Hollanda’da çevre kirliliğini önlemek amacıyla teneke kutularda satılan içeceklerden depozito alınması uygulaması başladı.
Teneke kutu başına 15 cent depozito alınacak. Bu yöntemle her yıl milyonlarca kutunun çevreye atılmasının önüne geçilmesi amaçlanıyor.
İçecek üreticileri ve süpermarketlerin, pahalı ve karmaşık olacağı gerekçesiyle karşı çıktığı depozito uygulaması, hükümetin ısrarı sonucu 1 Nisan itibariyle yürürlüğe girdi.
Yaklaşık 5 bin süpermarkette boş teneke kutuları teslim noktaları oluşturuldu. Ayrıca akaryakıt ve tren istasyonları ile spor kulüpleri gibi yaklaşık 22 bin farklı noktada da teneke kutular iade edilebilecek.
Hollanda Çevre Merkezi’ne göre, bir alüminyum kutunun doğada parçalanması 50 yıldan fazla sürüyor.
AMED – Mezopotamya Ekoloji Hareketi, “Bir fidanla yaşama sahip çık” şiarıyla geçen yıl başlatmış olduğu fidan dikme etkinliğini, bu yıl depremde yaşamını yitirenlere adayacak.
Mezopotamya Ekoloji Hareketi, yaptığı yazılı açıklamada geçtiğimiz yıl başlattıkları “Bir fidanla yaşama sahip çık” fidan dikme etkinliğini, bu yıl da depremde yaşamını yitirenlere adadıklarını belirtti. Açıklamada, 1 ve 10 Nisan tarihleri arasında, Kürdistan ve Türkiye’nin her alanında “Tu jî darekê biçîne, jiyanê şîn bike /Sen de bir ağaç dik, yaşamı yeşert” sloganıyla, ekoloji örgütleri, sivil toplum örgütleri ve tüm halklara kampanyaya katılım ve destek çağrısında bulunuldu.
‘İNSANSIZLAŞTIRMA POLİTİKASI YÜRÜTÜLÜYOR’
Açıklamada şöyle denildi: “Sistemin, Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında ormanları katleden, özellikle Kürdistan coğrafyasında ormansızlaştırma politikalarıyla bütünüyle yaşamın tasfiye edilmeye çalışılmasıyla karşı karşıyayız. Kürdistan’da yürütülen sıcak savaş sürecince yok edilen ormanların yanında, son yıllarda ‘Güvenlik bahanesiyle’ binlerce ağaç köklerinden sökülüyor, ormansızlaştırma, insansızlaştırma , ‘yok etme’ politikaları devam ettiriliyor.
HAFIZAYI SİLMEYE DÖNÜK EYLEMLER
Tıpkı ormanlara müdahale edildiği gibi, kentlere, kırsal alanlara, tarım alanlarına politik ve rant odaklı sebeplerle, bir devlet pratiği olarak şirketleşen iktidar eliyle, sistemin yaygınlaştırılmaya çalışması, doğayı yok ettiği gibi bütünüyle hafızayı silmeye dönük eylemler gerçekleştirilmektedir. Doğadan kopuk, hiyerarşik alınan kararlarla kapitalizmin yüzü tüm alanlara sirayet ettirilmektedir.
POLİTİK SEBEPLERİ BARINDIRMAKTADIR
6 Şubat’ta Pazarcık merkezli gerçekleşen ve birçok yeri etkileyen deprem; sistemin ranta dayalı mekanizmalarıyla felakete dönüşmüştür. On binlerce insan ve canlı yaşamını yitirmiş, yaşam alanları adeta yok olmuştur. iktidarın, bu felaketin ardından yine aynı akılla, demokratik ve ekolojik olmayan yöntemlerle hızlıca bir yapılaşma sürecine girmesi içerisinde yine aynı rant odaklı ve politik sebepleri barındırmaktadır. Yaşanan deprem felaketini de, yitirdiğimiz canları da unutmayacağız.”
Deprem bölgesinde tarımsal üretime başlamak için acilen 112 milyon dolar gerek
6 Şubat depremlerinde tarımsal üretimin yüzde 20’den fazlasının zarara uğradığını, sektörde maddi hasarın 1,5 milyar dolar kaybınsa 5,1 milyar dolar olduğunu saptayan FAO, aileleri desteklemek ve üretime başlamak için 112 milyon dolar istiyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), 6 Şubat depremlerinin Türkiye ve Suriye’deki tarımsal üretime verdiği zararı ve uzun vadeli ve dolaylı etkileri izlediği raporunu yayımladı.
FAO raporunda, “Türkiye’deki etkiyle ilgili ilk değerlendirmeler[in], mahsuller, hayvancılık, balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği de dahil olmak üzere tarıma ve etkilenen bölgelerdeki kırsal altyapıya ciddi zararlar verildiğini göster[diğini]” belirledi.
Türkiye tarımsal üretiminin yüzde 20’sinden fazlası zarar gördü
FAO 6 Şubat depremlerinin Türkiye’nin “verimli hilali” olarak bilinen, tarımsal GSYİH’nin yaklaşık yüzde 15’ini üreten ve Türkiye’nin tarımsal gıda ihracatının yaklaşık yüzde 20’sini sağlayan bölgede 15,73 milyon insanın yaşadığı 11 önemli tarım kentini ciddi olarak etkilediğini saptadı.
Deprem bölgesi halkının üçte birinden fazlası kırlarda yaşıyor
Rapor depremlerden “en çok etkilenen bu illerdeki nüfusun üçte birinden fazlası[nın] kırsal alanlarda yaş[adığını] ve geçimlerini sağlamak için tarıma dayan[dığını]” saptayarak “bozulan tedarik zincirleri ve finansal zorluklar[ın], kırsal kesimdeki ailelerin üretim girdilerine erişme ve bunları karşılama mücadelesini şiddetlendirerek, temel ihtiyaçları[nı] karşılayamamaları ve ailelerinin geçimini sağlayamamalarına neden ol[duğunu]” saptıyor.
Maddi zarar 1,3 milyar dolar, kayıp 5,1 milyar dolar
Depremlerin tarıma yönelik etkileri üzerindeki ilk değerlendirmelerde ön tahminlere göre, sektör 1,3 milyar dolarlık maddi zarar ve 5,1 milyar dolarlık kayba uğradı. Hasar, tarımsal altyapı, hayvancılık ve mahsuller türünden tamamen veya kısmen tahrip olmuş fiziksel varlıkların ve stokların yerlerine konma veya onarım maliyetini ifade ederken kayıp, depolanmış mahsullerin yok olması nedeniyle gıda varlığının azalması ve gıda fiyatlarının artışı gibi hasarın ekonomik ve üretime dönük etkilerinin ifadesi olarak değerlendiriliyor.
Hayvancılık da büyük darbe aldı
Raporda, depremlerin “Çöken binaların, faaliyette olmayan gıda sektörü yapılarının, zarar görmüş mahsullerin ve depolama tesislerinin yanı sıra, geniş hayvancılık bölgelerini vurdu[ğu], ahırları tahrip etti[ği] ve hayvan kayıpları ve sakatlanmalarına yol açtığı” tespit ediliyor.
Bu arada “balık üretimi[nin] de tehlikeye girdi[ği], 34 balık çiftliği ve üç balıkçı limanı[nın] etkilendi[ği] ve kilit [önemdeki] balık türlerinin kaybedildiği” tespit ediliyor. Bu alanda en çok zarara “küçük balıkçılar ve su ürünleri üreticileri”nin uğradığı, “çalışmalarını sürdürememeleri nedeniyle önemli gelir kayıplarına uğrayacak[ları” kaydediliyor.
FAO alarm verdi
BM Gıda ve Tarım Örgütü deprem bölgesindeki durumu şu sözlerle değerlendirdi: “Bölgede tarımsal girdilere erişim giderek zorlaşmış, işgücü kayıpları ve kıtlığı nedeniyle çok sayıda tarım ve hayvancılık faaliyeti durma noktasına gelmiştir. Bu güvencesiz durum, yaz hasat mevsimi yaklaştıkça daha fazla endişe uyandırmaktadır.”
Çiftçiler: Çok geç olmadan gübreye ihtiyacımız var
Çiftçilerle yaptıkları görüşmelere de yer veren rapor, Gaziantep Nurdağı’ndan çiftçi Mesut Özer’in gözlemlerini aktarıyor: “Yağışlar sona ermeden ekim yapmak, sulama kanallarımıza ve tarımsal altyapımıza verilen zarar göz önüne alındığında, önümüzdeki yıl için sağlıklı bir ürün sağlamak için tek şansımızdır. Artık çok geç olmadan gübreye ihtiyacımız var.”
