Çarşamba, Eylül 17, 2025
Google search engine
Ana Sayfa Blog Sayfa 19

Biyoçeşitlilik Konferansı: Doğayı korumak için ‘tarihi’ anlaşma

0
  • Helen Briggs
  • Unvan,BBC Çevre Muhabiri
  • Twitter,@hbriggs
  • Bildirdiği yerMontreal

Birleşmiş Milletler (BM) Biyoçeşitlilik Konferansı’na (COP 15) katılan ülkeler, 2030 yılına kadar gezegenin üçte birini koruma altına alma konusunda anlaştı. Bu anlaşma biyolojik çeşitliliği koruma hedefinde dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.

Yağmur ormanları ve sulak alanlar gibi hayati önem taşıyan ekosistemlerin ve yerli toplulukların haklarının korunması için de hedefler belirlenecek.

Kanada’nın Montreal kentinde düzenlenen COP15 BM Biyoçeşitlilik Zirvesi’nde varılan anlaşma Pazartesi sabahı açıklandı.

Çin’de yapılması planlanan zirve Covid nedeniyle ertelenmiş ve Kanada’ya taşınmıştı.

Toplantıdan sorumlu olan Çin, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin son dakika itirazına rağmen anlaşmanın sağlandığını duyurdu.

BM Kalkınma Programı, “tarihi anlaşmanın” dünyanın dört bir yanındaki insanların biyolojik çeşitlilik kaybını durdurmak için gerçek bir ilerleme bekleyebileceği anlamına geldiğini söyledi.

Hangi konularda anlaşma sağlandı?

Anlaşma sağlanan ana konular şöyle:

  • Türlerin yok oluşunun durdurulması ve genetik çeşitliliğin sürdürülmesi de dahil olmak üzere ekosistemlerin korunması, iyileştirilmesi ve canlandırılması,
  • Biyoçeşitliliğin “sürdürülebilir kullanımı” – esasen türlerin ve habitatların gıda ve temiz su gibi insanlığa sundukları hizmetleri sağlayabilmelerinin sağlanması,
  • Doğadan elde edilen kaynakların – bitkisel ilaçlar gibi – faydalarının adil ve eşit bir şekilde paylaşılmasını ve yerli halkların haklarının korunmasını sağlamak,
  • Biyoçeşitlilik için ödeme yapmak ve kaynak ayırmak: Paranın ve koruma çabalarının ihtiyaç duyulan yere ulaşmasını sağlamak.
uğurböceği

Anlaşma süreci nasıl gelişti?

Kanada Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı Steven Guilbeault gazetecilere yaptığı açıklamada, “Paris’in iklim konusunda yaptığı gibi bu da tarihe geçecek bir an” dedi.

2015 Paris İklim Anlaşması, gezegendeki sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutma konusunda ülkelerin mutabık kalmalarını sağlamıştı.

Montreal’deki zirve, doğayı iyileşme yoluna sokmak için “son şans” olarak görülüyordu.

Görüşmeler boyunca hedefler ve planların nasıl finanse edileceği konusunda fikir ayrılıkları yaşandı.

En büyük anlaşmazlık noktalarından biri, dünyanın en fazla biyolojik çeşitliliğine sahip bölgelerdeki koruma çabalarının nasıl finanse edileceğiyle ilgiliydi.

Biyoçeşitlilik, dünyadaki tüm canlıları ve bunların gezegeni ayakta tutan karmaşık yaşam ağı içinde birbirlerine bağlanma biçimlerini ifade ediyor.

Çin yeni anlaşma metnini Pazar günü yayımlandı.

Delegeler, saatler süren gecikmelerin ardından Pazartesi sabah erken saatlerde oturumu topladı ve metni kabul etti.

COP 15 Başkanı Huang Runqui, anlaşmayı destekleyemeyeceğini söyleyen Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin itirazlarına rağmen anlaşmanın onaylandığını ilan etti.

Anlaşma nasıl değerlendiriliyor?

Kraliyet Kuşları Koruma Derneği’nin kıdemli uluslararası politika danışmanı Georgina Chandler, Montreal’de varılan anlaşma sayesinde hem insanların hem de doğanın daha iyi durumda olacağını söyledi.

“Artık anlaşma tamamlandığına göre, hükümetlerin, şirketlerin ve toplumların bu taahhütlerin hayata geçirilmesine nasıl yardımcı olacaklarını belirlemeleri gerekiyor.”

Yaban Hayatı Koruma Derneği’nden Sue Lieberman anlaşmanın bir uzlaşma olduğunu ve birçok iyi unsur içermesine rağmen “doğayla olan ilişkimizi gerçekten dönüştürmek ve ekosistemler, habitatlar ve türler üzerindeki tahribatımızı durdurmak için” daha ileri gidilebileceğini söyledi.

‘Doğa bizim gemimiz, su üstünde kalmalı’

Anlaşma için günlerce süren yoğun müzakereler oldu. Bakanlar Cumartesi günü, 2030’a kadar doğayı iyileşme yoluna sokmak için net hedefler üzerinde anlaşmaya varılması gerektiği konusunda hararetli konuşmalar yaptı.

AB Komisyonu’nun Çevre, Okyanuslar ve Balıkçılıktan sorumlu Üyesi Virginijus Sinkevicius “Doğa bizim gemimiz. Onun su üstünde kalmasını sağlamalıyız” dedi.

Bilim insanları, ormanların ve otlakların daha önce görülmemiş oranlarda yok olması ve okyanusların kirlilikle yüz yüze olması nedeniyle insanların Dünya’yı güvenli sınırların ötesine ittiği konusunda uyarıda bulunuyor.

SARs CoV-2, Ebola ve HIV gibi hastalıkların vahşi hayvanlardan insan popülasyonlarına yayılma riskinin artması sorununa da dikkat çekiliyor.

Başlıca anlaşmazlık noktalarından biri finansmanla ilgili.

Mısır’da düzenlenen iklim zirvesi COP 27’de olduğu gibi, bazı ülkeler biyolojik çeşitliliğin korunmasına yardımcı olmak üzere yeni bir fon kurulması çağrısında bulundu, ancak bu talep diğerleri tarafından reddedildi.


Fukuşima halkı nükleer felaketten 11 yıl sonra seferberlik halinde

Fukuşima sakinleri nükleer felaketten 11 yıl sonra bölgelerini yeniden inşa etmek için seferberlik halinde. Yetkililer ise su sorunuyla karşı karşıya. Önümüzdeki sene arıtılmış suyun denize tasfiyesi planlanıyor.

Fukuşima sakinleri nükleer felaketten 11 yıl sonra bölgelerini yeniden inşa etmek için seferberlik halinde. Yetkililer ise su sorunuyla karşı karşıya. Önümüzdeki sene arıtılmış suyun denize tasfiyesi planlanıyor. 

Yakıta temas eden su, radyoaktif hale gelmişti. Santraldeki bir tesiste filtrelenen su, 2023’te maksimum kapasitesine ulaşacak tanklarda depolanıyor. Su, ayrıştırması mümkün olmayan trityum hariç tüm radyoaktif maddelerden arındırıldı.

Fukushima Daiichi D&D Eng, Co, TEPCO’nun D&D İletişim Merkezi Saha Müfettiş Yardımcısı Kimoto Takahiro,  “Arıtılan su deniz suyuyla karıştırılarak seyreltilecek. Seyreltilen su ise bir tünel aracılığıyla bir kilometre uzaklıktaki denize boşaltılacak.” açıklamasını yapıyor.

Radyolojik Koruma ve Nükleer Güvenlik Enstitüsü Müdür Yardımcısı Jean-Christophe Gariel’e göre, trityum tehlike derecesi düşük bir radyoaktif element: “Fukuşima’da salınacak trityumun özellikleri, dünya genelindeki nükleer santrallerden salınanlarla benzerlik gösteriyor.

Bu bilgiler, deniz suyunun kalitesinden endişe duyan Fukuşimalı balıkçıların dikkatinden kaçmadı.

Fukuşima İli Su Ürünleri Kooperatif Birlikleri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Nozaki Tetsu, “Sağlık üzerinde etki oluşturma ihtimali çok düşük ancak en büyük korku kötü bir reklam yapması. Hükümet on yılı aşkın süredir bize açıklamalar yapıyor ve bunlarda herhangi bir hata tespit etmedik. Dolayısıyla açıklamalarını takdir ediyoruz.” şeklinde konuşuyor. 

Fukuşima halkı bölgeleriyle gurur duyuyor

Fukuşima ürünlerinin itibarı, balıkçılar ve bölge sakinleri için bir endişe kaynağı. Japonya halkı burada, bu felaketten cesur bir şekilde kurtulmayı başardıkları için bölgeleriyle gurur duyuyor. Restoran sahibi Watanabe Tatsuya onlardan biri.

Watanabe, Fukuşima Nükleer Santrali’ne 60 kilometre uzaklıktaki Onahama kentinin limandaki balık pazarından her gün balık alıyor. Watanabe Tatsuya, Fukuşima ürünlerini endişe duymadan pişiriyor.

Limanın ardından restoranı için günlük malzemelerini aldığı bostancısı Şiraişi Nagatoşi’nin yanına gidiyor. Bu iki insan, çiftçiler için değerli olan dostlukları sayesinde bölgelerinin yeniden inşasında aktif olarak yer alıyor.

