Salı, Eylül 16, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 24

OYUNCULAR DEĞİŞSE DE ODTÜ ORMANI SALDIRI ALTINDA!

ODTÜ Ormanının içinden geçecek rant yolu, yazdan bu yana yaşanan gelişmelerle yeniden gündeme geldi.

Önce sürecin nasıl geliştiğini hatırlayalım…

8 Eylül 2017 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı İ. Melih Gökçek ile ODTÜ Rektörü Verşan Kök arasında imzalanan Protokol (1), ODTÜ Ormanına saldırının başlangıcı oldu. Söz konusu Protokolün hemen ardından 9 Eylül 2017 tarihinde, bir gece operasyonu ile ODTÜ Ormanı içinde, kuzey-güney doğrultusunda, 90-100 metre genişliğinde, 4.800 metre uzunluğunda yarık açıldı. “Yapımı süren Bilkent Şehir Hastanesine yol yapıyoruz” gerekçesiyle açılan bu yarık, Ormanın batısında, Bilkent sınırında kalan 75 hektar büyüklüğündeki orman parçasını ana ormandan kopardı. (2)

“Ormanda imar planı yapılamaz” gerçeği bilmezden gelinerek ve özel ormanlarda verilecek izinlere ilişkin hukuksal yükümlülükler yerine getirilmeden iş makineleriyle ormana girildi, ağaçlar barbarca parçalanarak yol açıldı. Dönemin belediye başkanı bu acınası duruma karşın “Bir gecede 4,5 km yol yaptık” diye övünebildi. Bu girişim; ODTÜ öğrencileri, ODTÜ Mezunlar Derneği, çeşitli dernek, oda ve sendikaların mücadelesiyle durduruldu ve yargıya taşındı.

Oysa Türkiye Ormancılar Derneği (TOD) tarafından 1957 yılında “Atatürk Ormanı” olarak projesi yapılmış; yıllar içerisinde Orman Genel Müdürlüğü (OGM) ile ODTÜ öğrencilerinin, öğretim üyelerinin ve çalışanlarının çabalarıyla oluşturulmuş ve bugünlere kadar getirilmiş bu orman yapısı, sıradan bir orman değildir. İç Anadolu iklim koşullarında insan eliyle geliştirilmiş en büyük ormandır. (3) Bu çerçevede, Orman, 1995 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü aldı. (4) 2001 yılında hukuksal olarak da orman ilan edildi.

Ankara halkı temiz ve sağlıklı hava soluyabiliyorsa, bu ormanın katkısından dolayıdır.

Protokol ne diyor, biz ne diyoruz?

ABB ile ODTÜ Rektörlüğü arasında imzalanan ve dört maddeden oluşan Protokol, yasaların gerekliliklerinin yerine getirilmesi olmayıp iki tarafın niyet açıklamasından ibarettir.

Diğer yandan, Protokolde yer alan “Ağaçlar ile ilgili uygulamalar kapsamında; taşınması uygun olan ağaçlar nakledilecek, uygun olmayan, ömrünü tamamlamış olan ağaçlar kaldırılacaktır.” (Madde-3/1), “(…) Teknokent Kavşağı ile 1071 Malazgirt Bulvarı arasında bağlantı öngörülen Tünel, üst yüzey bölgesine zarar verilmeksizin tamamen yeraltından yapılacaktır.” (Madde-3/2), “İncek bulvarı bağlantı yolu Ek-4’te koordinatları belirtilen güzergahta esasen 4 şerit gidiş ve 4 şerit geliş olarak; aşağıdaki kesitte 38 metre olarak yapılacaktır. (Ek-5 yol kesiti)” (Madde-3/4), “(…) Aynı zamanda yol için kesilen ağaç sayısının 2 katı kadar ağaç ABB tarafından ODTÜ arazisine dikilecektir.” (Madde-3/5), “(…) Yol yapımı karşılığında 36 hektarlık hazine arazisinin ODTÜ’ye tahsisi Ankara Valiliği koordinasyonunda gerçekleştirilecektir.” (Madde-3/6) hükümlerinin biraz olsun ekoloji, ekosistem ile hukuk bilgisine sahip yurttaşların aklına bazı sorular getirmemesi de mümkün değil:

1. 9 Eylül 2017 tarihinde sökülüp taşınan ağaçların tutmayacağı bilimsel olarak besbelliyken bunun protokolde dile getirilmesi ne anlama geliyor? ABB zamanında kaç ağacı söküp taşıdı, nereye dikti ve bu ağaçların şu andaki durumu nedir? ABB’nin bu konuda bir çalışması var mıdır ve kamuoyuna bir açıklaması olacak mıdır?

2. Protokolde yolun 38 metre olarak yapılması öngörülmüş iken ABB, 90-100 metre genişliğinde bir alanı açtı. Yani ormanda “açma suçu” işledi. Bu durumda ODTÜ Rektörlüğü ve Orman Genel Müdürlüğü`nün suç duyurusunda bulunması gerekirdi. Bu görev yerine getirildi mi?

3. Yol yapımı karşılığında ODTÜ`ye tahsisi yapılacak olan 36 hektarlık hazine arazisi nereden verildi? Söz konusu arazinin niteliği (bataklık, bozkır vb.) nedir?

Bu sorulara bugüne değin yanıt verilmediğine göre ABB Protokolde belirtilen yükümlülüklerini bile yerine getirmedi. 2021 yılında ODTÜ Mezunlar Derneği Vişnelik Tesislerindeki salonda yapılan toplantıda, ABB İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanı, tünel yapımından da vazgeçildiğini açıkladı. Demek ki bilimsel gerçeklerden, ormanı korumaktan değil ancak keyfilikten söz edilebilir.

Son Gelişmeler ve Durum

ODTÜ Ormanını parçalayıp geçecek bu yolun yapımı bir süre soğumaya bırakıldı ve unutturulmaya çalışıldı. Ağustos 2021 tarihinde ABB bu yolun yapımı için ihale açtı. İhaleyi alan şirket Temmuz 2022`de güney yönünden başlayarak iş makinelerini yola sokup kamyonlarla çakıl döktü. ODTÜ öğrencilerinin karşı çıkması ve mücadeleye başlaması üzerine iş makineleri alanı boşaltarak gitti. Konu kamuoyuna duyurulunca ABB “Bizim haberimiz yok, şirket bizim bilgimizin dışında iş yapmıştır” diyebildi. Oysa yolun devamı niteliğindeki ve ODTÜ Ormanı ile İncek arasındaki bölümünün yapımı sürüyor. Gelişmelerden bu bölümün oldu bittiye getirilerek bitirileceği ve ODTÜ Ormanı tarafının yapımına haklılık payı kazandırılmaya çalışılacağı anlaşılıyor.

2017 yılında “Bilkent Şehir Hastanesi açılacak ama yolu yok” denmiş, hastaneye yol yapmanın “kamu yararı” olduğu gerekçesine sığınılmıştı. Hastane açılalı kaç yıl geçti ve bu yol olmadan da hastaneye ulaşılabildiği anlaşıldı. Böylece “Hastaneye ulaşım” gerekçesinin uydurma olduğu görüldü. Şimdi ise “Anayasa Mahkemesi binasına yol açılacak” gerekçesi üretilmiş. Madem öyle yolu olmayan yere neden hastane veya Anayasa Mahkemesi binası yapılıyor; böyle plansızlık, öngörüsüzlük olur mu?

Aradan geçen süre zarfında dikkat çekilmesi gereken bir nokta da 2017 yılında yol açılırken bölgede yapımına yeni başlanmış bir adet gökdelen varken günümüzde altı adet gökdelen yükselmesidir. ODTÜ bileşenleri bu yolu “rant yolu” olarak adlandırırken haksız mı?

8 Kasım 2022 Salı günü ODTÜ Ormanından geçirilmek istenen “rant yolu”na karşı ABB önünde basın açıklaması yapıldı, o gün yapılacak ABB Meclisi toplantısına katılmak istendi. Yasa gereğince Meclis toplantıları halka açıktır. Belediye, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile yasakların kaldırıldığı belgesi gösterilmiş olmasına karşın Covid-19 pandemisini gerekçe göstererek toplantıya katılmaya engel oldu. Ardından temsilci olarak katılıma izin verilmiş olmasına karşın salon dışında bekleyenlere önce zabıta, sonra da polis şiddeti uygulandı, gaz sıkıldı ve 6 öğrenci gözaltına alındı. Böylece ABB yönetiminin; demokrasi, katılımcılık, danışma kavramalarından ne denli uzak olduğu da bir kez daha görülmüş oldu.

Basın açıklaması yapmak ve belediye meclisi toplantısına katılmak için ABB önüne giden yurttaşlara şiddet uygulanmasından ve 6 öğrencinin gözaltına alınmasından sonra ABB bir açıklama yaptı. (5) Bu açıklamada yer alan “Ankara Büyükşehir Belediyesinin ODTÜ arazisi içerisinde herhangi bir çalışması YOKTUR.” ifadesi şu anda bir çalışma olmasa da verilen mücadele karşısında ABB`nin savunmacı bir dile sığındığını gösteriyor. Oysa açık açık “Ben bu yolu yapmayacağım” demiyor/diyemiyor. Açıklamada “Ankara Büyükşehir Belediyesi tüm rant projelerine karşı büyük bir mücadele vermektedir.” deniyor. Daha yol yapımı için araziye dozer girip kazı başladığında altı gökdelen yükselmiş. Bunun bitişiğinde dörder şeritli yol açılıyor ve daha sonrası orman. Bundan âlâ rant mı olur? Bu rant değilse ne? Rant kime sağlanıyor? Ankara halkına mı, o gökdelenleri dikenlere mi?