FAO’nun çağrısı: Acilen 112 milyon dolar gerek
FAO, Türkiye’deki depremden etkilenen ailelere ve topluluklara acil ve uzun vadeli destek sağlamak için acilen 112 milyon dolar istiyor. Buna, Şubat ayında yayınlanan Birleşmiş Milletler Türkiye Flaş Çağrısı kapsamında 900 bin kırsal kesim insanına hızla nakit, hayvancılık ve tarımsal destek sağlamak için 25 milyon dolar da dahil.
FAO, bugüne kadar Acil Durum ve Rehabilitasyon Faaliyetleri Özel Fonu (SFERA) ve iç kaynakları aracılığıyla bu gereksinimlerin sadece 1,5 milyon dolarlık kısmını karşılayabildi.
FAO Orta Asya Alt Bölge Koordinatörü ve FAO’nun Türkiye Temsilcisi Viorel Gutu, çiftçilerin taleplerini dünya kamuoyunun gündemine taşıyor: “Dikim sezonu son tarihi yaklaşıyor. Gübre ve tohum sağlayarak çiftçilerimizi acilen desteklememiz gerekiyor” dedi “Bu, bu yıl mahsul üretim seviyelerini korumak için tek şansımız. Ayrıca sağlıklarını ve üretkenliklerini korumak için hayvanlara yem sağlamamız gerekiyor.”
FAO’nun Suriye’deki hasar ve kayıplara ilişkin değerlendirmesinin, depreme yanıt verme planı ve stratejisiyle birlikte yakında açıklanması bekleniyor.
Genç İklim Hareketi, ülkedeki iklim krizine dikkat çekerek, “Seçim vaatlerine deprem ve iklim krizinin de eklenmelidir. Çocuklara ve gençlere söz hakkı verilmiyor. Bu nereye kadar devam edecek” dedi.
Genç İklim Hareketi adı altında bir araya gelen gençlik grupları, “Depremlere ve iklim afetlerine dirençli bir Türkiye” sloganıyla İstanbul Kadıköy’deki Gazhane Müzesi önünde açıklama gerçekleştirdi. Yüzlerce gencin katıldığı açıklamada, “Gençlerin adayı ol seçimlerde iklimi unutma” pankartı açarak, “İklimi değil sistemi değiştir” ve “Şirketleri değil gezegeni kurtar” sloganları attı.
Açıklamayı, İklim Değişmeden Değiş Ekibi’nden Dicle Naz Yazman, İklim Öncüleri Ekibi’nden Damla Yiğit ve İklim İçin Türkiye Ekibi’nden Enver Furkan Karaer yaptı.
“SİYASİ PARTİLER VE MİLLETVEKİLLERİNDEN BİLİMİ DİNLEMELERİNİ İSTİYORUZ”
Fotoğraf: MA
Gençlerin tüm adaylardan ve siyasi partilerden taleplerinin net olduğunu belirten Dicle Naz Yazman, seçim vaatlerine deprem ve iklim krizinin de eklemeleri gerektiğini söyledi. 11 kenti etkileyen ve on binlerce kişinin yaşamını yitirmesine neden Mereş merkezli depremlerin tehlikeleri gündeme getirmeye çalışan bilim insanlarına kulak verilmemesinden dolayı büyük bir yıkıma neden olduğunu söyledi. Yazman, “Bu afet sonrasında ülkece fark ettik ki; alanında uzman bilim insanlarını dinlenmediğinde, doğa olayları felakete dönüşüyor. Bilim insanları yıllardır iklim krizi ile ilgili uyarılarda bulunuyor, karar alıcılar ise bu ikazlara yine kulak vermiyorlar. Bizler, iklim krizinin de benzer bir felakete dönüşmesini engellemek istiyoruz. Bu sebeple tüm adaylar, siyasi partiler ve milletvekillerinden bilimi dinlemelerini istiyoruz” dedi.
“GENÇLERE SÖZ HAKKI VERİLMİYOR”
Fotoğraf: MA
İklim krizi ve depremle mücadelenin seçim vaatleri arasına alınmasını isteyen Yazman, “İhmalkarlığın ne düzeyde felaketlere sebep olduğunu çok acı bir şekilde gördük. Her sabah dünden daha kötü habere uyanmaktan çok yorulduk. Biz, çocuklara ve gençlere söz hakkı verilmiyor. Bilim insanları dinlenmiyor. Bu böyle nereye kadar devam edecek?” diye sordu.
“GENÇLERE KULAK VERİLSİN”
Gelecekleri hakkında büyük kaygılar yaşadıklarını kaydeden Damla Yiğit de şunları belirtti: “Tüm bu yaşananlara, biz iklim aktivistlerinin ‘imdat’ çağrısına ne zaman kulak verilecek? Tüm bunlara karşı 6 gençlik ekibi olarak, Change.org’da, adayların iklim afetleri ve depremlere yönelik etkin politikalar oluşturmaları ve iklim krizi ile mücadelede somut vaatler vermelerini talep eden bir imza kampanyası başlattık. Kampanyamıza herkesin desteklerini bekliyoruz. Sesimizi duyun.”
Daha sonra konuşan Enver Furkan Karaer ise, yenilenebilir enerji kaynakları konusunda Türkiye’nin inanılmaz bir potansiyele sahip olduğunu ifade ederek, Kazdağları’ndaki, Akbelen’deki madenler, Akkuyu’daki nükleer santral reva mı?” diye sordu. (İstanbul/MA)
BM iklim yükümlülüklerini yerine getirmeyen devletleri Uluslararası Adalet Divanı’na verecek
BM Genel Kurulu Çarşamba günü oybirliğiyle aldığı kararla, iklim kriziyle mücadele yükümlülüklerinin gereğini yapmayan devletlere uygulanacak yaptırımlar konusunda Uluslararası Adalet Divanı’ndan mütalaa istemeye karar verdi.
BM Genel Kurulu, Çarşamba günü oturumunda devletlerin iklim kriziyle mücadele yükümlülüklerini açıklığa kavuşturmak ve ülkelerin iklim eylemsizlikleri için karşılaşması gereken yaptırımları belirlemek üzere Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) mütalaa istenmesini oybirliğiyle kabul etti.
Vanuatu öncülük etti
Kararın alınmasında aşırı iklim etkilerine karşı savunmasız küçük bir Pasifik ada ülkesi olan Vanuatu yöneticileri ve genç iklim aktivistleri öncü rol oynadı.
Vanuatu Başbakanı İşmael Kalsakau, “Bugün iklim adaleti adına destansı boyutlarda bir kazanıma tanık olduk” dedi. “Bugünkü tarihsel karar, çok taraflı iklim işbirliğinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu, uluslararası hukukun üstünlüğünü korumaya daha fazla odaklanan ve insan haklarını ve kuşaklar arası eşitliği iklim adına karar almada en öne taşıyan bir çığır açtı.”
İklim değişikliğiyle mücadele eden Pasifik Adası öğrencilerinin (PISFCC) başkanı Cynthia Houniuhi, “Dünya Pasifik gençliğine kulak verdiği için çok mutluyuz” dedi. “Bizim hiçbir kusurumuz olmadığı halde yıkıcı tropikal siklonlar, sel, biyolojik çeşitlilik kaybı ve deniz düzeyinin yükselmesi tehdidiyle yüz yüzeyiz. Oysa, ülkelerimizi boğan küresel salımlara en az katkısı olanlar da bizleriz” dedi.
“Gençler olarak, gezegenimizin öldürücü salımları durdurmadaki başarısızlığı bizim için bir teorik sorun değil. Bu bizim bugünümüz ve tükenmekte olan geleceğimizdir.”
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk: “Dönüm noktası”
Genel Kurulun kararını “Dönüm noktası niteliğinde” olarak değerlendiren BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Volker Türk, Uluslararası Adalet Divanı’nın mütalaasının “küresel ısınmayı durdurmak ve iklim kaynaklı insan hakları ihlallerini sınırlamak ve düzeltmek için gereken acil, iddialı ve adil iklim eylemliliği doğrultusunda önemli bir katalizör olabil[eceğini]” söyledi.
