Yusuf ÜÇAY
Merhaba! Etrafımızdaki dijital dünyayı hiç düşündünüz mü? İnternet, sosyal medya, akıllı cihazlar… Hayatımızı kolaylaştıran bu araçlar, farkında olmadan bambaşka bir düzen mi yaratıyor? Tıpkı eskiden toprak ağalarının her şeye sahip olduğu gibi, şimdi de bilginin ve platformların yeni ağaları mı var? Gelin, bu konuya biraz yakından bakalım.
Sanal Topraklar ve Görünen Olaylar
“Dijital feodalizm” kulağa ilk başta biraz sert geliyor, değil mi? Ancak etrafımızdaki durumlar, bu benzetmenin hiç de yabancı olmadığını gösteriyor. Günümüzün devasa dijital platformları, sadece birer hizmet sağlayıcı olmaktan çıktı; adeta yeni çağın toprak ağalarına dönüştüler. Ürünlerinizi satmak istediğinizde, müşterilere ulaşmak için Instagram’ın, Etsy’nin veya Amazon’un kapısını çalmak zorundasınız. Bu platformlar size küresel bir pazarın kapılarını açarken, karşılığında her satıştan komisyon alıyor, algoritmalarıyla görünürlüğünüzü belirliyor ve kurallarını diledikleri zaman değiştirme hakkını saklı tutuyorlar. Tıpkı bir köylünün ağanın toprağında çalışması gibi, siz de bu sanal topraklarda onların belirlediği şartlarda var olmaya çalışıyorsunuz.
Kendi 3D yazıcınızla benzersiz tasarımlar üretiyor, tamamen size ait bir değer yaratıyorsunuz. Bu, bireysel üretim ve girişimciliğin zirvesi gibi görünebilir. Ancak bu ürünleri satmak veya hizmetlerinizi duyurmak için yine büyük dijital ağlara bağımlı kalıyorsunuz. LinkedIn’deki profesyonel ağınız, Facebook’taki reklamlarınız ya da Etsy’deki mağazanız olmadan geniş kitlelere ulaşmanız neredeyse imkânsızlaşıyor. Kendi emeğinizle yarattığınız değeri pazara sunarken, gelirinizin önemli bir kısmını veya ürünlerinizin görünürlüğünü bu platformların insafına bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Bu, modern bir dijital bağımlılık değil de nedir? Piyasanın “serbest rekabet” olarak sunduğu bu ortamda, aslında oyunun kuralları belirli büyük oyuncular tarafından konuluyor ve küçükler bu kurallara uymak zorunda kalıyor. Bu durum, yalnızca ekonomik bir kısıtlama değil, aynı zamanda yaratıcı ve girişimci ruhun da bir nevi platform zincirine vurulması anlamına geliyor.
Sosyal Medya ve Bilgi Akışının Perde Arkası:
Sosyal medya hepimizin hayatında büyük bir yer tutuyor. Arkadaşlarımızla iletişim kuruyor, haberleri takip ediyor, yeni ilgi alanları keşfediyoruz. Ancak burada da durum sandığımızdan farklı olabilir. Her beğeni, her paylaşım, her tıklama, aslında sizin hakkınızda bir veri parçası haline geliyor. Bu veriler birleşerek sizin dijital profilinizi oluşturuyor ve algoritmalar bu profilleri analiz ederek size neyin gösterilip neyin gösterilmeyeceğine karar veriyor. Bir tatil yeri araştırmanızın ardından karşınıza çıkan otel reklamları basit bir hedefleme gibi görünse de, aynı algoritmalar siyasi görüşlerinizi analiz edip size belirli propagandaları daha sık gösterebilir. Bu durum, aldığınız haberlerin veya fikirlerin ne kadar “tarafsız” olduğunu sorgulatır. Bilgiyi sadece tüketmekle kalmayıp, bilginin bizim hakkımızda da üretildiğini fark etmek, manipülasyonun ne denli incelikli olabileceğini gösteriyor.