Televizyon haberlerine göre ABB bir gerekçe daha üretmiş: Bu yolun yapılması konusunda anket yapılacak ve anket sonuçlarına göre karar verilecekmiş. Pes doğrusu! Anket yapılacaksa neden ihale yapıldı? Ayrıca, oksijen üretme, karbon tutma, havayı temizleme, toprağı koruma, suyu düzenleme gibi işlevleriyle orman ekosistemi, içinde yaşayanlardan ve yakın çevresindekilerden başlayarak genişleyen halka halka, dalga dalga herkesi ilgilendirir. O nedenledir ki ormanlar korunmalıdır. Anayasanın 169. Maddesi ve Türkiye`nin taraf olduğu devletlerarası sözleşmeler ormanların korunmasını zorunlu kılar. Böyleyken ormandan yol geçirilmesinin anketlere göre karar verilmesine indirgenmesi, tam bir cehalettir ve rezalettir.

ABB artık günübirlik kararlarla ve projelerle Ankara`yı yönetmeyi bırakmalı; “Ankara Ana Ulaşım Planı” yapıp, plan üzerinden kararlar alma yoluna yönelmelidir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 11 Kasım 2022 Cuma

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği

(1) https://www.ankara.bel.tr/haberler/odtuden-gececek-yol-konusunda-anlasma-saglandi-10669

(2) Bakınız: Google’dan ODTÜ Ormanı 9 Eylül 2017 taraması sonuçları

(3)https://acdm.metu.edu.tr/tr/tarihce#:~:text=Yakla%C5%9F%C4%B1k%203100%20hektar%20geni%C5%9Fli%C4%9Findeki%20ODT%C3%9C,%C3%B6nemli%20bir%20do%C4%9Fal%20%C3%A7evre%20yarat%C4%B1lm%C4%B1%C5%9Ft%C4%B1r; https://60yil.metu.edu.tr/odtu-ormani

(4) https://the.akdn/en/en/how-we-work/our-agencies/aga-khan-trust-culture/akaa/re-forestation-programme-metu

(5)https://twitter.com/ankarabbld/status/1590012053716365312?s=20&t=ej7OLQEy2_Idf5y8itnE1Q 

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONFERANSI#COP27 | Hileyle hurdayla iklim krizinin üstesinden gelemezsiniz

Bu COP’u doğru yola sokmanın ve herkes için insan hakları ve herkes için iklim adaleti sağlamanın zamanı geldi.

Yedi yıl oldu! Paris’te tüm ülkeler finansman akışlarını düşük sera gazı emisyonları ve iklime dayanıklı kalkınma patikasıyla uyumlu hale getirmeyi kabul etmişti. Bu taahhütlere rağmen, tam tersini yaptılar. Fosil yakıt sübvansiyonları artmaya devam etti ve Madde 2.1c gündem dışında tutuldu.

Paris Anlaşması’ndan bu yana G20 hükümetleri fosil yakıtlara yılda 77 milyar ABD dolarından fazla finansman akıttı. Bu, temiz enerjiyi desteklemek için harcadıklarının üç katı. Bu yüksek emisyonlu ülkeler, bizleri iklim krizi karşısında daha yoksul ve daha kırılgan yapan bu projelerin yaygınlaşmasını desteklemek için çok taraflı kalkınma bankaları, iki taraflı kalkınma finansmanı kuruluşlarını ve ihracat kredi ajanslarını kullanıyor.

Siyasi cesaret

Siyasi cesarete ihtiyacımız var. Paris Anlaşması, hem yurtiçi hem de uluslararası finansman akışı için yeni bir küresel paradigma çağrısında bulundu ve bu paradigma liderler zirvesinde yapılan birçok konuşmada da tekrarlandı. Buna rağmen, COP27’ye yeni ve tehlikeli, fosil yakıt finansman anlaşmaları imzalamaya gelen ülkeler olduğunu görüyoruz. Buna bir son verilmesi lazım. İstisna yapacak durumda değiliz.

Trilyonlar orada duruyor (evet, trilyonlar!). ECO, hem kamu hem de özel finansman akışlarını karbonsuz bir gelecekle uyumlu hale getirmemizi ve küresel ısınmayı 1,5°C derece sınırının altında tutmamızı engelleyen öğeleri tanımlamamıza yardımcı olacak bir süreç çağrısında bulunuyor. Madde 2.1c, bu tartışmanın çok önemli bir unsuru ve ECO bu maddenin şimdiye kadar gündem dışında bırakıldığına inanamıyor.

Karbon yakalama balonunun içi doğal gaz dolu

Karbon yakalama: Kamu finansmanı yakalamakta epey başarılı. Ya emisyonları yakalamakta? Pek değil.

Bu nedenle, ECO olarak bizler de Dekarbonizasyon Günü’nde fosil yakıt şirketlerine bu tehlikeli yanıltmacalarını kapı kapı dolaşıp satabilmeleri için bu platformun sunulmuş olmasından son derece endişeliyiz.

Fosil yakıt şirketleri, karbon yakalama ve depolama gibi riskli ve pahalı teknolojik çözümler sayesinde fosil yakıt çıkarmaya devam edebileceğimizi iddia ediyor. Ama herkese yalan söylüyorlar.


Fotoğraf: Yeşil Gazete.

Pahalı başarısızlıklar

Karbon yakalama ve depolama (CCS) bir azaltım teknolojisi olarak işe yaramıyor. ECO, onlarca yıllık araştırmaya ve on milyarlarca sübvansiyona rağmen, karbon yakalama teknolojisinin geçmişinin pahalı başarısızlıklar üzerine pahalı başarısızlıklardan başka bir şey olmadığını hatırlatıyor.

Karbon yakalama işe yarasaydı bile, iklim krizine karşı çözüm olmazdı. Karbon yakalamanın, petrol ve doğal gaz yandığında açığa çıkan emisyonların yüzde 80’i üzerinde hiçbir etkisi yok. Zaten yüksek maliyetli olan kirletici fosil yakıt tesislerinden kaynaklanan emisyonların bir kısmını zar zor geri almak için milyarlarca dolar harcamak hem saçma hem de gereksiz. Yenilenebilir enerjiye ve enerji verimliliğine yatırım yapmak her zaman daha verimli ve daha etkili.

Manila’dan Kaliforniya’ya

Karbon yakalama ve depolamanın en son IPCC raporunda en yüksek maliyetli ve en az etkili azaltım seçeneği olarak yer alması hiç de şaşırtıcı değil. Karbon yakalama teknolojilerine Birleşmiş Milletler’in yeni net sıfır emisyon planı kılavuzlarında bir kez bile yer verilmemesi de boşuna değil.

Ayrıca karbon yakalama ve depolama projeleri, ekosistemleri ve insan sağlığını tehdit eden kirletici bir sektörün can simidi olarak insanlar ve çevre açısından yeni riskler oluşturuyor. Henüz geçtiğimiz hafta, Hollanda Yüksek Mahkemesi, Avrupa Birliği’ndeki en büyük karbon yakalama ve depolama projesinin Avrupa çevre yönergelerine uygun olmadığı için durdurulabileceğine hükmetti. Manila’dan Kaliforniya’ya kadar halk hareketleri karbon yakalama ve depolama projelerine karşı ayaklanıyor.

Daha fazla fosil yakıt

Elbette petrol ve doğal gaz şirketleri tüm bunları biliyor. Onlar karbon yakalama ve depolama ile iklim eylemine katkı sağlamak için ilgilenmiyor. Bu, onlar için fosil yakıt çıkarmaya devam edebilmeleri için kullandıkları bir yeşil boyama taktiği. Hatta “gelişmiş petrol kazanımı” uygulaması altında daha fazla fosil yakıt çıkarmak için de kullanılıyor. Karbon yakalama ve depolama teknolojileri bu tehlikeli fosil gaz akınını temize çıkarmak için kullanılıyor. Bu aynı zamanda bu şirketler için daha da fazla fosil yakıt teşviki elde etmenin bir yolu (en zengin şirketlere vermek yerine örneğin, Kayıp ve Hasar tazminatı için kullanılması gereken kamu finansmanı).

Mavi hidrojen adı verilen hidrojen de benzer bir hikâye. Mavi hidrojen, üretim sırasında karbon yakalama teknolojisi kullanılacağı vaat edilen fosil gazlardan elde edilen bir hidrojen. Ve bu vaat de sahte bir vaat. Mavi hidrojeni yakmak, doğrudan kömür veya fosil gaz yakmaktan bile beter. Aynı karbon yakalama ve depolamada olduğu gibi, fosil yakıt şirketleri hidrojeni altyapısal fosil gaz kilitlenmesini daha da büyütmek için bahane olarak kullanıyor.

Yalancı çözümler

Fosil yakıt endüstrisi, COP27 salonlarında bu kaçış yollarını savunuyor ve bu lobi faaliyetleri de işe yarıyor. Bu yalancı çözümler, ulusal katkı beyanlarında (NDC’ler), ülke beyanlarında, ‘net sıfır’ taahhütlerinde ve küresel stok sayımı müzakereleri dahil tüm müzakere odalarında karşımıza çıkıyor. Paris Anlaşması’nın bütünlüğüne zarar verebilecek tehlikeli boşluklara kapıyı aralayan Madde 6.4.’te de karşımıza çıkıyor.

Hileyle hurdayla iklim değişikliğinin üstesinden gelemezsiniz. Ve fosil yakıtlardan kurtulmadan iklim değişikliğine karşı mücadeleyi kazanamayız.

