Salı, Eylül 16, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 23

Akbelen’deki ekolojik yıkımda kritik tehdit: Bodrum susuz kalacak…

Muğla’daki Akbelen Ormanı’nın üzerindeki kara bulutlar bir türlü yok olmuyor.

Muğla’nın Milas ilçesinde Limak Holding ve IC İçtaş ortaklığındaki Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’ye (YK Enerji) ait iki termik santrale kömür sağlamak amacıyla Akbelen Ormanı kömür madenciliği sahası haline getirilmek isteniyor.

Gökova Körfezi’nin ortasında yükselen Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin sahibi YK Enerji.

Şirketin yüzde 50’si Limak Holding şirketlerinden Limak Enerji’ye ait. Diğer yüzde 50’nin sahibi ise IC Holding şirketlerinden IC İçtaş Enerji.

Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri ile linyit maden işletmesi 2014 yılında IC İçtaş Enerji ve Limak Enerji ortaklığı tarafından özelleştirme ihalesinden alındı.

Kömür madenine karşı İkizköy’deki yurttaşlar ve çevreciler tarafından başlatılan mücadele ise tüm gücüyle devam ediyor.

Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür sağlamak amacıyla genişletmek istediği maden sahasında ağustos ayında üçüncü kez bilirkişi keşfi yapıldı. Ormanın kömür madenine tahsisine karşı İkizköylülerin açtığı dava sonrasında Muğla 1. İdare Mahkemesi, üçüncü kez keşif yapılmasına karar vermişti.

2021 yılında nisan ayında, Akbelen Ormanı’nın yok edilerek kömür madeni işletilmesine izin veren kararın iptali için Tarım ve Orman Bakanlığı’na karşı açılan davada, mahkeme bilirkişi incelemesi ve keşfin bir kez daha tekrarlanmasına karar verdi. İlk keşifte avukatlar hakarete uğradı, uzmanların ve davacı yurttaşların konuşmasına izin verilmedi.

İkinci keşifte de uzmanların madenin Akbelen Ormanı’nı, tarım alanlarını, zeytinlikleri, su havzasını yok edecek, geri dönüşsüz ekolojik yıkım yaratacak vurgularına kulak asılmadı.

Ormanın madencilik faaliyetlerine açılmasıyla orman ekosisteminin tamamen yok edileceği defalarca dile getirildi, bilirkişi incelemelerinde de bu kritik yok oluş kabul ediliyor ancak koruma/kullanma dengesi yine korumadan yana değil kullanmada yana işletilmek isteniyor.

Planlanan maden arama ve çıkarma sahası en az 22 bin hektarlık bir alanı kapsayan YK Enerji maden ruhsat sahasında, Karacahisar, Söğütçük, Hasanlar, Kısırlar ve Çiftlik köyleri yer alıyor. Akbelen Ormanı yok olduktan sonra linyit madeni faaliyeti bu köylere doğru ilerleyecek.

Ancak, bilirkişi raporlarında uzmanların değinmediği önemli bir nokta var. Madenin faaliyete geçmesiyle sadece orman ekosistemi değil, yeraltı suları da ciddi tehdit altında kalacak.

Ormanın altından geçen ve Çamköy’de biriken su rezervi, Bodrum’un su ihtiyacının önemli bir kısmını karşılıyor. Maden işletmesinin hayata geçmesi durumunda yeraltı su rezervi de yok olacak.

Bu durum, bu termik santraller özelleştirme öncesinde henüz kamuya aitken Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) için Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Bölümü tarafından Akbelen Ormanı’nın altındaki yeraltı sularıyla ilgili hazırlanan raporda açıkça ifade ediliyor.

Bodrum’da içme suyu kuyularını besleyen Karacahisar-Çamköy-Aslanyaka alt su havzalarının su akış yönü değişerek maden ocağı tarafına akacak. Çünkü, Akbelen Ormanı altındaki kömür yatakları yeraltında suyun yatak değiştirmesini engelleyen bir set olarak duruyor. Bu madene açık işletme izni verildiğinde Türkiye’de turizmin en önemli destinasyonlarından biri olan Bodrum ilçesi susuz kalacak.

Bununla ilgili olarak Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, TKİ’nin raporundaki ilgili bölümleri referans göstererek, Tarım ve Orman Bakanlığı’na durumu izah eden bir başvuruda bulundu. Susuz kalacak Bodrum’un turizm gelirinden mahrum olacağını, ekonomik anlamda bölgenin tüm önemini ve özelliğini kaybedeceğini belirtti, madenin işletme izninin iptal edilmesini talep etti.

Başvuru talebine Orman Genel Müdürlüğü Muğla Orman Bölge Müdürlüğü’nden bir cevap geldi, sahada herhangi bir çalışma olmadığı ifade edildi. Orman Genel Müdürlüğü’nün cevabına karşı dava açılacak.

Dünyanın ve Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden Bodrum, bu yılki yerli ve yabancı turist sayısında rekora ulaştı. Son verilere göre, Bodrum’a gelen yerli ve yabancı turist sayısı 6 milyonu buluyor. Yıllık turizm gelirinde 5 milyar dolarlık bir hedef var.

Muğla’ya her yıl milyonlarca insan geliyor ve zaten mevcut durumda su kaynakları yetersiz kalıyor. Buna rağmen ormanlar ve yeraltı kaynakları yok edilmek isteniyor.