Şiraişi, “Felaketten hemen sonra güvenilir bir yerel şefle tanıştığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. O, diğer şef arkadaşları ve çiftçi ağımla ben, birlikte bir şeyler yaratmak için itici güç olduk. İnsanların burada iyi yemekler yedikleri için Fukuşima’ya yeniden gelmek istemesini sağlamak, bence yeniden inşa yolunda atılacak ilk adım.” şeklinde konuşuyor.

Watanabe’nın memleketi Iwaki’de sadık müşterilerinin teşvikiyle yeniden açtığı restoranı için “En başından itibaren çok sayıda asılsız dedikodu vardı. Kulaktan kulağa balıkların hasar gördüğü söylendi. Durumun böyle olmadığını onlara söylememe rağmen testler yaptırdım ve yavaş yavaş daha fazla yerel ürün sunmaya başladım. Nisan ayında arıtılmış su boşaltımı yapılırsa, Iwaki’den gelen balıkları kullanmaya devam edeceğim.” ifadelerini kullanıyor.

Restorandaki ürünler Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenenlerden daha sert standartlara göre, sıkı kontrollere tabi tutuluyor.

İLGILI HABERLER :

https://tr.euronews.com/2022/12/06/fu…

Yaşam Alanlarında İnsan ve
Hayvan Birlikteliği Çalıştayı” Sonuç Raporu

İzmir Barosu Hayvan Hakları Komisyonu ile Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi
Hayvan Hakları Grubu tarafından ortaklaşa hazırlanan “Yaşam Alanlarında İnsan ve
Hayvan Birlikteliği Çalıştayı” Sonuç Raporu

‘Yasa Meclis’ten geçerse zeytinlikleri yok etmek için bir gece bile yeter’

0

Söyleşi | Özlem Ergun

AKP’nin bu kez de torba yasayla Meclis’e getirdiği zeytinliklerin madene açılmasını içeren teklif, şirketler için karlı olanaklar sağlamaya hazırlanıyor. Yasa teklifinin, götürülecek hukuki sürecin sonunda Anayasa’ya aykırı olduğu için yürütmesinin durdurulacağı öngörülse de, aradaki zaman zeytinliklerin akıbetini belirleyecek: Soma Yırca’da yönetmelik yürütmesinin durdurulacağı günün gecesi, Kolin İnşaat 6 bin zeytin ağacını termik santral yapmak için bir gecede kesti. Jandarmanın da desteğiyle…

Zeytinliklerin maden sahası yapılmasının önünü açan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yürürlüğe giren yönetmeliğin Danıştay tarafından yürütmesinin durdurulmasının ardından aynı konu bu kez de AKP’nin hazırladığı ‘torba yasa’ olarak Meclis’te.

“Eğer zeytinlikte madenciliğe izin verilirse, zeytinlikler öncelikle aynı ilçe veya il sınırı olmak üzere başka yere taşınabilecek” denilen teklifte, Maden Kanunu’na geçici madde eklenmesi talep ediliyor.

Teklifin yasalaşması halinde madencilik şirketleri, zeytinliklerde maden faaliyeti yapabilecek.

Deniz Gümüşel: Bu kanun Meclis’ten geçmemeli 

Çevre Mühendisi ve yaşam savunucusu Deniz Gümüşel’le zeytinliklerin madene açılması girişiminin varacağı yeri konuştuk. “Bu kanun Meclis’ten geçmemeli” diyen Denizel, sebebini şöyle özetledi:

Yasa meclisten geçtikten sonra Anayasa Mahkemesi’nden hızlıca karar çıkmaz ve yürütmeyi de durdurmazsa işte o aradaki süre boyunca şirketler -kanunen hükümsüz olsa da aslında yürürlükte olan yasaya dayanarak- zeytinliklere girip zeytinlikleri sökebilir, zeytinleri kesebilir yani fiili durum yaratabilirler. Bu da çok büyük kayıplara neden olur ki benzer süreçleri daha önce de yaşadık.

Bundan sonraki hukuki süreç nasıl işleyecek, zeytinlik kayıplarının ve açılacak madenlerin topluma maliyeti ne olacak? Gümüşel, Gazete Karınca’nın sorularını yanıtladı.

Danıştay 8. Dairesi, Nisan 2022’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yayımlanan ve zeytinlik alanlarda madenciliğe izin veren yönetmeliğin yürütmesini durdurmuştu. Bu konu şimdi hangi aşamada?

Danıştay henüz nihai kararını vermedi ancak ‘yürütmeyi durdurma’ kararı verdi. Dolayısıyla Danıştay’dan bu yönetmeliği tamamen iptal etmesini bekliyoruz. Danıştay’daki yönetmelik değişikliğinin kabul edilmesi riski maalesef halen devam ediyor. Ancak Danıştay yürütmeyi durdurduğu için şirketler şu anda eyleme geçemiyorlar. O yönetmeliğe dayanarak zeytinlikleri yeni maden sahalarına açamıyorlar.

Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararının ardından zeytinlikleri madene açma girişimi bu kez de AKP’nin hazırladığı torba yasayla Meclis’te. AKP’nin zeytinlikleri maden sahası yapma ısrarını nasıl okumalıyız?

Burada temel amaç, zeytinlikleri ‘engel’ olarak gören sermaye için kolaylık sağlamak. Zeytinlikler daha önce de sanayi yatırımları için, imar uygulamaları için, jeotermal enerji gibi sözüm ona yenilebilir enerji kaynakları için kullanıma açılmak istendi. Bu kez de ‘enerji üretimi için madencilik’ denerek zeytinlikler maden sahası yapılmak isteniyor.

‘Enerji üretimi’ denince bunun başında kömür madenciliği geliyor. Zeytinlikleri en çok kömür madenciliği yapabilmek için istiyorlar. Aslında gayet planlı bir uygulamanın devamı. Bir 15 gün kadar önce Türkiye, iklim değişikliği alanında 2038’e kadar ne yapacağını açıkladı. Aslında Türkiye ‘karbon emisyonlarını arttırarak devam edeceğini’ söyledi.

Bu, elektrik için kömür yakmaya devam edeceğiz demek. İşte bunun önünü açabilmek için de zeytinliklerin tahsisi gerekiyor. Türkiye’de hemen bütün kıyı şeridinde -Marmara, Kuzey Ege, Güney Ege, Akdeniz, Güneydoğu ve hatta Doğu Karadeniz gibi geniş bir coğrafyada- zeytin üretimi hedef haline gelmiş bulunuyor. Burada yapılmak istenen, elektrik üretimi için kömür madenciliğinin teşvik edilmesi.

MADEN YÖNETMELİĞİNE İLİŞKİN RAPORDUR

Metin Irmak

11 Aralık 2022 tarih ve 32040 sayılı Resmi Gazetede Maden Yönetmeliği ilan edilmiştir. Yönetmeliğin birçok maddesi ülkemiz korunan alanları mevzuatına aykırı hükümlerle korunan alanları hedef alacak şekilde hazırlanmış ve yürürlüğe girmiştir.

Şöyle ki; Yönetmeliğin 2. Maddesi (Kapsam) “b) Maden arama ve işletme faaliyeti ile kamu yararı niteliği taşıyan kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırımların birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden arama ve işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda yapılacak işlemlere,” denilerek Kamu Kurumlarının kendi yetki ve görevlerini bypass etmek amacıyla çıkarıldığı anlaşılmaktadır.

Yönetmeliğin Arama ruhsatı düzenlenmesi için gerekli belgeler  MADDE 11- … “(2) II. Grup (b) bendi (MERMER, TRAVERTEN, ONİKS MERMERİ, GRANİT, ANDEZİT, BAZALT, DİYABAZ GİBİ BLOK OLARAK ÜRETİLEN TAŞLAR) ve IV. Grup madenler için talep edilen alanın hak sağlamaya müsait olan kısmının ilgili kurumlar tarafından Genel Müdürlüğe bildirilen; özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları, 25/6/2010 tarihli ve 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünün Hizmetleri Hakkında Kanunda belirtilen alanlar ile madencilik amacı dışında tahsis edilen ve Genel Müdürlük tarafından uygun görüş verilen elektrik santralleri, organize sanayi bölgeleri, petrol, doğal gaz ve jeotermal boru hatları gibi yatırım alanları içinde kalması halinde, iki ay içinde ruhsat bedelinin yatırılmasından sonra bu alanlara ilişkin ilgili kurumlardan izin alınması için müracaat sahibine bir yıl süre verilir. İki aylık süre içerisinde ruhsat bedelinin tam olarak yatırılmaması halinde bu alan müracaatlara açık hale gelir. Bu bir yıllık süre içinde izin alınması durumunda Ek-6’daki diğer belgeler ile ön inceleme raporu, mali yeterliliği içeren maden arama projesi ve izin alındığına dair belgenin eksiksiz olarak Genel Müdürlüğe verilmesi zorunludur. Aksi takdirde müracaat reddedilir ve bu alan ihale yolu ile ruhsatlandırılır. İlgili kurumlardan izin alınması için müracaat sahibine verilen bir yıllık sürenin sonunda bu alanların bir kısmı için izin alınmışsa izin alınamayan kısımları müracaat sahasından taksir edilir ve taksir edilen bu alan ihale yolu ile ruhsatlandırılır.” denilerek  ilk müracaat sahibinin belgeleri tam olması durumunda ruhsatın kendisine verileceğini, belgelerin süresi içerisinde tamamlanamaması durumunda bu alanlardaki ruhsatın ihale yoluyla verileceği ifade edilerek mermer, granit vb. blok taşlar için ülkenin korunan alanlarına göz dikildiği ifade edilmektedir.