Türk, “Devletlerin iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp ve zararları hafifletmek ve bunlara uyum sağlamak ve bunları ele almak için yükümlülükleri var” dedi. “Bu uzmanlığı bu son derece önemli süreçte Uluslararası Adalet Divanı önünde paylaşmayı dört gözle bekliyoruz.”
Ayrıca, kararın “gelecek kuşaklar için bugün eylemde bulunmanın geçerliliğinin açıkça tanınmasını” da memnuniyetle karşıladı.
ABD karara katılmadı
ABD dışında 120’den fazla ülke tarafından ortaklaşa desteklenen karar, ülkeleri yargı önünde iklim başarısızlıklarından sorumlu tutmak isteyen küresel iklim adaleti hareketi için bir tür yasal turnusol testi oluşturulmasına yardımcı olacak.
Biden yönetimi kararın alındığı gün Meksika Körfezi’nin 73 milyon dönümlük bir alanı petrol ve gaz sondajı yapılmak üzere ihaleye açmış ve kendi kendini “iklim başkanı” ilan eden Biden karardan birkaç gün önce Alaska’da, ABD toprakları üzerindeki en büyük “karbon bombalarından” birini doğuracak onlarca yıl boyunca sürecek muazzam bir petrol ve gaz sondaj projesini onaylamıştı.
İklim adaleti açısından bir ilk
BM tarafından dünyanın en yüksek mahkemesinden istenecek görüş yerel mahkemelerde bağlayıcı olmayacak olsa da, uluslararası hukuk kurallarının oluşturulması açısından mahkemeler ve hükümetler üzerinde etkili olabilir. Bu karar aynı zamanda, iklim karşısında savunmasız devletlerin ve doğa savunucularının ülkeleri, eylemleri ve eylemsizliklerinden sorumlu tutmalarına yardımcı olarak iklimle ilgili açılan davaları güçlendirme umudunu besleyen ve uluslararası hukuk kapsamında iklim eylemi yükümlülükleri oluşturmaya yönelik ilk girişimi temsil ediyor.
Karar, küresel toplumun iklim değişikliği konusundaki söylemiyle eylemi arasındaki uyumsuzluğun sonucu olarak deniz düzeyinin yükselmesiyle varoluşsal bir tehdide maruz kalan Vanuatu gibi ülkelerde artan hayal kırıklığının yol açtığı protestolardan doğdu. Hayal kırıklığı, Vanuatulu hukuk öğrencilerinin öncülüğünde bir gençlik hareketini ateşledi ve Pasifik’teki Yerli avukatlar harekete yol gösterdi.
Özünde, Uluslararası Adalet Divanı tavsiyesi, ülkelerin 2015 Paris İklim Anlaşması gibi bağlayıcı olmayan anlaşmalarda altına girdikleri yükümlülükleri yerine getirmelerinin yasal bir zorunluluk olup olmadığını ve yükümlülüklerini yerine getirmemelerinin dava konusu olup olmayacağını belirlemeye yardımcı olacak.
Karar, küresel ısınmayı azaltmak ve yıkıcı iklim kaosundan kaçınmak için fosil yakıtların aşamalı olarak devreden çıkarılması gerekliliğinin altını çizen BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) nihai raporundan bir hafta sonra alındı. Yenilenebilir enerjilere ve yeşil teknolojiye geçişin yeterli olmadığı uyarısında bulunan bilim insanları, fosil yakıt projelerinin genişletilmesi değil, aşamalı olarak kaldırılması gerektiği uyarısında bulundu.
Kuşaklar arsı eşitlik mücadelesinde tarihsel bir an
Uluslararası İklim Eylem Ağı’nın küresel siyasi strateji başkanı Harjeet Singh, “BM’nin iklim değişikliği konusunu dünyanın en yüksek mahkemesine götürme kararı, iklim adaleti, insan hakları ve kuşaklar arası eşitlik mücadelesinde tarihsel bir andır” dedi
“[Uluslararası Adalet Divanı’nın] mütalaası, çevrenin ve gelecek nesillerin iklim etkilerinden korunmasında devletlerin yükümlülükleri bağlamında önemli bir hesap verebilirlik aracı olarak hizmet etmelidir.”
Yaklaşık 325 bin nüfusuyla Fiji’nin 500 mil batısındaki bir takımada olan Vanuatu, geçen ay 72 saatte 4. kategoride 2 kasırgaya maruz kaldı. Kasırgalar, altyapıda yaygın hasara ve geniş çaplı tahliyelere yol açtı ve ada sakinleri birkaç gün boyunca su ve elektriksiz kaldı.
Vanuatu, Solomon Adaları, Madagaskar ve Sri Lanka gibi gelişmekte olan ada ülkeleri, küresel sera gazı salımlarına en az katkıda bulundukları halde kasırgalar, seller, kuraklık ve su ve gıda güvenliğini tehdit eden ve zorunlu göçü körükleyen aşırı sıcak gibi düzensiz ve aşırı hava olaylarının yükünü taşıyanlar onlar oluyor.
BM’nin tarihsel kararı ülkelerin Mısır’da ilk kez bir araya gelerek, iklim adaptasyonu ve hafifletmeyle önlenemeyecek kadar geç kalınmış olan aşırı hava olaylarının ve deniz seviyesindeki yükselişin geri dönüşü olmayan etkilerini telafi etmek üzere bir kayıp ve hasar finansman yapısı oluşturmalarını da kapsıyor.
Uluslararası Çevre Hukuku Merkezi’nden Nikki Reisch, “Uluslararası Adalet Divanı, fosil yakıtların iklim krizini yönlendirdiğine dair açık bilimsel kanıtları, şimdi bu yakıtların aşamalı olarak ortadan kaldırılması ve kanıtlanmış, mevcut çözümleri uygulatmak üzere açık yasal zorunluluklara dönüştürebil[eceği], tavsiye niteliğindeki bir mütalaa[nın], devletlerin harekete geçmemesinin neden olduğu acıların hesabının verilebilirliğini teşvike yardımcı olabil[eceğini]” söylüyor.
Antalya’nın kitle turizminden uzak köşesi Gazipaşa’nın iki ünlü plajını betonlaşmaya açacak imar planlarına tepki gösteren Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç, bölgede 150 dönüm yer kapatan bir AKP kurucusuna dikkat çekti.
haberimizvar.net- Antalya’nın Gazipaşa ilçesindeki cennet köşelerden Selinus ve doğal havuzlarıyla ünlü Koru plajlarını betonlaşmaya açan imar planına Muratpaşa Belediye Başkan Yardımcısı Ferruh Tunç’tan da tepki geldi. Aslen Gazipaşalı olan Tunç, iki plajdaki betonlaşma tehdidinin detaylarını sosyal medya hesabında kaleme aldığı uzun bir metinle anlattı. “Gazipaşa kıyıları betonlaşıyor mu?” diye soran Ferruh Tunç, “Bu haber ya da iddia bazı gönüllüler tarafından sorumluluğa çağırı niteliğinde geçtiğimiz ay bana iletildiğinde, önce konuya ilişkin bilgi edinmek, işlemi yürüten kurum sorumlularından bilgi almak istediğimi söyledim. Sayın belediye başkanı ve bir belediye meclis üyesi ile görüştüm. Geçtiğimiz günlerde sosyal medya üstünden konu ile ilgili Gazipaşa’da halka açık bilgilendirme toplantısında yapılan açıklamaları, sorulan soruları ve verilen cevapları izledim” diye söze başladı.
SELİNUS PLAJINA BETON TEHDİDİ
Gazipaşa’nın Bıçkıcı, Selinus ve Koru isimli 3 plajından son ikisinin koruma alanı ve turizm bölgesi ilan edilmesiyle başlayan imar plan sürecinin tamamlandığını belirten Tunç, “Bu alanların plana göre kullanımına olanak sağlayacak olan, plancıların ‘18 uygulaması’ dedikleri, arsaların plana uygun hale getirilmesi çalışması işi de tamamlanmak üzeredir. Öncelikle Gazipaşa kıyılarının koruma-turizm alanı çerçevesinde imar planlarının tamamlanmış olduğunu yeni öğrenmiş olmaktan mahcubiyet duyduğumu itiraf etmeliyim. Son iki buçuk yılında Antalya’da, bundan önceki otuz yılda ise Ankara’da ve İstanbul’da yaşayan bir Gazipaşalı olarak sevgiyle bağlı olduğum memleketimin ve hemşerilerimin geleceğine ilişkin böylesine önemli bir gelişmeden neden zamanında haberdar olamadığım hakkında kendimi bir hayli suçladım” dedi.
GAZİPAŞA’DA SİYASET SAVAŞLARI
Tunç yazısını şöyle sürdürdü: “Ama konu ile ilgilendikçe gördüm ki, bu konuda hiç de yalnız değilmişim! Plan sürecinden, kıyıda büyük ölçekte arsası olmayan her Gazipaşalı habersiz! Yakında sosyal medyada izlediğimiz toplantıda söylenenlere bakılırsa, plandan bazı yerel politikacılar ve belediye meclis üyeleri bile habersiz! Tabii, hal böyle olunca geçmiş belediye seçimlerinde Gazipaşa’da neyin kavgası veriliyordu diye sormaktan da kendimi alamadım. Sahi, seçmenler bundan daha önemli olan hangi kent meselelerine, sunulan ne çeşit çözümlere göre seçimlerini yaptılar, başkanlarını seçerken? Ya da adaylar hangi konularda ne türden vaatler verdiler? Kırk satır mı, kırk katır mı demokrasisini başka zaman konuşuruz”.
150 DÖNÜM YER KAPATAN AKP’Lİ
Plan hazırlanırken, itiraz ve revizyonlar yapılırken, yatırımcılarla görüşülürken, bakanlık ve Büyükşehir değerlendirme ve onayları alınırken, kararlar askıya çıkarken Gazipaşa halkı başta olmak üzere konunun paydaşlarının fikrinin alınmadığını belirten Ferruh Tunç, “İşin bir ilginç yanı yatırımcılar lafı da yanıltıcı burada. Ortada 150 dönümü civarında yer kapatmış, iktidar partisi kurucu ekibinde yer almış, siyasi gücü yüksek, geçmişte belediye seçimlerine belediye mülklerine haciz koydurarak müdahil olmuş, bir büyük yatırımcı var! Farklı partileri destekleyen seçmenler olarak, şimdi gelin biz birbirimizle uğraşmayı sürdürelim, o veya bu belediye başkanını seçelim, partilerimizin siyaset yapma ve başkanlarımızın yönetme tarzlarının pek de öyle birbirinden farklı olmayabileceğini bir kere daha hüzünle fark edebiliyoruz burada” dedi.
PLANDAN MEMNUN OLMAYANLAR
Gazipaşa’nın kıyılarının betonlaşma tehlikesinden gecikmiş de olsa nasıl haberdar olunduğunu anlatan Tunç, “Plan sürecinde olanlardan pekala haberdar olanların (Konu ile yakın ilgilerini, yerel siyaset ve yerel yönetimdeki konumlarını düşününce aksini iddia etmeleri pek inandırıcı değil!) yürütülmekte olan ‘18 uygulamasından’ memnuniyetsizliklerine borçluyuz bu gecikmiş aydınlanmayı (!). Bu durumu yadırgıyoruz elbette; ama yine de, iyi ki 18 uygulamasından memnun olmamışlar demekten de kendimizi alamıyoruz. Yoksa kent hakkı sahibi Gazipaşalı, çevre sorumluluğu olan yurttaş, binalar dikilince haberdar olacaktı kıyı imar planından. Hangi partiden olursa olsun; aydın, memleketini seven, toprağına ve insanına sahip çıkan Gazipaşalı bu mudur ya da bunu sahiden hak etmekte midir bu elde kalmış son cennet?” diye sordu.
‘BİR MİKTAR’ YEŞİL ALAN KALIYOR
İmar planında neler olduğunu da aktaran Ferruh Tunç, “18 uygulamasına odaklı olduğu için plan hakkında çok genel bilgi verildi sözünü ettiğimiz halka açık toplantıda. Planın felsefesinden, ilkelerinden, değer ve parametrelerinden hiç söz edilmedi. Edinebildiğimiz bilgi kısaca şu: Kıyı kenar çizgisi dahil 100 metre ve halen mevcut 10 metre civarında genişliği olan yol dışında dağ ve kıyı arası arazi 50 dönümden yüksek mülk sahiplerinin (Yeşilyurt İnşaat ve Belediye olarak anlayınız) yüzde seksen, geri kalanı yüzde altmış emsalle ve dört katlı oteller ile dolacak! Dağ eteklerinde denize paralel 15, bu paralel yoldan denize dikine 13’er metrelik yollar var. Çekiş mesafesi 3 metre. Bu dikine yolların kıyı yolu ile buluştuğu yerlerde araç kapasitesi ve ihtiyaç karşılama oranı hakkında yeterli bilgi verilmeyen otoparklar var. Yine büyüklükleri hakkında net bilgi alamadığımız, pek öyle önemli hacimlerde görünmeyen bir miktar yeşil alan ve sanırız tatmin edici ticari alan da var” ifadelerini kullandı.
İLÇENİN TURİZM TERCİHLERİ YANLIŞ
Normalde bu sınırlı bilgi ile plan hakkında ayrıntılı bir değerlendirme yapmanın olanaksız olduğunu söyleyen Tunç, “Ama planın sorunu da ayrıntısında değil zaten. Aksine, ayrıntı öncesinde. Gördüklerimiz ve dinlediklerimiz Gazipaşa turizm tercih ve planının yanlış olduğunu açıkça göstermeye yetiyor. Gazipaşa’nın en değerli kıyı toprağı, bir yatırımcı ile belediyenin bire üç civarı aslan payını almak üzere otel binaları ile dolduruluyor. Bütün alan ölçüm bilgilerinden ve ortalama emsal oranlarından yola çıkarak betonlaşan alan ölçüsüne siz ulaşabilirsiniz. Sonra da gözünüzde durumu canlandırır, ya bir maket, ya da üç boyutlu çizimini yaptırabilirsiniz plan gerçekleşmesinin o güzelim alanı ne hale getireceğini görmek için. Bir beldenin en güzel yeri planlanırken böyle şeylerin önceden yapılmış olması gerekmez miydi sizce? Kent meydanlarında maketler, dijital medyada canlandırmalarla, kentlinin kentinin (dolayısıyla kendinin) geleceğini birlikte, sevgiyle ve sorumlulukla planlanmış olması gerekmez miydi?” şeklinde sorguladı.
HERŞEY DAHİL KİTLE TURİZMİ PLANI
Gazipaşa kıyılarındaki beton tehdidini anlatan Tunç, yazısını şöyle sürdürdü: “Anladığımız kadar plan, her şey dahil kitle turizmi modelini benimseyerek hazırlanmış. Bu modelle ilgili Alanya’da ve Antalya’da yatak kapasitesi eksikliği olduğunu düşünmüyoruz. Aksine bu sektörde fiyat rekabeti var ve ziyaretçi başına katma değer her yıl azalmakta. İlin ve bölgenin yeni turizm yatırımları planlanırken bu husus dikkate alınmalı ve katma değeri daha yüksek olacak alternatif karakterde bir turizm felsefesi ile yeni yatırımlar planlanmalıdır. Bu hali ile gerçekleşmesi halinde mevcut her şey dahil otel yatırımları yelpazesinde en alt kategoride yer alırız. Çünkü fiyatta yarışmanın sonlarına gelinmiştir ve eşitler arasında Alanya ve yakın çevrenin, turistin tercihini kendine çekecek dışsal tasarrufları (gelişmiş kent yaşamı, sosyal olanakları, gezme görme yerleri ve tesisler, limanlar, ırmak vb.) Gazipaşa’dan daha fazladır”.
TURİZM HİZMETLERİ GETTOSU OLACAK
İmar planının salt bir otel yeri planlaması gibi değil, bu türden dışsal tasarrufları dikkate alan entegre bir plan olması gerektiğini vurgulayan Ferruh Tunç, “Alanın imara açılmasında da, bence, bu gün planlananın üçte birini aşmayan bir inşaat ve yatak kapasitesi planlanmalıdır. Bu önerilerimiz, kentin ekonomik ve sosyal yaşam dengesi ve dokusunun korunması için de zorunludur. Kentin dokusunun bir turizm alt hizmetler gettosu haline dönüşerek bozulması atalarımıza ve çocuklarımıza yapacağımız ciddi bir ihanet olacaktır. Yatırımcıların kolay olanı değil, daha karlı fakat zor olanı seçmesi özendirilmelidir. Yatırımcı veya yatırımcıların, daha düşük yoğunluklu fakat nitelikli ve katma değeri yüksek bir turizm planından daha karlı çıkacaklarını, uzmanlardan yararlanarak onlara daha iyi anlatabilmemiz gerekir” dedi.