Günün Fosili – Mısır: Protestoculara izin yok ama fosil yakıt lobicilerine sıcak karşılama


Fotoğraf: İklim Haber.Binlerce delege, sivil toplum örgütü ve dünya medyası önemli bir iklim konferansı için bir sahil şehrinde bir araya gelirken, on binlerce düşünce mahkumunun hapishanelerde tutulması, ifşa edilmesi gereken farklı bir distopik boyut. İnsan hakları olmadan iklim adaletinin olamayacağını biliyoruz. Bir de üstüne üstlük bu yılki COP’ta fosil yakıt lobicisi sayısının geçen yıla kıyasla yüzde 25 artarak 600’a çıktığını öğrendik. Gezegeni mahvedenler bir iklim konferansında sıcak karşılanıp hoş tutulurken, sivil alanların bu kadar ağır şekilde kısıtlanması kabul edilemez.Peki ya dinlenen telefonlar ve engellenen web siteleri hakkındaki fısıltılara ne demeli? Bizler burada, iklim görüşmelerinde hayati öneme sahip olan Kayıp ve Hasar, iklim finansmanı ve adaptasyona konularına odaklanmaya çalışıyoruz.COP27 bizi dinliyor mu?Resmi COP27 uygulaması bizi “dinliyor’ mu diye endişe etmeden veya her köşede güvenlik görevlileri ile burun buruna gelmeden, bu kişilerin habersiz kapalı toplantılara girmelerine ve hatta bazı durumlarda toplantıları kesintiye uğrattıkları için Birleşmiş Milletler güvenlik görevlileri tarafından çıkarılmalarına şahit olmak zorunda kalmasaydık daha mutlu olurduk.Bu da yetmezmiş gibi, su, wi-fi ve uygun fiyatlı yiyecek eksikliği de sıkıntılar listesine eklendi. Ücretsiz dağıtılan Coca-Cola, ilk birkaç günde su sebillerinin boşalması ve yiyecek tezgâhlarındaki uzun kuyrukları telafi etmeye yeterli değil. En yakın tuvaleti bulmak için 800 metre yürüdükten sonra delegelerden oluşan uzun bir kuyrukla karşılaşmak konusuna ise hiç girmeyelim.COP’u doğru yola sokmakHer ne kadar güpegündüz soygunu andıran fahiş otel fiyatlarının artık geçmişte kaldığını zannetmiş olsak da, birçok kişi otellerin saat farkından etkilenmiş ve yüzü gözü şiş ve itiraz edecek halleri kalmadığı için pes eden yolculardan ısrarla check-in şartı olarak ekstra ücret talep etmesinden şikayet etti.Bu COP’u doğru yola sokmanın ve herkes için insan hakları ve herkes için iklim adaleti sağlamanın zamanı geldi.NOT: Günün Fosili, COP’ta bulunan sivil toplum temsilcilerinin oylarıyla seçiliyor ve CAN International tarafından iklim değişikliğine karşı “en azı başarmak için en fazlasını yapan” ülkelere veriliyor.

Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27), 6-18 Kasım tarihlerinde Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde düzenleniyor.

Zirveyle ilgili Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın (CAN International) koordinasyonu ile sivil toplum örgütlerinin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) toplantılarında yayımladığı ECO haber bülteninin başlıklarını bianet ve Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) iş birliği ve Ayşe Bereket’in çevirisi ile sizlerle paylaşıyoruz.

Çevreci gruptan mikroorganizma projesi: Tüm dünyanın protein ihtiyacı, küçük bir araziden karşılanabilir

Avrupa merkezli çevreci kuruluş RePlanet, hayvan çiftlikleri yerine mikroorganizma fabrikaları kurulmasını talep etti.

Grubun yayımladığı Reboot Food adlı manifestoda, gıda üretim sistemlerinde köklü bir değişime gidilerek, hayvancılığın yarattığı karbon salımının önüne geçilmesinin amaçlandığı belirtildi.

Çevreci grubun projesinde, hassas fermantasyon (precision fermentation) adı verilen bir yöntem sayesinde maya ve bakteri gibi mikroorganizmalar aracılığıyla protein üretilmesi hedefleniyor.

DAHA FAZLA OKU

Buna göre kurulacak özel tankerlerde, genetik mühendislikle fermente edilen mikroorganizmalardan hayvan proteinleri ve yağları üretilebilecek. Tankerlerin yer aldığı fabrikalarsa güneş ve rüzgar enerjisinin yanı sıra nükleer enerjiyle de çalıştırılabilecek.

Grup, hassas fermantasyon teknolojisiyle üretilen proteinin, kırmızı etten protein üretimine kıyasla araziyi verimli kullanma açısından 40 bin 900 kat daha başarılı olduğunu ileri sürdü.

Manifestoda, söz konusu teknoloji sayesinde, Birleşik Krallık‘taki (BK) 1569 kilometrekarelik Büyük Londra bölgesinden daha küçük bir alanda kurulacak tesislerle tüm dünyanın protein ihtiyacının karşılanabileceği savunuldu.

Ayrıca yaygın şekilde bu teknolojiye geçilmesiyle, hayvancılık için kullanılan arazilerin yüzde 75’inin yeniden yaban hayatına kazandırılabileceği, böylelikle karbon salımlarının azaltılabileceğine dikkat çekildi.

BK’de geçen yıl yayımlanan çalışmada, hayvancılığın küresel karbon salımına katkısının en az yüzde 16,5 olduğuna dikkat çekilmişti.

Halkların İklim Anlaşması Kervanı Mersin Basın Açıklaması

Değerli İklim Adaleti Koalisyonu, Ekoloji Birliği, DAÇE ve Mersin NKP katılımcıları, Değerli basın emekçileri,

Halkların İklim Anlaşması Ağının başlattığı Uluslararası Kervanın altıncısı Çukurova Kervanının Hatay’dan sonra ikinci etabında Mersin’de birlikteyiz. İklim Adaleti Koalisyonu, Ekoloji Birliği, DAÇE aktivistleri, dostlar hoş geldiniz, mücadelemize güç kattınız.
Çukurova Kervanı Hatay’da Asi Nehri ve havzasında, Samandağ Mileyha Sulak Alanı ve Kuş Cennetinde, Sarıseki’de Demir Çelik Fabrikasında , Atlas Termik Santralinde, Dörtyol’da Petro Kimya, Erzin’de Propilen fabrikalarında , maden ocaklarında yaratılan ekolojik problemlere karşı ekoloji mücadelesine güç kattı. Kervan Mersin’den sonra termik santrallar, SASA polyester, Ceyhan polipropilen, vahşi çöp yakma alanları için Adana’ya devam edecek.
Çukurova Kervanının Doğu Akdeniz’in kuzey kıyılarında yürüdüğü bugünlerde Mısır’ın Şarm El Şeyh Kentinde COP27 yani Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansının 27. yapılıyor. BM üyesi devletler arasındaki bu konferansın görünürdeki amacı küresel ısınma ve sera gazı emisyonlarının azaltılması. Ne var ki ilk COP Konferansının yapıldığı Nisan 1995’den bu yana bir arpa boyu yol alınmadığı, devletlerin, iktidarların ve sermaye sahiplerinin kıllarını kıpırdatmadıkları ortada. COP konferansları devletlerin, iktidarların, liderlerin ve başta uluslararası tekeller olmak üzere sermaye sahiplerinin çevresel sorumluluk sahibi olduklarını göstermek için kullandıkları bir “yeşil aklama” aracı. Bu arada Coca Cola COP27’ye sponsor olarak, insan haklarını en acımasızca çiğneyen devletlerden biri olan ve Doğu Akdeniz’in güney kıyısında nükleer santral kuran Mısır COP27’ye ev sahipliği yaparak kendilerini aklama çabası içindeler.

Görülmektedir ki, ekolojik sistemin ve dengenin bozulması sonucu bir yandan ölümcül kuraklıklara diğer yandan ölümcül sellere yol açan küresel ısınmanın ve sera gazı emisyonlarının azaltılması da ekoloji mücadelesinin her alanında olduğu gibi yine ekolojik mücadele örgütlenmelerinin, aktivistlerinin ve dünya halklarının iktidarlara ve sermaye sahiplerine karşı ortak mücadelesi ile olanaklıdır.

Dostlar Mersin’in Türkiye’nin bütününde de olduğu gibi sayısız denebilecek ekolojik sorunları var: Mermer ve taş ocakları, madenler, balık çiftlikleri, liman sahaları, yağmalanan kıyılar, yanan ormanlar, satışa çıkarılan doğal ve tarihi sit alanları, ithal çöp depolama ve yakma alanları, çimento fabrikaları ve de Akkuyu Nükleer Santrali.

Mersin doğa, çevre, ekoloji aktivistleri iktidar ve sermaye sahiplerinin yarattıkları ekolojik yıkımlara karşı mücadeleyi sürdürmektedirler.

Ardından gelen projeler de göz önüne alındığında Akkuyu Nükleer Santrali İnşaatına karşı mücadele, etkileri sınırları aşan milyonlarca yıl sürecek radyoaktif atıkları ve Akdenizin biyoçeşitliliğinde geri dönülemez yıkım yaratacağı gerçeği ile önümüzdeki en önemli ekolojik mücadele konularından biri, şu günlerde herhalde birincisi olmaktadır.

Akkuyu Nükleer Santrali yakın zamana kadar iktidarın ve çevresindeki holdinglerin yarattığı bir sorun olarak görülmekte idi. Ancak bugün açıkça ortaya çıkmıştır ki yakın gelecekte iktidara sahip olabilecekler açısından da “devletin devamlılığı esası” üzerinden sürdürülecektir.

“Devletin devamlılığı esası” iddiasının ekolojik dengenin; canlıların, insanların yaşamsal haklarının korunması için; vatandaşların özgürlüğünü, refahını, mutluluğunu sağlamak için ileri sürülüyor olması gerekmez miydi? Ekolojik sisteme, doğaya, canlılığa, vatandaşların özgürlük, refah ve mutluluğuna zararları bilimsel kanıtlarla kanıtlanmış olan nükleer santral inşaatının sürdürülmesinin holdinglerin, sermaye sahiplerinin karlarının kollanmasından başka bir anlamı yoktur. İşçilerin ekonomik haklarının gasp edilmesi, sağlıksız barınma ve beslenme koşullarına mahkum edilmeleri, aralarında yaratılan ayrıcalıklar, sendikal örgütlenmelerinin engellenmesi, iş güvenliği gereklerinin yerine getirilmemesi sonucu yaşanan iş cinayetleri hem sermayenin dizginsiz kar hırsını hem de emek mücadelesi ile ekoloji mücadelesinde birlikteliğin önemini ortaya koymaktadır.

Nükleer karşıtları olarak mücadelemiz, ekoloji mücadelemiz doğrultusunda nükleer santraller ortadan kaldırılıncaya kadar sürdürülecektir.

NÜKLEER SANTRALLERE HAYIR!
TERMİK SANTRALLERE HAYIR!
EKOLOJİK DENGEYİ KORU!
İKLİM KRİZİNİN FARKINA VAR!
İKLİMİ DEĞİL SİSTEMİ DEĞİŞTİR!

MERSİN NÜKLEER KARŞITI PLATFORM
İKLİM ADALETİ KOALİSYONU
EKOLOJİ BİRLİĞİ 
DAÇE

Politik ekoloji mücadelesinin çoğalan sesi

0

Ekoloji, kent örgütleri ile yaşamı özgürleştirmeye kararlı siyasi örgütler, partiler 6 Kasım 2022’de Muğla’da bir parkta buluştu. Parkta yerlere yayılan her biri özenle seçilmiş sözler renkli kalemlerin, yaratıcı kadınların dokunuşları ile çeşitliliği, kararlılığı yansıttı. Valiliğin tüm önleme çabalarına, polislerin slogan atamazsınız, yürüyemezsiniz dayatmalarına rağmen her pankart çimlerin üzerindeki renk, enerji harmonisinden ellere alındı; sözler, renkler seslerle Muğla caddelerinde yankılanarak yükseldi:

Yaşam alanlarını sermayeye vermeyeceğiz, Akbelen Ormanı’nı vermeyeceğiz, ya hep beraber ya hiçbirimiz, faşizme karşı omuz omuza, Akbelen’den Cudi’ye yaşam alanları özgürdür, özgür kalacak, yaşasın halkların kardeşliği…

Muğla, İzmir, Antalya, Aydın, Denizli’de ekoloji mücadelesi verenlerle, o mücadelelerde yer alan politik tutumlarını, programlarını yaşama geçiren örgütlerin, partilerin (HDK, HDP, Yeşil Sol Parti vd.nin), sendikaların kortejinden yükselen sözler, miting alanına kadar atılan sloganlar ortaktı. Amalar yoktu mitingde, aynı müzikle halaylar çekildi alanda. Yükselen sözlerde, yan yana tutulan ritimde kardeşlik, yoldaşlık vardı, politik mücadele hattının gidişini değiştirecek, dönüştürecek gücünün muştusu vardı. Dahası ayrımlar değil, yaşam alanlarını birbirine bağlayan köprüler vardı.

2019 yılında İstanbul’da yapılan uluslararası konferansla başlayarak 15 ekim 2022’de Ankara’da yapılan Türkiye’nin her alanından alanlarda mücadele veren yerel ekoloji örgütlerinin, emek örgütlerinin, kadın mücadelelerinin, ezilen halkların özgürlüğü için politika yapan örgütlerin Ekoloji Politik Çalıştayı ile sürdürmekte olduğu siyasetin dönüştürücü gücü iddiasını, kararlılığını taşıyan politik hat Muğla’da Muğla mitinginde vücut buluyordu. COP27 öncesi İklim Adaleti Konferansı’nda İstanbul’da (6-18 Kasım 2022’de) yapılan, uluslararası örgütlerin de katıldığı Halkların İklim Anlaşması Konferansı; kapitalizmin üretim ilişkileri sonucunda açığa çıkan, belleklerin, yerinden zorla etmelerin, kültür ve doğal varlıkların yok edişi süreçleri ile siyasi krizleri de içererek derinleşen ekoloji krizler (sağlık, gıda, su, iklim vd.) için politik belirlemelerini F. Engels’in işçileri yavaş yavaş ve seri olarak ölüme sürükleyen sermaye düzenini sosyal cinayetler sistemi, Marks’ın kapitalist gelişimde üretici güçlerin yıkıcı güçlere dönüştüğü belirlemesini işaret ederken, politik sözü ile aktivistler yıkımların cinayetten öte imhaya ulaştığı uyarısını yapıyordu. Hâlâ sistem içinde düşünmeye, eylemeye mi devam edeceğiz sorgulaması; örgütlü politik mücadelede buluşmaya, dağılarak, bölünerek kaybedeceğimiz zamanın kalmadığı uyarısı ile ekoloji mücadelelerini politik gücünü kullanmaya çağırıyordu.

Çünkü; yaşam alanları (kentler, mimari, tarım, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, gündelik yaşam, geçimlik yaşam, güvencesiz çalışma vb.) ‘sürdürülebilirlik’ mottosu ile yeşil kapitalizmle enerji üretimlerinden suyun metalaştırılmasına, meta taşıma hatlarından (deniz ve hava limanlarına, otobanlara, köprülere, enerji nakil hatlarına, tünellere vb.) entegre atık tesislerine, maden işletmelerinden nükleer enerji üretimlerine kadar yeşil strateji olarak bezenmiş politik yaptırımlar yaşamı katli ile sürüyor. Ulus devletlerin kapitalizmi krizlerinden çıkış için desteklediği her yeni sürdürülebilir kalkınma stratejisi savaş yöntemleri ile şiddetlenip halkları, yaşam alanlarını yok oluşa, yerinden zorla etmeye, öldürmeye devam ediyor. Yıkılan ekosistemler, kültür varlıkları, insansızlaştırılan, demografik yapısı değiştirilen yaşam alanları şirketler tarafından gasp ediliyor. Ekolojik suçlar, doğaya ve insanlığa karşı suçlar katlanarak artıyor.

Buna karşılık 15 Ekim 2022’de Ekoloji Politik Konferans’ta ortaklaşılan Brezilya’da Lula da Silva’nın kazanımı, İranlı kadınların başlattığı özgürleşme hareketi ve nice dünya, Türkiye ve Kürdistan deneyimleri; ekoloji hareketinin toplumu, siyaseti, yaşamı ve kendini dönüştürme potansiyeli hepimizi politik mücadele hattımızın gücünü bu gidişi, sürmekte olan siyaseti değiştirmeye çağırıyor.

Sözü ekoloji politik perspektifle patriyarkal kapitalizmi karşısına koyup kapitalizm karşıtı doğası ile de öne çıkan kadın mücadeleleri, ekoloji mücadelesinin kuruculuğu yükseltiyor.

İşçi kırımı ile eko-kırım politikaları eş zamanlı, aynı fail tarafından yaşama geçiriliyor gerçeğine karşı örgütlü mücadele veren işçiler, emekçiler, geçimlik yaşamdan kopartılmayı, işçileştirilmeyi reddedenler tarlasından, zanaat tezgahlarından söylüyor,

Savaşların en kirli yüzlerinden olan ekolojik ırkçılığa, eko-kırıma sessiz tanıklık etmenin bedelini ödemeyeceklerini belirten, Palmira ve Hasankeyf’e olan sessizlik Kapadokya’daki yıkım ile devam ediyor uyarısı yapan, eşitlik ve özgürlük için verilen halkların mücadeleleri söylüyor. Alanlarda, çalıştaylarda, konferanslarda yükselen politik ekoloji mücadelesi; sömürü düzenine karşı eşit ve özgür yaşamın siyasetin dönüştürücü gücü olan ekoloji politik perspektifle ile örülebileceği muştusunu yükseltiyor.

Beyza Üstün

Ölmez ağacını yaşatacak karar

BirGün/EGE

Zeytinliklerin talanına karşı Danıştay’dan çarpıcı bir karar çıktı. Açılan davada Danıştay, zeytinlik alanlarda madencilik yapılamayacağına hükmetti. Çiftçi-Sen “Kazanan çiftçi oldu” açıklamasını yaptı.

Zeytinlik alanların madencilik faaliyetlerine açılmasına karşı yürütülen mücadele kazanımla sonuçlandı. Danıştay 8. ve 10. daireleri tarafından oluşturulan müşterek heyet, Zeytincilik Kanunu uyarınca zeytinlik alanlarda madencilik yapılamayacağına karar verdi. Süreç, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Maden Yönetmeliği’nde yaptığı değişiklikle başlamıştı.

Davayı açan Çiftçi-Sen Sendikası’ndan yapılan açıklamada, “Çiftçilerimizi, ülkenin içinden geçtiği ekonomik ve sosyal koşullar içinde korumak amacıyla hukuki yolları başvurduk. Bu yolu etkili biçimde kullanan sendikamızın elde ettiği bu başarı diğer dosyalar için de emsal olacaktır” denildi. Açıklamada şunlar denildi; “Mahkemelerin, hakların güvencesi olması için açtığımız davayı ve ilgili yargı kararını sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Şimdilik kazanan zeytincimiz ve zeytinlik alanlar oldu.” Daniştay’ın kararında şu ifadeler yer aldı: Sökülen ve taşınan ya da madencilik faaliyeti nedeniyle tahrip olan zeytinlik alanların eski hale getirilmesinin mümkün olmaması sebebiyle yönetmeliğin uygulanmasının telafisi güç ve imkansız zararlar doğuracağı açıktır.”

***

NE OLMUŞTU?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın zeytinlik alanlarda madencilik faaliyeti yapılmasına yönelik yönetmelik değişikliğine karşı Çiftçi-Sen Sendikası dava açtı. Açılan davada, Danıştay 8. Dairesi, kanuna aykırı olarak, yönetmelikle zeytinlik alanlarında madencilik faaliyeti yapılmasına izin verilmeyeceğini bildirdi. İlgili yönetmeliğin yürütmesini de durdurdu. Bakanlık karara itiraz etti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, itiraz sonrasında da, yargılamanın hem 8. Dairesi hem de 10. Dairesi’nden oluşan müşterek bir heyetle sonuçlandırılmasını karar bağladı. Aynı zamanda yürütmenin durdurulması kararını da kaldırdı. Ardından, Danıştay tarafından müşterek bir heyet oluşturuldu. Heyet Zeytincilik Kanunu uyarınca zeytinlik alanlarda madencilik yapılamayacağına hükmetti.