 Yönetmeliğin, Arama dönemi ve faaliyetleri MADDE 15- “(1) Arama faaliyetleri, II. Grup (b) bendi, III., IV. ve V. Grup madenler için arama ruhsatı alınarak yapılır.

(2) Arama faaliyet dönemi; sırasıyla ön arama, genel arama, detay arama ve uygun bulunması halinde fizibilite dönemlerinden oluşur.

(3) Arama ruhsatı sahipleri, her bir arama dönemine ait faaliyet raporunu hazırlayarak Genel Müdürlüğe süresi içerisinde vermek zorundadır.

(4) Arama ruhsatı dönem geçişlerinde, ruhsatın bulunduğu dönemin son günü, bir sonraki arama döneminin başlangıç tarihi olarak kabul edilir.

(5) Arama ruhsat sahiplerinin arama dönemlerindeki yükümlülüklerini süresinden önce tamamlamaları halinde, dönem süre sonu beklenmeden bir sonraki döneme ve/veya işletme aşamasına geçilebilir.” denilerek herhangi bir ÇED süreci olmadan, her alanda olduğu gibi çok nadir türleri de barındırabilecek bir korunan alan noktasında arama faaliyetlerine izin verilmesine ilişkin tüm serbestlik sağlanmıştır.

Bu maddeden sonra 16,17,18 ve 19 uncu maddeler arama şekline bağlı olarak alan gözetmeden kademe kademe ilerlemeleri ifade etmektedir.

II. Grup (b) bendi, III., IV. ve V. Grup madenlere ilişkin işletme ruhsatı taleplerinin değerlendirilmesi MADDE 24- (1) “Arama faaliyeti sonrası görünür ve muhtemel rezerv sınırlarının ve büyüklüğünün tespit edilebilmesi için madenin tenör/kalite dağılımı, madenin cinsine göre cevher damar kalınlıkları, kömür için kalori değeri, mermer için üretim kapasitesi, su ve gazların konsantrasyonu, debisi, kapasitesi belirlenir. İşletme projesinin hazırlanmasında kullanılacak verilerin belirlenebilmesi için gerekli aramaların yapılmış olması ve bu faaliyetlerin rezerv bilgilerini içeren II. Grup (b) bendi ve III. Gruplar için hazırlanmış genel arama faaliyet raporu ve IV. Gruplar için ise detay arama faaliyet raporu veya fizibilite raporu ile belgelenmesi zorunludur.

(2) Arama ruhsat döneminde ortaya çıkarılan rezerve ilişkin dayanakları ile birlikte belge ve bilgilerin verilmesi zorunludur.

(3) III. Grup madenlerde, Ek-13’e uygun hazırlanmış işletme projesinde, üretilmesi öngörülen madenler için; tabii denge, kapasite, rezervuar, konsantrasyon, hidrojeolojik ve jeokimyasal denge, debi gibi koruma ilkeleri esas alınır. Bu grup madenler; deniz, göl, kaynak, havza veya beslenme alanının tabii dengesini bozmayacak şekilde ruhsatlandırılır.

(4) Geçici tesis alanı ile görünür ve/veya muhtemel rezerv alanı üzerinden Ek-14’te yer alan işletme ruhsatı düzenlenir, ruhsatın diğer kısımları taksir edilir.

(5) Arama ruhsat süresinin sonuna kadar işletme projesine konu madenin görünür hale getirilmemesi durumunda işletme ruhsat talebi reddedilerek arama ruhsatı iptal edilir.” denilerek korunan alanlar dahil her alanda işletmeye geçmeden alanda külliyatlı bir çalışmanın izni verilmiş olmaktadır.

Diğer Kamu Kurum ve Kuruluşlarından Alınması Gereken İzinler, Kısıtlamalar ve Yatırım Çakışması İşlemleri Genel Hükümler Genel ilkeler MADDE 105-

(1) Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşları, maden ruhsat sahiplerinin izin taleplerini; Kanun, bu Yönetmelik ve ilgili kanunların hükümlerine göre sonuçlandırır…

(3) Tarım toprağı, sit alanı, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları, mera alanları ve sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları, muhafaza ormanları, 3621 sayılı Kanuna göre korunması gerekli alanlar, 1 inci derece askeri yasak bölgeler, 1/5000 ölçekli imar planı onaylanmış alanlar, 1 inci derece sit alanları, 6001 sayılı Kanunda belirtilen alanlar, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları, tabiat anıtları, tabiat koruma alanları, tabiat parkları, kent ormanları, gen koruma alanları, tohum mescere alanları, endemik ve korunması gereken nadir ekosistem alanları, sulak alanlar, su havzaları, mesire alanları, tarihi yapılar, tarihi sit alanları, su ürünleri üreme ve istihsal alanları gibi izne tabi alanlarda izin alınmadan veya ÇED, gayrisıhhi müessese izinlerinin sınıfı dışındaki izinler olmadan faaliyette bulunulduğunun tespiti halinde işletme faaliyetleri durdurulur. ÇED, gayrisıhhi müessese izni ve mülkiyete ait izin alınmadan işletme faaliyetinde bulunulduğunun tespiti halinde Kanunun 7 nci maddesinin yirmi birinci fıkrası gereğince işlem tesis edilir.

(4) Maden arama faaliyetleri, Kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tabi değildir. İşletme faaliyetleri ise, Kanun ve bu Yönetmeliğe göre yürütülür.

(5) Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının madencilik faaliyetlerini etkileyen izne tabi alanlara ilişkin düzenlemelerinde Genel Müdürlüğün görüşü alınır.”

Denilerek korunan alanlarda her tür madenciliğe izin verilebileceği ifade edilmektedir. Özellikle aynı maddede bazı korunan alanlar 2 şer defa geçirilerek bu alanlar üzerinde nasıl bir arzu içerisinde oldukları ifade edilmekle birlikte bu maddenin Kamu süzgecinden geçmiş bir görevli tarafından değil, işletmecilik hırsıyla donatılmış madenciler tarafından hazırlandığının da kanıtı niteliğindedir.

2873 sayılı MİLLİ PARKLAR KANUNUN 2 nci maddesi d) fıkrasında;  Tabiatı koruma alanı; bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarını” diye tanımlanmıştır. Bu alanda doğa yürüyüşü dahi yasakken Maden Yönetmeliğinde bu hükmü hiçe sayılarak madenciliğe açılacak alanlar içerisinde sayılmıştır.

 2873 sayılı Milli Parklar Kanunun Yasaklanan faaliyetler başlıklı Madde 14 – “Bu Kanun kapsamına giren yerlerde;

a) Tabii ve ekolojik denge ve tabii ekosistem değeri bozulamaz,

b) Yaban hayatı tahrip edilemez,

c) Bu sahaların özelliklerinin kaybolmasına veya değiştirilmesine sebep olan veya olabilecek her türlü müdahaleler ile toprak, su ve hava kirlenmesi ve benzeri çevre sorunları yaratacak iş ve işlemler yapılamaz

(e) Onaylanmış planlarda belirtilen yapı ve tesisler ve Genelkurmay Başkanlığınca ihtiyaç duyulacak savunma sistemi için gerekli tesisler dışında kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk bulunmadıkça her ne suretle olursa olsun hiçbir yapı ve tesis kurulamaz ve işletilemez veya bu alanlarda var olan yerleşim sahaları dışında iskan yapılamaz.” denilmektedir. Yani bu madde ile milli parklar kanununa bağlı milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarında ekosisteme olumsuz etki edecek her türlü faaliyet yasaklanmıştır.

2.12.1986 tarih ve 19309 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Milli Parklar Yönetmeliği24 üncü maddesinde “b) Tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanlarında; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun ilgili hükümleri saklı kalmak kaydıyla izin verilmez veya intifa hakkı tesis edilemez.” denilerek tüm kullanımlardan bu alanları muhaf tutmuştur.

Maden Yönetmeliğinin Devlet ormanları ve muhafaza ormanlarında madencilik faaliyetleri başlıklı MADDE 114- “(1) Devlet ormanları içinde maden aranması ve işletilmesi ile madencilik faaliyeti için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine, fon bedelleri hariç, bedeli alınarak Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilir. Ancak süre uzatımları dahil ruhsat süresince müktesep haklar korunmak kaydı ile Devlet ormanları sınırları içindeki tohum mescereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda maden aranması ve işletilmesi, Tarım ve Orman Bakanlığının muvafakatine bağlıdır.” denilerek orman alanlarında madenciliğe İNİN VERİLİR hükmü getirilmiştir.

Tohum mescereleri, gen koruma alanları, muhafaza ormanları, orman içi dinlenme yerleri, endemik ve korunması gereken nadir ekosistemlerin bulunduğu alanlarda ise Bakanlığın muvafakatine bağlamıştır. Bu dönemde muvafakatine göstermeyecek kaç babayiğit yönetici kaldı ise. 

ANAYASANIN 169 uncu maddesinde; “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez…… Orman sınırlarında daraltma yapılamaz.” denilmektedir.

6831 sayılı Orman Kanununun 1 inci maddesinde “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” denilmektedir.