Bu algoritmalar, sadece ne gördüğümüzü değil, aynı zamanda ne düşündüğümüzü de etkileyebilir. Oluşturulan “yankı odaları” içinde, sürekli kendi fikirlerimizi doğrulayan içeriklere maruz kalmak, farklı bakış açılarını görmemizi engelliyor. Bu durum, toplumsal kutuplaşmayı artırırken, eleştirel düşünme becerilerimizi aşındırıyor. Peki, böylesi bir bilgi akışı içinde, bireysel özerkliğimizi ve düşünce özgürlüğümüzü nasıl koruyacağız? Bu durum, sizin özgür düşünme ve karar verme süreçlerinizi nasıl etkiliyor olabilir?
Çalışma Hayatındaki Radikal Dönüşümler: Sosyal Güvencisizleştirme ve Yarınsızlık:
Çağımızın en tartışmalı konularından biri de gig ekonomisi. Kuryeler, sürücüler, çevirmenler gibi platform çalışanları, kendi saatlerini kendileri belirliyorlarmış gibi bir “özgürlük” vadedilse de, bu durum çoğu zaman yanıltıcıdır. İşin fiyatını, şartlarını, hatta bir sonraki siparişi platform belirliyor. Daha da önemlisi, bu platformlar çalışanlarını genellikle “bağımsız yüklenici” veya “ortak” olarak tanımlıyor. Bu tanım, platformlara geleneksel bir işverenin sorumluluğunda olan sosyal güvence, sağlık sigortası, emeklilik hakları veya sendikalaşma gibi yükümlülüklerden kaçınma imkanı tanıyor.
Bu “özgürlük” maskesi altında, bireyler aslında derin bir sosyal güvencesizliğe itiliyor. Bugün çalışmanızın karşılığını bulsanız bile, yarınınız ne kadar garantide? Hastalandığınızda, yaşlandığınızda veya platformun algoritması değiştiğinde iş bulamadığınızda sizi bekleyen bir güvence var mı? İşte bu durum, özgürlük adı altında bir “yarınsızlaştırma” riskini de beraberinde getiriyor. Dijital ağalar, bir yandan esneklik ve girişimcilik vadederek bireyleri sisteme çekerken, diğer yandan geleneksel işveren sorumluluklarından sıyrılarak büyük bir boşluk yaratıyorlar. Bu, adeta modern zamanların “neoliberal köleliği” gibi bir manzara sunuyor; bireylerin güvencesiz ve kırılgan bir gelecekle baş başa bırakılması anlamına geliyor. Bu durum, sadece bireysel yaşamları değil, toplumsal refahı ve devlete düşen sosyal sorumlulukları da derinden etkiliyor.
Bu Dijital Düzenin Potansiyel Etkileri
Bu yeni sistemin etkileri oldukça çeşitli olabilir:
Dijital ortamlarda yaratılan bu yeni eşitsizlikler sizce ne kadar derinleşebilir? Özellikle platformların sorumluluktan kaçınma eğilimiyle bu uçurum daha da açılır mı?
Verilerimiz üzerindeki kontrolümüzü kaybetmek, uzun vadede kişisel özgürlüklerimizi nasıl etkiler? Yarınımız belirsizleşirken, dijital kimliğimiz üzerindeki kontrolümüzü kaybetmek nasıl bir geleceğe işaret eder?
Tekelleşen bilgi akışı ve algoritmik manipülasyonlar, demokrasinin temel dinamiklerini değiştirebilir mi? Bu durum, toplumsal sözleşmeyi ve vatandaşların geleceğe dair beklentilerini nasıl etkiler? Bir avuç dijital ağanın, kamusal söylemi ve siyasi iradeyi şekillendirmesi ne gibi riskler barındırır?
Peki, Gelecek Nereye Evriliyor?
Bu soruların kesin ve tek bir cevabı yok. Önemli olan, bu konuyu düşünmeye başlamak, dijital dünyanın bize sunduklarıyla birlikte getirdiği potansiyel riskleri de görmek. Sonuçta, geleceğimizi şekillendiren bu dijital düzende, biz sadece birer kullanıcı mı olacağız, yoksa bu sistemin kurallarını etkileyen, değiştiren ve daha adil hale getiren aktörler mi?