Bu kadar yoğun turistik bir bölgede kamu eliyle işletildikleri on yıllar boyunca ve 2014 yılında yapılan özelleştirmeden sonra YK Enerji tarafından bugüne kadar doğru düzgün çalışan baca gazı arıtma sistemleri olmadığı halde çalıştırılan bu iki santralın, topluma sağlık bedeli zaten çok yüksek.

Makina Mühendisleri Odası’nın Mayıs 2022 tarihli Türkiye’nin Enerji Görünümü çalışmasına göre, toplam 5 üniteden oluşan bu santralların sadece iki ünitesi rehabilite edilmiş durumda. Her iki santralda da toz filtresi ve baca gazı kükürt arıtma tesisi var, ancak iyileştirilmesi gerekiyor. İki santralda da tamamlanmış azot arıtma tesisi yok.

Türkiye’deki elektrik üretiminin yazide 2,5’inin karşılayan bu santraller sadece binlerce dönüm tarım arazisini, 40 bin zeytin ağacını ve 780 dönüm yaşlı ve doğal kızılçam ormanını tehdit etmiyor, aynı zamanda Türkiye’nin en önemli turizm beldesinin de suyuna göz dikmiş durumda.

Görünenin ötesinde çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız…

Pelin Cengiz

Emek ve ekoloji örgütlerinden konferansa çağrı

0

Yaklaşan seçimler öncesinde ekoloji hareketinin ortak taleplerini belirlemek için konferans çağrısı yapıldı. Ekoloji Politik grubunun önerisiyle bir araya gelen aralarında Çevre Mühendisleri Odası, Polen Ekoloji Kolektifi, Mezopotamya Ekoloji Hareketi, KESK Ekoloji Komisyonu gibi örgütlerin bulunduğu 20 emek ve ekoloji örgütü tarafından yapılan çağrıda “Ekoloji muhalefetinin yaklaşan seçimlerde en geniş birlikteliği ile siyasal taleplerini oluşturmasını ve ortak tutum geliştirmesini amaçlıyoruz. 2023 yılını bu umudu büyüterek karşılamak için İstanbul’da düzenlenecek konferansta buluşuyoruz,” denildi. Çağrıya olumlu cevap veren örgüt ve platformlarla konferansın içeriğinin ve tarihinin belirleneceği öğrenildi.

Yapılan çağrının tamamı şöyle:

Brezilya, Fransa, Kolombiya, Şili, Bolivya, Sudan, Tunus, Hindistan ve daha birçok ülkede gerçekleşen seçimlerde ekoloji hareketleri, toplumsal muhalefetin temel politik özneleri arasında yer aldı. Kapitalist sistemin ezberini, devletlerin tahakkümünü yıkan kadınlar, Rojava’da ekolojik yaşamı örüyor. Dünyada ekoloji mücadelesinin toplumu, siyaseti, yaşamı ve kendini dönüştürme potansiyeline tanık olurken ülkemizde yaklaşan kritik seçimde ekoloji hareketlerinin üzerlerine düşen sorumluluğu alacak deneyime ve güce sahip olduğunu ilan ediyoruz.

Kapitalizm, tarihsel krizlerini aşarken, her krizinden çıkışında ürettiği stratejiler ile ekosistemleri, doğal varlıkları, yaşamın belleğini oluşturan kültür varlıklarını sermaye birikimine sokup, geri alınamaz boyutta yok ediyor. Kapitalizm yol açtığı ekolojik krizin farkında ve bunu fırsata çevirme peşinde. Ulus devletler ise bu sürecin önünü açarak sermayenin yaşamı ve yaşam alanlarını kırıma sürükleyen politikalarını beslerken, bu süreçleri eşzamanlı savaş stratejileri ile yürütüyor. Yeşil Kapitalizmle yaşamın tüm alanlarını (çalışma yaşamı, kentler, mimari, tarım, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, gündelik yaşam vb.) ‘sürdürülebilir kalkınma’ mottosu ile yeşile boyayarak bütünlüklü olarak sermaye birikimine sokmayı sürdürüyorlar.

Yeşil Kapitalizm, sadece ekoloji mücadelesi verenlerin değil, işçi sınıfının, halkların, kadınların, ötekileştirilenlerin meselesi. Sermaye, patron örgütleriyle, devlet kurumlarıyla, akademisiyle, medyasıyla, STK’larıyla ve hatta antikapitalist olmayan çevre örgütleriyle ekolojik talanı yeşile boyayarak gizlemeye çalışıyor. Yeşil strateji işçiler için sömürünün derinleşmesi ve işsizlik anlamı taşırken köylüler için topraklarından sökülme, göç yollarına düşme anlamına geliyor. Halklarımız daha yoksullaşırken tüketimin daha da kışkırtılması ve yeni atıklarla sermaye kendisine rant alanları yaratıyor. Sermaye için Amasra’da madende veya Üçüncü Havalimanı inşaatında olduğu gibi iş cinayetlerindeki ölümler, birer maliyet olarak görülüyor.

Kapitalizme dair iyimser, naif umutlar gençler için çoktan son buldu. Bu tüketimcilik ve bu baş döndürücü hızla yeşil dönüşümün mümkün olmadığını, yeşil bir kapitalizmin mümkün olmadığını dost da düşman da biliyor artık. Bu yıl yapılan İklim Zirvesi’nde ülkeler yine ekolojik yıkıma yaptıkları makyajları yarıştırdılar. Ama bunlara inanmaya devam edersek yine kazanan onlar, yine kaybeden bizler olacağız. Bu nedenle ekoloji hareketleri, her yerelde yaşam alanlarını korumak için dayanışıyor, mücadele ediyor, enternasyonal düzeyde deneyimlerini ortaklaştırıyor.

Yaşamakta olduğumuz topraklarda da ekoloji mücadelelerinin siyaseti dönüştürecek ve ekolojik yaşamı örecek politik öznelerinin boy verdiği bir dönemde olduğumuzu biliyoruz. Sistemin suçlarına ortak olmamaya, dayatılan siyaset alanı ve tarzını kabullenmemeye kararlıyız. Yaşam alanlarından zorla edilmek, yaşam alanlarının öznelliğinin, geleneklerinin, birlikteliğinin yıkılmasına, kırılmasına, kültürel ve inançsal değerlerimize saldırılara, türlerin yok oluşuna göz yummak istemiyoruz. Saldırıların karşısında sadece savunan olmak değil, ekoloji mücadelesi hattımızı daha da netleştirerek, ekolojik yaşamı bugünden yarına kurmak istiyoruz.

Ekoloji hareketinin kolektif hafızasında biriktirdiği ilke ve taleplerle siyaseti ülkemizde de dönüştürmek için buluşuyoruz. Ekoloji Politik tarafından düzenlenen “Siyasetin Dönüştürücü Gücü: Ekoloji Mücadelesi Çalıştayı”nda Ekososyalizm, Marksist Ekoloji, Toplumsal Ekoloji ve farklı politik ekoloji akımlarından, Jineoloji’den, ekofeministlerden ve sosyalist feministlerden arkadaşlarımız, Türk Tabipleri Birliği (TTB), TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Dev Yapı İş ve İnşaat İş Sendikası ile sosyalist partilerden katılımcılarla bir araya geldiler. Amasra’da meydana gelen maden faciasının yaşandığı gün gerçekleşen buluşmada bir kez daha emek hareketi ile ekoloji hareketinin güçlü birlikteliğine olan ihtiyacımızın can yakıcı boyutları konuşuldu. Kadın özgürlüğü başta olmak üzere ezilen halkların ve bütün tahakküm ilişkilerine karşı mücadelelerin ekoloji mücadelesiyle kesişimsel bağları tartışıldı. Ekoloji hareketinin, toplumu, siyaseti, yaşamı ve kendini dönüştürme potansiyeline olan inançla çalıştay sonucunda bütün ekoloji hareketlerine yaklaşan seçimlerde ortak bir tutum almak için ortak konferans yapılması teklifinde bulunulmasına karar verildi. Temmuz ayında Arsuz’da bir maden ocağı sorunu için gerçekleştirilen panelde dile getirilen bu önerinin ekoloji hareketinin kolektif yürüyüşü içinde her aşamada kendisini sınayarak, yeni öneriler ve katkılarla gelişeceğini umut ediyoruz. Ekoloji hareketinin farklı öbeklerinden seçim siyasetine yönelik geliştirilen önerilerle yürüyüş kollarımızı birleştirerek ilerleyeceğiz.

Yaklaşan seçimlerin herhangi bir seçimden farklı olarak ekolojik yıkımla kendini var eden bir rejim meselesi olduğunu görüyoruz. Tarımın çökertilmesinden, kentlerin birer rant alanına dönüştürülmesine, enerji, maden ve inşaat sektörleri için her türlü anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasına, en ücra köydeki bir meranın şirketlere devrinden iklim krizine ve nükleer santrallere kadar ekolojik sorunlarımızın tamamı bir sistem sorunu haline geldi. Ekoloji hareketleri olarak bu tek adam rejiminden kurtuluş hamlesini gerçekleştirmek için bütün toplumsal muhalefet güçleriyle birlikte sorumluluk almak istiyoruz.

Brezilya seçimlerinde, Amazon Ormanları’nın ve gezegenin geleceği için oy kullanıldı. Türkiye’nin seçiminde de Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile Kanal İstanbul’dan kurtulmak, Hasankeyf gibi ekokırım suçlarıyla yok edilen kültürel ve doğal varlıklarımızın hesabını sormak, Gezi davasında tutsak edilen arkadaşlarımızı özgürlüğüne kavuşturmak için oy kullanacağız. Her fırsatta bu seçimin sadece insanların değil, coğrafyamızın ve bu topraklarda yaşayan bütün canlıların seçimi olduğunu hatırlatacağız. Her gün yeni yıkımlarla karşımıza çıkan kapitalist felakete karşı malumun ilamından öteye geçerek ekoloji hareketlerinin özgün eylem ve mücadele yöntemleriyle hem kendimizi hem de siyaseti daha ileriye taşıma iddiasındayız.

Ekoloji muhalefetinin yaklaşan seçimlerde en geniş birlikteliği ile siyasal taleplerini oluşturmasını ve ortak tutum geliştirmesini amaçlıyoruz. 2023 yılını bu umudu büyüterek karşılamak için İstanbul’da düzenlenecek konferansta buluşuyoruz.