Madencilikle Ülkemizde bir çok orman alanı tahrip edilerek orman kanununda tanımlanan ne ağaç ne ağaççık ne de toprak kalan ve doğal yada emekle herhangi bir bitki yetiştirilmesi mümkün olmayan alanlara dönüştürülmektedir. Orman sayılan alanlarda açık madencilik işletmelerine izin vermek Anayasının 169 uncu maddesine de aykırılık oluşturmaktadır. Ancak mevcut Maden Yönetmeliği (Madde 114) ile Orman İdaresine görüş hakkı bile verilmeden bu kadar kanuna ve Anayasaya aykırı olarak Tarım ve Orman Bakanlığınca izin verilir denilerek tüm Kurumsal yetki ve sorumluluk ortadan kaldırılmıştır.

Maden Yönetmeliğini 115 inci maddesi ile meralarda, 116 ncı maddesi ile tarımsal alanlarda 117 nci madde ile Hazinenin Özel Mülkiyetinde veya Devletin Hüküm ve Tasarrufu altındaki tüm alanlarda madencilik faaliyetleri serbest hale getirilmiştir. Hayvancılık can çekişirken meraların, buğdayı – samanı bile ithal ederken tarımsal alanları bu şekilde delik deşik edilmesi Ülke menfaatlerine ağır bir darbe olacaktır.  Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında dahi Ülkeye zarar verecek bu kadar talana izin verilmemiştir.

Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında madencilik faaliyetleri MADDE 120- (1) “Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında, ÇED raporunda yaban hayatına olumsuz etkisinin giderileceği yönünde bilimsel rapor bulunan maden arama ve işletme faaliyetleri ile alt yapı tesislerine ilgili kurum tarafından izin verilir. Alınan izinler, süre uzatımları dahil ruhsat hukuku sonuna kadar devam eder. ..” denilmiştir.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 2nci maddesinde; “11) Yaban hayatı koruma sahası: Yaban hayatı değerlerine sahip, korunması gerekli yaşam ortamlarının bitki ve hayvan türleri ile birlikte mutlak olarak korunduğu ve devamlılığının sağlandığı sahaları,

12) Yaban hayatı geliştirme sahası: Av ve yaban hayvanlarının ve yaban hayatının korunduğu, geliştirildiği, av hayvanlarının yerleştirildiği, yaşama ortamını iyileştirici tedbirlerin alındığı … sahaları” olarak tanımlanmıştır.

4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunun 4/5inci maddesinde; Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında yaban hayatı tahrip edilemez, ekosistem bozulamaz, yaban hayatı koruma ve geliştirme sahaları ile üretme istasyonları dışında da olsa bu sahalara olumsuz etki yapacak tesislere izin verilemez, varsa mevcut tesislerin atıkları arıtılmadan bırakılamaz, onaylanmış plânlarda belirtilen yapı ve tesisler dışında hiçbir yapı ve tesis kurulamaz, irtifak hakkı tesis edilemez.” denilmiştir.

Yaban Hayatı Koruma ve Yaban Hayatı Geliştirme Sahaları İle İlgili Yönetmeliğin Yaban Hayatı Koruma Sahalarında İzin Verilebilecek Faaliyetler başlıklı Madde 21 — “Bu alanlarda; bilimsel amaçlı çalışmalar ve araştırmalar ile eko turizm haricinde her türlü faaliyet yasaktır.”

Yaban Hayatı Geliştirme Sahalarında İzin Verilebilecek Faaliyetler başlıklı Madde 22 — “Yaban hayatı geliştirme sahalarında amenajman planlarında biyolojik çeşitliliğin korunması esas alınır.” denilmektedir.

Yani Kara Avcılığı 4/5 inci maddesi ile ilgili Yönetmelik bu sahalara olumsuz etki edecek faaliyetlere sahanın dışın da olsa izin verilmez denilmesine rağmen Maden Yönetmeliğinin 120nci maddesinde İLGİLİ KURUM TARAFINDAN İZİN VERİLİR denilerek kanuna aykırı hüküm getirilmiştir.

Maden Yönetmeliğinin MADDE 137- (1) 21/9/2017 tarihli ve 30187 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Maden Yönetmeliği yürürlükten kaldırılmıştır.” denilmektedir. Yaklaşık 5 yıl önce yayınlanmış yönetmelik bu gün itibariyle yürürlükten kaldırılarak, korunan alanlar, orman alanları, mera ve tarım arazilerine ilişkin tüm mevzuatı hiçe sayan kurumların tüm yetki ve sorumluluklarını yok sayan bir yönetmelik geliştirilmiştir. Kanunlara aykırı olarak kanunların üstünde hükümler içermektedir.

Yönetmelik Kapsamı  2/B nci maddesinde ifade edilmiş olup;  b) “Maden arama ve işletme faaliyeti ile kamu yararı niteliği taşıyan kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırımların birbirlerini engellemesi, kamu kurum ve kuruluşlarının uygulamalarından dolayı maden arama ve işletme faaliyetinin yapılamaz hale gelmesi, kamu veya gerçek/tüzel kişilere ait yatırım için başka alternatif alanların bulunamaması durumunda yapılacak işlemlere,” denilerek madenciliğe karşı Kamu Kurumlarının son direnci kırılması amaçlanmaktadır.

Bu yönetmelikle ülkemizin doğal, kültürel ve ekonomik yapısına ciddi zarar verilecektir. Bu sebeple Söz konusu yönetmeliğin acilen yürütmesinin durdurulması ve iptali gerekmektedir. Bilgilerinize…

“Kişisel Yazılar” başlığı altında yayınlanan yazılar EkolojiPolitik resmi görüşleri değildir. Kişiyi bağlar.

Akbelen ormanını savunmak, herkes için temiz hava hakkını savunmaktır

İkizköylüler ve yaşam savunucuları gibi, biz de mahkemelere sesleniyoruz: Daha fazla hak ihlaline ve önlenebilir yaşam kaybına izin vermeyin! Akbelen Ormanının orman olarak kalmasını sağlayın.

Deniz Gümüşel*  

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 28 Temmuz 2022’de yaşamsal bir karara imza attı. Türkiye Cumhuriyeti dahil 161 ülkenin onayladığı karar şöyle diyor: “Temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre evrensel bir insan hakkıdır.” Bu tarihi karar, tüm BM üyesi ülkelerin dahil olduğu tek BM organı olan Genel Kurulda alındığı için önemli bir potansiyele sahip. Üye devletler bu kararı hayata geçirmek için somut adımlar atmalı, ulusal yasalarını yurttaşlarının çevre hakkını garanti altına alacak biçimde düzenlemeli ve bu yasaları istisnalara yer vermeyecek tarzda uygulamaya geçirmeliler.

Türkiye’de bu hak aslında, BM kararından çok daha önce Anayasa’da tanınmış bir hak. Anayasa’nın 56. Maddesi “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” diyor.

Peki bu Anayasa maddesinin ve bu maddenin dayanak olduğu Çevre Kanunu’nun gereği ödevler devlet kurumları tarafından yeterince yerine getiriliyor mu? Güncel bir örnek üzerinden inceleyelim.

YENİKÖY VE KEMERKÖY TERMİK SANTRALLERİNİN BACALARINDA ARITMA VAR MI?

Yeniköy ve Kemerköy kömürlü termik santrallerini işleten YK Enerji, her iki santral için de çevre iznini 2022 yılında yeniledi. Şirketin genel müdürü yaptığı çok sayıda basın açıklamasında, gerçekleştirdikleri 270 milyon avroluk yatırımla yürürlükteki mevzuata tam olarak uyumlu olduklarını belirtti. Ancak Makina Mühendisleri Odası’na göre, şirket bu çevre izinlerini almasını sağlayacak yatırımları henüz tamamlamış durumda değil. Örneğin, Haziran 2019’dan itibaren geçerli olan hava emisyonları sınır değerlerinin karşılanabilmesi için iki santralde de halen toz filtreleri ile baca gazı kükürt arıtma tesislerinin iyileştirilmesi ve baca gazı azot arıtma tesisleri kurulması gerekiyor.

Öte yandan, bu tesisleri yapan müteahhit de yenilenmesi gereken beş santral ünitesi ve baca gazı tesisinden sadece Kemerköy’ün birinci ve ikinci ünitelerinin tamamlandığını; YK Enerji diğer üniteleri kendilerine teslim etmediği için sözleşmelerine göre 2022 yılı sonunda bitmesi gereken iyileştirme çalışmalarının sadece beşte ikisini bitirebildiklerini aktarıyor. Bu aktarımdan, Kemerköy’ün 3. Ünitesi ile Yeniköy’ün her iki ünitesinin de eski ve kirli teknoloji ile çalıştırılmaya devam edildiğini anlıyoruz.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, bu santralleri denetlemek, çevre iznine konu yatırımların yapıldığından ve düzenli olarak işletildiğinden emin olmakla görevli. Kamu olarak biz halkın ve sivil toplum örgütlerinin de bu denetimlerin sonuçlarına ulaşabilmesi lazım. Maalesef bu denetim bilgileri Bakanlıkça kamuoyuyla paylaşılmıyor. Son bir hatırlatma; aslında Elektrik Piyasası Kanunu Geçici 8. Maddeye göre bu yatırımların 31 Aralık 2019’da bitmiş olması gerekiyordu, ki bu kanunun başka bir yazıya konu olabilecek uzun bir hikâyesi var.

KEMERKÖY VE YENİKÖY SANTRALLERİ ÇEVRESİNDE HALK NASIL BİR HAVA SOLUYOR?