GAZİPAŞA’DA YAŞAMAYAN ROMANTİKLER
Tunç sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama arsayı yatırımcı toplar, planı yatırımcı yaptırırsa biz birbirimizi üzmekle kalır, bir Gazipaşa deyişiyle dibek dövücünün hık deyicisi olmakla kalırız. Elbette birazımız da bahçıvan ve oda servisinde çalışır, onları da işe, imar planlarını kolaylaştıran kontenjanından yerleştirmiş oluruz! Bu kıyılar halkındır. Halkla planlanmalıdır. Elbette çağın gereklerine uygun şekilde talan ve yağmaya varan bir aç gözlüğe kurban edilmeden turizme de açılmalıdır. Belediye başkanı ve meclis üyelerinin görüşünün; bu plan bizden önce yapılmış, biz yapmadık, buraya gelinceye kadar 30 sene kaybettik, gürültü edenler 18 uygulamasından daha fazlasını bekleyen mülk sahipleri ile Gazipaşa’da yaşamayan romantiklerdir. Bizim bir an önce ilçeye turizmi getirip, iş olanakları başta olmak üzere ekonomik ve sosyal getirilerinden Gazipaşalıyı yararlandırmalıyız. Bu sırada belediyenin çok zor olan ekonomik koşullarını iyileştirmek için sahibi olduğu gayrimenkullerini satma veya kiralama olanağı da yaratmış oluruz şeklindeki akıl yürütmelerini anlamıyor değiliz; yalnız haklı bulmuyor, bundan bir an önce dönmelerini diliyoruz. Onların bu tutumu fazlasıyla reel-politiktir. Belediye seçimini kazanan, metropollerde on yıllar sonra iyi belediyecilik örnekleri vermeye başlayan bir siyasi ittifakın seçim öncesi vaatleri ile çelişen bir tutumdur bu. Kaldı ki, iktidar partisine oy veren hemşerilerimizin de beklentilerine ve çıkarlarına aykırıdır bu tercih. Siyaset sınıfı ve müteahhit-iş insanı ittifakının pervasızlığına terk edilemeyecek kadar değerli bir yer ve iş hakkında konuşuyoruz”
KAVGA YERİNE ORTAK AKIL ÇAĞRISI
Ferruh Tunç planla ilgili önerilerini de şöyle sıraladı: “18 uygulamasının yavaşlatılması ile planın kıyılarımızı bir beton yığınına çevirip, kentimizi turizm hizmetlileri gettosuna çevirmesinin önünü alacak, kavgasız dövüşsüz, bilim ve uzmanlığın rehberlik ettiği, halkın büyük çoğunluğunun içine sinecek, çağın değer ve anlayışlarına uygun, hızlı bir plan gözden geçirme sürecinin başlatılması gerektiği yolundaki görüşümü, başarılarını gönülden istediğim ve iyi niyetlerinden şüphe etmediğim sayın başkan ve meclis üyelerine hatırlatmayı manevi bir görev biliyorum. Gazipaşalıları, Antalyalıları ve ülkemin çevreye ve insana duyarlı insanlarını bir kavgaya değil, hatadan dönülmesine katkı yapmaya çağırıyorum. Fikirlerimiz, yaklaşımlarımız farklı olabilir. Dürüstlüğü, açıklığı, bilgi ve uzmanlığı, halkın sahipliğini ve doğaya saygıyı esas alan bir süreç başarıyla sonuçlanabilir, kent tarihimize geçebiliriz. Bu Gazipaşa’ya yakışır” dedi.
Birleşmiş Milletler (BM) Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) İklim Değişikliği 2023: Sentez Raporu bugün İsviçre’de düzenlenen basın toplantısıyla tanıtıldı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, örgütün bugün yayımladığı iklim değişikliği raporunu “İnsanlık için hayatta kalma rehberi” olarak tanımladı.
Raporda, hükümetlerin dünya çapında iklim krizine karşı eyleme geçme hızlarının ve ölçeklerinin yeterli olmadığı uyarısı yapılıyor. Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlama hedefinin ıskalanmasının mümkün olduğu vurgulanıyor.
Raporda, “Herkes için güvenli ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için fırsat penceresi hızla kapanıyor” ifadeleri yer alıyor.
Bilim insanları, fosil yakıtların hızla terk edilmesinin iklim krizinin en korkunç etkilerini önleyebileceğinin altını çiziyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bulgulara paralel olarak, tüm ülkelerin net sıfır hedeflerinin 10 yıl önceye alması gerektiğini belirtti. Bu hedeflerin gezegenimizin ısınmasına yol açan sera gazı salımlarını hızla azaltması bekleniyor.
Raporda yakın vade 2040 veya öncesi olarak tanımlanıyor ve dünya genelinde hükümetlerin 1,5 derece hedefini tutturması için salım azaltım hedefleri de güncelleniyor.
Buna göre ülkelerin karbondioksit salımlarını 2030’da yüzde 48, 2035’te yüzde 65, 2040’ta yüzde 80 ve 2050’de yüzde 99 oranında azaltması, 1,5 derece hedefini güvence altına alabilir.
Bilim insanları mevcut salım azaltım hedefleriyle halihazırda 1,1 derece ısınan gezegenimizin 2030’larda 1,5 dereceden fazla ısınmasının mümkün olduğu belirtiliyor.
Yeni rapor, IPCC’nin 2018’den bu yana yayımladığı ve iklim değişikliğinin sebepleri, etkileri ve çözüm önerilerine ilişkin raporların raporların ortak bir çıktısı niteliğinde.
Buna göre iklim değişikliğinin halihazırda hissedilen etkileri, küresel ısınmanın bu hızda devam etmesi halinde şiddetlenerek artacak.
2100 yılına kadar, 100 yılda bir meydana gelen kıyı taşkınları, dünyada gelgit ölçümlerinin yapıldığı noktaların yarısında en az yılda bir kez meydana gelecek.
Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu 2 milyon yılın zirvesinde ve dünyamız 125 bin yıldır bu kadar sıcak olmamıştı.
Ve önümüzdeki 10 yılda muhtemelen daha fazla ısınacak.
Fotoğraf altı yazısı,Dünyanın önde gelen bilim insanlarının kaleme aldığı rapor BM üye ülkeleri tarafından kabul edildi.
Raporun çekirdek yazar kadrosunda yer alan Imperial College’dan Dr. Friederike Otto, BBC’ye verdiği demeçte, “1,5 dereceyi hedefleyip 1,6 dereceyi tuttursak bile bu, nasıl olsa mahvolduğumuzu ve yapacak bir şeyimiz olmadığını söylemekten daha iyidir” diyor ve ekliyor:
“Ve bence bu rapor çok açık bir şekilde (1,5 derece hedefini tutturmayı) denemenin çok daha kazançlı olduğunu gösteriyor.”
Rapora göre küresel ısınmanın en kötü etkilerini azaltmak için sınırlı miktarda karbon salımı gerçekleştirilebilir. Karbon bütçesi adı verilen bu hesaplamaya göre yeni petrol ve gaz projelerine başlamak bu bütçeyi alt üst edebilir.
Yeni fosil yakıt çıkartımı projeleriyle ilgili olarak BBC’ye konuşan Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü’nden raporun çekirdek yazım kadrosundan Dr. Oliver Geden, “Fosil yakıtlardan çıkış için kesin bir tarih olmamakla birlikte fosil yakıtlara dayalı mevcut enerji altyapımızın karbon bütçemizi alt üst edeceği açık” diyor.
Geden, “Yeni fosil yakıt altyapıları için bütçe ayrılması 1,5 derece hedefine kesinlikle uymuyor” diye konuşuyor.
Fotoğraf altı yazısı,60 milyon metreküp su kapasitesi olan Bursa’daki Nülüfer Barajı’nda kuraklık nedeniyle su kalmadığı görüntülendi, Şubat 2023.
Raporun yazarları hızla eyleme geçilmesiyle oldukça etkili bir değişimin yaşabileceği konusunda iyimserler.
Bunda etkili olan faktörlerden ilki güneş ve rüzgara dayalı enerji üretiminin birim maliyetinin hızla düşmesi.
Buna ek olarak beslenmede ve gıda atıklarının yönetiminde değişikliklere gidilmesi ve düşük karbon yoğunluklu ulaşıma geçişle birçok sektörde belirgin salım kesintileri sağlanabileceği tahmin ediliyor.