Çağrıcı örgüt ve platformlar:

Antakya Kent Akademisi, Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu, Bakırtepe Çevre Platformu, Büyük Menderes İnisiyatifi, DİSK Dev Yapı İş, Divriği Yaşam ve Doğa Platformu, Ekoloji Politik, Höyük Kültür Sanat Doğa ve Dayanışma Derneği, İnşaat İşçileri Sendikası, KESK Ekoloji Birimi, Kuşadası Çevre Platformu, Mersin Nükleer Karşıtı Platform, Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Muğla Çevre Platformu, Ovama Dokunma Çevre Hareketi, Polen Ekoloji Kolektifi, Samandağ RES Karşıtı Mücadele, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Turgutlu İşçi Hakları Derneği Ekoloji Komisyonu, Yeşilırmak Çevre Platformu

EKOLOJİ HAREKETLERİ KONFERANSI

Brezilya, Fransa, Kolombiya, Şili, Bolivya, Sudan, Tunus, Hindistan ve daha birçok ülkede gerçekleşen seçimlerde ekoloji hareketleri, toplumsal muhalefetin temel politik özneleri arasında yer aldı. Kapitalist sistemin ezberini, devletlerin tahakkümünü yıkan kadınlar, Rojava’da ekolojik yaşamı örüyor.  Dünyada ekoloji mücadelesinin toplumu, siyaseti, yaşamı ve kendini dönüştürme potansiyeline tanık olurken ülkemizde yaklaşan kritik seçimde ekoloji hareketlerinin üzerlerine düşen sorumluluğu alacak deneyime ve güce sahip olduğunu ilan ediyoruz.  

Kapitalizm, tarihsel krizlerini aşarken, her krizinden çıkışında ürettiği stratejiler ile ekosistemleri, doğal varlıkları, yaşamın belleğini oluşturan kültür varlıklarını sermaye birikimine sokup, geri alınamaz boyutta yok ediyor. Kapitalizm yol açtığı ekolojik krizin farkında ve bunu fırsata çevirme peşinde. Ulus devletler ise bu sürecin önünü açarak sermayenin yaşamı ve yaşam alanlarını kırıma sürükleyen politikalarını beslerken, bu süreçleri eşzamanlı savaş stratejileri ile yürütüyor.  Yeşil Kapitalizmle yaşamın tüm alanlarını (çalışma yaşamı, kentler, mimari, tarım, eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, gündelik yaşam vb.) ‘sürdürülebilir kalkınma’ mottosu ile yeşile boyayarak bütünlüklü olarak sermaye birikimine sokmayı sürdürüyorlar.

Yeşil Kapitalizm, sadece ekoloji mücadelesi verenlerin değil, işçi sınıfının, halkların, kadınların, ötekileştirilenlerin meselesi. Sermaye, patron örgütleriyle, devlet kurumlarıyla, akademisiyle, medyasıyla, STK’larıyla ve hatta antikapitalist olmayan çevre örgütleriyle ekolojik talanı yeşile boyayarak gizlemeye çalışıyor. Yeşil strateji işçiler için sömürünün derinleşmesi ve işsizlik anlamı taşırken köylüler için topraklarından sökülme, göç yollarına düşme anlamına geliyor. Halklarımız daha yoksullaşırken tüketimin daha da kışkırtılması ve yeni atıklarla sermaye kendisine rant alanları yaratıyor. Sermaye için Amasra’da madende veya Üçüncü Havalimanı inşaatında olduğu gibi iş cinayetlerindeki ölümler, birer maliyet olarak görülüyor.

Kapitalizme dair iyimser, naif umutlar gençler için çoktan son buldu. Bu tüketimcilik ve bu baş döndürücü hızla yeşil dönüşümün mümkün olmadığını, yeşil bir kapitalizmin mümkün olmadığını dost da düşman da biliyor artık. Bu yıl yapılan İklim Zirvesi’nde ülkeler yine ekolojik yıkıma yaptıkları makyajları yarıştırdılar. Ama bunlara inanmaya devam edersek yine kazanan onlar, yine kaybeden bizler olacağız. Bu nedenle ekoloji hareketleri, her yerelde yaşam alanlarını korumak için dayanışıyor, mücadele ediyor, enternasyonal düzeyde deneyimlerini ortaklaştırıyor.

Yaşamakta olduğumuz topraklarda da ekoloji mücadelelerinin siyaseti dönüştürecek ve ekolojik yaşamı örecek politik öznelerinin boy verdiği bir dönemde olduğumuzu biliyoruz. Sistemin suçlarına ortak olmamaya, dayatılan siyaset alanı ve tarzını kabullenmemeye kararlıyız. Yaşam alanlarından zorla edilmek, yaşam alanlarının öznelliğinin, geleneklerinin, birlikteliğinin yıkılmasına, kırılmasına, kültürel ve inançsal değerlerimize saldırılara,  türlerin yok oluşuna göz yummak istemiyoruz. Saldırıların karşısında sadece savunan olmak değil, ekoloji mücadelesi hattımızı daha da netleştirerek, ekolojik yaşamı bugünden yarına kurmak istiyoruz.

Ekoloji hareketinin kolektif hafızasında biriktirdiği ilke ve taleplerle siyaseti ülkemizde de dönüştürmek için buluşuyoruz. Ekoloji Politik tarafından düzenlenen “Siyasetin Dönüştürücü Gücü: Ekoloji Mücadelesi Çalıştayı”nda Ekososyalizm, Marksist Ekoloji, Toplumsal Ekoloji ve farklı politik ekoloji akımlarından, Jineoloji’den, ekofeministlerden ve sosyalist feministlerden arkadaşlarımız, Türk Tabipleri Birliği (TTB), TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Dev Yapı İş ve İnşaat İş Sendikası ile sosyalist partilerden katılımcılarla bir araya geldiler. Amasra’da meydana gelen maden faciasının yaşandığı gün gerçekleşen buluşmada bir kez daha emek hareketi ile ekoloji hareketinin güçlü birlikteliğine olan ihtiyacımızın can yakıcı boyutları konuşuldu.  Kadın özgürlüğü başta olmak üzere ezilen halkların ve bütün tahakküm ilişkilerine karşı mücadelelerin ekoloji mücadelesiyle kesişimsel bağları tartışıldı. Ekoloji hareketinin, toplumu, siyaseti, yaşamı ve kendini dönüştürme potansiyeline olan inançla çalıştay sonucunda bütün ekoloji hareketlerine yaklaşan seçimlerde ortak bir tutum almak için ortak konferans yapılması teklifinde bulunulmasına karar verildi. Temmuz ayında Arsuz’da bir maden ocağı sorunu için gerçekleştirilen panelde dile getirilen bu önerinin ekoloji hareketinin kolektif yürüyüşü içinde her aşamada kendisini sınayarak, yeni öneriler ve katkılarla gelişeceğini umut ediyoruz. Ekoloji hareketinin farklı öbeklerinden seçim siyasetine yönelik geliştirilen önerilerle yürüyüş kollarımızı birleştirerek ilerleyeceğiz.