YK Enerji’nin yatırımları yaptığını ve baca gazı arıtma tesislerini çalıştırdığını anlayabilmenin bir yolu daha var. Santrallerin yakınında bulunan hava kalitesi ölçüm istasyonlarından alınan hava kirliliği verileri. Ancak, bu santrallere yakın Milas ve Milas-Ören hava kalitesi izleme istasyonlarında yılın üçte birinden az bir gün sayısı için ölçüm yapıldığını, yani hava kalitesinin düzenli izlenmediğini görüyoruz. Başka bir deyişle devlet, yurttaşlarının nasıl bir çevrede yaşadığını, kirliliğe maruz kalıp kalmadığını düzenli izlemiyor.

İlgili Bakanlık web sitesinden elde edilen verilere göre ise, ölçüm yapılan sınırlı sayıda günde de hava kirletici miktarlarının hem Dünya Sağlık Örgütü’nün hem de Türkiye’deki mevzuatın izin verdiğinin kat be kat üstünde olduğu görülüyor. Başlıcaları partikül maddeler, kükürt dioksit ve azot oksitler olan bu kirleticiler, insan sağlığını özellikle kalp-damar ve solunum sistemlerini etkileyerek, kanser ve diğer kronik hastalıklar yüzünden erken ölümlere yol açıyor.

Özellikle Milas Ören’de hava kirliliği yaratacak başka bir kaynak bulunmadığını belirtelim ki, “nerden biliyorsunuz kirliliğin santrallerden geldiğini” diyen spekülasyonlar olmasın.

KÖMÜRDEN ELEKTRİK ÜRETİLİRKEN HALKIN SAĞLIĞINDAN OLMASINA GÖZ MÜ YUMULUYOR?

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in bu yılın başında yayınladığı bir raporda çok çarpıcı veriler var. HEAL raporuna göre, 1965-2020 yılları arasında Türkiye’de çalıştırılan kömürlü termik santrallerin yol açtığı hava kirliliği nedeniyle 196 bin erken ölüm yaşandı. Bu santrallerin neden olduğu toplam sağlık maliyeti ise 4,8 trilyon TL; Türkiye’nin 2022 yılı kamu bütçesinin neredeyse 3 katı.

Bu erken ölümlerin 35 bininin yani neredeyse beşte birinin Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin yarattığı hava kirliliğinden kaynaklandığı hesaplanmış. Yeniköy santralinin çalışmaya başladığı 1986 yılından 2020 yılına kadar, bu iki santral toplam olarak tam 768 milyar TL sağlık maliyetine yol açmış durumda.

BACA GAZI ARITMA TESİSLERİ HAYAT KURTARIR MI?

Bu iki santrale zorunlu komşu olan İkizköy’ün sakinleri tam üç yıldır köylerinin ve tarım alanlarının ortasında yer alan Akbelen Ormanı’nın kesilerek kömür madeni açılmasına karşı bir mücadele yürütüyor. İkizköylülere göre Akbelen Ormanı köye hayat veren en önemli doğa parçası. Tarafsız bilim insanları da Akbelen Ormanı’nın bölgedeki temiz su kaynaklarının varlığını, doğal ve tarımsal ekosistemlerin sürekliliğini, insan dışı canlıların ve yöre insanının hayatlarını sürdürmelerini sağlayan çok önemli bir geçiş ormanı olduğu konusunda hemfikir.

Öte yandan bu orman ekosisteminin yok edilerek yerine bir kömür madeni ocağı açılması demek, on binlerce insanın hayatına mal olmuş bir elektrik üretim sürecinin bir 20 yıl daha devam edeceği anlamına geliyor. YK Enerji, Akbelen Ormanı’ndan çıkarılacak kül ve kükürt oranı çok yüksek linyiti yakarak en az 2038 yılına kadar Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini çalıştırmak için plan yapıyor.

Diyelim ki, YK Enerji iddia ettiği gibi büyük yatırımlarla santrallerin bacalarına arıtma tesisleri yaptı. Peki bu kirliliğin sonu demek olur mu? Bilimsel çalışmalar, bu iki santral AB düzeyinde mevcut en iyi teknolojilerle donatılsa dahi, kömürü yakarak elektrik üretilmesinin binlerce insan yaşamına mal olacağını gösteriyor.

Finlandiya merkezli ve tüm dünyada hava kalitesine dair bilimsel çalışmalar yürüten Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi CREA’nın son çalışmasına göre, Yeniköy ve Kemerköy santralleri şirketin verdiği bilgiler doğrultusunda yenilense dahi:

  • Bu iki santral, Türkiye’nin en büyük hava kirletici emisyon kaynakları arasında yer almaya devam edecek. Yakın zamanda gerçekleştirilen ve planlanan iyileştirmelere rağmen, bu santrallerin emisyon kontrol performansları uluslararası en iyi uygulamalardan kat be kat daha kötü durumda kalacak.
  • İki santral 2038 yılına kadar çalışmaya devam ettikleri takdirde, hava kirliliğine bağlı olarak toplam 2.200 erken ölüme neden olacakları öngörülüyor. Maden ruhsat süresinin sonuna kadar işletmede kaldıkları takdirde, yani 2041 yılı sonunda yol açacakları toplam ölüm sayısı 2.600’e çıkacak.

Yeniköy ve Kemerköy santrallerinin emisyon kaynaklı sağlık etkileriyle bağlantılı topluma yüklenen ekonomik maliyetlerinin halihazırda yılda 190 milyon avro olduğu tahmin ediliyor. Yani şirketin yılda (örneğin 2020 yılında) kazandığı 25 milyon avro net kâra karşılık, toplum yaklaşık 7,5 katı sağlık bedeli ödüyor.

Santraller 2038 yılına kadar işletmede kaldıkları takdirde bu bedel kümülatif olarak 2,7 milyar avroya çıkacak. Bu iki santral 2041 yılına kadar işletmede kalmaya devam ettiği takdirde, toplam maliyetin 3,1 milyar avroya çıkacağı hesaplanıyor.

Bu hesaplara santrallerin kül ve cüruf nedeniyle yol açtığı su ve toprak kirliliği ile yüz milyonlarca ton karbon emisyonundan kaynaklanacak iklim değişikliğinin sağlık etkileri dahil değil.

Yani kömür yakılarak elektrik elde edilmesinin ağır bir sağlık bedeli var ve bu bedel kömürden kâr eden şirketlerin değil, başta yöre halkı olmak üzere toplumun sırtına yükleniyor.

EVRENSEL BİR İNSAN HAKKININ ÇİĞNENMESİNE İZİN VERMEYİN

BM de kabul ettiğine göre, evrensel bir insan hakkı olan temiz ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunmanın temel bir insan hakkı olduğunu kimse inkâr edemez. Bu koşullar altında, devletler artık ya gezegeni beklediğinden şüphe duyulmayan insan marifeti (yoksa kâr amacıyla hareket eden şirketlerin marifeti mi demeli?) bir felaketler çağını durdurmaya yönelik çalışacaklar; ya da yurttaşlarına ve tüm insanlığa karşı bu sorumluluklarını (şu an yaptıkları gibi) gözlerden ırak tutmaya çabalayarak, birbirini tetikleyen çok boyutu bir hak ihlalleri silsilesinin derinleşmesine göz yumacaklar.

İşte bu açıdan bakıldığında, Akbelen Ormanı’nı savunarak hepimizin temiz hava ve yaşam hakkını savunan İkizköylüler ve yaşam savunucuları gibi, biz de ormanı kömür madenine tahsis eden kamu otoritelerine ve bu ekolojik ihtilafı bir karara bağlamakla yükümlü mahkemelere sesleniyoruz: Daha fazla hak ihlaline ve önlenebilir yaşam kaybına izin vermeyin! Akbelen Ormanının orman olarak kalmasını sağlayın.

*Çevre Mühendisi, Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü

İngiltere’de 30 yıllık aradan sonra yeni kömür madeni projesi onaylandı

İngiltere’de bölgeler arası eşitsizliği gidermekle görevlendirilen Bakan Michael Gove, uzmanların ve milletvekillerinin iklim krizine ilişkin endişelerine karşın 30 yıllık aradan sonra ülkenin ilk kömür madeni projesini onayladı.

Ülkenin kuzeyindeki Cumbria bölgesinde yapılması planlanan madende hem İngiltere’de hem de dünyanın birçok diğer bölgesinde çelik üretimi için kullanılacak kömürün çıkarılması planlanıyor.

Projeyi eleştirenler, İngiltere’nin iklim hedefleriyle tutarlı olmadığını söylüyor.

Taraftarı olanlar ise projenin yoksullukla mücadele eden Cumbria’da istihdam sağlayacağını ve ithal kömür ihtiyacını azaltacağını öne sürüyor.

İlk 2020 yılında yerel yönetim tarafından onaylanan proje aslında iki yıldır askıda duruyor.

2021 yılında İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılan COP26 İklim Zirvesi öncesinde hükümetin iklim değişikliği danışmanı, karbon emisyonlarını artıracağı gerekçesiyle kömür madeni planlarını durdurmuştu.

Hükümete danışmanlık veren İklim Değişikliği Komitesi (UKCCC), ayrıca madende üretilen kömürün yüzde 85’inin ihraç edileceğine dikkat çekmişti.

“Avrupa’da talep var”

UKCCC Başkanı Lord Deben, teklif edilen projenin “kesinlikle savunulamayacağını”, onaylanması durumunda İngiltere’nin iklim değişikliği konusundaki lider statüsünün zarar göreceğini söylüyor.