Ancak rapor net sıfıra hızla geçilse bile, atmosferden karbondioksiti yakalayan ve saklayan teknolojilerin geniş ölçekte kullanımına ihtiyaç duyulacağını söylüyor.
Bazı uzmanlar bu teknolojilerin gelişim aşamasında olduğunu söyleyerek itirazlarını dile getiriyor.
Uluslararası Çevre Kanunu Merkezi’nden Lili Fuhr, “Ne yapılması gerektiğini biliyoruz ancak karbon giderimi, karbon yakalama ve saklama fikirleri devasa bir oyalanma yaratıyor” diyor ve ekliyor:
“Diğer yandan bu teknolojileri savunanların, raporu çarpıtarak bunun karbon gidermeye yatırım yapmak için büyük bir çağrı olduğunu söyleyeceklerini düşünüyorum.”
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres raporda daha acil iklim eylemine ihtiyaç duyulduğunu vurgulayarak ülkelere seslendi:
“Gelişmiş ülkelerin liderleri net sıfır hedeflerine 2040’a mümkün olduğunca yakın bir tarihte ulaşmak zorunda.”
Guterres, 2050 ve sonrası için net sıfır planlarını açıklayan Hindistan ve Çin gibi ülkelere ise bu hedeflerini öne çekme çağrısı yaptı.
Ekoloji hareketlerinin bir araya gelerek kurdukları Ekoloji Hareketleri Afet Grubu, depremlerden sonra dayanışma ve gözlemlerde bulunmak üzere deprem bölgesine gönderdiği iki ayrı heyetin değerlendirmeleri sonucu 21 Mart’ta başlayarak 6 ay sürecek “Topraktan doğuyoruz” başlıklı dayanışma kampanyası başlattı.
Ekoloji hareketlerinin bir araya gelerek kurdukları Ekoloji Hareketleri Afet Grubu, 6 Şubat günü Maraş merkezli meydana gelen depremlerden sonra dayanışma ve gözlemlerde bulunmak üzere deprem bölgesine gönderdiği iki ayrı heyetin değerlendirmeleri sonucu 21 Mart’ta başlayarak 6 ay sürecek “Topraktan doğuyoruz” başlıklı dayanışma kampanyası başlatma kararı aldı.
Ekoloji Hareketleri Afet Grubu, bu kampanyaya katılarak deprem bölgesine dayanışma yolculuğunda bulunmak ya da çalışma gruplarına katılarak kampanyaya destek vermek isteyen tüm doğa ve yaşam savunucularına çağrıda bulundu.
“Ekoloji hareketlerince başlatılan bu dayanışma 21 Mart’ta ilkbaharın gelişiyle Topraktan doğacağız. 23 Eylül sonbaharın gelişine kadar sürecek bu dayanışma toplamda altı ay sürecektir.
Depremin ilk yaraları sarılmaya çalışılırken göz ardı edilen tarım, hayvancılık ve göç kavramları geri planda kaldı. Oysa yaşama tutunmanın, kendini onarmanın yolu insanların toprakla olan bağının devamı ve geçimlik ekonominin sürmesi için üretimde yer almasıyla olacaktır.Bu anlamda oluşacak kampanyanın tüm ülke de ve dünyada güçlü bir sese dönüşmesi ve gönüllülük esasıyla tarımsal üretime destek vermek için sahaya iniyoruz.
Tarım ve hayvancılık yapılan bu bölgede, deprem sonrası yarım kalan tarımsal üretimin hasat dönemine kadar gönüllülerce yapılarak, geçimlik ekonomi temelinde geçimini sağlayanlara önemli bir destek olacaktır.
Bu nedenle 21 Mart-27 Mart arası sahada çalışacak ilk ekibi oluşturacak gönüllülerin hızlıca belirlenmesi ve o tarihte saha da olması gerekmektedir. Maraş, Adıyaman, Hatay ve Malatya başlangıçtaki çalışma sahası olacaktır. Topraktan doğuyoruz girişiminin yereldeki üyelerinin belirleyeceği kır yaşamına dair bağ, bahçe, bostan, ahır, kümes vb. işlere odaklı destek sağlanacaktır.
İlk grup 21-27 Mart, ikinci grup 27 Mart-3 Nisan arası sahada olacak şekilde planlama yapılacak, sonrasında gönüllülerin tercihlerine göre haftalık, on beş günlük ve aylık planlamalar çıkarılacaktır. Ekoloji Hareketlerinin çağrısı ile kurulan bu çalışmanın çeperini STÖ’ler, odalar, birlikler ve kooperatifiler yer alacaktır. Sonrasında ise Siyasi partiler, kamu kurumları ve yerel yönetimler eklenebilecektir.
Bu çalışmada yer alacak arkadaşlar dayanışmak istediği ili belirledikten sonra toplanma alanında buluşup dayanışma çağrısı yapılan alana geçeceğiz.
Gruplarda paylaşılan formu doldurup bizlere ulaşın, hep beraber dayanışmacı yaşamı birlikte inşa etmek için 21 Mart’ta saha da olalım.
İşte dünya mirası Phaselis’e beton dökerek ‘Ücretsiz Halk Plajı’ yapacağını açıklayan bakanlık bünyesindeki TURAŞ’ın görünmeyen yüzü…
Yusuf Yavuz
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Antalya Phaselis’te, 1. Derece arkeolojik sit alanı içerisindeki koylarda yapımına başladığı halk plajı projesi kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu. Projeyi savunan yetkililer ise iki ayrı koyda ‘ücretsiz halk plajı’ yapılacağını, tesislerin de Bakanlık bünyesinde işletileceğini söylüyor. Ancak Bakanlık bünyesindeki bürokratların kurduğu Vakfın büyük hissedarı olduğu TURAŞ özel bir şirket statüsünde çalışırken işletilen mevcut plajlarda usulsüz birçok tahsis yaptığı öne sürüldü. TURAŞ’ta zimmet, rüşvet ve yüzbinlerce liralık usulsüzlük yapıldığı iddiaları son üç yıldır gündemden düşmezken, şirketin büyük ortağı olan Vakfa 2020’de Mahkeme kararı ile Kayyım atanmıştı. Kayyım atanmasının ardından TURAŞ A.Ş’nin Bodrum’da yaptığı halk plajı inşaatının yapım maliyeti ile yüklenici firmaya yapılan ödeme arasında yaklaşık 1,5 milyon TL’lik fark olduğu tespit edildi.Ulaştığımız belgeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde kurulan şirket aracılığı ile kamu gücü kullanılarak kıyıların nasıl ranta alet edildiğini de gözler önüne seriliyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı geçtiğimiz ay dünya mirası olan Antalya Phaselis’te koruma alanı sınırları içindeki koylarda iki ayrı halk plajı inşaatına başladı. 47.7 milyon artı KDV maliyeti olacağı belirtilen proje kapsamında 1. Derece arkeolojik sit alanı olan koylarda toplam 1139 metreküp beton döküleceği, yaklaşık 300 kamyon civarında (2892 metreküp) derin kazı yapılacağı belirtildi.
BAKANLIK ‘ZARAR VERİLMİYOR’ DEDİ
Sit alanlarının kullanım koşullarını belirleyen ilke kararına aykırı şekilde yapılaşmalara yol açan plaj projesi kamuoyunun tepkisini çekerken, bakanlık yetkilileri korunan alandaki çalışmaların Kurul kararıyla, müze ve kazı başkanlığı denetiminde yapıldığını, ayrıca doğal ve tarihi dokuya zarar verilmediğini açıkladı.
YAPILAŞAN KOYLAR RANTA AÇILACAK ENDİŞESİ
Bakanlık yetkilileri, koydaki yapılaşmanın artacağı ve alanın ranta açılacağı yönündeki endişelere ise projenin ücretsiz halk plajı olduğunu, bakanlık bünyesinde işletileceğini, başka firmalara verilmeyeceği şeklinde karşılık verdi.
TURAŞ A.Ş.’NİN ÇİFTLİĞE DÖNEN PLAJLARI
Ancak Bakanlık bünyesindeki TURAŞ’ın (Turaş Turizm ve Ticaret Anonim Şirketi), adeta Bakanlık bürokratlarının çiftliği haline geldiği ortaya çıktı. Çeşme, Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi sahil kentlerinde son yıllarda çok sayıda plaj açan ve “5 yıldızlı” diyerek duyuran TURAŞ’ın işlettiği plajlarda usulsüz tahsisler, rüşvet ve kamu zararına yol açan uygulamalar, şirketin kötü yönetildiğini gösteriyor.