Yaklaşan seçimlerin herhangi bir seçimden farklı olarak ekolojik yıkımla kendini var eden bir rejim meselesi olduğunu görüyoruz. Tarımın çökertilmesinden, kentlerin birer rant alanına dönüştürülmesine, enerji, maden ve inşaat sektörleri için her türlü anayasal ve yasal engellerin kaldırılmasına, en ücra köydeki bir meranın şirketlere devrinden iklim krizine ve nükleer santrallere kadar ekolojik sorunlarımızın tamamı bir sistem sorunu haline geldi. Ekoloji hareketleri olarak bu tek adam rejiminden kurtuluş hamlesini gerçekleştirmek için bütün toplumsal muhalefet güçleriyle birlikte sorumluluk almak istiyoruz.

Brezilya seçimlerinde, Amazon Ormanları’nın ve gezegenin geleceği için oy kullanıldı. Türkiye’nin seçiminde de Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri ile Kanal İstanbul’dan kurtulmak, Hasankeyf gibi ekokırım suçlarıyla yok edilen kültürel ve doğal varlıklarımızın hesabını sormak, Gezi davasında tutsak edilen arkadaşlarımızı özgürlüğüne kavuşturmak için oy kullanacağız.  Her fırsatta bu seçimin sadece insanların değil, coğrafyamızın ve bu topraklarda yaşayan bütün canlıların seçimi olduğunu hatırlatacağız. Her gün yeni yıkımlarla karşımıza çıkan kapitalist felakete karşı malumun ilamından öteye geçerek ekoloji hareketlerinin özgün eylem ve mücadele yöntemleriyle hem kendimizi hem de siyaseti daha ileriye taşıma iddiasındayız.

Ekoloji muhalefetinin yaklaşan seçimlerde en geniş birlikteliği ile siyasal taleplerini oluşturmasını ve ortak tutum geliştirmesini amaçlıyoruz. 2023 yılını bu umudu büyüterek karşılamak için İstanbul’da düzenlenecek konferansta buluşuyoruz.

Call for the Conference of Ecology Movements Ecology Politics

In the elections held in Brazil, France, Colombia, Chile, Bolivia, Sudan, Tunisia, India, Tunisia and many other countries, ecology movements have become one of the main political subjects of social opposition. Disrupting the clichés of the capitalist system and the oppression of states, women are weaving ecological life in Rojava. As we witness the potential of the ecological struggle to transform society, politics, life and itself on the world stage, we declare that the ecological movements in our country have the experience and power to take responsibility in the upcoming critical elections. 

Capitalism, while overcoming its historical crises, destroys ecosystems, natural assets, and cultural assets that constitute the memory of life in an irreversible way by putting them into capital accumulation with the strategies it produces at the exit of each crisis. Capitalism is aware of the ecological crisis it has caused and seeks to turn it into an opportunity. Nation states, on the other hand, pave the way for this process and feed the policies of capital that drive life and habitats to destruction, while carrying out these processes with simultaneous war strategies.  With Green Capitalism, they continue to paint all areas of life (working life, cities, architecture, agriculture, education, health, energy, transportation, daily life, etc.) green with the motto of ‘sustainable development’ and continue to put them into capital accumulation as a whole.

Green Capitalism is a matter not only for those struggling for ecology, but also for the working class, peoples, women and the marginalized. Capital, with its bosses’ organizations, state institutions, academia, media, NGOs and even non-capitalist environmental organizations, tries to hide ecological plunder by painting it green. While the green strategy means deepening exploitation and unemployment for workers, for farmers it means being uprooted from their lands and being forced to migrate. While our peoples are becoming poorer, capital creates further avenues of profit with the further provocation of consumption and new wastes. For capital, deaths in workplace murders, such as in the mine in Amasra or in the construction of the Third Airport, are seen as mere costs.

The optimistic, naïve hopes for capitalism have already ended for young people. Friend and foe alike now know that green transformation is not possible, that a green capitalism is not possible with this consumerism and this dizzying speed. At this year’s Climate Summit, countries again competed in the make-up they applied to ecological destruction. But if we continue to believe them, they will again be the winners and we will again be the losers. For this reason, ecology movements are in solidarity and struggle to protect their living spaces in every locality, and they share their experiences on an international level.

We know that we are in an age in which the political subjects of ecological struggles that will transform politics and weave ecological life are emerging in the lands where we live. We are determined not to be complicit in the crimes of the system and not to accept the imposed political space and mode. We do not want to be forced out of our living spaces, we do not want to turn a blind eye to the destruction of the subjectivity, traditions and unity of living spaces, attacks on our cultural and religious values, and the extinction of species. We do not want to be mere defenders against the attacks, we want to establish ecological life from today to tomorrow by further clarifying our line of ecological struggle.