Kentsel planlama alanında çalışan hükümet yetkilileri, 2020 yılında onaylanan kararı yeniden gözden geçirdikten sonra nihai kararı vermek üzere Gove’a güncellenmiş bir rapor gönderdi.

Yetkililerin kararı doğrultusunda projeyi onaylama kararı alan Gove, “Şu anda İngiltere ve Avrupa’da kömür talebi olduğunu” söyledi.

Gove aynı zamanda yeni projenin ülkenin karbon salımları üzerindeki etkisinin “oldukça az ve önemsiz” olacağını belirtti.

Ancak muhalefet partileri ve çevre örgütleri verilen karara karşı çıkıyor ve İngiltere’nin iklim ve yeşil enerji dönüşümü hedefleri ile uyuşmadığını ifade ediyor.

İklim ve çevre farkındalığı için kampanyalar yürüten Friends of the Earth (Dünyanın Arkadaşları) organizasyonundan Tony Bosworth, “Madene gerek yok, küresel iklim emisyonlarını artıracak ve Rus kömürünün yerini dolduramayacak” diyor.

Düşük karbonlu çelik yapımına geçiş

Kömür, tüm fosil yakıtlar arasındaki en kirli yakıt opsiyonu ve doğal gazın neredeyse iki katı emisyon üretiyor.

Projeyi üstlenmesi planlanan Batı Cumbria Madencilik adlı şirket, elde edilen kömürün İngiltere ve Avrupa’da çelik yapımı için kullanılacağını söylüyor.

Cumbria Belediyesi şirkete 2049 yılına kadar Whitehaven bölgesinde madencilik yapma izni verdi.

Madenin bölgede yaklaşık 500 yeni iş imkanı sağlaması öngörülüyor.

Ancak İngiltere’de çelik üretimini üstlenen iki büyük şirket, British Steel ve Tata, artık düşük karbonlu çelik yapımı alternatiflerine geçiş yapacaklarını belirtiyor.

Çelik endüstrisi uzmanı Chris McDonald, bu şirketlerin 2030 yılına kadar yeni madenden çıkarılacak kömürün yüzde 10’undan azını kullanacağını düşünüyor.

McDonald 2030 ortasından itibaren bu kömürün hiç kullanılmayacağını söylüyor.

Yani yeni madenden elde edilen kömürün neredeyse tamamının ihraç edilmesi öngörülüyor.

Maden için teklif edilen Cumbria'daki Whitehaven bölgesi
Fotoğraf altı yazısı,Maden için teklif edilen Cumbria’daki Whitehaven bölgesi

Tepkiler ne?

İşçi Partisi’nde iklim değişikliği temsilcisi Ed Miliband, madenin “enerji krizine çözüm olmayacağını” ve “güvenli, uzun vadeli iş imkanları sunmayacağını” söylüyor.

Yeşil Parti üyeleri ise onay kararının İngiltere’nin COP İklim Zirvesi başkanlığı sona erene kadar ertelendiğini öne sürüyor.

Muhafazakar parti üyeleri arasında da bir bölünme yaşanıyor.

Eski Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng ve eski COP Başkanı Alok Sharma dahil çeşitli bakanlar Gove’un kararına karşı çıkıyor.

Cumbria’da da kimileri bölgeye yatırım yapılıyor olmasına ve istihdam imkanına seviniyorken kimisi madenin iklim krizi üzerindeki etkilerinden korkuyor.

Cumbria Belediyesi’nde Muhafazakar Parti Temsilcisi Chris Whiteside, yeni madenin “ABD veya Rusya’dan kömür ithal etmekten daha az zararlı” olacağını öne sürüyor.

Bölgede çevre kampanyaları yürüten bir grup, projenin İngiltere’nin “iklim ve ekolojik kriz konusunda anlamlı ve etkili davranışlarda bulunmadığının” göstergesi olduğunu söylüyor.

Seçime doğru: Ekoloji hareketi ehvenişer bile olmayana muhtaç mı?

0

Melis Tantan

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Seçim sathında, ekolojik tahribatların temel hak ve özgürlüklere yönelik saldırılarla birlikte hız kesmeden devam ettiği zamanlardayız.

Ekoloji hareketi hemen hemen her ilde kimi davalarla, eylem ve etkinliklerle, kimi ÇED süreçlerinin takibiyle, kamuoyu bilgilendirme çalışmalarıyla, ortak açıklama ve dayanışma eylemleriyle, politik sözlerle tüm baskılara rağmen ekolojik yıkımlara karşı mücadele etmeye çalışıyor.

Tam da bu dönemde hem iktidarın hem de muhalefetin gündemine iklim krizi, Paris Anlaşması ve COP zirvesi üzerinden giren “doğa meselesi”, daha doğrusu “çevre hassasiyeti modası” bolca hamaset üretiyor.

Ekolojik hareketin birikiminden ve genel taleplerinden uzak, iklim krizinin ciddiyetini önemsemeyen paradigmaların ve sistem içi çözüm önerileri geliştirme çabasının iktidar kadar muhalefette de olduğunu görüyoruz. Bu yazıda, muhalefetin ekoloji alanındaki perspektifini inceleyecek ve bu çözümsüzlük ortamı gibi gözüken bu durumda ekoloji hareketinin çözümü nerede oluşturabileceğini tartışmaya çalışacağım.

Anayasa taslağında da ekoloji yok

6’lı masanın 28 Kasım’da açıkladığı anayasa teklifinde ekoloji hareketinin dayanak noktasını oluşturan 56. Maddeye getirdiği değişiklik önermesi, yine insan merkezli, doğayı insanın ve toplumun bir çevresi olarak niteleyen, doğanın kendinde haklarını görmeyen bir perspektifte kaldı.

Yani aslında 6’lı masa, ekoloji hareketinin ekolojiyi temel alan ‘ekolojik anayasa’ talebine kulağını tamamen kapatmış, anayasal düzlemde ekolojiyi bir gündem olarak almadı.

Peki, ekoloji alanında verdiğimiz mücadelelerde az sayıdaki yerelde mücadeleye destek veren ve 6’lı masanın ana belirleyenlerinden olan ana muhalefet partisi CHP’nin ekoloji konusundaki perspektifi nedir? Son açıklanan programlar doğrultusunda bunların da AKP’nin politikalarının neredeyse bir benzeri olduğunu söyleyebiliriz. Buradan hareketle 6’lı masanın ekoloji alanına önermesinin olmaması daha da anlaşılır oluyor. Nasıl mı, şöyle birkaç başlıkta bir göz atalım.

CHP’li yerel yönetimlerin kimi yerlerde ekolojik tahribatların izin verenleri, devam ettirenleri ve hatta savunanları olduğunu şu örneklerle görüyoruz:

  • Birincisi; Ankara. Melih Gökçek zamanından kalan ODTÜ ormanının içinden geçen yol projesini devam ettiren Mansur Yavaş, ne yol üzerindeki rantı, ne ODTÜ ormanın bölünmesini, ne de kentin bir ana ulaşım planının olmamasını bir sorun olarak görüyor. Üstelik yereldeki CHP’lilerden de destek alarak ormanı bölen rant projesini ‘ekolojik köprü’ yapıyoruz diyerek masumlaştırmaya çalışıyor.
  • İkincisi; Kadıköy‘de TCDD eliyle yapılmak istenen 108 dükkanlı AVM projesi için Söğütlüçeşme’de 450 ağacın kesilmesine ve AVM projesine göz yuman yine CHP’li Kadıköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri.
  • Diğer iki örnek de Muğla’dan. Marmaris’te Sinpaş‘ın hukuksuz inşaatını engellemeyen, Menteşe ve Yatağan’da ise çimento fabrikasına ruhsat veren yine CHP’li belediyeler.1 Arhavi’de MNG’nin HES projesine onay veren de yine CHP’li Arhavi Belediyesiydi.

“Sözde” ekolojik vizyon

CHP’nin kasım ayında yayımladığı “Cumhuriyetin İkinci Yüzyılında CHP Enerji Politikaları” belgesi içerisinde hem büyük çelişkileri barındırıyor, hem “girişimci devlet modeliyle” yeşil enerjiye geçişi özel sektörü de bolca destekleyerek yapacağını anlatıyor, hem de politikasını enerji üretiminin artırılmasının ve doğanın “yerli ve milli” bir “kaynak” olarak görülmesinin üzerine kuruyor.

Bu nedenle ekolojik tahribatlara kimi yerlerde çözüm üreteceğini söylese de belge, bir bütün olarak fecaat. İçinde neler mi var? Buyrun, inceleyelim.

Özel yatırımların fonlanması

Belgede “yerli bir enerji verimliliği sektörü” yaratılması, buna yönelik makinelerin ve ekipmanların Türkiye’de üretilmesi ve yeşil finansman olanakları sağlanacağı bir ilke olarak yer alıyor. Bu olanakların başında bir fon sağlanması geliyor, belgede bu enerji finansmanı için iklim bankası oluşturulacağı söyleniyor. Kulağa ilk anda “hoş” gelen bu öneride detaya indikçe görülüyor ki; bu banka ile devletin özel yatırımları “iklim” başlığı altında fonlanacak.

Cebimizden yeşil sermaye yatırımlarını fonlayabilmemiz için bir hizmet adeta. Bunu yeşil tahviller, yeşil enerji dönüşümü finansman arz yapısı, yeni iş modelleri, kamu borçlanması, yatırım destek ofisi izliyor.

