Cumartesi, Ağustos 16, 2025
Google search engine
Ana SayfaKişisel YazılarBarışın Ekolojisi

Barışın Ekolojisi

Nihat Erarslan – Metin Irmak 14/08/2025

İnsanlık Tarihinin En Kritik Yol Ayrımında

İnsanlık, uygarlık tarihi boyunca belki de hiç bu kadar keskin bir yol ayrımına gelmedi. Bugün dünya üzerindeki politik kararlar nerede alınırsa alınsın, hangi başkentte imzalar atılırsa atılsın, bu kararların gerçek etkisi Ortadoğu coğrafyasında şekillenmektedir. Ve bu kadim coğrafya, insanlığın eşi benzeri görülmemiş bir fırtınanın kıyısında olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu fırtına yalnızca bölgesel bir çatışma, geçici bir türbülans değil; bütün gezegenin kaderini belirleyecek bir kırılma anıdır. Bu kırılma, ya insanlığa yeni bir sıçrama imkânı yaratacak ya da tüm canlılık için geri dönülmez bir yok oluşun kapısını aralayacaktır.

Binlerce yıl boyunca insanlık, kendini bu gezegenin merkezine yerleştirdi. Uygarlığın, ilerlemenin, yaşamın taşıyıcısı olduğunu düşündü. Ancak geç de olsa görüldü ki, bu gezegen sadece insana ait değil. Doğa, canlılar ve yaşamın diğer bileşenleri birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle bugün, parçacı değil, bütüncül bir bakış açısı bir tercih değil, yaşamsal bir zorunluluktur.

Tarih dediğimiz şey, aynı zamanda savaşların tarihidir. Bu savaşlar çoğu zaman insanın doğayı, kendini ve varoluşunu anlamaktaki yetersizliğinin, bilinçsizliğinin bir sonucudur. Önce bireyler arası gerilimlerde, sonra kabileler, bölgeler ve uluslar arasında büyüyerek süreklilik kazanan çatışmalar, modern çağda emperyalist savaşlara dönüşmüştür.

Ancak yalnızca silahlar konuşmadı. Toplumların iç yapılarındaki üretim ilişkileri, sınıflar arası çelişkiler, uzun bir dönem bu savaşların gerçek zeminini oluşturdu. Fakat kapitalizm, bu çelişkileri görünmez kılacak yeni yöntemler geliştirdi. Medya, propaganda aygıtları, dijital araçlar ve kitlesel algı yönetimiyle gerçekleri perdeledi. Sömürüyü daha sofistike hale getirdi. Sınıf mücadelesinin görünürlüğü azaldıkça, kapitalist sistemin önünde yeni fırsat alanları belirdi: Doğa, çevre, yaşam alanları – kısacası ekosistem – yeni sömürü sahalarına dönüştürüldü.

Bugün kapitalizm, artık yalnızca emek gücünü değil; ormanı, nehri, toprağı, havayı da sömürmektedir. Ekolojik yıkım politikaları kural tanımaz bir açgözlülükle yürütülmekte; şirketler, devletler ve uluslararası sermaye grupları bu yağmayı meşrulaştırmak için tüm imkânlarını seferber etmektedir. Gezegenin geri kalanına ise; kriz, yoksulluk, faşizm ve hayatta kalma mücadelesi kalmaktadır.

Geniş halk kesimleri bir yandan derinleşen ekonomik krizlerle boğuşurken, bir yandan da doğayı ve yaşamı hiçe sayan küresel güçlerin pazar savaşlarına maruz kalmaktadır. Tüm bunlar, insanlığı sadece politik değil varoluşsal bir yol ayrımına getirmiştir.

Bugün doğa, yüzyıllardır kapitalist savaşlarla tahrip edilen insanlıkla birlikte can çekişiyor. Ve bu enkazdan çıkışın tek yolu vardır: BARIŞ. Ancak bu barış, soyut bir uzlaşı değil; adalet, eşitlik ve özgürlük ilkelerine dayalı, tüm canlılığı kapsayan somut bir taahhüt olmalıdır. Ve bu taahhüt, sadece sözle değil; hukuki, politik ve toplumsal güvencelerle sağlamlaştırılmalıdır.

Çünkü yaşanabilir bir gelecek, ancak bu barışın mümkün kılacağı adil bir dünya düzeniyle mümkündür.

Barışın Ekolojisi

Barışı savunmadan ekoloji mücadelesi yürütmek, kökünü keserek ağaç dikmeye çalışmak gibidir. Çünkü ekoloji mücadelesinin özü, doğayı ve yaşamı koruma iradesidir; savaş ise hem doğayı hem yaşamı en hızlı ve en geri dönüşsüz biçimde yok eden süreçtir.

Savaş sadece insanları öldürmez; bombalar, ağır silahlar, kimyasal maddeler, orman yangınları ve altyapı yıkımı ekosistemleri yok eder. Tarım alanları, ormanlar, su kaynakları kirlenir ya da tamamen yok olur. Kriz dönemlerinde çevre mevzuatları askıya alınır; “acil ihtiyaç” bahanesiyle madenler, ormanlar ve su kaynakları kontrolsüzce sömürülür. Savaş ekonomisi, doğa koruma bütçelerini de yok eder.

İnsanlar güvenlik kaygıları içindeyken ekolojik sorunlar geri plana itilir. Aktivistler ve bilim insanları susturulur, sürgüne zorlanır. Oysa barış ortamı, doğanın iyileşmesine, biyoçeşitliliğin korunmasına ve ekosistemlerin yeniden dengelenmesine fırsat verir.

Barışın ekolojisi, tüm canlıların doğaya zarar vermeden uyum içinde yaşadığı, kaynakların adil paylaşıldığı, şiddetin ve yıkımın olmadığı bir düzen demektir.

Savaşın ekolojisi ise yıkım ve yok oluştur.

Doğada her tür kendi rolünü oynar; denge bozulduğunda sistem kriz üretir. Toplumsal adaletsizlikler de çevre sorunlarının kökeninde yatar. Adalet sağlanmadan gerçek barış mümkün olmaz. Barış, karşılıklı bağımlılık, sürdürülebilirlik ve ortak yaşam kültürüyle mümkündür.

Barış, ekoloji mücadelesinin olmazsa olmaz zeminidir. Silahların sustuğu yerde; ağaçlar, hayvanlar ve insanlar yeniden nefes alır. Ancak yalnızca silah bırakmak yetmez; kimlik, hak, yerel yönetim, adalet, dil ve kültür gibi meseleler de çözülmelidir. Bu adımlar atılmadıkça süreç “kırılgan ateşkes” olmaktan öteye geçemez.

Ekoloji ve barış, aynı ağacın iki dalıdır — biri olmadan diğeri yeşermez. Doğa yok olursa insan yaşayamaz; insanın barışı yok olursa doğa da korunamaz. Temiz su, verimli toprak, sağlıklı hava herkesin hakkıdır. Ekolojik adalet, toplumsal adaletle el ele yürür.

Biz ekoloji mücadelesi verenler, barış görüşmelerinin seyircisi değil öznesi olmalıyız. Halkın katılımı olmadan barış süreçleri zayıf kalır.

Çünkü savaşın, talanın ve doğa yıkımının karşısında susmak suçtur.

Barışın ekolojisi, hem doğanın hem toplumun uyum içinde var olmasını sağlayan dengedir.
Barış ve ekoloji mücadelemizi birleştirelim, birlikte çoğalalım

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Advertisment -
Google search engine

Most Popular

Recent Comments