TARİKAT DEVLETİNİN ALEVİ AÇILIMI

0

Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin acil ihtiyacı özgürlükçü laiklik ve demokrasi açılımıdır. Alevi, Kürt, Sünni, Başörtü, Hristiyan, Ermeni, Arapça, Süryani, Roman vb adlar altında yapılacak gerçek açılımlar on yıllarca bu uğurda verilen mücadelelerin kazanımı olur. Fakat Torba yasa ile resmileşen sözde “Alevi Açılımı” demokratikleşme, özgürlükçü laiklik getirmiyor. Kabul edilen Torba yasaya göre Muhtarlıklara, Derneklere, Belediyelere, Federasyonlara vb bağlı olan Cem Evleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı (!) bünyesinde kurulacak “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığınca yönetilecek. Elektrik ve Su ihtiyaçları karşılanacak ve Alevi inanç önderlerinin bir kısmı maaşa bağlanacak. Hali hazırda Sivil İnanç Kuruluşu olarak nispi özerk şekilde faaliyet yürüten Cemevleri Kültür ve Turizm Bakanlığına hapsedilerek devlet denetiminin Alevi İnancına doğru genişlemesi sağlanıyor. Alevi inanç önderlerinin bir kısmına, maaşlı İnanç gardiyanı yâda maaşlı inanç korucusu görevi bahş edilecektir. Din ve Devlet işlerinin bir birinden ayrılması olarak tanımlanan laikliğin zıttı olan sözde açılım, özgürlük ve demokrasi karşıtı ve anti laiktir. İçinde Alevi kelimesi geçse de İnançlara devlet müdahalesini çoğaltan anti laik sözde açılım ile Alevi Sorunları çözülmez. Açılımların yönü Alevi inancını da devlete bağlamak değil, Sünni inancı dâhil hiçbir inancı devlete bağlamamak olmalıdır. Sözde Alevi Açılımının, Alevilerin büyük bölümünün ve demokrasi güçlerinin desteğini almaması doğaldır.

TARİKAT DEVLETİ

Devlet Tarikatının yapısı olan “Diyanet İşleri” Tarikat devletini inşa etmiştir. “Zorunlu Din Dersi” de reel olarak “Tarikat Devleti” resmi teolojisinin çocuklara dikte edilmesidir. Tarikat Devlet, vatandaşının nasıl cennete gideceğinin (!) tarik-atını (yolunu) tanımlama, tarif etme vb din işlerine boylu boyunca batmıştır. Laik devlet, vatandaşın hizmet için verdiği vergilerin çok önemli bir bölümünü kendi üstüne vazife olmayan inanç işlerine harcamaz. Laik devlet; sosyal güvenlik, istihdam, çağa uygun eğitim, iyi sağlık, hayat standardını yükseltme, yoksulluğu yok etme, Demokrasi, Adalet, Maden ocaklarında denetim, İşletmelerde işçi Sağlığı için önlemler vb kendi asıl işini “Fıtrat”, “Kader Planı” vb diyerek Allaha havale etmez ve Allah ile ilgili işlere devlet olarak soyunmaz. Laik devlet, kendini yasal veya fiili olarak bir dinle veya bir mezheple tanımlamaz. Tarikat Devleti; toplumun bir kesiminin İnancını ( Aleviliği) inanç olarak kabul etmeyerek kendini bir dinle ve bir mezhep ile tanımlamış oluyor. Hiçbir din veya mezhep teolojisi diğerlerinin kendisi ile eşit olduğunu kabul etmeyebilir ama laik devlet mezhepler ve dinler arasında eşit mesafede olmalıdır. Tarikat Devlet, bir dinin ve mezhebin tarikat müridi, taraftarı, temsilcisi olarak hareket eder. Tarikat Devleti “Alevi Açılımı” adı altında örgütlenmesini ve denetimini Alevi İnancına doğru genişletiyor.

ANAKRONİK DEVLETLER

“Voltaire tarafından söylenen “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin Düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim” sözünü konumuz bağlamında “Dini inancım, giyim kültürüm, Yaşam şeklim farklı, ama senin inancını, giyim kültürünü ve yaşam şeklini yaşayabilme hakkını sonuna kadar destekleyeceğim” şeklinde dönüştürürsek meramımızı özlü ifade etmiş oluruz. Laiklik, yasakçı değil özgürlükçüdür. Örneğin Türban yasağı özgürlüklere ve laikliğe aykırıdır. Türban yasağı inanç ve giyim özgürlüğü ihlalidir. Türban yasağının kaldırılması Özgürlükçü Laiklik gereğidir. Başkalarının özgürlük alanını ihlal etmeden herkes istediği gibi giyinme ve inanma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Başka Örnek ise, Laik devletlerde vatandaşların Aleviliği İnanç ve Cemevlerini ibadethane olarak kabul etme özgürlüğü vardır. Fakat Devlet tarikatı perspektifinde Alevi inancı bir inanç olarak kabul edilmediği (!) için Kültür Bakanlığı kelepçesi ile zapturapt altına alınacak. Demokrasi ve laiklik gereği Alevilik, Sünnilik, Hristiyanlık vb hiçbir inanç ne diyanet İşleri Başkanlığı ne Kültür Bakanlığı vb eli ile devlet işlerine dâhil edilmemelidir. Laik Ülkelerde İnanç; devlete ait bir alan değil, inanan topluluklara ait sivil bir alandır. Devletin Cemevlerine ibadethane statüsü tanımaması demokrasi, insan hak ve özgürlükleri ve laiklik ihlalidir. Çünkü Laiklik; inanç özgürlüğü ve inanç özgürlüğünün güvence altında olmasıdır. Laik devlet, din körü olan devlettir. Devlet Vatandaşlarının inançlarını görmeyerek farklı inançlardaki vatandaşlar arasında eşitliği sağlar. Bu dünyada ve ahirette, maddi ve manevi dünyada iktidar olan ortaçağdaki kilisenin yerini alan Anakronik devletler Tanrının yeryüzündeki gölgesi olmanın verdiği gücü bırakmak istemiyorlar. Türk, Alevi, Sünni, Kürt, Arap, Ermeni, Hristiyan vb bütün toplum kesimlerinin birlikte Demokrasi ve Özgürlükçü Laiklik ( Reform Hareketi) mücadelesi olmadan devlet sınıfları iki dünya iktidar gücünü kendiliğinden bırakmaz.

HERKES İÇİN DEMOKRATİK LAİK TALEPLERİMİZ

Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için demokrasi ve özgürlükçü laiklik yolunda atılması gereken ilk adımları Alevi vatandaşlar olarak sıralayalım. Aleviler, sadece kendileri için demokrat bencilliği içinde olamaz. Aleviler bütün vatandaşlar için inanç özgürlüğü ve inanç özgürlüğünün güvencede olmasının, özgürlükçü laik, demokrasi ve insan haklarının tesisi ve sağlanmasını istiyor. Hangi inançtan olursa olsun vatandaşlar arasında yasal ve fiili eşitliğin sağlanmalıdır. Tek din, tek mezhep dayatmaları devlet dini, mezhebi ve tarikatı yaratmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı devlet kurumu olmaktan çıkarılmalıdır. Din ile ilgili işler sivil toplum kuruluşu şeklinde, finansmanı ve örgütlenmesi ile cemaatlere bırakılmalıdır. Özerk Sivil Diyanetler, dernekler, vakıflar, özerk sivil başkanlıklar vb. olabilir. Sünni, Alevi, Hıristiyan vb inanıştaki vatandaşlar isterlerse kendi sivil, özerk diyanetlerini kurmalıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu olmaktan çıkartılıp seçmeli hale gelmelidir. Ders kitapları mezhepler ve dinler üstü olmalıdır. Eğitim laik olmalıdır. Cemevleri, Ehlibeyt mescitleri, Alevi Türbeleri Alevilerin İbadethaneleridir, ibadethane statüleri tanınmalıdır. Üst Mevkilere (Bakan, Vali, Genel müdür, vb) atamalar yapılırken devlet inanç körü olmalıdır. Atamalarda Alevilere konan ambargolar veya kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Alevi, Ermeni, Yahudi, Süryani vb hiçbir inanç hiçbir makamdan ve mevkiden dışlanmamalıdır. Çoğulculuğu Esas alan Eşitlikçi, Özgürlükçü, demokratik, laik anayasa istiyoruz. Önemli inanç bayramlarımızın olduğu günler tatil olmalıdır. Aşure günü tatil olmalıdır. Arap Aleviler için en büyük inanç bayramı olan Ğadir Hum bayramı günü Arap Alevilerin yoğun yaşadığı il ve ilçelerde ve talep edilen yerlerde idari tatil ilan edilmelidir. “Yavuz Sultan Selim köprüsü” ve Antakya’da “Yavuz Sultan Selim Caddesi” adı değişmeli, en azından vatandaşların itirazının olmadığı bir isim verilmelidir.

ALEVİSİZLEŞTİRİLEN ALANLARI SERMAYEYE PEŞKEŞ ÇEKİLİYOR

HES, JES, GES, Termik Santral, baraj, taş ocağı, maden ocağı, Rüzgâr Enerji Santrali (RES), Kıyı Kenar Çizgisi vb adı altında Alevisizleştirme- topraksızlaştırma vb gizli ajanda uygulamalarıyla “Ekolojik Irkçılık Suçu” işlenmektedir. Alevi Yaşam Alanlarında hava, su, toprak, güneş, deniz, toprak, dağ vb doğal varlıklar ırkçılık aracına dönüştürülüyor. Alevi Yaşam alanlarında, ekosistemleri, doğal varlıkları, yaşamın belleğini oluşturan kültür varlıklarını sermaye birikimine sokup, geri alınamaz boyutta yok ediyor. Temiz, yeşil, çevreci veya yenilenebilir kamuflajı altında Alevilerin ve diğer azınlıkların kullanımındaki toprakların ya tapuları iptal ediliyor ya da hileyle el koyarak vahşi sermaye şirketlerine devir ediliyor. Alevilerin Yaşam ve geçim alanlarını, habitatlarını darlaştırma, topraksızlaştırma, insansızlaştırma yapılıyor ve kutsal sayılan yerlere zarar veriliyor.

TSE MAKBUL VATANDAŞ STANDARTLARI

Türk Standartları Enstitüsü’nün (TSE) Makbul Vatandaş Standardına uymayan Arap Alevilerine din asimilasyonu ve dil asimilasyonu ile birlikte “Minareyi Çalan Kılıfını Uydurur” misali yasal kılıfını uydurarak küçük geçimlik parsellerine/topraklarına çökülmektedir. Samandağ ilçe sınırlarında “ZİYARET RES” VE “GÖZENE RES” Enerji Santralleri adı altında küçük tarım üreticilerinin kullanımındaki binlerce dönüm topraklar Vahşi Enerji sermayesine devredilmesi Ekolojik Irkçılık Suçudur. Alevilerinin Yaşam ve Geçim Alanlarına, Habitatlarına zarar vermiş, darlaştırmıştır. Bütün RES türbinler Sökülerek bu topraklar küçük tarım üreticisi bölge çiftçisine iade edilmelidirler. Arap Alevilerinin inancında Kutsal Makam olan EL ARABİ TÜRBESİ yerleşkesine dikilen RES Türbinleri inanç sahiplerinin inancının gereklerini sağlıklı şekilde yerine getirmesini engellediğinden Ekolojik Irkçılık suçudur ve İbadet Özgürlüğünün, İnsan Haklarının ihlalidir. El Arabi Türbe Yerleşkesine dikilen RES türbini hemen kaldırılmalıdır. Arsuz, İskenderun, Dörtyol, Erzin, Payas, Antalya, Artvin’e kadar ülkemizin bütün kıyılarında deniz doldurularak ranta açılıyor ve denize sıfır evler, villalar, oteller vb. yapılıyor. Samandağ ilçesinde Arap Alevi mahalleleri hariç, Türkiye’nin bütün kıyılarda villalarından, yatak odalarından denize giriliyor. Samandağ İlçemizde Kıyı Kenar Çizgisi adlı altında algı operasyonuyla Denize kıyısına yüzlerce metre uzak Arap Alevilerin tapuları iptal ediliyor, evleri başlarına yıkılıyor, Yaşam ve geçim alanları insansızlaştırılıyor (Alevisizleştiriliyor), topraksızlaştırılıyor. Küçük toprak sahibi Alevi Vatandaşın en temel kazanılmış hakları ellerinden alınarak, Vahşi Turizm Sermayesine alan açılıyor. Sonuç: Türkiyeli Aleviler Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti istiyor. Aleviler kanunda ve uygulamada eşitlik istiyor.

MEVLÜD ORUÇ

Bir Miting ve Yürüyüşün Daha Ardından

0

aydın bodur

Dün (06 Kasım 22) Muğla’da Muğla Valiliğinin engelleme girişimlerine rağmen saat 14.00’de Muğla Mehmet Ali Eren Parkında toplanan binlerce yaşam savunucusu, şenlikler içinde yürüyüş ve mitinglerini gerçekleştirdi. Amaç sadece insanın değil, insanla birlikte farklı türlerin, sadece yaşayan canlıların da değil, suyun, toprağın, havanın,  tüm gezegenin daha uzun ve sağlıklı yaşamasını savunmak üzere bir araya gelmekti. Muğla’da yaşam alanlarına saldırılar altında geçirilmeyen tek bir gün var mı hatırlamıyoruz… Her gün yeni bir saldırı-tehdit haberi alıyoruz. Ya bir taş ocağı, ya betona teslim edilen bir kıyı parçası, ormanın içine kadar ya da kenarı, belki de sulak alanlara kadar saldırı altında?. Ya da yaşam alanlarını ve hatta tüm gezegeni zehirleyen 3 tane termik santrali ve bu santrallere kömür sağlamaya çalışan kömür ocakları topraklarımızı yutuyor, sularımızı zehirliyor, gezegeni yok ediyor…

Akbelen köylüleri Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrali için senelerdir direniyor. Yatağanda Turgut köylüleri de öyle… Göcek’te MUÇEV’in işgal ettiği kıyıda inşa edilen devasa yat limanı, Fethiyelilerin  denizini çaldı, sırada Datça ve Karacasöğüt var, direniyorlar… Marmaris’te Tabiat Parkının içinde Kızılbük koyunda yasadışı olarak SİNPAŞ tarafından yapılan 1400 küsur hanelik koca bir otel yatırımı kıyılarımızı, gelecek kuşaklara miras bırakmak için korunan alanlarımızı işgal ediyor, bir para babasının daha da zenginleşmesi için… Aynı tehlike Bodrum ve Milas’ta Bargilya Tuzlasının da her an başına gelebilir. Deştin’de, Bayır’da köylüler, Muğla Entegre Çimento Fabrikasına karşı topraklarını savunup duruyorlar, Deştin Çayı Özgür Akacak diye haykırıyorlar…  Sandras Dağına hala maden şirketleri, saldırıp duruyor. Köyceğiz gölünü besleyen akarsular tehdit altında. Göltürkbükü tehdit altında. Akyaka’da, Datça’da, Marmaris’te imar planları değiştiriliyor: koruma altındaki alanların koruma dereceleri düşürülüyor. Bu sistem iklimi değiştiriyor. Ormanlar yanıyor, kül oluyor. Taşkınlar daha da çoğalıyor… Rastlantıya bak mitingle aynı zamanlarda Datça kıyılarında hortum tehlikesi dört dönüyor… Önlem alması gerekenlerse hala ayırdında değil olan ve bitenin. Ya da farkında ama ..?

Kimler Katıldı
Sadece Muğla mı? Muğla dışından da misafirleri vardı mitingin ve yürüyüşün. Denizli Avdan’dan, Çine’den, Ege-Çep’le İzmir’den gelenler oldu.  Hatta çok uzaklardan Zilan’dan Van’dan, İliç’ten destek verenler de vardı. Çünkü Y a ş a m  A l a n l a r ı (m ı z)  M ü ş t e r e k !  Aralarında Ekoloji Birliğinden, İklim Adaleti isteyenlere, Akdeniz Yeşillerinden İç Anadolu Çevre Platformuna, İkizköy Çevre Komitesinden, Marmaris Ekolojik Mücadele Komitesine, Fethiye Ekolojik Yaşam Derneğinden, Mezopotamya Ekoloji Hareketine bir sürü ekoloji örgütünün yanı sıra kent konseyleri, kadın örgütleri, hak savunucuları, KESK’li, DİSK’li sendikalar, TMMOB’den Elektrik Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası ya da Muğla Barosu gibi meslek örgütleri de alandaydı… Ve CHP’sinden Deva Partisi’ne, HDP’sinden EMEP’ine, Memleket Partisine Yeşil Sol ya da Devrimci Partisine, SYKP’sinden TİP’ine kadar birçok farklı düşünce de siyasi parti de kortejde yerini aldı. Pir Sultan Abdal Derneği ve HacıBektaş Anadolu Kültür Vakfının farklı şubeleri de bizlerleydi. Toplam 83 farklı örgüt imzacıydı, ortak çağrı metnine… Farklı siyasi düşünceler,  Ç o k  G e ç  O l m a d a n  yaşam alanlarının savunulması gerektiği konusunda ortaklaştı, bir araya geldi. Şenlikli bir yürüyüş ve miting oldu. Valiliğin süreyi kısaltmak ve yürüyüşü yaptırmamak için ısrarlı çabalarına ve yağmura rağmen alanlardaydık. Düzenliydik. Kargaşaya mahal bırakmadık…Coşkuluyduk, ısrarcıydık ama barışçıydık… Ortalıkta tek bir çöp bırakmadık, temizdik. Dayanışmacıydık, yardımlaşmacıydık…
Alanda Muğla vekillerimiz Burak Erbay, Mürsel Alban, Suat Özcan da katılanları yalnız bırakmadı. Eski vekilimiz Beyza Üstün de, hep yanımızda destekçimizdi. Problemlerin çözümünde bizimleydi.  HDK  Ekoloji Meclisinden Naci Sönmez kortejin en başındaydı. Muğlalı sanatçımız, ODTÜ’lü dostumuz Tolga Çandar bizimleydi… Devrimci 78’liler bizleri bir an bile yalnız bırakmadı… CHP’li belediyelerin mitinge ulaşım ve sahne düzeni için destekleri de değerliydi. Anmadan geçmeyelim.

Keşke daha da çok ve daha da kapsayıcı olabilseydik
Ama belediye başkanlarımızı da görmeyi isterdik aramızda… Ya da birlikte yürümeyi çok arzuladığımız Sol Partili dostlarımız, Muğla Çevre Platformunun çağrısıyla Muğla’da bir Ekoloji Mitingi yapılması için yapılan çağrıya başlangıçta olumlu yanıt verip görüşmelere katılmasına rağmen birlikte hazırlanılan Ortak Çağrı Metnine imza atmaktan kaçındı.  İkna çalışmaları uzun sürdü. Ama bazen ayrı da düşülebiliyor. Sol Parti çağrıcı olmadı. KESK ve TMMOB’nin Muğla düzeyinde çağrıcı olmasında da sıkıntılar yaşandı. DİSK Muğla çapında destekçi olurken, KESK – TMMOB – TTB’li dostlar, ayrı ayrı meslek odaları, şubeler ve temsilcilikler olarak desteklerini açıkladılar.  Herşeye rağmen miting ve yürüyüşte Sol Partili ya da KESK’li, TMMOB’lu arkadaşlarımıza rastlamak bizleri sevindirdi. TMMOB merkezi düzeyde katılmadı ama Elektrik Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası Mitingteydi. Mimarlar Odasından dostlarımız Mitingteydi. KESK’li SES’ten, TümBelSen’den arkadaşlarımız,  EğitimSen’li Öğretmenler, Pir Sultan’dan, HacıBektaş’tan Alevi dostlarımız, Datça-Bodrum-Menteşe-Fethiye-Köyceğiz’den kadın dayanışmalarından, platformlarından arkadaşlarımız, Fethiye, Datça Dahil CHP Kadın Kolları faaldi.2017 Bodrum Yurttaş İnisiyatifi, İklim Adaleti gibi hak savunucusu örgütlerden ya da Doğa için Sanat Derneği ya da Idyma Çağdaş Sanat Derneği gibi kültür sanat derneklerinden arkadaşlarımız da miting ve yürüyüşteydi. HDK ve HDP  Kortejleri kalabalık ve çok canlıydı. TİP’li dostlar, EMEP’li dostlar hep birlikteydik…
Yağmura rağmen katılım en az 1 Mayıslar kadar iyiydi, kalabalıktı. Kortejin tamamı canlıydı. Umut tazelendi…

Muğla Çevre Platformunun Çabaları
Bu miting MUÇEP’in önçağrısıyla bir araya gelen 100’e yakın ekoloji örgütü, siyasi parti, sendika, meslek örgütü, kadın örgütü, hak savunucusu örgütlerin, sanat ve kültür örgütlerinin ortak hazırladıkları çağrı metni ile yapıldı. Çağrı metni ve destekçi-imzacı kuruluşların listesi:  Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz | MUÇEP – Muğla Çevre Platformu (mucep.org) linkinde var. Valiliğin mitingi ve yürüyüşün etkinliğini kırma çabaları da oldu. KPSS gerekçe gösterilerek mitingi 2 saate indirilmeye çalışıldı. Miting Tertip Komitesi dirayetliydi. İlkelerinden vazgeçmedi ve anında bir basın açıklaması ile karşılığını verdi: bu açıklamaya ve belgelere  Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz Muğla Mitingi 6 Kasımda Yapılacak | MUÇEP – Muğla Çevre Platformu (mucep.org)  adresinden ulaşabilirsiniz… Yine mitingte okunan konuşma metnine de bu linkten ulaşabilirsiniz: https://mucep.org/yasamalanlari-miting_konusma_taslagi_son/ . Konuşma metni yaşam savunucularının acil taleplerini de kapsıyordu…

Mitingle ilgili internet gazetesi haberlerinden de birkaç link paylaşmakta yarar var:
İlki görüntülü olan Politik Haber’den (Anka Ajansının haberine yer vermiş): https://www.youtube.com/watch?v=oKfbIQRqbxU

https://datcagundem.wordpress.com/2022/11/06/iktidarin-dogayi-yagmasina-karsi-mugla-meydana-cikti/

https://www.birgun.net/haber/mugla-da-yasam-alanlarimizi-savunuyoruz-mitingi-yok-edilen-bizim-dogamizdir-409047
https://sendika.org/2022/11/muglada-yasam-savunuculari-doga-talanina-karsi-ses-yukseltti-havama-suyuma-topragima-dokunma-670326/

https://www.gazeteduvar.com.tr/amp/muglada-cevre-mitingi-cok-gec-olmadan-haber-1588103

Gelelim bu mitingin en can alıcı noktasına

Bu mitingin en can alıcı noktalarından biri: Muğla çapında seçim öncesi,  birbirleriyle  ortak iş yapmaktan kaçınan farklı farklı yapıları bir araya getirmek ve birlikte ses çıkartılmasına dönük ilk sokak hareketlerinden biri olmasıydı… üstelik onların tabiriyle “bir avuç kalkınma karşıtı ekolojist”, hak savunucusunun birleştirici ve gönüllü çabaları ile başarılı da oldu bu etkinlik…  Polisin, devletin tüm engelleme çabalarına da dirayetle karşı konulabildi. Yaşam alanlarına saldıranlara, hukuku tanımayıp saldırganları koruyup kollayanlara karşı hep birlikte karşı koymak zorundayız. Başka yolu yok. Umarız bundan böyle de yolumuza aynı dayanışma ruhuyla devam edebilir ve engelleri birer birer aşabiliriz…
Yaşam Alanlarımız Müştereklerimizdir!

Ekolojistler ‘Ekokırım Suçu’nu yasalaştıracak!

Kolektif akıl ve birleşik ekolojik mücadeleyle önce doğa düşmanı AKP-MHP iktidarından kurtulacak ve süreç içerisinde vereceğimiz mücadele ve çalışmalarımızla Ekokırım Suçu’nu 2023 yılında yasalaştıracağız

Koray Türkay*

Uluslararası Ekokırım Konferansı 3-4 Kasım tarihlerinde İstanbul Kadıköy’de 130 yıllık Müze Gazhane’de gerçekleştirildi. Sınırlı imkanlarla ancak kolektif dayanışmayla gerçekleştirilen konferansa, yurt dışından ve Türkiye’nin dört bir yanından ekolojik talana ve yağmaya karşı mücadele edenlerin katılması önemli fikir ve deneyim zenginliğini beraberinde getirdi.

Yurt dışında alanda mücadele eden arkadaşların, Şili’de gerçekleştirilen anayasa referandumuna önerilen Ekokırım Suçu Yasa Tasarısı’ndan, Belçika’da yasalaşan Ekokırım Suçu Yasası’nın mücadele süreçlerine ve İspanya’da Mar Menor Lagünü’nün mücadeleler sonunda gerçek kişi statüsünün yasal olarak tanınmasına kadar deneyimleri ve aktarımları yapması, konferansın somut hedefi doğrultusunda bir umudun habercisi oldu.

Konferansın somut çağrı başlığı da olan “Ekokırım” suçunun yasalaştırılma mücadelesinin yol haritasının çıkarılabilmesi adına gerçekleşen enternasyonal ekolojik dayanışmanın altını çizmek gerekir.

Konferansın emektarları ve çağrıcıları; İklim Adaleti Koalisyonu, End Ecocide Türkiye, Stop Ecocide, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Fibgar, Müze Gazhane gönüllüleri olduğunu da belirtelim.

Konferansta memleketin dört bir yanından gelen mücadele arkadaşlarımızın her birinin aktarımları ve yaklaşımları çok değerliydi ancak Şırnak Barosu Başkanı Rojhat Dilsiz ve Van Çevre Derneği Başkanı Ali Kalçık arkadaşların Kürdistan coğrafyasında gerçekleştirilen ekolojik yıkımın boyutlarının ve saldırı metodlarına dair aktarımların gerçekten bilinmesi ve daha fazla dillendirilmesi gereken durumlar olduğunu düşünüyorum. Aslında Kürdistan’daki yıkımın ve şiddetin boyutunu iki arkadaşın da üzerinde durdukları şu cümle ile özetlemek dahi oldukça etkileyici; “Birçok arkadaş ekolojik tahribat alanında verdikleri mücadeleyi, tespitleri ve tahribat alanında verilen fiziki nöbetleri aktarıyor ve biz buna şaşırıyoruz çünkü devlet Kürdistan’da kesilen orman alanlarının yakınına dahi ulaşmamıza, tahribatın boyutunu görmemize kolluk güçlerinin silah tehditleri altında izin vermiyor. Bu bakımdan biz sizlerin direniş olanaklarını kıskanarak dinliyoruz. Biz aylardır Şırnak’ta kesilen orman alanlarının miktarını devletin açıklamalarından öğrenerek toplam ormanlık alanın yüzde 8 katledildiği bilgisine ulaştık ancak gerçek tahribatın boyutunu henüz alana giremediğimiz için bilemiyoruz.”

Alanlardan yapılan aktarımlardan sonra Ekokırım Suçu’nun yasalaşabilme mücadelesine dair yaklaşımlar ve önermeler konferansın hedefine varabilmesine yardımcı oldu. Anayasa profesörü İbrahim Kaboğlu ve hukuk alanında çalışmalar yapan akademisyen Kutluhan Bozkurt’un sunumları ve sonrasında söz alan katılımcıların Ekokırım’ın suç kapsamında yasalaşmasının zaruriyetine dair konuşmalar oldukça fikir açıcı nitelikteydi.

Konferansta da dile getirdiğim gibi; Ekokırım Suçu’nun yasalaşabilmesi yerelden demokratik yurttaş sorumluluğunda ve mücadele sonucunda hayata geçirilebilecek bir ödev olmalıdır. Bu ödevi bir partiye, vekillere veya salt hukukçulara atmak demokratik katılımcı anlayışın yadsınması ve ıskalanması anlamındadır. Konferansı gerçekleştiren öznelerin aynı zamanda mücadeleyi yürütenler olması gibi yasanın hazırlığından mücadelesine kadar her aşamasında da ekoloji mücadelesi yürütenlerin, hukuk alanında mücadele verenlerle ortak çalışmasının ürünü olabilmesi, demokratik fikriyatın ve pratiğin oluşması anlamında büyük fırsattır.

Halkın kendi yaşamını belirleyen yasaların hazırlığından bihaber olması kabul edilemez. Yasaların oluşması ve kabul edilebilmesi toplumsallaştırıldığında demokratik anlayıştan bahsedebiliriz.