We are meeting to transform politics in our country with the principles and demands that the ecology movement has accumulated in its collective memory. The “Transformative Power of Politics: Ecology Struggle Workshop” organized by Ekoloji Politik, our friends from different political ecology movements such as Ecosocialism, Marxist Ecology, Social Ecology, Jineology, ecofeminists and socialist feminists came together with participants from the Turkish Medical Association (TTB), TMMOB Chamber of Environmental Engineers, Confederation of Public Employees Unions (KESK), Dev Yapı İş and İnşaat İş Union and socialist parties. During the meeting, which took place on the day of the mining disaster in Amasra, the painful dimensions of our need for the strong unity of the labor movement and the ecology movement were once again discussed.  The intersectional links between the struggle for women’s liberation, oppressed peoples and struggles against all relations of oppression and the ecological struggle were discussed. With the belief in the potential of the ecology movement to transform society, politics, life and itself, it was decided to propose to all ecology movements to organize a joint conference to take a common position in the upcoming elections. We hope that this proposal, which was voiced at the panel organized in July in Arsuz for a mining quarry issue, will develop with new suggestions and contributions, testing itself at every stage in the collective march of the ecology movement. We will move forward by uniting our marching columns with the proposals for electoral politics developed from different parts of the ecology movement.

We see that the upcoming elections, unlike any other elections, are a matter of a regime that exists through ecological destruction. From the collapse of agriculture to the transformation of cities into rent-seeking areas, from the removal of all constitutional and legal obstacles for the energy, mining and construction sectors to the transfer of even the remotest pasture to companies, from the acknowledgement of the climate crisis to nuclear power plants, all of our ecological problems have become systemic. As ecology movements, we want to take responsibility together with all social opposition forces to realize the liberation movement from this one-man regime.

In the Brazilian elections, people voted for the future of the Amazon forests and the planet. In Turkey’s elections, we will vote to get rid of the Akkuyu and Sinop nuclear power plants and Canal Istanbul, to demand accountability for our cultural and natural assets such as Hasankeyf, which have been destroyed through ecocide crimes, and to free our friends imprisoned in the Gezi trial.  At every opportunity, we will reiterate that this election is not only a choice affecting people, but also our geography and all the living creatures that inhabit these lands. We claim to move ourselves and politics forward, by doing more than stating the obvious, with the unique methods of action and protest of the ecology movements against the capitalist catastrophe that confronts us with new potential avenues of destruction every day.

We aim for the ecological opposition to formulate its political demands and develop a common ground with the broadest unity in the upcoming elections. To welcome 2023 by nurturing this hope, we are meeting at a conference to be organized in Istanbul at 23th of January, 2023.

We are waiting for all the ecologists around the world to join us for expanding our solidarity and cooperation.

For Turkish and list of inviters please see https://www.ekolojipolitik.com/ekoloji-hareketleri-konferansi/


ÇAĞRICILAR / LIST OF INVITERS

  • Adana Ekoloji Platformu
  • Antakya Kent Akademisi
  • Antalya Ekoloji Meclisi
  • Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu
  • Atakum Kuzey Kültür Evi Derneği
  • Bakırköy Kent Savunması
  • Bakırtepe Çevre Platformu
  • Bursa Su Kolektifi
  • Büyük Menderes İnisiyatifi
  • Çekerek Irmağı Özgür Akacak Platformu
  • DİSK Dev Yapı İş
  • Divriği Kültür Derneği
  • Divriği Yaşam ve Doğa Platformu
  • Doğa İçin Sanat Derneği
  • Doğanın Çocukları
  • Ekoloji Birliği
  • Ekoloji Politik
  • Gaia Dergi
  • Hasankeyfi Yaşatma Girişimi
  • HDK Ekoloji Meclisi
  • HDP Ekoloji Komisyonu
  • Höyük Kültür Sanat Doğa ve Dayanışma Derneği
  • İkizdere Çevre Derneği
  • İkizdere Dernekler Federasyonu
  • İklim Adaleti Koalisyonu
  • İnşaat İşçileri Sendikası
  • İzmir Yeşil Gelecek Derneği
  • Jineolojî
  • Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği
  • Kazdağları Ekoloji Platformu (KEP)
  • KESK Ekoloji Birimi
  • Kuşadası Çevre Platformu
  • Köstebek Akademisi
  • Malatya Çevre Platformu
  • Marmara Ereğlisi Çevre Gönüllüleri
  • Mersin Nükleer Karşıtı Platform
  • Mezopotamya Ekoloji Hareketi
  • Muğla Çevre Platformu
  • Munzur Çevre Derneği
  • Ortak Yaşam Ekososyal Kooperatifi
  • Ovama Dokunma Çevre Hareketi
  • Polen Ekoloji Kolektifi
  • Samandağ RES Karşıtı Mücadele
  • Sinop Nükleer Karşıtı Platform
  • Sivas Konfederasyonu Ekoloji ve Çevre Komisyonu
  • Sosyal Araştırmalar Vakfı
  • SYKP Ekoloji Meclisi
  • TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
  • Turgutlu İşçi Hakları Derneği Ekoloji Komisyonu
  • Validebağ Direnişi
  • Validebağ Savunması
  • Van Çevre Tarihi Eserleri Koruma Araştırma ve Geliştirme Derneği
  • Yaşam ve Dayanışma Yolcuları
  • Yeryüzü Ekoloji Kolektifi
  • Yeşil Direniş Ekoloji ve Yaşam Gazetesi
  • Yeşil Sol İklim Krizi Çalışma Grubu
  • Yeşil Artvin Derneği Yeşilırmak Çevre Platformu

15 milyon ağaç kesilecek

1 Ekim 2022 Cumartesi /Murat Ağırel

Bir süredir beni çok sarsan bir konuyu araştırıyordum.

Maltepe’deki ormanlık alanın Mesire yeri diye olarak kiralanması ile ilgili makalemi hatırlarsınız.

Bu yazım yayımlandıktan sonra bir vatandaşımız sosyal medyadan bana bir ihale evrakı gönderdi ve sorular sordu.

Marmaris Hisarönü’nde Orman genel Müdürlüğünün düzenlemiş olduğu bir ihale var. 35 bin 940 adet İbreli dikili ağaç satışı ihalesi.

Başka bir ihale daha var. İhale numarası 2022/4384… Yine Muğla Marmaris Hisarönü toplamda 115 bin ağaç. Hepsi dikili ağaç… Bildiğiniz orman. 115 bin ağacın kesilmesi işini de 53 milyon 405 TL bedel ile ihale etmişler.

Ormanlarımızı satıyorlar yani.

Vatandaşın sorduğu ise bu kesilecek ağaçlar yanan yerlere ait olan mı yoksa yanmamış ağaçlar mı?

Bu soru ile Orman Genel Müdürlüğünün sayfasına girdim ve ihalelerin yayımlandığı sayfayı buldum. Çok şaşırdım. Orman genel Müdürlüğü şeffaf şekilde tüm ihaleleri sonuçlarını paylaşmış.

Aslında şok oldum.

1257 tane ihale var. Sekizinci ve dokuzuncuaylarda yapılan ve onuncu ayda yapılacak olan ihaleler…

İnanır mısınız bilmiyorum ama tek tek inceledim hepsini.

Amasya Çorum, Antalya Serik, Balıkesir İvrindi, Sındırgı, Dursunbey, Kalkım, Bolu Mengen, Tunceli Hozat, Sakarya Akyazı, Zara, Sivas…

Türkiye’nin bütün orman varlığı satılık ve kesilecek.

Aklım almadı. İhaleleri hatta fotoğrafları gördükten sonra inanamadım sorgulamaya devam ettim.

Bir türlü mantığıma sığmıyordu yüz binlerce ağacın kesilecek olmasını.

Bakın tekrar ediyorum bunlar bildiğiniz boylu sağlıklı canlı orman ağacı…

Değerli dostlar sadece 3 aylık verilerin sonucu kesilmiş ve kesilecek ağaç miktarı ne kadar biliyor musunuz?

15 milyon 660 bin ağaç.

Bu satışlar karşılığında elde edilen gelir 2.7 milyar TL.

İnanmama inadımı sürdürdüm çünkü bu bildiğiniz vatana ihanet.

Araştırdım.

Orman Bakanlığı faaliyet raporuna göre ülkemizin orman varlığı 23 milyon 110 bin Hektar ile ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 29,6’sını kaplıyor.

Ormancılar Derneğinin “Türkiye Ormancılığı 2022-Türkiye’de Ormansızlaşma ve Orman Bozulması” adlı kitabını okudum ve kitabın editörü Prof. Dr. Erdoğan Atmış Hoca ile de konuştum, sordum.

1973 yılında Orman Yasası’nda yapılan değişiklikle de kamuoyunda “2B” olarak bilinen orman alanlarının orman sınırları dışarısına çıkarılması işlemine başlanmıştı. Son verilere göre bugüne kadar 626 bin hektar orman alanı orman sınırları dışarısına çıkarılmış. Bu alan bugünkü ülke toplam orman alanının yaklaşık yüzde 2,7’sine karşılık geliyor. 2012 yılında yapılan bir yasal düzenleme ile de orman sınırları dışarısına çıkarılan bu alanların işgalcilerine satışı olanaklı hale gelmiş.

Yani satışlar için hukuki zemini zaten çoktan hazırlamışlar.

1946 yılından günümüze kadar yaklaşık 2.500.000 hektar ağaçlandırma yapılmış olmasına rağmen ağaçlandırma yoluyla oluşmuş orman alanı yalnızca 717.000 hektar. Bu miktar, toplam orman alanının yalnızca yüzde 3,2’sine karşılık geliyor.

Uzatmayayım olayın vahametinin büyüklüğünü anlatmak için tek tek aktarayım.

Orman alanlarının ormancılık dışı uygulamalara tahsisi konusu son yıllarda büyük bir hız kazanmıştır. Yalnızca 2004-2020 yılları arasında yapılan tahsis miktarı 494.000 hektar.

Bu durum tüm zamanlarda yapılan tahsislerin yüzde 66’sına karşılık geliyor.

Yapılan tahsislerin sektörlere göre dağılımına bakıldığında ise enerji ve madencilik sektörlerinin öne çıktığı görülüyor.

Yani tam bir yağma düzeni. Maden varsa ormanı katlediyorlar.

İktidar partisi temsilcileri ve ormancılık bürokratları orman alanı artışının yapılan ağaçlandırmalar sayesinde olduğu gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Oysa aynı partinin iktidarda olduğu 19 yıl boyunca (2003- 2021 yılları arası) yapılan toplam ağaçlandırma miktarı 609 bin hektar ve yıllık ortalama ağaçlandırma miktarı 32.000 hektar.

Önceki 19 yılda (1984-2002) yapılan toplam ağaçlandırma miktarı 1 milyon 115 bin hektar ve yıllık ortalama ağaçlandırma miktarı ise 59 bin hektar olarak kayıtlara geçmiş.

Daha kötüsü var.

Ormanlarımızın toplamda yüzde 2,9’u AKP döneminde politik kararlarla fiili veya hukuki olarak orman olma niteliğini kaybetmiş durumda.

Kısacası ormanlarımızın kendi döneminde yapılan ağaçlandırmalarla arttığını iddia eden mevcut iktidarın, ormanlarımıza kazandırdığının hemen hemen 5 katını kaybettirdiği rahatlıkla söylenebilir.

Üstelik yangınlarla yanan alanlar, kendiliğinden tekrar orman ekosistemlerine dönüşebilirken, halk arasında “Dumansız Yangın” olarak adlandırılan bu tür tahsislerle yok edilen orman alanlarının tekrar orman alanlarına dönüşmesi neredeyse imkansız.

Sonuçta sadece benim ulaşabildiğim rakama göre 15 milyon 660 bin ağaç kısa süre içerisinde kesilecek.

Üstelik bu iş 145 milyon dolar için yapılıyor.

Benim için insan kesmekle ağaç kesmek arasında bir fark yok. Bunun endüstriyel yolları var. Üretilen orman alanları var.

Böylesine kaotik kâr hırsı ve yok edilen orman alanlarına kimse ses çıkarmazsa Türkiye’nin dört bir yanı artık çölleşmeye mahkum olacak.

Anadolu’nun dağlarında sarp arazilerde kimsenin haberi yokken dağların tepesindeki, vadilerin arasındaki milyonlarca ağacı böylesine para hırsıyla kesmek vatana ihanetten başka bir şey değildir.

Bu ülkenin altını üstünü satmaktan, yok etmekten bıkmadınız.

Peşinizi bırakmayacağım.

Tohum Hikayeleri, Yaşamın Özelleştirilmesine Karşı Mücadele

0

Çiftçiler Sendikası ve Tarım Ekonomisi Derneği tarafından Zerrin Çelik – İpek Süer Topuzoğlu – Tayfun Özkaya’in çevirdileri ile hazırlanan “Tohum Hikayeleri, Yaşamın Özelleştirilmesine Karşı Mücadele” isimli broşür.

ÖNSÖZ

Tohum tarımın başlangıcıdır. Tohumun ekilerek ürün yetiştirilmesi, insanlığın site
devletlerden başlayarak uygarlığı kurmasının yolunu açmıştır. İnsanlar binlerce yıl tarım
toplulukları olarak yaşamışlardır. Köylüler ve çiftçiler atalarından kalan yerel tohumları
birbirleri ile değiş tokuş yapmışlar, iki milyon dolayında çeşit geliştirerek bu genetik
çeşitliliği korumuşlar, tohumla ilgili bütün bilgileri birbirlerine ve yeni kuşaklara
aktarmışlardır. Bu bilgi nineleri ve dedelerinden kalan kültürel bir mirastır ve bilgeliğe
dayanır.

Endüstriyel tarımın gelişimi ile başta tohum olmak üzere daha önce köylü ve çiftçilerin
kendileri tarafından tarımsal süreç içinde sağlanan tarımsal girdiler şirketlerin eline geçmiş,
ürünlerin pazarlanmasında da tarım ve gıda şirketleri hegemonyayı ele geçirmiştir. Ekoloji
ile uyumlu bir tarım sistemi yok olmuş, çiftçi tam bir bağımlılık içine girmiştir ve bu süreç
devam etmektedir. Küçük çiftçileri ve köylüleri kendilerine engel olarak gören şirketlerin
amacı, küçük çiftçileri ve köylüleri kendi seçeneklerinden koparmak ve bağımsız
davranabilmelerini engellemektir. Onun için tohuma göz dikmişler, kendi denetimleri
dışındaki bütün tohumları yasaklayarak, çiftçileri topraklarını bırakmaya zorlamışlar veya
kendilerine bağımlı hale getirmişlerdir. Biliyorlar ki; Güney Afrikalı çiftçilerin dediği gibi
çiftçiler ve köylüler için tohumunu kaybetmek, potansiyel göçmen haline gelmektir.
Yerel ve atalık tohumlar, 2006 yılında ülkemizde çıkarılan “ Tohumculuk Yasası” gibi,
dünyanın diğer ülkelerinde çıkarılan benzer tohumculuk yasalarıyla engellenmiştir. Çoğu
aynı zamanda tarım kimyasalları, hatta bazıları beşeri ilaçlarda da at oynatan tohum
şirketleri bir yandan bitki ıslahında köylüleri dışlayarak hibrit çeşitler ve GDO’larla
hâkimiyet kazanırken, diğer yandan da köylü ve çiftçilerin tohumluklarını ve bunlardan
üretilen fidelerini satmalarının önünde yasal engeller getirtmişler, kendi tohumluklarına
tarımsal desteklerin verilmesini teşvik etmişlerdir.

Bu broşürde, tohumun çiftçilerin elinden alınmasının hikâyesi La Via Campesina’nın
bileşenlerinden olan Fransız küçük çiftçi ve köylülerinin örgütü Confédération Paysanne
tarafından kaleme alınmıştır. Bu kitapçığın, sizin elinize gelmesi, Tarım Ekonomisi Derneği
ve Çiftçiler Sendikası’nın ortak çabasıdır.
Tohum özgürleşmedir.