“Bunlar ekolojik”

Belgede aynı AKP’nin yaptığını gibi “iklim dostu” olarak gösterilen elektrikli araçların üretimine de yer veriliyor. Bu araçların üretimi için gereken metallerin madenciliğe bağımlı olması aslında bu sektörün hiç de ekolojik olmadığının bir göstergesi, otomotiv sektörünün devlerinin elektrikli araba üretmeleri burada çoktan oluşmuş olan ve büyüme potansiyeli de hızla artan bu devasa pazarı bize gösteriyor. Şirketler krizden fırsatı üretmiş durumdalar bile. Özetle “bunlar ekolojik” yalanı iyi satıyor.

Enerji belgesinde vaat edilen bir diğer konu da elektrik üretiminin “benzeri görülmemiş bir şekilde hızlanması”. Peki öyleyse birkaç soru soralım: Elektrik üretimini arttırmak ekolojik bir perspektife uyar mı? Bu elektrik kimin için, ne için? Bu kadar görülmemiş düzeyde hızlanacak elektrik üretimi ülkenin her yerini santral sahasına çevirmeden nasıl mümkün olacak?

Kalkınma politikalarında ısrar

Tariflenen yine devasa bir kalkınma modeli, devasalıklar doğanın devasa tahribatına neden olacak, adı da yeşil olacak. Kalkınma politikalarında ısrar, ister sürdürülebilir densin ister sürdürülemez olarak nitelensin zaten sisteme içkin bir sürdürülemezliği beraberinde getiriyor. Bu yalanın arkasındaki gerçeği hep hatırlamakta fayda var; sermaye birikimine dayalı kalkınma modellerinde sürdürülebilir kılınması hedeflenen kapitalist sistemin kendisidir. Bu birikim modeli ne ekonomik ne ekolojik hiçbir krize çözüm olamaz, olamayacaktır.

Belgede “çalışması durumunda ekosisteme zarar veren, yerel tarımı engelleyen” HES’lerin GES’e dönüştürülmesi bir proje olarak sunuluyor. Akarsuların, derelerin üzerlerine inşaa edilen HES’ler iyi ve kötü olarak ayrılıyor CHP’ye göre.

Bugüne kadar derelerin kardeşliği, santrale ve barajlarla mahvedilen nehirlerin yaşaması adına mücadele eden ekolojistlerin tüm argümanlarına ters bu bakışa soralım; ekosisteme zarar vermeyen bir HES mi var? “Bir taşla iki kuş” başlığını taşıyan HES’lerde sudan ve güneşten elektrik üretme önerisi ise bir başka skandal. Taşlarla kuşları öldürmek gibi bir etkiyle doğanın tahribatına devam niteliğinde, başlığın kendisi bile gerçekten acıklı.

“Yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir”

Buna ek olarak belgede; 2030 yılına enerjide büyük atılımlarla girileceği söyleniyor ve bu başlık altında 56 bin MW’lık yeni enerji kapasitesi için rüzgar, güneş, biyokütle santrallerinin açılacağı söyleniyor. Yeraltı sularını ve havayı mahveden JES ve biyokütle santralleri de yenilenebilir enerji olarak tanımlanıyor.

Jeotermal sahaların genişletileceği söyleniyor (ama genişletirken doğa hassasiyetinde bulunarak diyorlar ki “kümülatif etkilerini dikkate alacağız”. Bir de AKP’nin tarım OSB’leri için bir dahiyane proje olarak sunduğu ve uygulamaya başladığı JES enerjili OSB’lerden esinlenen CHP, seracılıkta JES’leri kullanacağını söylüyor). Bu proje olsa olsa yeraltı sularınız hassasiyetle bitirilir projesi olabilir.

Sürdürülebilir madencilik

Belgede madenciliğe bakış da aynı şekilde, “Çevreye ne kadar etki ediyor bakacağız, ona göre projelendireceğiz” deniliyor açıkça, zaten başlığı da sürdürülebilir madencilik. Sürdürmeye çalışınca her şey yoluna girecekmiş gibi… Çevrenin olumsuz etkilemesine izin vermeyeceğiz’ler, insan haklarını, kültürel mirası’ı koruyacağız’lar, emekçi haklarına saygı’lar vb. laflar havalarda uçuşuyor.

Madenciliğin yarattığı tahribatlar, küçük ölçeklerdeki madenlerle, iyi tekniklerle ve insan merkezli yönetişimlerle çözülebilecekmiş gibi sektörü üzmemek ve kalkınma hayalinden vazgeçmemek için bu belgede CHP bizi kötü bir hayalin peşinde sürüklemeye çalışıyor.

Ekolojik dönüşüm maskesiyle yerli-milli atılımlar

Bu belgede nasıl bir CHP var, diğer başlıklarla devam edelim. Nükleer santralleri bir mühendislik formülasyonuna indirgeyerek bilgi, donanım ve tecrübeyle yönetilebileceğini sanan, aynı İyi Parti gibi “yerli-milli” santral savunusu yapan bunun için yerli teknolojileri geliştireceğini söyleyen, karbon salınımı yapmadığı için nükleeri “iklim dostu” olarak niteleme gafına düşen ve küçük nükleer santralleri savunan, nükleeri alternatif bir enerji kaynağı olarak gören bir “İYİ Nükleerci” bir CHP var.

Net sıfır hedefini 2050’ye koyarak bunun için sürdürülebilir kalkınma yaratacağını söyleyen süslü sözlerle aslında yeni hiçbir şey söylememiş olan bir CHP var. Ama bakın, burada, iklim krizini sadece termik santral salınımlarıyla yaratıldığını, aslında fosil yakıtların bitmeyeceğini hatta daha da artacağını, böylelikle de karbon sıfır hedefinin bir yalan olduğunu belgenin kendisi söylüyor. Petrol ve doğalgaz aramalarına “ulusal kaynakların değerlendirilmesi” adına hız verileceği, Tarsus ve Çankırı’da yeni depolama alanları vaat ediliyor.

“AKP zaten bunu yapıyor”

Şöyle söyleyelim: Bu yeşil dönüşüm ve sözde iklim krizine karşı mücadele, sürdürülebilir kalkınma zırvaları için CHP’ye gerek yok, çünkü AKP zaten bunu yapıyor, daha yeni bir iklim yasası taslağı hazırladı, “yenilenebilir enerji” teşvikleri, yatırımları hız kazandı (bunu sadece yandaş şirketlere de yapmıyor, Koç, Eczacıbaşı vb. “yandaş olmayan” şirketler de dahil tüm sektörlerden holdingler, enerji ve maden şirketleri yani tüm yerli-milli şirketler de bu kervanda), her yerde iklimdi, çevreydi, yatırımdı, kalkınmaydı anlatıp anlatıp duruyorlar.

Rifkin: Yeşil Kemal Derviş

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “çevre” konularında danışmanlığını yapacağı ilan edilen Jeremy Rifkin, 3 Aralık’ta CHP’nin vizyon belgesini açıkladığı “ikinci yüzyıla çağrı” etkinliğine bağlanarak bir konuşma yaptı. Sosyal medyada Rifkin için “Sürekli yanılmasına rağmen 30 yıldır aynı şeyleri söylüyor,” diyen Arif Koşar’a katılmamak mümkün değil.

İklim krizine sanayi dönüşümüyle karşı koyabileceğimizi ve Türkiye’nin de bölgede bunun öncüsü olabileceğine yönelik “umutlandırıcı” sözler eden Rifkin’in aslında söylediği yeni bir şey yok. 2000’li yıllardan bugüne Avrupa’da ve Asya’da devlet yöneticilerine danışmanlık yapan Rifkin, radikal dönüşümleri sağlayan, gerçek birer çözüm olan bir politika üretmedi.

Bunu bu ülkelerin özellikle COP zirvelerindeki konumlarından net olarak görebiliyoruz; geçtiğimiz günlerde 27.’si gerçekleşen bu zirvelerde devletlerin ne fosil yakıtlardan vazgeçiş, ne toplumsal değişimlere öncü oluş ne de uluslararası sermayenin iklim krizine katkılarını durduruş gibi bir yönünün olmadığı çok net. Aynı şekilde şirketlerle de bu yönde çalışmalar yapan Rifkin, tam olarak bir illüzyon olan “yeşil aklamanın” mimarlarından biri.

Sermayenin yeşil dönüşüm stratejileri

Fosil yakıt şirketlerinin sosyal sorumluluk projeleri, kirletici şirketlerin yeşil enerji yatırımlarına yönelmesi, küresel kuzeyin ‘tazminat’ ödeyerek vicdanını rahatlatması, devletlerin (Türkiye’nin de pek tabii) yeşil enerjiye teşvikler, destekler önermesi, ‘sözde’ ekolojik olduğu söylenen tahribatları arttıran devasa tarım alanları üzerine kurulan güneş santralleri, denizlerin üzerlerine ya da ormanlara ve kuş göç yollarına kurulan rüzgar santralleri, dere, nehir yataklarını ve suyu yok eden hidroelektrik santraller ve barajlar, yeraltı sularını kullanarak iklim krizi çağında kuraklığa hız veren jeotermal santraller, yeşil enerjilerin teknik ekipmanları için karbon yutak alanlarını yok eden madencilik projeleri ve dahası….

Yeşil yatırımların, enerji ve maden üretiminden vazgeçmeyişin, artı değer üretimi üzerine kurulu olan sistemin, devletlerin demokrasi, insan hakları ihlalleri ile birleşen devasa bir döngüsü mevcut.

“Yeşillenerek büyümek”

Bu döngüyü ne Rifkin’in büyüme ve esenlik getireceğini iddia ettiği üçüncü sanayi devrimi kırabilecek ne de devletlerin ve şirketlerin “iyi niyetleri”. Yani sermayenin “yeşillenerek büyümesi” ve buna sanayi devrimi denmesi ne gezegeni ne de bizleri kurtaracak. Sürdürülebilir piyasacı ekonomiler yaratma çabası artık geçmiş yüzyılın bir çözümü olarak öne sürülen ve mahkûm edilmesi gereken devasa bir yalan! Kapitalizm, rengi ne olursa olsun krizlerden beslenerek büyüyen bir sistemdir ve bugün de ekonomik ve ekolojik krizin ortaklığı sistemin felaketten fırsatlar yaratacağı şekilde sonuçlanacaktır.

Çözüm: Sistemden radikal bir kopuş

Çözüm, küresel düzeyde vahşileşmiş endüstriyel üretimden vazgeçmek, metropollerin yüklerini azaltmak, teknolojiyi ve bilimi sermayenin kullanımından çıkarmak, ekolojik ve toplumsal temelde politikaları hızlıca hayata geçirmeye çalışmakla mümkün. Bunu sistemle göbek bağı olan, sistemi yıkmayı değil iyileştirmeyi savunan hiçbir politik tez gerçekleştiremeyecek.

Bu toplumsal tarihin ortaya koyduğu açık bir gerçeklik. Buna göre ne CHP’nin yeni yeşil sanayiyi büyütme ve “iklim kriziyle mücadele” planı, ne 6’lı masanın yerli ve milli yatırımlar savunusu, çevre hareketlerini kimi lokal düzeylerde destekleseler de bir çözüm olamaz. Peki elimizde ne kalıyor?

Emek ve Özgürlük İttifakı

Çözüm, radikal bir değişim ve kopuş senaryosunu hayata geçirmektir. Türkiye’de seçim öncesinde, doğanın, çevrenin ve kültürel mirasın korunmasını sermaye karşıtı perspektifle ele alan Emek ve Özgürlük İttifakı, bugün ekoloji hareketinin eylem ve sözlerinin karşılığını bulabileceği tek ittifak.

Kamuyu girişimci olarak tanımlamayan, doğayı bir kaynak olarak nesneleştirmeyen, özel sektörün geliştirilmesi yerine halkın kolektif üretim süreçlerine değer veren, kâr mekanizmasından ve sermaye arzından uzaklaşan bir alternatif ekonomi perspektifi sunan ittifakın, enerji alanında da doğanın hakları alanında da gerçek bir alternatifi yaratabilmesi mümkün.

Bize düşen…

Ancak şimdi ittifak bileşenlerine ve ekoloji hareketine daha büyük bir sorumluluk düşüyor, iklim krizine karşı mücadeleyi iklim adaleti perspektifinde ele almak, başta kadın özgürlük mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal hareketlerle ve sınıf hareketiyle ekoloji mücadelesini birleştirmek, tüm toplumsal kesimler ve doğa için hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek, sermayeden bağımsız halkların kendilerince ve doğaya içkin bir yaşamı kurmak üzere örgütleyebileceğimiz bir geleceği bugünden yaratmak için kolları sıvamaya başlamalıyız.

Yarın geç olmadan, muhalefetin muhalefet etmediği, gelecek vizyonunun var olanın çözümü olamayacağını göstermenin yolu, kendi alternatifimizi yaratmaktan geçiyor.


[1ODTÜ Rant Yolu Projesi için: Rant Yoluna Hayır’ın, Marmaris’te Sinpaş’a karşı verilen mücadele için; Marmaris Kent Konseyi’nin, Söğütlüçeşme’de ağaç kesimi ve AVM projesine karşı mücadele için Kadıköy Kent İnisiyatifi’nin Menteşe ve Yatağan’daki çimento fabrikasına karşı verilen mücadele içinse Deştin Çevre Platformu’nun sosyal medya hesaplarından detaylı bilgi alabilirsiniz.

[2Emek ve Özgürlük İttifakı deklarasyonundan:

Doğanın, Çevrenin ve Kültürel Varlıkların Korunması

“Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser. Neoliberal politikaların ülkede derinleşmesini sağlayan iktidar, bütün doğal varlıkları sermayeye peşkeş çekiyor. İklim krizine karşı acil durum ilanı, kâr ve rant uğruna çılgınca doğa ve çevre tahribatına yol açan, ormanları, tarım alanlarını, akarsuları tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan, doğaya karşı işlenen suçların odağı olan tüm projeler durdurulmalıdır. Enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım başta olmak üzere tüm politikalarda doğanın korunması odaklı yaklaşım hem acil hem de zorunludur. Her canlının sağlıklı bir ekosistem içinde yaşam hakkı etkin yasalarla koruma altına alınmalıdır.

“Tarihi ve kültürel varlıkların yağmasına son verilmelidir.”

Dereköylüler’den çevre eylemi

Korkuteli’nin Dereköy Mahallesi’nde açılmak istenen kömür ocağına karşı Attalos heykeli önünde eylem yapıldı. Eyleme öncülük eden Antalya Beşkonaklılar Birlik ve Beraberlik Derneği Başkanı Hakan Halim Okudan, “Zengin su kaynaklarına sahip Dereköy’de kömür ocağı istemiyoruz.” dedi.

Bölgelerine yapılacak olan kömür ocağına karşı yeni bir eylem süreci başlatan Korkuteli Dereköy Mahallesi halkı, Attalos Heykeli önünde buluştu. Manavgat Beşkonak’ta taş ve mermer ocaklarına karşı yürüttüğü mücadeleyle tanınan Antalya Beşkonaklılar Birlik ve Beraberlik Derneği Başkanı Hakan Halim Okudan’ın öncülük ettiği eyleme, Dereköy sakinlerinin yanı sıra CHP İl Başkan Yardımcısı Murat Ali Özer, CHP Eski Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk, çevreci dernek temcileri ve aktivistler katıldı.  Burada bir basın açıklaması yapan Okudan, “Nasıl ki dün Beşkonak’ta açılması planlanan mermer ocaklarına ilişkin bölgemizin hem ekolojik hem ekonomik, hem toplumsal hem de hukuki gerekçelerimizi ortaya koyup mücadele verdiysek ise aynı mücadeleyi Korkuteli Dereköy’ümüz için de vereceğiz.” dedi.

CİDDİ ÜRETİM MERKEZİ

56 bin dönümlük ekilebilir arazisi bulunan Korkuteli’nin yüzde 75’inde sulu tarım yapıldığına dikkat çeken Okudan, “Korkuteli,  ihraç potansiyeli yüksek kayısı, şeftali elma gibi meyvecilikte yapılan ciddi bir tarımsal üretim merkezidir. Bilirsiniz ki tarımsal üretimin yapılabilmesi için en önemli unsur sulama suyudur. Dereköy Yaylası; Menevşelik, Varsak Yarıkpınar, Palazpınarı ve Yeleme olmak üzere 4 adet yeraltı içme suyu kaynağına ev sahipliği yapmaktadır. Bu kaynaklar Korkuteli ilçemize bağlı 17 köyümüzün içme ve sulama suyu ihtiyacını karşılamaktadır. Keza Korkuteli Barajı’mızın da en önemli ana kaynağını teşkil etmektedir Meyve üretimi yapılan bu köylerimizin hayat ana damarlarını bu kaynakların oluşturduğu çayımız ihtiva etmektedir. ” diye konuştu.

SU KAYNAKLARINA YAKIN

Geçen yıl ki UNESCO raporlarına bakıldığında 10 yıl içerisinde küresel ölçekte su kıtlığı yaşanılacağının öngörüldüğünü hatırlatan Okudan, “Biz Antalyalılar olarak yeraltı zenginliklerimizin çıkartılmasına karşı değiliz. Doğru lokasyondaki projelere destek dahi oluruz ancak su birkaç yıl içerisinde en önemli yeraltı zenginliğimiz olacak maden değeri taşıyacaktır. Su kaynaklarımızı kurutmaya ve kirletmeye hakkımız yoktur. Özellikle su kaynaklarının bulunduğu yakın lokasyonlara kömür ocağı, mermer ocağı, taş ocağı gibi hazırlanan projelere izin verilmesi yarın su kaynaklarının miktar ve kalite bakımından yetersiz kalmasına, erişilemez olmasına sebep olacak karar vericileri doğrudan etkileyecektir.” şeklinde konuştu.

PROJE İPTAL EDİLSİN

Halka rağmen atılan adımların ve yapılan projeler olumlu sonuçlanamayacağını belirten Okudan sözlerini şöyle sürdürdü: “Korkuteli ve Dereköy halkı, Dereköy’de izin verilen kömür ocağı santraline karşıdır. Gerekçelerimiz haklıdır ve başta valimiz olmak üzere milletvekillerinden bu projenin iptali yönünde gayret göstermelerini talep ediyoruz. Kömür ocağının açılması halinde doğacak sosyal ve idari krizin önüne geçmelerini istiyoruz. Doğal, tarihi ve kültürel mirasımızı korumak her ferdin görevidir. Dayanışma, birlik ve beraberliğimiz ile Beşkonak kazandı, inanıyoruz ki Dereköy de kazanacak. Dereköy sahipsiz değildir.”  Engin KORKMAZ