TURAŞ’IN KİRAYA VERME YETKİSİ VAR
Ankara’daki kurumlararası vergi ödeme listesinde ilk 100 firma arasında olduğu belirtilen TURAŞ Turizm Ticaret A.Ş’nin resmî web sayfasında, 1982’de kurulan şirketin, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmeleri iştiraki olduğu belirtilerek amaçları özetle şöyle sıralanıyor: “Çevre kirliliği ve çevre sorunlarının önlenmesi ile sağlığa yönelik her türlü üretim ve ticari faaliyette bulunmak. Turizm konusunda her türlü araştırma, planlama, yatırım, işletmecilik, eğitim ve denetim faaliyetlerinde bulunmak, turizm konusunda her türlü yatırıma girişmek, otel, motel, tatilköyü, pansiyon ve benzeri eğlenme ve dinlenme yerleri açmak, işletmek, kiralamak, kiraya vermek, dinlenme tesisler, huzurevleri, her türlü sağlık yatırımları, lokaller, yeme içme tesisleri, kantinler açmak ve işletmek.”
ŞİRKETİN BÜYÜK ORTAĞI TUDAV
Özel şirket statüsünde olan TURAŞ’ın yüzde 51’lik hissesi, Bakanlık bürokratlarının kurduğu TUDAV (Turizm ve Dayanışma Vakfı), yüzde 48’lik kısmı da yine Bakanlık bünyesindeki DÖSİMM’e ait. Geri kalan 1 hisse de şahısların.
MAHKEME TUDAV’A KAYYIM ATADI
Kültür ve Turizm Bakanlığı Bakan Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan’ın başında olduğu vakfa 2020 yılında Kayyım atandı. Gerekçe olarak ise Vakıflar Genel Müdürlüğünün vakıfta yaptığı denetimler olduğu belirtiliyor. TUDAV’ın internet sitesinde “yapım aşamasında” notu belirdikten sonra söz konusu Kayyım atanmasıyla ilgili mahkeme kararının bilgisine de zorunlu olarak yer verilmiş: “Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2020/283 Esas Sayılı Dosyası’nda Alınan Mahkeme Kararı Gereğince: Vakıf Yönetimi görevden alınarak
yerine Kayyım atanmıştır, Tüm üyelere duyurulur.”
KAYINBİRADER GİTTİ, DENETİM BAŞLADI
Bu arada Mahkeme kararıyla Kayyım atanan vakfı denetleyen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün başında 2010-2019 arasında Nadir Alparslan’ın kayınbiraderi olan Adnan Ertem’in Genel Müdür olarak bulunduğunu anımsatmak gerekiyor. Bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda Bakan Yardımcısı olarak görev yapan Ertem’in 2019’da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden ayrılmasının ardından TUDAV’da denetim yapılması ve ardından Kayyım atanması dikkat çekici.
TURAŞ’IN YENİ HEDEFİ PHASELİS KOYLARI
Vakfa Kayyım atandığı için TURAŞ şirketi de Kayyım denetiminde. Ancak milyonlarca liralık ihalelerle inşaatına başlanan Antalya’daki halk plajlarının bu yapıdaki bir kuruluş tarafından nasıl sağlıklı şekilde işletileceğini muamma. Antalya’da Phaselis dışında Küçük Çaltıcak bölgesinde de benzer bir halk plajı bu şirket tarafından işletilecek. Milli park sınırlarında ve korunan alan statüsündeki bölgede de inşaat sürüyor.
HEM BAKAN YARDIMCISI HEM KUVEYT TÜRK YÖNETİCİSİ
Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan deneyimli bir bürokrat. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı’na Abdullah Gül’ün seçilmesinin ardından, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı yapılan Alpaslan, 2014’de Erdoğan’ın seçilmesiyle Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcılığı görevine devam etti, 2018’de ise Otel zinciri sahibi Mehmet Nuri Ersoy’un Bakanlık koltuğuna oturtulmasıyla Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olarak atandı. Nadir Alpaslan, ayrıca 2011’den beri Kuveyt Türk Katılım Bankası A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yapıyor ve bu görevinden de ayrıca ücret alıyor.
BAKAN YARDIMCISINA MAAŞ DIŞINDA 176 BİN EK KAZANÇ
Gazeteci Müyesser Yıldız, 9 Temmuz 2021 tarihli yazısında Kayyım işinin suyunun çıktığına işaret ederek 2020 yılında işlettiği Bodrum ve Belek’teki plajların büyük ölçüde zararlar ettiğini belirttiği TURAŞ ve yöneticileri hakkında şunları aktarıyordu: “Kayyum meselesinden evvel TURAŞ’ın Yönetim Kurulu üyeleri ve başkanının kimler olduğunu belirtelim. Bu yıl başına kadar Yönetim Kurulu üyeleri Turizm ve Dayanışma Vakfı yöneticileri ve Bakanlık bürokratlarından oluşuyordu. Başkanı ise Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan’dı. Bu ismi nereden tanıyoruz? Son dönemde CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın ifşa ettiği, birden fazla maaş alan bürokratlar listesinden. Yavuzyılmaz’ın tespitine göre, Alpaslan, Bakan Yardımcılığı maaşına ilave, Kuveyt Türk Bank Yönetim Kurulu üyeliği ile üyelik kar payı olmak üzere ayda toplam 176 bin 727 lira kazanıyor.”
Müyesser Yıldız, çalışanları ve yaptığı işin çerçevesi belli olan TURAŞ’ın, Bakanlık’la sorunu olan otel ve işletmelerle “danışmanlık hizmet sözleşmesi” formülü ile gerçekte böyle bir hizmet verilmediği halde naylon faturalar düzenlendiğine değinerek “örneğin bir otelden 1 milyon, bir diğerinden 8 milyon, bir başkasından 2.5 milyon lira alınmış” iddiasını da aktarıyor.*
TURAŞ A.Ş’nin Bodrum’da yaptığı halk plajı inşaatının yapım maliyeti ile yüklenici firmaya yapılan ödeme arasında yaklaşık 1,5 milyon TL’lik fark olduğu tespit edildi. Bodrum 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2020/24 sayılı dosyasında bilirkişilerce tespit edilen fahiş fiyat farkı, TURAS A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın söz konusu işle yetkili olduğu dönemde gerçekleşti. Buna göre TURAŞ A.Ş., Bodrum Halk Plajının inşaatı için yüklenici firmaya 3.550.045.00 TL ödeme yaptı. Ancak bilirkişi raporunda maliyet 2.061.517,62 TL olarak tespit edildi. Şirketin uğradığı zarar yaklaşık 1,5 milyon TL düzeyinde. TURAŞ ve TUDAV’ın avukatları konuyla ilgili 5 Temmuz 2022 tarihinde dönemin Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’a bir ihtarname göndererek kurumun uğradığı zararla ilgili yargı yoluna başvurulup vurulmasını yolunda bilgi verilmesini talep etti.
BİR AY SONRA GÖREVDEN ALINDI
Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra, Ağustos 2022’de dosyada adı geçen ve yapım ihalesinde 1,5 milyonluk fazladan ödeme yapıldığı dönemin sorumlusu olduğu belirtilen TURAŞ A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın görevine son verildi.
TURAŞ AKRABA ÇİFTLİĞİNE DÖNMÜŞ
Genel Müdür Yardımcısı Cem Sultan Saral’ın Marmaris’teki yeğeni ve Plajlar koordinatörü olan M.İ.İ’nin buraya kendi bacanağını getirerek müdür yaptığı, ve plaj işletmesini işletmeyi bütünüyle kiraya vermeye çalıştığı, İçmeler’de esnaftan kendi hesabına para topladığı da iddialar arasında. Bununla ilgili yaklaşık 600 bin TL’lik zimmet tutanağı tutulduğu, esnafların da ilçe emniyetine şikayette bulunduğu öne sürülüyor.
HALK PLAJINDA HAYALET ŞİRKETLER
TURAŞ’ın işlettiği Antalya Belek Halk Plajı’nda ise A. S. Adındaki bir firmanın ayrı bir işletme
gibi faaliyet gösterdiği, söz konusu firmaya Turaş A.Ş.’nin eski çalışanları tarafından satış yaptırılarak halk plajının zarara uğratıldığı da iddialar arasında. A. S. firmasından Manavgat Vatan Bilgisayar’dan alınan cep telefonlarının da TURAŞ yöneticilerine dağıtıldığı, söz konusu firmanın Antalya’da Çamyuva, Kadriye ve Belek ile Bodrum’daki halk plajlarında kurallara aykırı sözleşme ile faaliyet yürüttüğü de iddia ediliyor.
LARA’DA 500 BİN TL’LİK ŞEMSİYE VURGUNU
TURAŞ A.Ş.’de yaşanan usulsüzlüklerle ilgili hazırlanan raporda, kaçak olarak alınan ve piyasa değeri üstünde ücret ödenen pos cihazından sahte faturaya, şahıs hesabına para aktarılmasından ihalesiz iş vermeye kadar birçok iddia yer alıyor. Antalya’daki Lara Halk Plaji için Ö. İnşaat adlı firmadan satın alınan 1.590.000 TL tutarındaki plaj şemsiyesinin piyasa değerinin 1.060.000 TL olduğu ancak buna rağmen 1,5 katı fiyat üzerinden sipariş verildiği öne sürülen raporda;
Serik Boğazkent’teki arıtma tesisinin çamur yakma işinin de ihalesiz ve teklif usulüne aykırı olarak özel bir firmaya verildiği kaydediliyor.
Seçim için hileleri planlayan ve son 20 yılı aşkın süre ülkeyi yönetenler sayesinde bugüne değin yürüttükleri politikalarının, inşa ettikleri rejimin sonuçlarını halklar, yaşam, yaşam alanları yok oluşa sürüklenerek ödemeye devam ediyor.
Yıllardır bu ülkeyi yönettiklerini sananlar, facialar yaşandığında sadece olay hakkında açıklama yapmaktan öteye gitmediler, istedikleri sonuçlar açığa çıktıkça bu faciaları yarattıkları gibi sonuçlarından beslenmeyi de sürdürdüler. Orman yangınları onlar için yeni sermaye birikim alanlarının açılması idi, yangını uzunca süre izlediler, müdahaleyi geciktirdiler. Orman ekosistemini metalaştırdılar, ağaçlarını tomruk yapıp şirketlerin sermayesine, kendi iktidarlarına eklediler. Yanan yerlere el koyup otele, lüks konutlara, maden işletmesine, enerji santrallerine dönüştürdüler. Yangınlarda olduğu gibi depremde de ilk dört gün bölgeye hiç yardım etmeyerek, sonrasında da yapılan yardımları, kurtarma çalışmalarını önleyerek halkları, yüz binlerce insanı ölüme milyonlarca insanı açlığa, sefalete terk ettiler. 6 Şubat’tan beri bölgede yapılanlara canımız yana yana hepimiz tanıklık ettik, tüm dünya tanıklık etti. Meksika, Japonya, Hollanda’dan insanlar kurtarmaya, dayanışmaya gelirken yetkililer televizyon ekranlarında, Meclis’te, Valilik, Kaymakamlık önlerinde utanmadan sıkılmadan sırıtarak olanları izledi, demeç verdi, kan, çadır sattı.
Hatay, Osmaniye, Urfa, Maraş, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Kilis, Elazığ, Adana’da yaşanan deprem faciasından sonra bölge; son iki gündür aşırı yağışın etkisinde. Deprem bölgesinde halklar bir kez daha facia yaşadı. Malatya, Adıyaman ve Urfa’yı sel vurdu. Sincik ilçesine bağlı Subaşı ile Taşkale köyü arasında bulunan ilçenin tek bağlantı köprüsü derenin taşmasıyla araç trafiğine kapandı. Derenin taşması sonucu köprüde göçükler oluştu. Hilvan-Bozova, Ördek köyü noktasında kara yolu çöktü. Urfa’da da depremde yıkılmayan yüzlerce ev sular altında kaldı. Deprem çadırlarını su bastı.
Bu yaşananların hiçbiri afet değil. Ekolojik kriz, iklim krizi gerçeğini yaşadığımız, kapitalist sistemin yaşamı soktuğu krizlerle boğuştuğumuz dönemde önce deprem ardından selin aynı bölgeyi vurması ekolojik kriz var, bunlar yaşanabilir savına sığmayacak kadar güçlü olasılıklar. Bu yaşananlar siyasi iktidar ve taşeronluğunu yaptığı kapitalist sistem tarafından gün gün bu duruma taşınmış stratejilerin, siyasi kararların sonuçları.
Dolanımından, döngüsünden koparılan üstelik hapsedilerek metalaştırılan (şişelenip, borulanıp piyasaya sunulan, sermaye birikim hızına sokulan) suyun yeni döngüsünde bazı bölgelerde kuraklık olarak yaşanması hiç tesadüf değildir. O bölgelere baktığınızda akış halinde sulara derelere rastlamanız mümkün değildir. Çünkü yer altı katmanları, suyun akifer yapısı taş ocakları, patlatmalar, maden işletmeleri ile bozulmuştur. Doğal barajlar olan meralar, ormanlar yok edilmiştir. Ormanlar yanmıştır; maden işletmeleri, inşaat şirketleri, enerji şirketleri o bölgedeki orman alanlarına konuşlanmıştır. Meralar hayvanların beslenme, barınma alanı olmaktan çıkmış; entegre çöp sahasına, maden işletmesinin atık döküm alanına ya da organize sanayi bölgesine dönüşmüştür.
Bazı bölgelerde ise sel yaratacak kadar aşırı yağışla yeryüzüne dönmektedir su. Bir bölgede kuraklık yaşanırken diğer bölgeye yoğun yağışın gelmesi beklenen durumdur. Üstelik yoğunlaştığı, artarak yağışa dönüştüğü bölgede yer üstü ve yer altı katmanları delik deşik edilmişse yüzey akışında bir diğer deyişle yatağında Hilvan-Bozova Ördek köyü mevkisinde olduğu gibi yatağını daraltan bir beton yapı, köprü, viyadük, kavşak ya da dere ıslahı adı altında betonlaşan bir yatağın içinde akmaya zorlanmışsa dere olarak daraltılan yatağının etrafına da evler konuşlandırıldıysa bu bölgede yaşanan afet değildir. Faciadır. Faciayı yaratan da bu süreci gün gün kendi iktidarları uğruna, inşa ettikleri kapitalist sistem uğruna hayata geçiren siyasi iktidarlardır. Bu rejim değişmedikçe kapitalist sistem devlet ve siyaset desteği ile yürürlükte oldukça yaşamı yok edişe sürükleyen ve giderek faşist ve kapitalist yapılanması tamamlanan bu rejimle daha nice facialar yaşayacağımız açıktır.
60’lı yıllarda Fırat ve Dicle’nin sularını hapsederek, barajlayarak başlattıkları Mezopotamya havzasını ele geçirme hamlesi, Ortadoğu halklarını tahakküm altına alma stratejileri; havzada yaşayan halkları susuzluğa, geçimlik yaşamından kopmaya, toprakları tuzlanmaya mahkûm etti. 2000’li yılların başında bu tahakküm sürecine yenileri eklendi. Suların sermaye birikimine sokulma süreci başlatıldı, güvenlik gerekçesi ile başlatılan barajlar setlerine ülkenin her yerindeki derelerinin, yer altı sularının kullanımı şirketlere verilerek binlercesi eklendi. Sonrasını biliyorsunuz; enerji, maden, inşaat şirketleri ile birlikte suyun daha önce özgür aktığı havza ele geçirildi. Geçimlik yaşamdan evinden barkından kopartılan halklar şirketlerin işletmelerinde, madenlerinde, şantiyelerinde, mevsimlik tarım alanlarında ölüme, güvencesizliğe mahkûm edildi.
Depremin yaşandığı bölgeyle bugün aşırı yağışın olacağı belirtilen haritanın aynı olması tesadüf değil. Bu bölgede sel beklenmesi de olası yıkımların yaşanması da olağanüstü değil. Depremin ve aşırı yağışın yaşandığı bölgede barajların, maden işletmelerinin, bölgeye el koyan inşaat şirketlerinin depremin sonuçlarına, yağışın sonuçlarına katkısını ve bunu yaratan siyasi kararları görmemek gerçeği inkardır.
Bu facialarda halkları yaşamdan, yaşadıkları tüm değerlerden koparanlara, şu an yaşamını sokakta geçirenler, sel sularında yüzen çadırda yaşayan halklar kararını açıkça söylüyor: İstifa edin, evinize kapanın ve insan içine çıkmayın bir daha.
Bizler depremde yaşadıklarımızı birlikte onardığımız gibi birbirimize tutunur, yaşamı yeniden kurarız. Yaşamı birlikte özgürleştiririz.