Ekokırım Suçu’nun yasalaşması son derece elzemdir ve bu yasanın hazırlığından, yasalaşma imkanını yaratacak sokak mücadelesinin verilmesine kadar tüm süreçlerin öznesinin toplumsallaşabilmesi, demokratik katılımcı anayasa ihtiyacının olanaklılığını açığa çıkarması bakımından hayati öneme sahiptir. Yapabilir miyiz? Evet, bunu başarabilme potansiyelimiz var ve yakın zamanda yıkılacak AKP-MHP sonrası oluşacak politik atmosferin olanaklarındayız.

Kolektif akıl ve birleşik ekolojik mücadeleyle önce doğa düşmanı AKP-MHP iktidarından kurtulacak ve süreç içerisinde vereceğimiz mücadele ve çalışmalarımızla Ekokırım Suçu’nu 2023 yılında yasalaştıracağız.

*HDP Kadıköy İlçe Eşbaşkanı

Muğla’da ‘Yaşam alanlarımızı savunuyoruz’ mitingi

0

Giderek artan ekolojik saldırılara ‘dur’ demek amacıyla Muğla’da düzenlenen Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz Muğla Mitingi’ne büyük katılım oldu. Mitinge sendikalar, meslek kuruluşları, sosyal hak örgütleri ve siyasi partiler katıldı.

https://geo.dailymotion.com/player/x4sp6.html?video=x8f9etj

Muğla’da 48 kurumun imzasıyla, ekoloji krizine karşı mücadeleyi büyütmek ve ekolojik yıkıma izin veren politikalara ‘dur’ demek amacıyla düzenlenen Çok Geç Olmadan Yaşam Alanlarımızı Savunuyoruz Muğla Mitingi’ne büyük katılım oldu.

image small

Mehmet Ali Eren Parkı’ndan başlayan yürüyüşün ardından Açık Oto Pazarı’ndaki mitinge sendikalar, meslek kuruluşları, sosyal hak örgütleri ve siyasi partiler katıldı.

image small

Mitingde yapılan ortak açıklamada şu ifadelere yer verildi;

*Türkiye’de saldırılar saymakla bitmiyor, Muğla’da ortalamanın üstünde kötü bir durum var. Kar üzerine kurulu sistem, adını koyarsak kapitalist sistem bizi geçinme araçlarımızdan yoksun bırakarak sürdürülmek isteniyor. Yoksulluğa, geçinememeye, yaşam alanlarımızdan edilmeye HAYIR diyoruz, kabul etmiyoruz.

*Saymakla bitmeyecek saldırılar, Meclisten ya da kendisini sermayenin istediği her şeyi yapmakla görevli sayanlarca hızla uygulanıp hukuk-mevzuat diye karşımıza çıkarılıyor. Dünyada, yurttaşlarının kamu organlarını bu kadar çok davayla durdurmaya çalıştığı başka bir ülke yoktur.

*Açılan davaların yetmediği bütün ülkede talana, yağmaya karşı yaşadığı yeri savunmaya, geçinmeye çalışan ezilen, yerinden edilen, yaşam alanlarından koparılanların çığlığı, karşı çıkışı yükseliyor her yerden.

*Kabul edilemez, etmediğimiz kararlar bizi yoksullaşmakla, aşımızdan ekmeğimizden etmekle kalmıyor, canımızı da alıyor. Daha dün Bartın’da en az 41 işçi, geçinmeye çalışırken canından oldu; hepsini saygıyla anıyoruz. Bugün 6 Kasım, YÖK’ün kuruluşunun yıldönümü, YÖK’ü de kabul etmedik, etmiyoruz.

image small

MUĞLA’NIN YÜZDE 59’U MADEN RUHSAT ALANI İLAN EDİLDİ

“Muğla’nın %59’u maden ruhsat alanı ilan edilmiş durumda; bozulmamış doğa parçası kalmadı, bunun daha da kötü bir duruma gelmesini istemiyoruz, bunu da söylemek için toplandık” diyen eylemciler, Muğla’daki doğa katliamlarını şöyle özetledi:

*Zeytinliklerimiz, temel geçinme, beslenme varlıklarımız yok ediliyor, bu talan sürsün isteniyor. Yönetmelik değişikliği yargı kararıyla iptal ediliyor, başka bir yönetmelikte tekrar halkın önüne konuyor. Yetmiyor, daha çok para kazanılsın diye kanun değiştirilmek isteniyor. Bunun yol açacağı sonuç, zaten yoksullaşmış olanların, geçinmeye çalışanların daha çok yoksullaşmasıdır. Akbelen, 450 günü aşkın zamandır bu yoksullaşmaya hayır diyor. İkizköy geçinmek, üretmek, yaşamak istiyor! Mevzuatın-ardından dolanılan hukukun, halka karşı kullanılmasına hayır demek için buradayız.

*Bayır-Deştin sınırındaki Tekağaç Sırtı’nda yapımı süren, çimento farikası durdurulamazsa, tozuyla dumanıyla ekolojik yıkıma yol açacaktır. Fabrika 13 maden ocağının açılmasına 8.000 hektar orman alanının yok olmasına neden olacak. Zeytinlikler, bağ-bahçeler, arılıklar yok olacaktır. Fabrika tarım alanlarını yok edip tarımı imkansız hale getirecektir. Yok edecekleri arasında Bayır Barajı, Kazan Göleti de yer alıyor. Ortak varlıkları yok edecek çimento fabrikası inşaatının bir an önce durdurulmasını istiyoruz. Fabrika yapıldığında bir avuç para babası karlarını büyütürken, halk yoksullaşacak, fabrikada çalışanlar başta, etkilediği alandaki tüm canlıların sağlığı bozulacaktır. Bunun adı ekonomik gelişme değil, az sayıda kişi zenginleşirken binlerce kişiyi yoksullaştıran sağlığını bozan ekolojik ve ekonomik bir yıkım projesidir.

*Kızılbükte kaçak inşaat yalanlarla sürüyor. Marmarisliler, Muğlalılar, bütün ülke mahkeme kararlarını dolanarak sürdürülen kaçak inşaatın durdurulmasını istiyor. Kaçak inşaatı durdurması gerekenler, mahkeme kararına uyulmasını sağlamakla görevli olanlar, ÇED sürecini mahkeme kararını hiçe sayarak yürütüyor. Kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.

image small

*Fethiye’den Datça’ya, Gökova’dan Bodrum’a kıyılar talan ediliyor. Dünya‘da benzeri olmayan, kamuya ait kıyılar talan ediliyor. Bu talan sürdüğünde geriye yok edilen doğa, kirlenen deniz, kıyı ekosistemi, beton yığınlarına dönmüş kıyılar kalacak. Kıyıların doğallığının yok edilmesini istemiyoruz. Kıyıların doğal yapısını bozan hepimiz adına davranmak zorunda olan devletin ortak olduğu Muçev Limited Şirketi olsa da kabul etmiyoruz.

*Birbiriyle uyumlu olmayan Bütünleşik Kıyı Alanları Yönetim Planı, Aydın-Muğla-Denizli Çevre Düzeni Planı, koruma amaçlı ÇDP planlarını yapanların tek derdi bir avuç şirketin daha da zengin edilmesi. Bütün bunlar, dava açanların aldıkları mahkeme kararlarına rağmen yapılıyor. Kullanmanın az sayıda şirket lehine sürekli artırıldığı, ekolojik varlıkların, ortak varlıklarımızın yok edildiği bir işleyişi istemiyoruz, kabul etmiyoruz.

*Muğla’nın önemli sulak alanlarından Köyceğiz Dalyan özel çevre koruma alanını besleyen Sandras Dağı’nın da madencilik faaliyetleri ile yok edilmesine karşı mücadele devam ediyor. Doğal sit alanları, önemli doğa koruma alanları, onları koruması gereken kurumlar yerine halkın davalarıyla korunmaya çalışılıyor.

*Korunması gereken diğer bir sulak alan, Bodrum-Milas Bargilya Tuzlası ise büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekiliyor. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz: resmi kararlara konu edilmeyen sulak alanlar da dahil, korunması ve gelecek nesillere bırakılması gereken doğal alanları, kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz…

*Yat limanlarının mavi yolculuğu yok edeceğini, yat limanlarının Muğla’nın kıyılarını sadece zenginlerin, dolar milyonerlerinin görebileceği, giderek yaşanmaz alanlar haline gelmesine yol açacağını biliyoruz. Yat limanları, yüzyıllardır kıyılara, denize zarar vermeden kullanan yöre halkının denizini, kıyısını çalacak! yaşanan örneklerden biliyoruz. Kıyılardaki biyolojik çeşitliği yok edecek yat limanlarının kalkınma masalıyla yaşam alanlarını yok etmesini kabul etmiyoruz.

TALEPLERİNİ SIRALADILAR

Mitingdeki açıklamada talepler ise şöyle sıralandı:

*Devlet tarafından uluslararası sözleşmelerle üstlenilen yükümlülüklere uygun davranılmasını,
*Çevreye-ekolojiye ilişkin kararların, ortak varlıkların, hayatın korunması, süreklilik esas alınarak verilmesini,

*Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının işlevlerine göre bölünerek, doğal olanı korumak için yeniden yapılandırılmasını,

*İklim krizinin hepimizin, bütün dünyanın sorunu olduğunun kabul edilmesini; iklim krizinden sadece etkilenmediğimizi, aynı zamanda krize katkıda bulunulduğunun kabul edilmesini,
*Başta fosil yakıt kullananlar olmak üzere, iklim krizine katkıda bulunan tesislerin ve projelerin bir an önce sona erdirilmesini,
*Özelleştirme uygulamalarına derhal son verilmesini; tersine, kamulaştırma yoluna başvurulmasını,
*Kıyıların metalaştırılmasından vazgeçilmesini,
*Bilimsel olmadığı mahkeme kararları ile kanıtlanmış Ekolojik Temelli Bilimsel Raporlara dayanarak ve şirketlerin çıkarlarına göre kullanmayı esas alarak, bütün Türkiye’de doğal sit alanlarının belirlenip ilan edilmesinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz.