşturmalar halen devam ediyor. Geç yargılama yargının genel bir sorunu olarak görünebilir. Fakat çevre davaları özel bir yargılama usulü içinde idari yargı mekanizmasında ivedi yargılama usulüne tabi davalar. Temyiz aşaması dahil 6 ay gibi bir sürede tamamlanması öngörülen davalarda 5 yıldır karar bekleniyor. Tortum’daki ceza davasının açılmasını sağlayan yöre yurttaşların bir kısmının kararı görmeye ömürleri vefa etmedi. Bu nedenle genel cezasızlık halinin çevre davaları söz konusu olduğunda “yargılanmazlık” şeklini aldığını söyleyebiliriz.

Hasar tespitine ilişkin ikinci konu; doğal yargıç ilkesinin zedelenmesidir. ÇED davalarına projenin yer aldığı yerel mahkemelerde bakılıyor. İYUK’ta bu konuda kesin görev ve yetki kuralı öngörülmesine rağmen Mersin İdare Mahkemesi’nde açılan Akkuyu davası, Danıştay’a aktarıldı. Nedeni aynı zamanda düzenleyici işlem niteliğindeki yönetmelikle ilgili başka bir davanın açılmış olması gösterilse de aynı Danıştay daha önce Bergama ile ilgili davada görevsizlik kararı vermişti. Nitekim doğal yargıç ilkesine aykırı olduğu Mersin İdare Mahkemesi’nin kararında muhalefet şerhi olarak belirtildi. Kanal İstanbul davasında da İstanbul İdare Mahkemesi hem de keşif yapıp bilirkişi raporu sunulduktan sonra görevsizlik kararı vererek dosyayı Danıştay’a gönderdi. Sürüncemede bırakarak karar verememe hali, ayrıca mahkemeler arasında dolaştırma eğilimine dönüştü.  

Sinop davası da mahkemeler arasında dolaşmaya devam ediyor. 3 Mayıs 2013 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Nükleer Güç Santrallerinin ve Nükleer Güç Sanayisinin Geliştirilmesi Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşma imzalandı. Amaç uluslararası anlaşma üzerinden gidilerek iç hukukta yargısal denetim yollarının kapatılmasıydı. Bunun için önce Çevre Düzeni Planı’nda hiçbir değişiklik yapılmadan nükleer yapılmak istendi. Ama bu yol tutmayınca 2020 yılında 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda enerji alanı olarak nükleer santral işlendi. Bu plan değişikliğinin iptali istemiyle açılan davada, Danıştay tarafından 23/06/2023 yılında keşif-bilirkişi incelemesi yapılmış ve 16/04/2024 tarihinde bilirkişi raporu sunulabilmiştir. Bilirkişi raporunun sunulmasından bir yıl sonra 09/04/2025 tarihinde duruşma yapılmıştır. Bu yazı kaleme alındığında Danıştay 6.Dairesi bu karar duruşmasından sonra da karar vermeyerek yeni bir ara karar aldı. Bir kez daha davalı idarelerden bilgi ve belge talep edildi. Üç kişilik bilirkişi heyetinin tamamı tarafından çevre düzeni planının iptal edilmesi gerektiği yönünde net bilirkişi görüşü sunulan davada keşfin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen davanın esası hakkında karar verilmesi bekleniyor.     

2020 yılında Sinop NGS için ÇED süreci bütün itirazlara rağmen tamamlanarak ÇED Olumlu kararı verildi. Samsun 3.İdare Mahkemesi’nde Sinoplu yurttaşlar, Sinop Belediyesi, Sinop Barosu, sivil toplum örgütleri ile birlikte TMMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisleri Odası, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, TMMOB Şehir Plancıları Odası, Türk Tabipleri Birliği, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu tarafından iptal davası açıldı. Mahkeme tarafından o tarihe kadar seçilen en kalabalık sayıda 15 kişilik bilirkişi heyeti tarafından sunulan raporda üç yüze yakın iptal gerekçesi vardı. Ama Mahkeme, flora ve fauna, orman varlığı, korunan alanlar, jeolojik veriler, deniz ekosistemi ve bir ÇED raporundaki bütün kritik parametrelerle ilgili sıralanan iptal gerekçelerinin bulunduğu bu bilirkişi raporundaki bilimsel-teknik tespit ve değerlendirmelere itibar etmeyerek davanın reddine karar verdi.

Davanın reddi kararı üzerine temyiz incelemesi yapan Danıştay 6.Dairesi; “ÇED raporunda projenin teknolojisinden kaynaklanan çevresel etkilerinin ATMEA1 tipi reaktöre göre belirlendiği, başka bir teknoloji kullanılması durumunda, ÇED raporunun geçerliliğini kaybedeceği anlaşıldığından, İdare Mahkemesince, öncelikle yukarıda yer verilen ve ÇED raporunda atıfta bulunulan Uluslararası Anlaşmanın halen yürürlükte olup olmadığının tespit edilmesi, anlaşmanın  hükümsüz kaldığının ve proje şirketinin değişmesinin söz konusu olduğunun anlaşılması durumunda, ATMEA1 basınçlı su reaktörünün herhangi bir başka proje şirketi tarafından kullanılınıp kullanılamayacağının, diğer bir ifadeyle, bu reaktörün uluslararası anlaşmadan bağımsız olarak alanda inşa edilebilme olanağının bulunup bulunmadığının öncelikle incelenip gerekirse bilirkişilerden ek rapor  alınarak açıklığa kavuşturulması suretiyle işin esasına girilmeden bir karar verilmesi gerekmektedir.” dedikten sonra “İdare Mahkemesince, yukarıda belirtilen eksiklik giderilerek halen ÇED raporunun geçerli olduğu sonucuna varılması durumunda işin esası yönünden temyize konu karar değerlendirildiğinde;”(…) ek bilirkişi raporu alınması ya da yeniden oluşturulacak bir heyetle keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle alınacak rapora göre yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.” denilmiştir. Japonya’nın projeden çekilmesi sonrasında proje ortağı tarafından üretilen bu reaktör tipinin de üretilme olanağı kalmamıştı. Samsun 3.İdare Mahkemesi Danıştay kararına fiilen uyarak ilgili idarelerle ATMEA1 tipi reaktör konusunda yazışma yaptı. Ancak gelen yanıtlardan sonra Danıştay kararına uymadığını belirterek önceki kararında ısrar kararı vermiştir. Israr kararında; “2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca ivedi yargılamaya ilişkin davalarda, ilk derece mahkemesince verilen kararlara karsı yapılan temyiz isteminin haklı bulunması halinde Danıştay’ın kararı bozmakla kalmayıp idare mahkemesi yerine geçerek gerekli inceleme ve tahkikatı yapması ve isin esası hakkında yeniden bir karar vermesi zorunlu olduğu halde, somut olayda Danıştay 6. Dairesi’nce bu gerekliliğe riayet edilmeksizin isin esası hakkında henüz bir karar verilmeden Mahkememizce verilen karar bozulmak suretiyle dava dosyasının Mahkememize gönderildiği anlaşılmış olup; bu kapsamda belirtilen yasal düzenlemeler doğrultusunda Mahkememizce isin esası hakkında verilen bozmaya konu karar dışında yeniden bir karar verilmesinin hukuken mümkün olmadığı açıktır.” şeklinde gerekçe oluşturuldu. Samsun 3.İdare Mahkemesi, böylece Danıştay’a davanın esası hakkında kararı Danıştay’ın vermesi gerektiğini hatırlattı. Bu özetlenen yargılama safahatı, TEMA Vakfı, TMMOB ve farklı çevre platformlarının açtığı davada da aynen uygulandı.

Dava dosyası temyiz başvurusu üzerine bir kez daha Danıştay’a taşındı. Samsun 3.İdare Mahkemesi ısrar kararı verdiği için dava dosyası Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na gitti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından; “Bu durumda, ivedi yargılama usulü kapsamındaki 2872 sayılı Kanun uyarınca tesis edilen çevresel etki değerlendirmesi sonucu alınan karara karşı açılan bu davanın esası hakkında verilen kararın temyiz aşamasında, Danıştay Altıncı Dairesince, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca, temyiz isteminin haklı bulunması hâlinde, kararı bozmakla kalmayıp İdare Mahkemesi yerine geçerek gerekli inceleme ve tahkikatı yapması ve isin esası hakkında yeniden bir karar verilmesi zorunlu olup, ivedi yargılama usulü kapsamındaki işbu uyuşmazlıkta, Mahkemece verilen kararın ısrar kararı olarak nitelendirilemeyeceği sonucuna varılmıştır.(…) Açıklanan nedenlerle, ısrar kararına konu olmayan uyuşmazlık hakkında temyiz incelemesi yapmak üzere dosyanın Danıştay Altıncı Dairesine gönderilmesine, 25/09/2023 tarihinde oybirliği ile karar verildi.” Böylece idari yargı alanındaki en yüksek merci olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu da davada esas hakkında karar vermeyerek ilk derece mahkemesi olan Samsun 3.İdare Mahkemesi ile aynı yönde karar vererek davanın Danıştay 6.Dairesi tarafından karara bağlanmasına hükmetti.

 Bu arada davanın gönderildiği Danıştay 6.Dairesi’nin ÇED davalarına bakmasını öngören işbölümünde değişiklik yapılarak ÇED davaları Danıştay 4.Dairesi’nin işbölümü alanına alındı. Ama Danıştay 6.Dairesi’nin yerine ÇED davalarına bakan Danıştay 4.Dairesi de davanın esası hakkında karar vermeyerek daha önce Danıştay 6.Dairesi’nin verdiği kararı yineleyerek davanın reddi yönündeki ısrar kararını bozarak tekrar dava dosyasını Samsun 3.İdare Mahkemesi’ne gönderdi. Bunun üzerine üçüncü kez dava dosyası önüne gelen Samsun 3.İdare Mahkemesi’nin artık Danıştay’ın bozma kararına karşı bir kez daha davanın reddi kararında ısrar olanağı bulunmadığından bozma kararına uyularak yargılamaya devam edilmiştir. Bu aşamada bozma kararında Japonya’nın projeden çekilmiş olması ve ATMEA1 tipi reaktör konusundaki bozma gerekçeleri üzerinde durulmadı. Dava, aradan geçen 5 yılda yeni açılmış gibi bir kez daha keşif-bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildi. 24 Nisan 2025 tarihinde keşif yapıldıktan sonra dava dosyası bilirkişilere verildi. Bundan sonra dava bir 5 yıl daha sürecek mi? Hep birlikte göreceğiz.     

Doğal yargıç ilkesinin erozyona uğraması hukuk sisteminde çok daha yapısal hasarların oluşmaya başladığının sinyalini veriyor. Çünkü önemli davaların ilk derece mahkemeleri yerine Danıştay’da yüksek mahkeme olarak görülmesi muhalif çevrelerde de olumlu karşılanıyor. Yargıya olan güvenin azalması nedeniyle yüksek mahkemede kıdemli yargıçlarca karar verilmesi tercih nedeni olabiliyor. Ancak hukukun en temel ilkelerinden olan doğal yargıç ilkesinin zedelenmesi olağan yargılama dışında olağanüstü ve istisnai yargılama pratiklerine de kapı arayabilir. Nitekim bazı şirketler tarafından dile getirilebilen özel çevre mahkemeleri önerisi, DGM’nin çevre mahkemesi versiyonu olma riski de taşıyor. 

Nükleer Hukuk dizisinin önceki yazılarında geleceğe dair öngörü ve tahminlerde bulunabilmiştik. Bundan sonra ne zaman yazılacağını bilemediğimiz Nükleer Hukuk IV’ün konusunun neler olacağını tahmin etmek ise oldukça zor. Bu zorluğun birinci nedeni, iklim değişikliği başta olmak üzere ekolojik krizin gezegen ve insanlık için yarattığı yıkıcı riskler. Nükleer lobiler, bu krizi de fırsata çevirmek için iklim krizine karşı nükleer santralleri önermeye ve “yeşil enerji” olarak yutturmaya çalışıyorlar. Paris İklim Anlaşması ve devam eden uluslararası zirveler, şimdiye kadar iklim krizine karşı inandırıcı çözümler geliştiremediler. Muhalif hareketlerin gücü de bu olumsuz gidişi geri çevirmeye yetmiyor. İkinci zorluk, Türkiye’nin jeostratejik konumlanışı. Rusya, Akkuyu’dan sonra Sinop’ta da yatırımcı olabilir mi? ABD veya Çin olan ilişkiler nükleer alanda işbirliğine dönüşebilir mi? Bölgede İsrail ve İran ile olan ilişkilerde nükleerin önemli bir yanı var. Kanada ve Kore adı anılan diğer ülkeler arasında yer alıyor. Ukrayna’daki savaş sırasında her seferinde kıyısından dönülen nükleer patlamalardan sonra Hindistan ve Pakistan arasında nükleer savaş tehlikesi meydana geldi. Bütün bu denklemlerin nasıl evrileceği Türkiye’nin nükleer serüvenini de belirleyecek.


[1] https://yesilgazete.org › nukleer-hukuk 21 Ocak 2010

[2] Nükleer Hukuk(II) Elektrik Mühendisliği 2019 Ocak sayı 464

Kaynak: https://www.metalurji.org.tr/dergi_mm/dergi_mm09/MetalurjiMalzeme09.pdf

Önceki İçerik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments